Çağdaş Türkiye’nin önderleri diyebileceğimiz bir çok kahraman az zamanda çok işler yapmıştır. Bu kahramanlar, sanki, kendilerine tanınan “yürütücü” görevin çok kısa süreceğini bilmiş gibi ellerini çabuk tutmuşlardır. En etkin ve en kalıcı adımları atmayı, “az zamanda” başarmışlardır. 1930-32 yılları arasında İktisat Bakanlığı yapan ve devletçilik uygulamalarını başlatan Mustafa Şeref Özkan, bu kahramanlar arasındadır. Başlattığı atılımlar, kendisinden sonra gelenlerce ne kadar yozlaştırılırsa yozlaştırılsın; derin ve kalıcı etkiler bırakmıştır.
Az zamanda çok işler yapmalarına olanak tanınan aydınların ortak özelliği, kendilerine yetki verildiğinde, bu göreve çok hazırlıklı olmalarıydı. Mustafa Şeref bey de öyle. Paris Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş; milletvekili seçilmiş ve çeşitli görevlerde başarılı işler gerçekleştirmişti. Ancak onu daha önce incelediğimiz portrelerden ayıran en önemli özellik, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de benzer bir yazgıyla karşılaşmış olmasıdır. Her iki dönemde de ikişer yıl süren Bakanlık görevlerinde bulunmuş; bu kısa süre içerisinde çok büyük projelere imza atmıştır.
İttihat-Terakki kuşağından gelmesi dolayısıyla, Anadolu’ya geçtikten sonra uzun yıllar gölgede kalmayı seçmiştir. Önce yargıçlık, sonra milletvekili ve hukukçuluk yapmıştır. Anadolu’ya geçtikten 9 yıl sonra, Ekonomik Bunalım’ın dünyayı esip kavurduğu günlerde İktisat Bakanlığı’na getirilmiş ve devrim niteliğindeki projelere imza atmıştır.
Mustafa Şeref Özkan’ın(1885-1938) yaşam öyküsündeki kilometre taşlarını şöyle sayabiliriz :
- Üniversite Öğretim Üyeliği
- Politik Mücadelesi
- Hukukçu Kimliği ile Katıldığı Uygulamalar
- Bakan olarak Yaklaşım ve Uygulamaları
Üniversite Öğretim Üyeliği
Mustafa Şeref Özkan, İttihat ve Terakki’nin yurt dışına gönderdiği ilk öğrencilerden biridir. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Ancak o tarihlerde, hiç bir Avrupa üniversitesi, Darülfünun tarafından verilen diplomaları geçerli kabul etmiyordu. Mustafa Şeref, Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni yeniden okuyarak bitirdikten sonra İstanbul’a dönmüş ve İstanbul Hukuk Mektebi’nde “Temel Hukuk ve İdare” kürsüsüne öğretim üyesi olarak atanmıştır. Kısa bir süre sonra da Amme Hukuku Profesörlüğü’ne getirilmiştir.
1926 yılında Ankara’da kurulan Hukuk Okulu’na da “İdare Hukuku ve Amme Hukuku” Profesörü olarak atandı. Yazdığı “Amme Hukuku” kitabı, uzun yıllar bu alanda aranan ve izlenen bir kitap olmuştur.
Onu anlatan kitapçığında öğrencisi Münib Hayri Ürgüplü şöyle yazıyor : O idare hukuku alanında sınırlı kalmış bir bilim insanı değildi. Hukukun diğer dallarında ve hatta ekonomik ve sosyal konularda derin bilgi sahibiydi. Prof.Dr. A.Fuat Başgil, çok yerinde olarak onun muhakemelerini kabul etmemek için, ancak, kötü niyetli olunabileceğini söylemektedir. Yine Başgil’e göre, Mustafa Şeref Özkan, yazılmış ve söylenmişleri tekrarlayan sıradan bir hukukçu değildi. Kendisine özgü sistemi ve hukuk görüşleri olan bir profesördü. Hukuk kuramlarını, özellikle Fransız hukuk okullarını ve büyük hukuk akımlarını eleştirebilecek güçte bir düşünürdü. Onun amme hukuku dersleri konunun bilimsel temelini verirdi. (M.A.Ürgüblü, 1939: 30)
Hukukçu Kimliği ile Katıldığı Uygulamalar
1915 yılında Ticaret ve Ziraat Nezareti Müsteşarlığı’na getirilmiştir. Bu görevi sırasında İtibari Milli Bankası’nın kurulmasını sağlamış ve Yönetim Kurulu üyeliğine atanmıştır. Bu nedenle müsteşarlık görevinden ayrılmıştır. Bu dönemde, hükümetle bazı yerli ve yabancı şirketlerin düştükleri uyuşmazlıklarda ve Maliye Nezareti ile İtibari Milli Bankası arasındaki antlaşmazlıkların çözümünde görev almıştır.
