YOKSULLUK
Bireysel anlamda yoksulluğun, insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylemek sanırım pek yanlış olmayacaktır. Ancak toplumsal bir sorun haline gelmesi, kapitalizmle birlikte olmuştur. Özgürlüğü bireysel olan kapitalizmin yoksulluğu kitlesel olmuştur.
Yoksulluk kavramı sürekli üzerinde oynanır hale gelmiştir. Bunun nedeni kapitalizmin yeniden ve yine yeniden var edilmesi çabalarıdır. Günümüzde de yoksulluk kavramı, Dünya Bankası’nın (WB) yoksulluğu, kavram üzerinden azaltma çabaları ile karşı karşıya kalmıştır. Bu kavram, liberal çevrelerde hemen kabul gördüğü gibi, eleştirilerle karşılanmıştır. Yoksullukla ilgili ciltlerce kitap yazılabilir; ancak burada az da olsa bir katkı niteliği taşıyan bir kaygıdan hareketle, iki farklı yazı kaleme alındı. Şevket Ökten ve Hüseyin Çeken, WB’nin ortaya attığı daraltılmış “mutlak yoksulluk” kavramı çerçevesinde dünya ve Türkiye özelinde yoksulluğun görünümünü ortaya koymaktadır. WB, bu tanımla yoksulluk oranını azaltmaya çalışsa da, verilerin ürkütücü boyutu ile şiddet ortamı oluşturulmak istenmektedir. WB, kapitalizmin yarattığı sınıf temelli sorunu, ‘sosyal dışlanma’ gibi yeni kavramlarla bireysel kimlik sorununa indirgeme ve evrensel ölçütlere uygun nesnel yardımlar yerine ‘muhtaçlar’a yönelik sadaka yardımı anlayışını yerleştirme çabası içerisindedir.
WB’nin yaptığı tanımın, olguyu tanımlamadaki yetersizliği, sosyal bilimciler tarafından oldukça eleştirilmiştir. WB’nin tanımını eleştirel yönden ele alan ve Taner Akpınar’la birlikte yazmış olduğumuz “Yoksulluk Kavramının Yosullaş(tırıl)ması” başıklı yazı, WB’nin kavramı daraltmasına yönelik yapılan eleştirilere bir katkı amacındadır. Büyüteç Editörü : Emirali KARADOĞAN
Yoksulluk Kavramı, Dünya’da ve Türkiye’deki Görünümü
Şevket ÖKTEN* – Hüseyin ÇEKEN**
Giriş
Global ölçekte dönüşümlerin yaşandığı, uluslararası ve bölgelerarası dengesizliklerin daha da arttığı, dengesiz ve kontrolsüz bir rekabetin yaşandığı küreselleşme çağında yoksulluk giderek daha yoğun bir şekilde hissedilen bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal bilimlerde diğer birçok kavram için söz konusu tanımlama sorunu yoksulluk kavramı için de büyük oranda geçerlidir. Bu anlamda tanımlama güçlüğüne dikkat çekilen yoksulluk ile ilgili birçok tanımlama yapılmıştır (Şenses 2001: 62). Birbirinden farklı tanımlamalara rağmen, dünyanın gündeminde önemli bir yer oluşturan yoksulluk ile ilgili hem kuramsal hem de uygulamada iki ana yaklaşımın ön plana çıktığı görülmektedir: Mutlak yoksulluk ve göreli yoksulluk.
Beslenme, barınma ve giyinme gibi insan yasamı için gerekli temel gereksinimleri karşılayabilecek yeterli bir gelire sahip bulunmama durumunu ifade eden mutlak yoksulluk (Altan, 2004:146), bir insanın yaşamını minimum düzeyde sürdürebilmesine, yani biyolojik olarak kendisini yeniden üretebilmesi için gerekli kalori ve diğer besin bileşenlerini sağlayacak beslenmeyi gerçekleştirmesine dayalı olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama; bir insanın hayatta kalabilmesi için gerekli minimum kalori miktarı olan 2400k/cal hesaplamasına dayanılarak geliştirilmiş ve bu noktadan hareketle günlük gelir 2400 k/cal besini almaya yetmeyen insanlar Dünya Bankasınca “mutlak yoksul” olarak tanımlanmıştır. Yoksulluğun evrenselliği ve satın alma paritelerinin farklılıkları da düşünülerek, ortalama bir hesaplama yöntemi ile mutlak yoksulluk sınırı az gelişmiş ülkeler için kişi başına günde 1 dolar kabul edilirken, Latin Amerika ve Karaibler için bu sınır 2 dolar, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Avrupa ülkelerini de kapsayan grup için 4 dolar, gelişmiş sanayi ülkeleri için 14.40 dolar olarak belirlenmiştir (DPT, 2001: 104).
