Yitirilecek Zaman Yok

İşyerinde sağlık güvenlik ve çevre (İSİG) söz konusu olduğunda “ateş” yalnızca düştüğü yeri yakmıyor; çevresini de yakıyor. Ostim patlamalarında, İstanbul yangınlarında ve Çernobil felaketinde gördük; yapılan hatalar bir işyerinin sınırlarını çoktan aşıyor. Ostimdeki patlamaları düşünürken, doğal olarak “organize sanayi” olgusu ve “komşuluk” ilişkileri dikkati çekiyor.

Organize sanayi bölgeleri iki çeşit : Bir grubu henüz inşaatına başlamadan organize sanayi olarak tasarımlanıyor ve adlandırılıyor. Diğeri grubu da “Sonradan Olma”. Daha önce küçük sanayi siteleri biçiminde yapılmış; sonradan organize sanayi olarak adlandırılmış. Dükkan denilen atelyeler yanyana dizilmiş. Binalar yapışık düzen.. Önlerindeki küçük bahçeyi de çoklukla dükkana katarak alan kazanılmaya çalışılıyor. Bodrumlu olanlarında çoklukla ikinci çıkışlar yok. Ostim ve İvedik Organize Sanayi işte bu ikincilerden; “sonradan olma”.

Ostim ve İvedik Organize Bölgeleri yanyana… Toplam 12.500 işyeri bulunduğundan sözediliyor. Bu bölgelerin talihsizliği, büyüyen işyerinin genişleme alanı bulamaması.. Onun için belli bir ölçeği aşan işyerleri, hızla bölge dışına kayıyor. Böylece bu bölge, küçük ölçekli işyerlerinin oluşturduğu “derleme” bir bölge olarak kalmak zorunda. Kent içerisinde küçük sanayi siteleri kalmadığı için, tüm ilgi bu iki bölgede. Yeni işyeri açanlar için de başka bir seçenek yok. Dolayısıyla bu yapı, öz sermayesi düşük, çalışma yaşamında deneyimsiz işverenlerin de sıklıkla rastlandığı bir görünüm veriyor. Bunun sonucu olarak, bölge, işyerinde sağlık güvenlik çevre açısından önlem alma çabası içinde olan ile böyle bir kavramdan habersiz olanı yanyana barındırıyor. En büyük tehlike bu.

Çünkü yapışık düzen inşaat, komşudan olan her olumsuzluğun, zincirleme çevreyi etkilemesine yol açıyor. Sözgelimi, “darbe” gürültüsüne yol açarak çalışan bir işyerinin, çıkardığı yüksek gürültüden, kendi işçileri kadar komşu işyerinin işçileri de fazlasıyla etkileniyor. Hiçbir gürültünün bulunmadığı ve kimyasal maddelerle işlem yapılan bir işyerindeki işçi kulak tıkacı mı kullanacak?! Bu da yetmez, sarsıntının iletilmemesi için, iki dükkanın temelleri ayrı ayrı mı atılacak?! Bu olanaksız, iş işten geçmiş. Kimyasallarla işlem yapan işyeri istediği kadar İSİG konusunda duyarlı olsun; kaçınılmaz olarak işçileri gürültüye bağlı işitme kaybına uğrayacak. Ama yıllar sonra bu meslek hastalığının sorumlusu olarak kim gösterilecek ve bu üçüncü kişi nasıl bulunacak?!

Tam tersine, kimyasal maddelerle uğraşan işyeri İSİG konusunda sorumsuz davranmaktaysa; atıklarını kanalizasyona vermekteyse; depolama ve havalandırma yapmıyorsa; komşusunun işçileri nasıl etkilenecek?! Onların uğradıkları meslek hastalıkları, nasıl saptanacak ve gösterdikleri belirtilerin yaptıkları işlerle bağlantılı olduğu nasıl hatırlanacak?!

Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgelerinde yaşanan patlamalar, iş kazaları boyutlarında da komşuların korumasız olduğunu ortaya koydu.