1921 yılında Anadolu’ya geçince, üstlendiği ilk görev Sivas’a taşınan Temyiz Mahkemesi’nde üyelik görevidir. TBMM’de ticaret ve iktisat komisyonlarında başkanlık, “Geçici Memur ve Harf Komisyonu’nda üyelik”, devletle özel şirketlerle anlaşmazlıkların çözümünde ya da devletin bağıtlayacağı uluslararası antlaşmaların hazırlanmasında ve imzalanmasında görev almıştır. Lozan Konferansı’na baş danışman olarak katılmıştır.
Politik Mücadelesi
Birinci Dünya Savaşının sonunun görünmesi üzerine Berlin’e geçti. Sevr Antlaşması’nın imzalanması üzerine yazılarıyla, yayınladığı broşürlerle bu haksızlığa karşı mücadeleye geçmiştir. I.İnönü Savaşı’nın ardından Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı saflarında mücadeleye devam etmiştir. 1923 yılından başlayarak dört dönem Burdur Milletvekili seçilmiş ve bu görevini ölümüne kadar sürdürmüştür. Hukukçu, Milletvekili, Üniversite Öğretim Üyesi ve Bakan kimlikleriyle politik mücadelenin içinde yer almıştır.
Bakanlıktan istifa etmesinden sonra, ölümüne (Eylül 1938) kadar, Mustafa Şeref bey, önce maliye sonra bütçe encümeninin değişmez reisidir… O yıllarda bütçe encümenine Mustafa Şeref Akademisi” denildiği, TBMM tutanaklarından okunuyor. Bilsay Kuruç devamla şöyle diyor : “Ölüm tarihi ilginçtir. Acaba yeniden İktisat Vekili (belki de başvekil) olmasından kısa bir süre önce mi ölmüştür?”.
10 Eylül 1938’de öldüğünde, onun ardından yazan Munib Hayri Ürgüplü, şöyle demektedir : “Mustafa Şeref Özkan’ı anlamak bir şeref (onur) ve anlatmak bir mazhariyettir (yücelme).” (B.Kuruç (2011) : 351)
Bakan olarak Yaklaşım ve Uygulamaları
Osmanlı Kabinesinde Bir Bakan :
1917 yılında Talat Paşa kabinesi kurulduğunda, savaş yoğun bir biçimde sürüyor ve “iaşe”nin (gıda) sağlanması büyük bir sorun yumağı oluşturuyordu. Mustafa Şeref, Ticaret ve Ziraat Nazırlığı’na getirilmiştir. Bu dönem, Osmanlı’nın açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı bir dönemdir. Ekilen topraklar 75 milyon dönümden 25 milyon dönüme düşmüş ve hayvanların ölümü ile karşılaşılmıştır.
Ticaret ve Ziraat Nazırı Mustafa Şeref Özkan’ın döneminde, öncelikle “Tarımda Çalışma Yükümlülüğü Yasası” çıkarılmıştır. Özkan, Meclis-i Mebusan’da yaptığı konuşmada, getirilen bu yükümlülük ile, tarımda “tüketim” bölgelerinin, “üretim” bölgelerine dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Bu konuda, örgütlenmenin ve ücretli çalışanların sorunlarına eğilinmesinin önemi üzerinde durmuş; savaş sonunda yükümlülük kavramı yerine özendirme kavramının kullanılacağını vurgulamıştır. (Şahbudak Ö., 2009:43)
Mustafa Şeref’in sahiplendiği yasalardan biri de “Men-i İhtikar Kanunu”dur (24 Mayıs 1917). Yani “Vurgunculuğun Yasaklanması Yasası”. Bu onun yaklaşımını ve kararlılığını ortaya koyması bakımından önemlidir. (Şahbudak Ö., 2009 : 45).
