YENİ DÖNEMDE (6331 s.k. sonrası) DEĞERLENDİRMELER – 2

 

> (Geçen sayıdan beri sürüyor)

İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı savunan konuşmalarında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve yetkililer, Türkiye’deki iş kazalarının yüksekliğine ve ölümlere dikkat çekiyorlardı. Onları dinleyenler, kendisini suçlu hissediyordu. O güne kadar yasanın çıkmamış olmasından ötürü, bu kazaların önlenemediğine; bu yüzden yüzlerce insanın ölümünden sorumlu olduğunu düşünüyordu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1993’te başladığı, sonra ara verdiği; tekrar 2004’te başladığı ve ancak 2012 yasayı çıkarma girişimlerini sonlandırabildiğini düşünürsek, bu duyarlılığı ve suçluluğu “Bakan ve yetkililerin” üstlenmesi gerekir. Yasa 20 Haziran 2012’te çıktı; ama yürürlük süreleri farklı farklı tarihler olarak belirlendi ve bir kez de ertelendi.

Bugün aynı Bakan, ÇSGB’nin başında … Ama gündem başka. iş yeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının, elliden az işçi çalıştıran iş yerlerinde (kısıtlı sürelerle de olsa) bulundurma zorunluluğu henüz yürürlüğe girmedi. Demek ki, Bakanlığın, yasayı dayandırdığı temel, iş yerlerinin % 98’inde sallantıda. Ocak 2014’te bir kez daha ertelenip ertelenmeyeceği de (güvensiz ortamın sürüp sürmeyeceği) belli değil.

İlk ertelemeden önce, yaptığımız bir kamuoyu yoklamasında, yanıtlayan 255 kişiden, %70’i “6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın elliden az işçi çalıştıran iş yerlerinde iş yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırılmasıyla ilgili maddesinin yürürlüğe girmesinin ertelenmesi girişimleri”ni olumlu bulmadığını bildirmişti(**).

Daha önce yapılan ve 91 kişinin katıldığı bir kamuoyu yoklamasında ise, şöyle sorulmuştur : “İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın yürürlüğe konulması sürecinde, “Ben olsam … “ diye düşündüğünüz oldu mu? Aşağıdaki seçeneklerden hangisi size daha yakın geliyor?” Katılımcılardan yalnızca %7’si, “İlk iki yıl için iş yeri hekimliği iş güvenliği uzmanlarının “en az görev süreleri”ni dörtte bire düşürürdüm.” seçeneğini işaretlemiştir(**).

Bunlar iş sağlığı güvenliği kamuoyunun, Bakanlığın attığı adımları doğru bulmadığını ortaya koymaktadır. Bu ısrarlı bir görüştür. Çünkü yine, www.isguvenligi.net sayfasında yürüttüğümüz ve “iş güvenliği uzmanları hakkında son yönetmelik değişikliklerini” konu alan anketimizde çıkan baskın görüş de aynı doğrultudadır.

Kamuoyunca onaylanmayan, yalnızca Bakanlığın attığı adımlar değil; aynı zamanda genel politikasıdır. Yapılan ankette “İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın yürürlüğe konulması sürecinde, ‘Ben olsam …’ diye düşündüğünüz oldu mu? Aşağıdaki seçeneklerden hangisi size daha yakın geliyor?” diye sorulduğunda :

  • Her 100 C sınıfı belgeli başına 1 A sınıfı belgeli danışman atardım. (%35, 32 Oy)
  • OSGB’lerin hizmetlerinin en az dörtte üçünü 50’den az işçi çalıştıran iş yerlerine sunmalarını şart koşardım. (%24, 22 Oy)
  • Sektörler temelinde altı aylık dönemler halinde başlatırdım. (%12, 11 Oy)

Katılımcıların yarıdan fazlası, politika araçlarının farklı kullanılması gerektiği üzerinde durmuştur(**).

İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, 20 Haziran 2012’de, kabul edildiğinde, kendisine bir yol haritası çizmişti:

  • İş güvenliği uzmanı yetiştirecek eğitim kurumları ve iş yeri ortak sağlık güvenlik birimleri hemen kurulacaktı.
  • Elli ve daha çok işçi çalıştıran iş yerlerinde, iş yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü zaten sürmekteydi.
  • 1 Ocak 2013’te tüm iş yerlerinde risk analizi raporu almaları beklenecekti.
  • 30 Haziran 2013’te “çok tehlikeli ve tehlikeli” iş  yerlerinin tümünün, iş yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurmaya başlayacaklardı.
  • 30 Haziran 2014’te “kamu iş yerleri ve az tehlikeli işlerin yapıldığı iş yerleri”nde iş  yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı uygulaması başlayacaktı.
  • Tarım vb iş yerleri yasa kapsamında olduğu halde, bu alanda izlenecek yol ile ilgili tek bir kılavuz ya da işaret yoktu.