İkinci yaklaşım göreli yoksulluktur. Bu yaklaşım, kişinin bir toplumsal varlık olmasından hareket etmekte ve minimum kalori ihtiyacı dışında, toplumsal olarak kendisini yeniden üretebilmesi için barınma, eğitim, sağlık ve benzeri kültürel ve toplumsal taleplerinin minimum düzeyde karşılanmaması ile ortaya çıkmaktadır. Refah ölçüsü olarak tüketim düzeyi veya gelir düzeyi seçilebilir. Fakat yoksullukla ilgili gelişmiş ülkelerdeki çoğu araştırmada yoksulluğun belirlenmesinde tüketim yerine toplam gelir alınır. Toplam geliri belli bir miktarın (yoksulluk çizgisi) altında olan birey veya hane halkı yoksul olarak tanımlanır. Göreli yoksulluk çizgisinin belirlemesi aşamasında, ortalama gelir düzeyinin (ortanca veya aritmetik ortalama) belli bir yüzdesi olarak; standart %50’si alınmaktadır. Yoksulluk araştırmalarında, genellikle aritmetik ortalama yerine ortanca (gelirler en küçükten en büyüğe sıraya dizildiğinde tam ortadaki gelirin değeri) tercih edilir (Özkök, 2006: 86).
Dünyada yoksulluk
Yoksulluk, gelişmiş-az gelişmiş ayırımını gözetmeksizin -kuşkusuz az gelişmiş ülkelerde daha yoğun ve daha kronik bir şekilde- evrensel bir sorun olarak tehdit edici boyutlara varmıştır. Özellikle 1990’lar sonrasında ve yoksul ülkelerin aleyhine olacak bir şekilde, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumun giderek büyüdüğü görülmektedir. Dünya ölçeğinde yoksulluğun arttığı, gelir dağılımının bozulduğu, bölgesel eşitsizliklerin daha da derinleştiği çok rahat bir şekilde gözlenebilmektedir.
Dünya Bankasının 2000–2001 Dünya Gelişme Raporuna göre 2.8 milyar insan, günde 2$, 1.2 milyar insan ise günde l $’dan az bir gelirle yaşamaktadır. 1987’den 1998’e, serbest piyasa ekonomilerine geçiş süreci içinde bulunan Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde günde 1 $’dan az gelirle yaşayan insanların sayısı 20 kat artmıştır. Güney Asya’da 1987’de 474 milyon olan yoksul sayısının 1998’de 522 milyona yükseldiği belirtilmektedir. Dünyada yoksulluğun yoğun biçimde yaşandığı bir başka bölge Sahra altı Afrika’da da durum farklı değildir. 1987’de 217 milyon olan yoksul sayısı, 1998’de 290 milyona yükselmiştir (World Bank, 2000).
2004 yılında dünya GSMH’sı 41,3 trilyon dolar, dünya nüfusu ise yaklaşık 6.4 milyardır. Dünya GSMH’sının yaklaşık 25,5 trilyon doları (%61,7); ABD (%28,3), Japonya (%11), Almanya (%6,5), İngiltere (%5), Fransa (%4,7), İtalya (%4) ve Kanada (%2,2) olmak üzere yedi gelişmiş ülke tarafından üretilmektedir. Bu yedi ülkenin toplam nüfusu yaklaşık 714 milyon olup dünya nüfusunun yaklaşık %11,2’sini oluşturmaktadırlar. Böylece dünya GSMH’sinin 2/3’ü gelişmiş ekonomilerdeki 714 milyon insana bölüştürülürken kalan 1/3’ü ise dünya nüfusunun yaklaşık 5,7 milyarlık kısmını oluşturan diğer gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelere bölüştürülmüştür (Korkmaz, 2007: 99).