Yine dönemin önemli adımlarından biri İhracat Heyetleri uygulamasıdır. Osmanlı’nın müttefiki olan Almanya ve Avusturya başta olmak üzere, tek alıcı olarak, Osmanlı pazarından ucuz mal kapatma girişimleri karşısında, hükümet üreticileri korumak zorunda kalmıştı. 1916’da çıkarılan İaşe Kanunu’nu Meclis-i Mebusan’da savunurken, Mustafa Şeref, ülke içindeki malların fiyatlarının olumsuz etkilenmesini önlemek dışında bir amaç olmadığını belirtmiştir (Şahbudak Ö., 2009: 55).
Öte yandan önce Ticaret ve Ziraat Müsteşarlığı ve sonra da Nazırlığı sırasında ele aldığı uygulamalardan biri de “devletçilik” uygulamasıdır. İttihat ve Terakki hükümetleri önce, savaş vurgunculuğuyla savaşı düşünerek, “İktisadiyat Meclisi” kurulmasına karar vermişler; onun görevleri arasında, devletin yapabileceği işlerin saptanarak, görev dağıtımının yapılmasını da öngörmüşlerdi (Şahbudak Ö., 2009: 56).
Mustafa Şeref Özkan, Talat Paşa Kabinesi’nin istifasıyla 1918 yılında görevinden ayrılmıştır Cumhuriyet’in Bir Bakanı Olarak Mustafa Şeref Özkan :
Mustafa Şeref Özkan’ın İktisat Bakanlığa getirildiği dönemin (1930-32) özelliklerine bakalım : 1929 Büyük Buhran’ı tüm dünyayı derinden etkilemektedir. Yine bu tarih yaklaşırken, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı liberal iktisat kongresi başarısız olmuştur. Her iki olgu da, kararlı ve yürekli yeni politikaların uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
1929 Büyük Buhranı, Türkiye’nin ithalat ve ihracat dengesini derinden yaralamıştır. Çünkü tarım ürünleri ihracatına dayanan ihracat, ürün fiyatlarının %70 düşmesi nedeniyle çok az gelir sağlamaktadır (Şahbudak Ö.,2009 : 76) . Buna karşın, sanayi ürünlerine dayanan ithalatımızda fiyatlar bu ölçüde düşmemiştir. Dolayısıyla, ithalat ve ihracat arasındaki makas açılmıştır.
Yukarıda “kontenjan” uygulaması olarak andığımız uygulama, Mustafa Şeref Özkan’ın bakanlığı sırasında çıkarılan “Ticaret Mukavelesi ve Modüs Vivendi Akdetmeyen Devletler Ülkesinden Türkiye’ye Yapılacak İthalatta Mennuniyetler veya Tahdit veyahut Tekyutler Tatbikine Dair Kanun” (22 Temmuz 1931) ile yürürlüğe sokulmuştur. Böylece her ay yayınlanacak kontenjan listeleri dışında ithalat yapılmayacaktır. Bu uygulama, vurguncuların doğmasına neden olmuşsa da, geçmiş deneyimlerinin ışığında Mustafa Şeref Özkan, bu olguya hazırdı ve mücadelesini sürdürmüştür.
Bu dönemde, öncelikle, köylüyü koruyucu adımların atılması gerekmektedir. Mustafa Şeref Özkan’ın Bakanlığı döneminde, tarımda şu ürünlere yönelik adımlar atılmıştır :
- Buğday
- Afyon
- Şeker
- Tütün.
Buğday fiyatlarındaki büyük düşüşü dengelemek için, Ziraat Bankası yoluyla buğday alımı yapılması ve ihracat yapılması düşünülmüştür. Ancak bu müdahale, istenilen sonucu vermemiş ve Buğday Yasası ile yeni bir strateji benimsenmiştir. Mustafa Şeref Özkan ve arkadaşları, iktisadi devletçilik olarak nitelendirilen yeni strateji ile sorunların üzerine gitmeyi planlamışlardır.