Burada üzerinde durulması gereken olgu, atalarımızın büyük bir doğrulukla söylediği gibi “kurunun yanında yaşın yanması”. Burada “kuru” olarak nitelediğimiz, her türlü iş kazasıyla meslek hastalıklarına eğilimli işyerlerinin, çalışma yasalarıyla uyumlu hale getirilmesi nasıl gerçekleştirilecek? Bunun için denetim mekanizmaları var mı?

  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın en iyimser tahminlerle, işyerlerinin ancak %5’ini yılda bir kez denetleyebildiğini anımsayalım. Bu hesap, kayıt dışı işyerlerini kapsamıyor. Demek ki, tek başına devletin iş teftişiyle bu bölgelere egemen olmasına olanak yok. Buradan da iş sağlığı güvenliği ile ilgili yasaların tam olarak uygulanamadığını çıkarıyoruz.
  • Küçük işyerlerinin yer aldığı sitelerin tümü kooperatifler kurularak oluşturulmuş bölgeler. Kooperatifçilik, tek başına güç yetiremeyenlerin, biraraya gelerek ve ödemeleri zamana yayarak, hedefe ulaşma yolu. Nedense inşaatlar bittikten sonra, karşılarına çıkan sorunların çözümünde, işverenler, kooperatif yöntemleri unutuyorlar.
  • Küçük sanayi bölgelerinde yer alan işyerleri arasında 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinin oranının % 1 bile olmadığı düşünüldüğünde, işyeri hekimi, işyeri hemşiresi, iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülükleri yok. Demek ki, İSİG önlemleri alabilmeleri için, bu konuyu teknik yönleriyle bilen danışmanlara ulaşmalarını da zorlayan bir yasal ortam yok.
  • İşyerlerinin küçük ölçekli olması dolayısıyla, bölge tümüyle işçi sendikalarının ulaşamadığı yerlerden.. Dolayısıyla işçi sendikalarını da bir denetim ögesi olarak göremeyeceğiz.
  • Burada bulunan işyerlerinin büyük bir bölümü, ticaret ve sanayi odalarına kayıtlı olarak çalışıyor. Dolayısıyla TESK bünyesinde örgütlenmiş değiller. Eğer esnaf ve küçük sanatkar sayılmış olsalardı, 507 s.k. Tarafından öngörülen İDDG (İşyeri Denetleme ve Danışmanlık Grupları) denilen ve yine işyeri sahipleri tarafından oluşturulan denetmenlerce denetlenebilirlerdi.
  • Komşu tarafından denetlenme, eleştirilme geleneği yerleşmiş değil. Organize sanayi sitesi yönetimleri de bugüne değin İSİG konusunda bırakın denetlemeyi, destek olucu girişimlerde de bulunmuş değil (Bir kaç sınırlı OSB örneği dışında).
  • Bir çok işçinin çıraklığını ya da stajyerliğini bu küçük işyerlerinde yaptığı ve daha sonra büyük işyerlerine geçtiği düşünülürse, güvensiz alışkanlıkların çoktan edinildiği ve davranışlara sindiği anlaşılır.

Toplu yaşanılan bölgelerde, kimsenin “ben yaptım oldu” demeye; ya da olaya “cezası neyse öderim” mantığıyla yaklaşmaya hakkı yoktur. Karşılıklı hak ve ödevler çerçevesinde hareket edilmelidir. Bunu başarabilmenin yolu, yasalara koşulsuz uymaktan geçer. Kimse kendisini yasa koyucudan daha akıllı ya da daha kapsamlı düşünebilen kişi olarak sanıp, kendine göre kural koymasın.

Çözümler üzerine odaklanmayan saptamalar bizi bir yere götürmez. 90 yılı aşkın iş sağlığı güvenliği uygulamalarından ne dersler çıkarmalıyız? Yasa koyucuların büyük bir özenle oluşturduğu iş sağlığı güvenliği mevzuatını eksiksiz nasıl uygulayabiliriz? Her şeyden önce, “gönülsüz” olmaz. Başarının anahtarı polisiye önlemlerden ve zorlamadan geçmiyor.