OECD ülkelerindeki her 10 kişiden 9’u küresel gelir paylaşımında en yüksek %20’de yer alırken, Sahraaltı Afrika’da her iki insandan biri en fakir %20 nüfus içindedir. 2005 yılı itibariyle, dünya genelinde ortalama kişi başına gelir 6800 dolar iken, dünyanın %80’ni bu seviyenin altındadır. Gelişmekte olan ülkeler için bu ortalama 1900 dolar düzeyindedir. Gelişmiş ülkeler ortalaması 34 bin dolar ile gelişmekte olan ülkelerin yaklaşık 18 katıdır (UNDP, Human Development Report 2006: 268).
Başka bir açıdan bakıldığında dünyanın en zengin 500 insanının elde ettiği 100 milyar dolarlık gelir, 416 milyon en fakir insanın gelirine eşittir. Bu paylaşım, hem yoksulluğun artmasına yol açmakta hem de gelişmekte olan ülkelerin yoksullukla mücadelede etkin önlemler almalarını olumsuz yönde etkilemektedir (Korkmaz, 2007: 99)
Görüldüğü gibi küreselleşen dünyada, küreselleşen yoksulluluk da dünya tarihinde bir benzeri bulunmayan bir boyut almıştır. Bu yoksulluk insan kaynaklarının ve maddi kaynakların kıt olmasının sonucu değil, asıl olarak işsizlik ve emek maliyetlerinin dünya ölçeğinde minimize edilmesinde dengenin küresel aşırı arz siteminin ürünü olmasından kaynaklanmaktadır (Chossodovsky, 1997: 299). Neoliberal politikaların yaygın uygulama alanı bulduğu yüzyılımızın son çeyreğinde gerçekten de, dünyanın en zengin ve en fakir ülkeleri arasındaki gelir uçurumunun giderek açıldığı, konu ile ilgili rakamlara bakıldığında açıkça gözlenebilen bir durumdur. Dünya nüfusunun en zengin %20 ’sine tekabül eden ülkelerin, küresel GSMH içindeki payları 1970–1989 arası dönemde %73,9’dan %82,7’ye yükselmiştir. Dünya nüfusunun en yoksul %20’sine sahip olan ülkelerin küresel GSMH içindeki payı ise,%2,3’den %1,4’e gerilemiştir (Prendergast, Stewart, 1995:56). Başka bir dünya gelir dağılımı tablosunda ise; dünya nüfusunun %85,2’sini teşkil eden yoksul ülkelerin dünya gelirinden aldığı pay yalnızca %21,5’tir. En zengin %14,8 nüfus payına sahip ülkelerin dünya gelirinden aldığı pay ise %78,5 tir (Chossodovsky, 1999: 20).
Dünyada yoksulluğun Güney Asya ve Güney Sahra ülkelerinde yoğunlaştığı açıkça görülmektedir. Güney Sahra ülkeleri yoksulluk oranı açısından Güney Asya bölgesini de aşmakta ve yaklaşık her iki kişiden birinin yoksul sayıldığı bir görünüm sergilemektedir. Öte yandan yoksulların 1998 yılında yaklaşık %30’unun yaşadığı Doğu Asya ve Pasifik ile Latin Amerika ülkelerinde yoksulluk oranının yaklaşık %15 dolayında olduğu görülmektedir (Şenses, 2001: 115).
Ülkeler bütünüyle dikkate alındığında ve gelişmişlik düzeyleri karşılaştırıldığında yüksek, orta ve düşük gelirli ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır. Bugün Paris’li bir orta sınıf aile, Güneybatı Asya’nın kırsal kesiminde yaşayan bir aileye oranla yüz kat daha fazla kazanıyor, Filipinli bir çiftçi, New York’lu bir avukatın bir ayda kazandığına ancak iki yılda erişebiliyor ve Amerikalı’lar, her yıl lokanta ve süper marketlerde 30 milyar dolar harcıyorlarsa; ki bu da, Bangladeş’in Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’sına eşitse, bu durum ortada oldukça büyük bir sorunun olduğuna işarettir. Bu sorunla baş edebilmek için yoksulluğun boyutu nu belirlemek ve yoksulluğu ortadan kaldıracak politikaları ortaya koymak gerekmektedir. Bu politikaları uluslararası boyutta belirlemek ancak ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin karşılaştırılması ile yapılmaktadır. Yoksul olan ülkelerin kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), beklenen ömür, bebek ölüm hızları, nüfus arış hızları gibi sosyo-ekonomik göstergeleri, o ülkelerin gelişmişlik düzeylerini diğer ülkelerle karşılaştırmada en belirgin ölçütlerdir (DPT, 2001:109).