Özellikle afyon ve tütün gibi ürünlerin üreticilerinin örgütlenmesi ve uluslararası piyasaları kontrol eden karteller karşısında güçlenmeleri gerektiği düşüncesi savunulmuştur. (B.Kuruç, 2011:364)
Mustafa Şeref Özkan’a göre, sermaye birikimini yaratmak, korumak ve büyütmek için akılda tutulması gereken konular şöyle sıralanabilir :
- Dış açık vermekten sakınmak,
- Sanayii, bankacılığın yedeğine takmamak ve ikisini ayrı tutmak,
- Yerli hammadde kullanmak,
- Çağdaş bir çalışma düzeni kurmak (B.Kuruç, 2011: 357,370).
Mustafa Şeref Özkan’ın İktisat Bakanlığı döneminde, 1931 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası, 3.Kurultay’ında “devletçilik” ilkesinin kabul edilmesinde ve ekonomi alanında somutlaşmasında en etkili adlardan biri olmuştur. Tarıma dayalı sanayileşmenin yanında, sanayi alanında devletçilik uygulamalarına geçilmiştir. Birinci Sanayi Planı hazırlanmıştır. Başbakan İnönü ile birlikte yapılan Sovyetler Birliği gezisi ve bu gezide bağıtlanan antlaşma, bu adımların güçlenmesine yol açmıştır.
Mustafa Şeref Özkan, devletçilik ilkesini yaşama geçiren adımlardan olan dört önemli yasayı bir hafta içerisinde TBMM’den çıkarmıştır. Bu yasalar şunlardır :
- Devlet Sanayi Ofisi’nin teşkili hakkında kanun (3 Temmuz 1933/2054)
- Hükümetçe Ziraat Bankası’na Mübayaa Ettirilecek Buğday Hakkında Kanun (Buğdayı Koruma Kanunu) (3 Temmuz 1933/2056)
- Çay, Şeker ve Kahve İthalatının Bir Elden İdaresi Hakkında Kanun (Temmuz 1932)
- Türkiye Afyon Üreticileri Satış Kooperatifi (Temmuz 1932)
- Sanayi Kredi Bankası’nın Kurulması Hakkında Kanun (7 Temmuz 1933/2064)
- Türkiye İskele ve Limanları Arasında Posta Hizmetlerinin Devlet İdaresine Alınmasına Dair Kanun (9 Temmuz 1933/2068).
Henüz oldukça cılız olan ve devlete dayanarak varolmaya çalışan özel kesimin bu yasalara tepkisi büyük olmuştur. Bu tepki özellikle, orta ve büyük ölçekteki özel kesim sermayedarlarından ve kendilerine eşdeğer ihracat yapma zorunluluğu getirilen ithalatçılardan gelmektedir. Üstüne üstlük Bakan’ın T.İş Bankası’nın kağıt fabrikası kurmasını engellemiştir.
Mustafa Şeref Özkan’ın Sanayi ve Maadin Bankası oluşumunun ve İş Bankası yatırımları karşısındaki olumsuz tutumunun temelinde, Dünyada sürmekte olan Büyük Buhran ile mücadele stratejisi yatmaktadır. Şöyle demektedir : “Gerçekten sermaye birikimini istiyorsak, akılda tutulacak bir şey daha vardır: Sanayii, bankacılığın yedeğine takmamak. (…)” Bu konudaki görüşlerini belirtmeye devam ederek, özel çıkarların anonim şirketlerine eline düştüğünü; onların da bankaların egemenliği altına girdiğini söylemektedir. İktisatta genişleyen etki alanlarını, bireyin bencilliğini esin kaynağı olarak kullanarak idare etmişler, Büyük Buhran da buradan çıkmıştır. Banka işleriyle ilgilenen ayrı bir kurum, fabrikalarla uğraşacak ayrı bağımsız bir kurum oluşturma zamanı gelmiştir (B.Kuruç, 2011:353-5).