İş sağlığı güvenliği hem işçinin ve hem de işverenin “gönlünü alma”dan uygulanamaz. Önce gönüllüler ile işe girişerek, güvenlik kültürünü yaygınlaştırabiliriz. Bunu başarabilmek için çok çalışmamız ve uygun stratejiler geliştirmemiz gerekir.

Kanımızca, bu alanda başarı kazanabilmek için iki düzeyde öncelikleme yapıp, strateji geliştirmek yerinde olur :

    1. İşyeri Düzeyi :
      1. Öncelikli Hedef : Elliden az işçi çalıştıran küçük işyerleri.
      2. Gerekçe : İşyerlerinin %98’ini ve çalışan işçilerin %40’ından fazlasını kavrayan elliden az işçi çalıştıran küçük işyerleri, kötü çalışma koşullarıyla kendilerini belli etmektedirler. Ulkemizde meydana gelen iş kazalarının üçte ikisi bu ölçekteki işyerlerinde ortaya çıkmaktadıri. İşyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi bulundurma yükümlülükleri yoktur. Sendikalar bu ölçekteki işyerlerine ulaşamamıştır.
      3. Uygulama Önerisi : Elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde ortak sağlık güvenlik birimlerini (OSGB) özendirmeliyiz. Bu konuda ülkemizde başarılı örnekler vardır. 1982 yılından beri başta Ankara olmak üzere, İstanbul, İzmir ve Denizli illerinde, küçük ölçekli işyerlerini biraraya getirerek işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığından yararlanmalarını sağlayan bir model çalışma vardır (Fişek Modeli)ii. Aradan geçen 29 yıla karşın, bugün de, Ankara’da varlığını sürdüren bu çalışma, bir çok bakımdan esin kaynağı olmuş ve ödüller kazanmıştır.

 

  1. Ulke Düzeyi :
    1. Öncelikli Hedef : Katılımcılığın geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması.
    2. Gerekçe : 1936 yılından beri önce İktisat Vekaleti müfettişleri, 1946 yılından sonra Çalışma Bakanlığı ve SSK müfettişleri, iş sağlığı güvenliği önlemlerinin uygulanmasını izlemekle görevlendirildiler. Ama istatistikler, devlet olanakları ile yeterli olunamadığını ortaya koymaktadır. Bunun yanında, meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin özgün çalışmaları vardır. Öte yandan, azımsanmayacak sayıdaki işyerinde de, çeşitli gerekçelerle, iş sağlığı güvenliğinin geliştirilmesi için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bu işyerleri ile ülke düzeyinde oluşumlar arasında da yeterli etkileşim ve destek mekanizması oluşturulamamıştır.
    3. Uygulama Önerisi : Katılımcı ve konuyu sahiplenen toplumsal kümelerin eşit haklarla temsil edildiği idari-mali yönden özerk bir İş Sağlığı Güvenliği Kurumu’na gereksinme vardır. Bu kurum, işyeri düzeyindeki iş sağlığı güvenliği kurulları ile zincirleme bağlantı içerisinde olmalı. Denetleyici değil, daha çok özendirici ve uygulamayı yönlendirici düzeyde işlev üstlenmelidir. Bütün kuruluşlar çalışmalarını, bu kurum aracılığıyla eşgüdüm içinde ve birbirine destek olarak yürütmelidirler. Bu konuda ülkemizde 1978iii, 2000iv ve 2008 yıllarında ortaya konulan üç ayrı girişim vardır. Bunlardan sonuncusu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı’nın gövdesini oluşturmak üzere geliştirilen “Öneri”dirv. Hazırlayanlarca hala arkasında durulan bu öneri, henüz, kabul edilmemiştir.

Türkiye’nin iş sağlığı güvenliği yönünden yitirecek zamanı kalmamıştır. Dünya yüzeyinde siyasal ve ekonomik yönden kazandığı konum ile hiç bağdaşmayan iş sağlığı güvenliği tablosunu, toplumsal bir güçbirliği ile düzeltmeliyiz.

Marmara Çalışanlar Federasyonu (01.04.2011)

İlk Yayın : “Yitirilecek Zaman Yok” Çalışma Ortamı Dergisi, Mart Nisan 2011 Sayı: 115)

Arşivler