UNDP 1999 yılı Dünya İnsani Gelişme Raporu ile sanayileşmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş sınıflamalarına sahip ülkelerin insana yaptıkları yatırım harcamalarını değerlendirerek “insani gelişme endeksi” oluşturulmuştur. Beklenen ömür, eğitim alma durumu ve kişi başına düşen satın alma gücü paritesi ile düzeltilmiş gerçek GSYİH gibi üç temel göstergeden yola çıkılarak oluşturulan endeks, uluslararası karşılaştırmalar açısından önemli bir veri tabanı oluşturmaktadır. Buna göre, 174 ülkeden 45’i yüksek, 94’ü orta, 35’i ise düşük düzeyde insani gelişmeye sahiptir. Yine bu 174 ülke, kişi başına gerçek GSYİH yönünden incelendiğinde, en düşük kişi başına gelire sahip ülke olan Sierra Leone’de kişi başına 410 $ düşerken, en yüksek gelirli Lüksemburg’da bu rakam 30.863 $’dır. Yaratılan gelir ve bu gelirin kişi başına düşen payı açısından eşitsizliğin boyutu oldukça yüksektir. Lüksemburg’da kişi başına GSYİH, Sierra Leone’ya oranla 75 kat daha fazladır (UNDP Human Development Report 1998). Bu durumu uluslararası kuruluşlar da kaygıyla izlemekte ve çözüm arayışlarına girmektedir. Birleşmiş Milletler 1996 yılını Yoksullukla Savaşım Yılı, 1997– 2006 dönemini de Yoksullukla Savaşım On Yılı ilan etmiştir.
Dünya nüfusunun % 10’u, toplam mal ve hizmetlerin % 70’ini üreterek dünya gelirinin %70’ini elde etmektedir ki, bu yaklaşık kişi başına yıllık ortalama 30.000 ABD Dolarına denk gelmektedir. Bugün dünyanın GSMH’ sinin 51 trilyon dolar civarında olduğu hesaplanmaktadır. Bunun 10,9 trilyon doları ABD’nin (%22), 3,6 trilyon dolarının, Japonya’nın (%7), 2,3 trilyon doları ise Almanya’nın (%5)’dır. Dünyanın toplam hâsılasının 1/3’inden fazla bir kısmı bu üç devlet tarafından üretilmektedir. Bu üç devletin toplam nüfusu (ABD 293, Japonya 127 ve Almanya ise 83 milyon) 500 milyon civarındadır. Dünya nüfusunun ise 6 milyarın üzerinde olduğu bilinmektedir. Dünya nüfusunun 2,8 milyarı -yaklaşık yarısı- günlük 2 dolarlık yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu nüfusun 1,2 milyarı ise (yaklaşık beşte biri), günlük 1 dolarlık sınırın altında yaşamlarını idame ettirmek zorundadır. Bu durumda olanlar gelişmekte olan ülkelerin toplam nüfusunun yaklaşık %23’ünü oluşturmaktadır (http://www.cia.gov/cia/publications/factbook).