Nitekim, Sanayi ve Maadin Bankası oluşumu yerine, Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası adıyla bir diğerinden bağımsız iki kurum kurulmuştur. Devlet Sanayi Ofisi yönetiminde bağımsız, denetiminde İktisat Bakanlığı üzerinden TBMM’nin yetkili olması biçimde tasarlanmıştır. Bu önemlidir. Çünkü 1938’de oluşturulan İktisadi Devlet Teşekkülleri ile 1964’de oluşturulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri modelinin çekirdeği oluşturulmaktadır (B.Kuruç, 2011 : 356).
Başbakan İsmet İnönü, bir konuşmasında şöyle demektedir : “En serbest zannolunan bir sanat veya ticaret, mutlaka Devletin yardımına ve müdahalesine ihtiyaç göstermektedir. Su başında olduğumuz için, bu ihtiyacı her gün görüyorum. Ve sonra, Serbest Meslek’in Devletçiliğe üstünlüğü için, aynı mevzuların delil olarak zikrolunmasına şaşıyorum.” (Ş.S.Aydemir : İkinci Adam, 1.Cilt s.457)
Mustafa Şeref Özkan’ın Atatürk tarafından Bakanlıktan istifa ettirilmesine yol açan etmen olarak İş Bankası’nın kağıt sanayi yatırımının engellenmesi olduğu anlatılmaktadır (8 Eylül 1932). Nitekim, Celal Bayar, daha sonra yazdığı 4 Mayıs 1965 tarihli makalesinde şöyle demektedir : “Ben bu gibi meseleleri kendisine aksettirmezdim. Ama İdare Meclisi’mizde arkadaşları vardı. Atatürk’e söylemişler” (Ş.S.Aydemir : İkinci Adam, 1.Cilt s.456)
Çalışma Ortamına Katkıları :
Mustafa Şeref Özkan’ın, Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası ikilisi ile yürütmeyi tasarladığı iktisat politikasının, toplumsal barış boyutunun da üzerinde durmak gerekir. Çağdaş bir çalışma düzeni kurulmalıdır. (B.Kuruç, 2011: 357)
Mustafa Şeref Özkan’a göre, sermaye birikimini yaratmak, korumak ve büyütmek çağdaş çalışma düzenine bağlıdır. Burada koşutluk kurulması gereken olgulardan biri, bu açıklamalardan iki yıl sonra ABD Başkanı F.D.Roosvelt’in, benzer çözümlemeleri kullanarak, Büyük Buhran ile mücadele için New Deal programını başlatmasıdır.
Mustafa Şeref Özkan’a göre, emek, onun çalışma koşulları ve ücreti bir yasal çerçeveye, kurallara oturmazsa, iş sahipleri emeğin sırtından olağanüstü bir sermaye birikimi sağlarlar. Bu öyle gittiği sürece sermaye ile emek arasındaki eşitsizlik ve uçurum büyür. Bu tablo, ekonominin güçleri arasında denge ve uyum sağlayamaz. Ne sermaye birikimi buhranlardan uzak kalabilir; ne de Cumhuriyet rejiminin amaçladığı eşitlik ve dayanışma sağlanabilir.
Mustafa Şeref Özkan, 1924 ve 1927 yıllarında hazırlanan ama yasalaşamayan iki İş Yasası Tasarısı’nın üçüncüsünü, hemen bir yıl içinde TBMM’e sunar ve bilgi için Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) gönderir. 1932 öncesi hazırlık dönemi ILO ile Türkiye Cumhuriyeti’nin en verimli ilişkisinin kurulduğu dönem olarak anılır. Türkiye 1932 yılında ILO’ya üye olur ve ilk ILO Sözleşmesi’ni de 1937 yılında onaylar.
