“Ben politika ile ilgilenmiyorum, haberleri dahi dinlemiyorum. Beni akşam eve götürebileceğim para miktarı, ev kirası, plaka kirası, kredi kartı borcu ilgilendiriyor. Ben bunlarla boğuşuyorum. Politika konusunda düşünme zamanım dahi olmuyor” düşüncesindeki vatandaşlara politika ile ilgisiz gibi gördükleri günlük yaşam arasında çok yakın bir ilişki olduğunu anlatmaya uğraşıyorum. İlgilendikleri ev kirası, taksi plakası kirası, çocuklarının eğitimi, sosyal güvenlikleri hatta akşama eve götürebilecekleri para ile ilgilenmedikleri politika arasındaki bağı, politikanın etkisini anlatmaya çalışıyorum. (Öztin Akgüç, “Politika ve Yaşam Düzeyi”, Cumhuriyet Gazetesi 23 Kasım 2008 s.13).
Yazar iki önemli konuya dokunuyor: Birincisi, yaşamın bir mengene gibi sıkıştırdığı insanların dramı; ikincisi, bu dramın gerçek sorumlusunu, dolayısıyla çıkış kapısını göstermeye çalışan aydın kişiliği.
Yaşam, her ne kadar bir ağlama sesiyle başlarsa da, dünyaya gelen bir çok çocuk, çevresi için bir sevinç kaynağı ve umut oluşturmuştur. Onun için yaşam, yaşamak denilince kimsenin aklına “işkence” gelmezdi. Ama bugün yaşamın insanları bir mengene gibi sıkıştırdığından söz edebiliyorsak; insanların yaşadıklarını “işkence”, “dram”, “karabasan” gibi sözcüklerle tanımlamamız gerekir.
Gerçekten de, 1970’lerden sonra kapitalizmin, artık tek pazara doğru yöneldiğini ve dünyanın her köşesini kontrol altında tutacak bir “ustalığa” ulaştığını görmekteyiz. Kapitalizm, şaşırtma yapmak amacıyla bu aşamaya, sanki yeni ve güzel bir şeymiş gibi “küreselleşme” adını takmıştır. Aslında özünde değişen hiçbir şey yoktur. Yine bu aşamanın karakteristik özelliklerinden biri, dünya yüzeyindeki ezen-ezilen ikilemine dokunmadan; zenginliklerin sömürgeci dönemde olduğu gibi tek merkez toplanmasını sağlamasıdır
İşte yaşamı -özellikle az gelişmiş ülkelerde-, bir mengene gibi sıkan güç, küresel egemen çevrelerdir. İnsanların ölmeyecek kadar soluk almasını sağlamak için buldukları yöntem ise, şartlı nakit transferidir (sosyal yardım).
Gitgide daha çok borçlandırılan insanlar için, işsiz kalmak ölümden beterdir. Çünkü borçlarını, yeni borçlar alarak sürdürebilmelerinin tek koşulu, bir işlerinin olmasıdır. Bundan ötürü, işlerini kaybetme “korku”suyla her şeye boyun eğmektedirler. Bu “boyun eğme” psikolojisi, örgütsüzlüğü, dayanışmadan kaçınmayı getirmekte ve insanları yalnızlaştırmaktadır. İşçi sendikalarının azalan gücü, işte bu baskılarla açıklanabilir.
Yaşamın bir mengene gibi sıkıştırması, düşük ücretlerin satın alma gücünün gitgide daha fazla düşmesi ya da işsiz kalmaları, dar gelirli yurttaşları, yerel ve merkezi iktidarların “şartlı” nakit transferlerine (sosyal yardım) mahkum etmektedir. Bu ayni ve maddi yardımlardan yoksun kalma korkusu, dar gelirlilerde, egemen güçlere bağımlılık yaratmaktadır. Bu bağımlılık, seçim sistemi üzerinden ülkenin demokrasisini de çıkmaza sokmaktadır. Böylece yerinden oynatılamayan sistem, bir kısır döngü örneği kendini daha da güçlendirmektedir. Yeni bağlarla küresel ilişkiler ağını, içinden çıkılmaz ölçüde pekiştirmektedir.
İşte bu noktada “ben politika ile ilgilenmiyorum” söylemi, “yaşamımın dizginleri benim elimde değil” çaresizliğinin itirafı olmaktadır. “Politika” kötü bir şey değildir; insanların bugünleri ve yarınları üzerinde söz ve karar sahibi olmalarıdır. “Ben politika ile ilgilenmiyorum” söylemiyle eş zamanlı olarak, “ben demokrasi ile ilgilenmiyorum” anlamına gelmektedir.
Yazarın, kendini örnekleyerek, değindiği ikinci konu, açmazlarını ve çıkış yollarını topluma anlatmaya çalışmanın gerekli olduğu. Olan bitenleri anlayanların, olaylar arasındaki bağları kuranların, aldatılan, gözü ve fikri bağlananları uyarması gerek. Bu bir “Toplumsal sorumluluk”. Yaşamsal gereksinmelerini bugün ve yarın elde etmek istiyorsa, onu, bütün bunlardan yoksun bırakanları tanımak istiyorsa, politikayla da uğraşmalı, haklarını da aramalı.
Her insanın, dünyayı tanımak, içine düşürüldüğü tuzakları bilmek hakkı. Dünyada her şeyin, birbiriyle bağlantısı olduğunu öğrenmesi gerek. Bütün bunları okuyarak, tartışarak ve uygulayarak kavramalı. Aydınların mutlaka en uygun dil ve tavırla ve de sabırla toplumun tümüne, politika cephesinden uzak kalmakla neler kaybettiğini tek tek anlatması gerek. Dayanışma budur. Kendi köşesinde tüm bilgileri ile baş başa yaşamak ve kendi sesini dinlemenin kimseye yararı yok.
* Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)