Zengin ülkelerle fakir ülkeler arasındaki büyüyen uçurum, Üçüncü Dünya’da gittikçe artan sayıda insanı korkunç bir yoksulluğa itiyor ve günde bir dolardan az bir parayla geçinmek zorunda bırakıyor. Yirminci yüzyılın son on yılında defalarca tekrarlanan yoksulluğu azaltma vaatlerine karşın, yoksulluk içinde yaşayan insanların gerçek sayısı nerdeyse100 milyon arttı. Küreselleşme yoksulluğu azaltmayı beceremediği gibi, istikrarı sağlamayı da başaramadı. Asya ve Latin Amerika’daki krizler, gelişmekte olan ülkelerin hepsinde ekonomi ve istikrarı tehdit ediyor. Dünyanın dört bir yanına yayılacak mali kriz salgını korkuları (Stiglitz 2002: 28), 2008 yılı son baharında gerçekleşmiş, ve dünya büyük bir mali krizle karşı karşıya kalmıştır. Sonuç olarak, dünyadaki yoksul sayısı bir anda, hızlı bir artış göstermiştir. Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu (IMF) tarafından ortak hazırlanan “Küresel İzleme Raporu 2009”da finansal kriz ve etkileri dolayısıyla bu yıl dünyada kronik aç insan sayısının 1 milyarı geçeceği ifade edilmiştir.
Türkiye’de Yoksulluk
Türkiye ekonomisi, yüksek dış kaynak ihtiyacı altında gelişen bir ekonomi olması sebebiyle kırılgan bir ekonomik yapı arz etmektedir. Bu kırılganlık kendisini sık sık ekonomik krizlerle göstermektedir. Türkiye ekonomisinde krizler temelde döviz sıkıntısı biçiminde ortaya çıkmaktadır. Cari işlemler açığının ve kamu kesimi açığının finansmanı sıkıntısı Türkiye ekonomisi üzerinde her zaman risk unsuru olarak kendisini göstermektedir.
İnsani Kalkınma (İnsani Gelişme) kavramı ve ölçütleri açısından UNDP tarafından hazırlanan İnsani Gelişme Raporu’na göre 1990–2005 döneminde Türkiye’de; Günde 1 dolara geçinen nüfusun oranı %3,4, günde 2 dolara geçinen nüfusun oranı %18,7, 2006 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 0,74’ü yani 539 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 17,81’i yani 12.930 kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 2006 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 205 TL, aylık yoksulluk sınırı ise 549 TL’dir. 2004 yılında açlık sınırının altında yaşayan fert oranı %1,29 (UNDP İnsani Gelişme Raporu 2006).
Tablo 2 de karşılaştırmalı olarak verilen Yoksulluk Çalışmaları sonuçlarına göre, gıda yoksulluğu açısından ülkemizde ciddi bir sorunun olmadığı görülmektedir. Gıda yoksulluğu, yani açlık çekenlerin oranı 2002’den beri düzenli olarak düşüş kaydediyor. 2002’de toplam nüfusun % 1,35’i seviyesinde olan açlık sınırındakilerin oranı 2003 ve 2004 yıllarında % 1,29, 2005’te % 0,87 düzeyinde gerçekleşti. Yoksulluk sınırının altındakilerin oranında 2003’ten bu yana sağlanan olumlu gelişme ise 2007 yılında bozulmuş oldu. 2002’de nüfusun % 26.96’sı seviyesindeki yoksulluk sınırında yaşayanların oranı 2003’te % 28,12’ye yükseldikten sonra, 2004’te % 25,60’a, 2005’te % 20,50’ye, 2006’da da % 17,81’e geriledi.
Yoksulluk Çalışmaları sonuçlarına göre, gıda yoksulluğu açısından ülkemizde ciddi bir sorunun olmadığı görülmektedir. Gıda yoksulluğu, yani açlık çekenlerin oranı 2002’den beri düzenli olarak düşüş kaydediyor. 2002’de toplam nüfusun % 1,35’i seviyesinde olan açlık sınırındakilerin oranı 2003 ve 2004 yıllarında % 1,29, 2005’te % 0,87 düzeyinde gerçekleşti. Yoksulluk sınırının altındakilerin oranında 2003’ten bu yana sağlanan olumlu gelişme ise 2007 yılında bozulmuş oldu. 2002’de nüfusun % 26,96’sı seviyesindeki yoksulluk sınırında yaşayanların oranı 2003’te % 28,12’ye yükseldikten sonra, 2004’te % 25,60’a, 2005’te % 20,50’ye, 2006’da da % 17,81’e geriledi.