1932 tasarısı, kendisinden önceki yasa tasarılardan ayrılarak, işçiyi yalnızca bir üretim etmeni ya da aracı değil, bir insan olarak görmekte ve böylece işçiyi kişiliği dolayısıyla korumak istemektedir. Çünkü işverenler, daha çok kar tasası güttüklerinden, ulusal servetlerin en değerlisi olan işçileri korumayı düşünmezler. Oysa iş yasasının amacı, “aynı zamanda vatandaş, asker, aile babası, özetle, Türk toplumunun bir organı olarak gözönüne alınması gereken işçinin yaşamını iyileştirmektir. (Mesut Gülmez, 1983 : 243-4)
“… Ancak, bu yapılırken özel girişim, serbest yarışma ve sözleşme özgürlüğü gibi ekonomik yaşamımızda geçerli olan ilkelere uyulacaktır. Yapılacak olan şey, bu ilkelere sosyal adalet ve ulusal yarar gereklerine göre bazı sınırlamalar getirmektir. Yoksa devletin, salt işçiyi, emeği korumak amacıyla işçi sorununa yaklaşması söz konusu değildir.” (Mesut Gülmez, 1983 : 245)
Üç bölümlü ve 192 maddelik İş Yasası Tasarısı, uzun bir gerekçesi ve ilginç vurguları vardır (B.Kuruç, 2011: 359). Bu tasarı, Türkiye’nin kendine açtığı ve sonra kapattığı ekonomik ve toplumsal gelişme kapılarından biri olarak anılmalıdır. 2 Mart 1932 yılında hükümet tasarısı olarak TBMM’ye sunulmuş ve komisyonlarda görüşülmesine başlanmıştır.
Mustafa Şeref, tasarı gerekçesinde şöyle söylemektedir : İş sahipleri, işçilerini insani ve ruhi gereksinmelerinden yoksun, bir üretim faktörü, bir makine olarak görürler. Onun için emeği korumak, alnının teri ile geçinen vatandaşlara refah ve mutluluk olanakları vermek gerekir. Bu temel saptamadan hareketle 1932 İş Yasası Tasarısı üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci Ana Bölümü şu başlıklar oluşturmaktadır :
- Hizmet Akdi
- İşin Düzenlenmesi (iş süresi, dinlenme süreleri, sağlık güvenlik)
- İş Kazaları Sigortası
İkinci Ana Bölüm :
- İşçilerin Parasız İşe Yerleştirilmesi
- Mesleki Birlikler
- Toplu İş Uyuşmazlıklarının Çözümü ve Grev.
Üçüncü Ana Bölüm :
- Teftiş
- Yüksek Danışma Kurulu’nun Oluşumu ve Görevleri
- Kanunu Uygulanmasıyla Görevli Kurum ve Kuruluşlar.
Bunların yanı sıra çalışma yaşamında kadın ve çocukların korunmasına, iş kazalarından doğan yükümlülüklerinin işverenlerce yerine getirilmesine (sigorta kurulması) eğilinmiştir. İş kazalarına yönelik sigorta “özel” ellere değil, fabrikalar tarafından ortaklaşa bir İş Kazaları Sigorta Birliği” kurulması öngörülmüştür. (B.Kuruç, 2011: 360).
Diğer tasarılardan farklı olarak ilk kez, genel hükümler bölümünde, “işçi”, “iş sahibi” ve “iş sahibi vekili” kavramları tanımlanmıştır. Üç kısımdan oluşmaktadır:
- Kısım : Hizmet sözleşmesi, işin düzenlenmesi ve iş kazaları sigortasını kapsar. Yalnızca sanayi işletmelerine uygulanır.
- Sözleşmenin feshi durumunda, işçiye 15 gün süre tanınmıştır. İş kazası geçirenlere bir ay, gebe ve doğum yapan kadınlara yasal dinlenme süreleri içinde fesih yasağı getirilmiştir. Uyulmazsa, altı günlük ücret tutarında tazminat öngörülmüştür. Gebe ve doğum yapan kadınlara yasal dinlenme sürelerinde yarı ücret ödenir.
- Ücret ile ilgili ileri düzenlemeler getirmiştir. İşçi gündeliği, en geç iki hafta içinde “ülkede dolaşımı zorunlu para” ile ödenecektir. Maden ocaklarında asgari ücret uygulaması getirilmiş ve hesabında “evli ve çocuklu” olması, hafta sonu tatilinin gözönüne alınması öngörülmüştür. Fazladan çalıştırmalarda, ücretin %50 fazlası ödenir.
- İşverence bir iç yönetmelik hazırlanır; işçilerin görüşleri alınır. Bu yönetmelik, işin yürütümünü ve ücretin ödenmesini kurallara bağlar ve işyerinde ilan edilmesi zorunludur. İşçinin geçici olarak işten çıkarılmasını öngören kurallara içeremez.