Bu yol haritası gerçekçi miydi? Hayır. Her ne kadar elliden az işçi çalıştıran, “çok tehlikeli+ tehlikeli” iş yerlerinin “kamu iş yerleri ve az tehlikeli işlerin yapıldığı iş yerleri”ne oranı bilinmiyorsa da, tüm iş yerlerinin % 98’ini oluşturan bu iş yerlerini yasanın gerekliliğine ve uygulanabilirliğine inandırmak kolay değildi. Üstelik de bunun için, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nde rol alan örgütlerden de destek beklenmiyordu. ÇSGB, uygulamayı, tek başına ve kendi gücüyle yapmak istiyordu.

Bunun için, ÇSGB, “korku” salma yolunu seçti. 1 Ocak 2013’ten başlayarak, “1” (bir) işçi bile çalıştırsa, tüm iş yerlerinin risk analizi yaptırma zorunluluğunu üzerine basa basa duyurdu. Hatta kapıcı çalıştıran apartmanlar için “risk analiz kılavuzu” bile yayınladı. Apartman kapıcılarında iş kazası sıklığı (ve ölümlü iş kazası) çok önemsiz bile olsa, Yasa’nın kentsel alandaki “herkes”e mal edilmesi amaçlandı. “Kapıcı çalıştıran her apartmanın bir de iş yeri hekimi bulunduracağı” söylemi, başarısız aile hekimliği olgusu ile birlikte zihinlere yerleşti. Tepki ve telaşa yol açtı. Böyle mi olmalıydı? Hayır.

2003 yılında yeni İş Yasası çıktığında, yıllardır beklenen bir adım atılmıştı : İş yerlerinde iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü getirilmişti. 1930 yılından beri, “elli ve daha çok işçi çalıştıran iş yerleri için koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini yerine getirmek (sağlık gözetimi) amacıyla iş yerlerinin doktor bulundurması” zorunluydu. Ama çalışma ortamının sağlıklı ve güvenli hale dönüştürülmesi, tehlikelerin değerlendirilmesi ve önlenmesi (çalışma ortamının gözetimi) için görev yapacak teknik personel bulundurma zorunluluğu (Maden sektörünün dışında) yoktu. Bu görevler kısmen iş yeri hekimlerinden bekleniyor; ama yerine getirilmiyordu. Bu görevlerin büyük bir bölümü de, “işveren yükümlülüğü” çerçevesinde, yasak savarcasına ve farklı (ve bu misyonu benimsemeyen) kişilerce karşılanmaya çalışılıyordu.

Bu bakımdan böyle bir adıma, yeni İş Yasası’nda yer verilmesi çok yerinde olmuştu. Ama sorun şuydu ki, Türkiye’de bu nitelikte personel hemen hemen yok gibiydi. Üniversitelerde, -yıllarca eksikliğine değinilmiş olmasına karşın- bu alanda insan gücü yetiştirmeye yönelik kanallar açılmamıştı.

Bu eksikliği gidermek amacıyla ilk hata yapıldı : Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) teknik iş müfettişlerine (önce 3, sonra 8, sonra 10 yıl görev yapmış olma koşuluyla) görev verilmesi düşünüldü. Bu hataydı :

Çünkü

  • Teftiş ile uygulama arasına konulması gereken uzaklığı daraltıyordu.
  • Teknik müfettişlerin eğitim süreçleri, çırak-usta yöntemiyle, geleneksel bir biçimde yürüyordu. Buna karşın, çağdaş dünya “üniversite” eğitimini benimsemişti; akademik bakış açısı diye nitelenen geniş açılı, araştırmaya, yayına dayanan bir öğretim yaklaşımını benimsemişti.
  • Yıllarca, “en düşük” standardı öngören mevzuatın uygulanmasını izlemiş olmak, ileri doğru atılmış adımları özendirmek ya da desteklemek yönünde tavır geliştirmeyi engelliyordu.
  • Teftiş ilişkisinin, başından beri, eksik olarak, yalnızca, müfettişle işveren arasında bir ilişki olarak tanımlanmış olması; işçi katılımının ve işçi sendikalarının teftiş sürecine katılmasının önünde önemli bir engel olarak duruyordu.

Bu bir hataydı: Müfettişlerin, yeni yetiştirilecek iş güvenliği uzmanlarından çok daha bilgili olacağı varsayılarak, A,B,C sınıfı gibi yetkinlik katmanları oluşturulmuştu.

Böylece hatalar zinciri oluşmaya başladı. Yetkinlik katmanları oluşunca, iş yerleri arasında da tehlike derecelerine göre katmanlar oluşturulması ve iş-insan gücü katmanlarının eşleştirilmesi gündeme geldi. Bu da bir hataydı. Çünkü Türkiye’de o kadar çok “çok tehlikeli ve tehlikeli iş yeri”, buna karşın o kadar az A ve B sınıfı belge alarak iş güvenliği uzmanlığı yapacak eleman vardı ki… Zaten bu tablo, Türkiye’nin ölümlü iş kazası sıklığında Dünya’da önde gelmesinden de belliydi. Ülkemizde, meslek hastalığının sıklığının çok yüksek olması beklenirken, bu rakamlar da beklentilerin çok çok altındaydı.