TÜİK’in hesaplamalarına göre, 2006 yılında olduğu gibi 2007 yılında da satın alma gücü paritesi itibarıyla Türkiye’de kişi başı günlük 1 doların altında olan kişi sayısı sıfır oldu. Kişi başı günlük 2,15 doların altındaki kişilerin oranı Türkiye genelinde % 1,41’den % 0,63’e, kişi başı günlük 4,3 doların altındakilerin oranı da % 13,33’ten % 9,53’e geriledi. Harcama esaslı göreli yoksulluk oranı ise % 14,50’den % 14,43’e indi. Yoksulluk çalışması, 2007 yılında yaşanan ekonomik büyümedeki yavaşlamanın, kentlerde hemen etkisini gösterdiğini de ortaya koydu. Kentlerde açlık sınırının altındakilerin oranı 2006’daki % 0,05 seviyesinden % 0,09 seviyesine yükseldi. Bu da kentlerde açlık sınırının altındaki kişi sayısının yaklaşık 28 bin kişi arttığı anlamına geliyor. Buna karşılık, kırsal kesimde açlık sınırın altındakilerin oranı % 1,91’den %1,32’ye geriledi.
TÜİK’in verileri, hane halkı sayısı 3–4 kişiden fazla olan ailelerde yoksulluğun, fert sayısına bağlı olarak yükseldiğini gösteriyor. Buna göre, hane halkı sayısı 1-2 kişi olan ailelerde yoksulluk oranı % 10,33, 3-4 kişi olanlarda % 9,28, 5-6 kişi olanlarda % 21,16, 7 ve daha fazla olan ailelerde yoksulluk oranı ise % 42,07 olarak hesaplandı. Hane halkı sayısı 1–2 kişi olanların daha çok yeni evliler veya boşanmışlar grubunda yer alması nedeniyle, yoksulluk oranının 3–4 kişilik ailelere göre yüksek olması normal kabul ediliyor. Aile yapısına göre gerçekleştirilen ölçümler, Türkiye’de yoksulluk oranının çocuksuz çekirdek ailede en düşük, ataerkil veya geniş ailede ise en yüksek olduğunu ortaya koydu. Yoksulluk oranı çocuksuz çekirdek ailede % 8,8, çocuklu çekirdek ailede % 17,07, tek yetişkinli aile ve diğerlerinde % 19,1, ataerkil veya geniş ailede ise % 24,27 olarak hesaplandı. 2007 Yılı Eğitim durumuna göre yapılan yoksulluk ölçümleri, eğitim seviyesi yükseldikçe yoksulluk oranının da azaldığını gösterdi. Okur-yazar olmayanlarda yoksulluk oranı % 34,76 seviyesinde yer alırken, ilkokul mezunlarında % 14,9, ortaokul ve orta dengi meslek eğitimlilerde % 5,98, lise ve lise dengi meslek eğitimlilerde % 6,16, yüksek okul, fakülte ve üstü eğitim alanlarda yoksulluk oranı ise % 0,9 olarak hesaplandı. İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise % 25,44’tür. 2007 yılında ücretli-maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı % 6,15 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran % 27,05, işverenlerde % 3,3 kendi hesabına çalışanlarda % 23,04 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise % 27,61 oldu. Ücretsiz aile işçilerinin büyük kısmı kadınlardan oluşuyor. En yüksek yoksulluk riskine sahip olan tarım sektöründe çalışanlarda yoksulluk oranı 2006 yılında % 33.86 iken, 2007 yılında % 30,22 olarak tahmin edildi. Sanayide çalışanlarda 2007 yılında yoksulluk oranı % 10,13 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda % 7,83 oldu (TÜİK 2008).
SONUÇ
Sonuç olarak, dünya pazar ekonomisi düzleminde, küreselleşme olarak ifade edilen bir süreç yaşanmaya başlamış ve bu süreç giderek artan oranlı bir şekilde gelişmektedir. Küreselleşmenin az gelişmiş veya gelişmekte olan birçok ülkenin ve özellikle bu ülkelerde yaşayan dar gelirli/ yoksul kesimlerin aleyhine çalıştığı, çevresel sorunların küresel boyutlarda olduğu küresel ekonomide istikrarı sağlayamadığı, söz konusu sürecin kötü şekilde idare edilmesi ile yoksulluğun arttığı açıkça görülmektedir.