- Günlük çalışma süresi 8 saat, haftalık çalışma süresi 48 saat ve günlük ara-dinlenme süresi bir saattir. Dinlenme süresi iş süresinin dışında sayılmıştır.
- En düşük çalışma yaşı : 12’dir. 16 yaşından küçük çalıştırılanlar için rapor alınması zorunludur. Kadınların ve 18 yaşından küçük çocukların çalıştırılamayacakları tehlikeli ve zararlı işlerin belirlenmesi tüzüğe bırakılmıştır.
- Gece süresi 20.00 – 04.00 olarak tanımlanmıştır. 16 yaşından küçük erkek çocuklar ve kadınlar gece çalıştırılamaz.
II.- 3. Kısım : Mesleki birlikler, toplu iş uyuşmazlıkları ve çözüm yollarına ilişkin kuralları düzenler. Bunlar çok ayrıntılı düzenlenmiş ve Fransız Hukuku’ndan (1864, 1884, 1892, 1895 1904, 1919. 1920 yıllarındaki düzenlemeler) alınmıştır. Her türlü iş alanlarında uygulanır.
- Sendikaları önceden izin alınmaksızın özgürce kurulan, isteğe bağlı ve yalnızca mesleksel çıkarların korunup savunulmasını amaçlayan kuruluşlar olarak düzenlemiştir.
- 16 yaşını bitiren işçiler katılabilir.
- Sendikalardan istedikleri zaman çekilebilirler.
- Toplu iş uyuşmazlıklarının çözülmesi amacıyla uzlaşma komisyonu ve hakem kurullarını öngörmüştür. Bu komisyonlar işçi ve işverenlerden eşit sayıda üyenin katılımı ile o yörenin en yüksek “mülki amiri”nin başkanlığında toplanır (Çevirinin yapıldığı Fransız hukukunda başka “sulh hakimi”dir).
- Grev hakkını tanımış; “ücretlerin arttırılması ya da azaltılması, saayi özgürlüğünün çiğnenmesi” amacıyla zora ve korkutmaya başvurulmasını yasaklamış ve ceza hükümleri getirmiştir.
Ancak sermaye çevreleri, emek sermaye arasında denge kurma fikrini yadırgamış; tasarının getirdiği çağdaş yaklaşıma tepki duymuştur. Oyalama taktiklerine başvurmaya başlarlar. Tasarı, TBMM’de komisyon komisyon gezmeye başlar. Sonunda Bakan’ın görevden ayrılmasından sonra, hükümet tarafından TBMM’den çekilir (Mesut Gülmez, 1983 : 246-255).
1936 yılına kadar İş Yasası çıkarılamaz. Celal Bayar’ın İktisat Bakanlığı sırasında yasalaşır. Samet Ağaoğlu’na göre, 1932 tasarısının emek ve sermayenin konumlarına farklı açılardan bakan yeni bir yaklaşım ortaya konulmuştur. Celal Bayar’ın bakanlığındaki makas değişikliğinin kanıtlarından biri de, budur. 1936 İş Yasası’nın, sermayenin kendilerine ait bir alan üzerinde 1932 Tasarısı’nın getirdiği “denge”yi kabul etmediğini ve “emek ile sermaye arasında bir çelişki olamayacağını, bir birlik olduğunu” kabul ettirdiğini ortaya koymasıdır (B.Kuruç, 2011: 357-360).
Mustafa Şeref Özkan Sonrası On Yıl :
1932 Eylül’ünden sonra Celal Bayar (Mustafa Şeref Özkan’ın planladığının tersine), özel kesimi destekleyen devlet fonlarına dokunmaz. Bu destekleri azaltılmış olan kararları hemen değiştirir. 1933 yılına girildiğinde, ekonomide buhranın derinleşmesi sürerken İktisat Bakanlığı yeni bir çerçeve kurma arayışı içindedir. Aranan çözümün püf noktası, sanayileşmenin devletin ekonomideki payını büyütmeyecek ve özel sermayeninkini küçültmeyecek bir yol çizmesidir. Celal Bayar’ın sanayileşme anlayışı “T.İş Bankası’nın ilan ettiği bütün ulusal kuvvet kaynakları” sloganı doğrultusundadır. Bunun anlamı, sanayileşmenin devlet öncülüğünde geliştirilmesinin yanında özel sektörün de geliştirilmesidir. Bunun için de, izlenecek yol (Mustafa Şeref Özkan’ın planladığının tersine) devlet kaynakları ile bankaların eşleştirilmesidir. Bunun için önce Sümerbank kurulur
1933 Haziran’ından başlayarak uygulanan yeni model çok açıktır : Devletten ana sanayii oluşturması beklenmektedir. Devlet kuracak, özel sanayiye de pay verecektir. Bu pay aktarımında milli bankalar (T.İş Bankası ve Ziraat Bankası) köprü olacaktır (B.Kuruç, 2011: 368).
Mustafa Şeref Özkan’ın istifasıyla yerine Bakan olarak T.İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ın getirilmesi, 180 derece bir dönüşü göstermektedir. Ancak Mustafa Şeref Özkan’ın attığı tohumlar, ne kadar yozlaştırılırsa yozlaştırılsın, somut durumun somut değerlendirilmesine dayandığı için, yaşamayı ve gelişmeyi sürdürmüşlerdir.
1932 İş Kanunu Tasarısı gündemden kaldırılmış ve 1936 yılında yeni bir İş Kanunu, TBMM’nden geçirilmiştir. Yasalaşan son taslağa egemen anlayış, emek ve sermayenin ulusal ekonominin birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan iki unsuru olduğu; ikisinin birden ulusal ekonomi birliğini sağladığını; aralarında bir çelişki olmadığını kabul etmektedir (Samet Ağaoğlu’nun 1936 tarihi yazısından aktaran Bilsay Kuruç, 2011: 359). Bu doğrultuda atılan bir başka adım 1938 yılında, Dernekler Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, sınıf esasına dayanan örgüt kurmanın yasaklanmış olmasıdır.
Birinci Kalkınma Planı varlığını sürdürmüş; Sovyetler Birliği ile yapılan antlaşma doğrultusunda ve devletin kendi olanakları ile fabrikalar kurulmaya devam etmiştir. “Sanayi istatistiklerine göre, 1923 yılına kadar açılmış olan ülke genelindeki irili ufaklı bütün fabrikaların sayısı 386 iken, 1923-33 arasında açılan ülke genelindeki irili ufaklı ütün fabrikaların sayısı 1.087’dir. I.Sanayi Planı’nın yürürlüğe girdiği 1934-38 arasında açılan fabrikalarla ülke genelindeki fabrika sayısı 2.000’i geçmiştir. (…) 1927 yılında 17 milyon değerinde olan milli sanayi imalatının toplamı 1933’te 120 milyon liralık artışla 137 milyona çıkmıştır. Bu yükseliş 1933-38 arasında da artarak devam etmiştir” (Sinan Meydan, Atatürk’ün Fabrikaları-1, Bütün Dünya Aralık 2013).
Prof.Dr.Alpaslan Işıklı’nın bir sözünü anmadan geçemeyeceğiz. Hocamız, “Türk halkı kurtarıcı aramak merakındadır” der. Ama görüldüğü kadarıyla, kurtarıcılara ve onların yaptıklarına sahip çıkmanın da öğrenilmesi gerekmektedir.
* Prof.Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
KAYNAKLAR VE OKUMA LİSTESİ :
- Bilsay Kuruç (2011) : Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi – Büyük Devletler ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları No.362
- Münib Hayri Ürgüblü (1939) : Mustafa Şeref Özkan ve Eserleri, Ankara.
- Özcan Şabudak (2009) : Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili : Mustafa Şeref Özkan, Libra Kitapçılık ve Yayıncılık.
- Sinan Meydan (2013) : Atatürk’ün Fabrikaları – 1 (1923-44), Bütün Dünya, Aralık sayısı.
- Sinan Meydan (2014) : Atatürk’ün Fabrikaları – 2 (1923-44), Bütün Dünya, Ocak sayısı.
- Mesut Gülmez (1983) : Türkiye’de Çalışma İlişkileri (1936 öncesi) – TODAİE Yayını No. 204. (Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)