Günümüzde küreselleşmenin paradoksal bir sonucu olarak dünya genelinde gelir dağılımının bozulması sonucunda fakirin daha çok fakirleştiği ve zenginin ise daha çok zenginleştiği görülmektedir. Temmuz 2000’de Okinawa’da yapılan G–8 zirvesinde açıklanan Küresel Yoksulluk Raporu’nda, 1,2 milyar insanın günde 1 doların altında, 3 milyar insanın ise 2 doların altında gelirle yaşadığı; en zengin 20 ülkenin ortalama gelirinin ise en fakir 20 ülkenin toplam gelirinin 30 katından daha fazla olduğu,110 milyon ilkokul çağındaki çocuğun yoksulluk nedeni ile okula gidemediği belirtilmişti. Ayrıca dünya genelinde 1.2 milyar insan açlık sınırın altında 2–3,5 milyar insan ise kötü beslenme şartları altında yaşamaktadır (www.radikal.com. tr. 06/09/2007). Öte yandan ünlü tefecilik kurumu Merrill Lynch’ın 2008 raporuna göre, dünyanın en zenginlerinin sayısı 2007 sonunda 10 milyonu aşmış. Bu zenginlerin toplam serveti de 1986’da 7.200 milyar dolarken sırasıyla 1997’de 17.400 milyar dolara ve 2007’de ise 40.700 milyar dolara yükselmiştir. Burada sadece zenginlerin sayısı artmamakta, aynı zamanda zenginlikleri de artmaktadır. Buna bağlı olarak dünyada en zengin 255 kişinin toplam mal varlığı 2,7 milyar yoksul insanın toplam gelirine eşit (www.radikal.com.tr/06.09.2007).
Sonuçta bütün bu gelişmeler vahşi kapitalizme bağlı olarak küresel yoksulluğu körüklemektedir. Gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler benzer olmadığı gibi homojen bir birim de değildirler. Dolayısı ile bu sürecin ülkeleri farklı biçimlerde ve düzeylerde etkileyeceği gibi; her ülkede değişik bölgeleri, sektörleri de farklı biçimde etkilemektedir. Özellikle gelişmiş ülkeler bencil ve sömürücü bir şekilde davranmaya devam ettiği ve yoksullukla mücadelede tedbirler alınmadığı taktirde, küresel yoksulluk, göçlere, hastalığa ve teröre de yol açabilecektir.
* Yrd. Doç. Dr. Harran Üniversitesi Fen Ed Fakültesi Sosyoloji Bölümü
** Yrd. Doç. Dr. Muğla Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu
Kaynakça
ALTAN Ö. Zühtü. (2004), Sosyal Politika Dersleri, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1592, Eskişehir
CHOSSODOVSKY, Michel (1999) Yoksulluğun Küreselleşmesi (Çev: Neşenur Domaniç), Çiviyazıları. İstanbul,
DPT (2001) Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel İhtisas Komisyonu, DPT Yayınları., Ankara,
KORKMAZ, Turhan; Bayramoğlu, M. Fatih (2007), “World and Country Profiles,” Yoksullukla Mücadele Mikrofinans Modeline Mikrofinans Kuruluşlarının Finansal İşlevleri, Mufad Dergisi, Sayı 34, s.98-112
ÖZKÖK. Ferah. ( 2006). “Yoksulluğun Azaltılmasında Turizmin Yeri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt no: 5, Sayı: 15, s: 85–98
PRENDERGAST, R., F.STEWART (1995), Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma (Çev: İ. Keser), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
STİGLİTZ, Joseph E. (2002), Küreselleşeme: Büyük Hayal Kırıklığı, (Çev: A. Taşçıoğlı & D.Vural), Plan b Yayınları, İstanbul,
ŞENSES, Fikret. (2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. İletişim Yayınları: İstanbul
TÜİK (2008), Hane halkı İşgücü Araştırması, Mayıs Dönemi Sonuçları, Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara
UNDP, Human Development Report 2006http://hdr.undp.org/hdr2006/ report.cfm
WORLD BANK. (2000). World Bank Dvelopment Report 2000/2001: Attacking Poverty,
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)