Türkiye’de ilk kez iş güvenliği uzmanlık belgesi verileceği için, kısa kurslar (ve bunları verecek kurs kurumları) oluşturma yoluna gidildi. Kısa sürede C sınıfı belge sahibi, geniş bir kitle oluşturuldu. Merkezi bir sınav yapılarak, belirli bir standart tutturulmaya çalışılsa da, “sınav soruları kurs kurumlarından istenmişti” ve “öğrenciler sınavı başarmaya yönelik bir teknikle yetiştirilmişlerdi”. İş yeri stajları ise bir yasak savmaya dönüşmüştü.

A ve B sınıfı belgeli iş güvenliği uzmanına olan yoğun gereksinme, işte bu şekilde yetiştirilmiş C sınıfı belgeliler üzerinden giderilmeye çalışıldı. Bunların arasından, A ve B sınıfı belgeliler çıkarılmaya çalışıldı. Önce üç yıl sigortalı olarak görev yapan ve belirli dallarda üniversite eğitimi görmüş olanları “yetkilendirme” düşünüldü. Ama kısa sürede bunun çıkmazları görüldü. Bu kararın, daha mürekkebi kurumadan, “sigortalılık sürelerine” bakılarak, ama “ne konuda görev yaptığına bakılmaksızın” A ve B sınıfı sınava girebilecekleri öngörüldü. İlk sınav 21 Aralık 2013’te yapılacak.

Liyakat, deneyim vb kalkmış, başarı ölçütü olarak yalnızca sınavaları kazanabilmek alınmıştı. “Sınav için çalışma”, eğitimin en kötü biçimidir. Bu yalnızca, para kazanmak için iş yapmaya benzer ve “etik” başta olmak üzere bütün sosyal-kültürel getirilerin yitirilmesine yol açar.

2003 İş Yasası ile başlayan süreçte en önemli hatalardan biri, işyeri hekimliğinin sürekli ikinci plana itilmesi ve getirilerinin göz ardı edilmesi oldu. 2012’den sonra daha kuvvetle hissedilen bir büyük hata da, konunun sosyal yönünün sürekli ikinci plana itilmesi ve getirilerinin gözardı edilmesi oldu. Çalışma sürelerinden ücretli izinlere, çocukgenç işçi çalıştırmadan kadın haklarına kadar bir çok konudaki kazanımlarla, iş sağlığı güvenliği yasası arasına “soğukluk” girdi. Bu doğal olarak “teknik” boyutun abartılmasına ve “çalışma ortamının gözetimi”ne daha büyük ağırlık verilmesine yol açtı. “İş sağlığı güvenliğinin insansızlaştırması projesi” dediğimiz olgu, böyle ortaya çıktı.

Her şeyi insansızlaştırıyoruz. İnsansız savaş aracı gibi. İnsanı da yalnızlaştırıyoruz. Örgütsüzlük gibi. Bu küreselleşmenin hedeflerinden. İnsanlar olmasa sanki daha mutlu olacaklar.

Bütün bu hatalar zinciri, ÇSGB’nin bir seçimiydi. Ama, bu hataların en başında, 2003 yılından başlayarak, bu alanda çalışan, demokratik kitle örgütlerine (STK) yönelik “kindar” yaklaşım gelmekteydi. Süreçte üç örgüt hedef alınmıştır : Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve İş Sağlığı Hemşireliği Derneği. 2007 yılında, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nde, ağırlıklı bir çoğunlukça dile getirilen “idari ve mali yönden özerk bir İş Sağlığı Güvenliği Kurumu” önerisinin de, aynı yaklaşımla gözardı edilmesi büyük bir hataydı.

Bütün bu hatalar zincirinin faturasını başta çalışanlar ve iş güvenliği uzmanları ödemektedir. Önce bu süreçte, çalışanların gördüğü zarara değinelim : İş güvenliği uzmanlarının etkili bir biçimde görevlerini yapamamaları, çalışma koşullarının sağlıklı ve güvenli hale getirilememesi, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının yine can yakmasına ve can almasına neden olmaktadır. Daha göz önünde olduğu ve çarpıcı-beklenmedik biçimde ortaya çıktığı için iş kazaları “iş cinayeti” olarak nitelenmekte… İş kazaları cinayet ise, meslek hastalıkları nedir? O zaman ona “seri cinayet” ve bunu yapana, göz yumana da “seri katil” demek gerek. İşte iş güvenliği uzmanlarının alıkonulduğu görev bunları önlemektir.

2003 ve özellikle 2010 yılı sonrası özel iş sağlığı güvenliği eğitim kurumlarının varlığı ile “iş güvenliği uzmanı yetiştiren kurslar” çok yaygınlaştı. İş güvenliği uzmanlık adayları, serbest piyasanın kucağına bırakılmıştı. Çok sayıda mühendis ve teknik eleman, C sınıfı belge aldı. Bu yoğun ilginin altında, yaygın işsizliğin yanında, “garantili iş olduğu” yönündeki söylentiler de etkili olmuştu.

Ancak birbiriyle çelişen üç uygulama iş güvenliği uzmanlarını zora soktu:

  1. Bütün mühendislik dalları, teknik elemanlar, teknik öğretmenler ve iş sağlığı güvenliği meslek yüksek okulu mezunları özendirildiği için çok büyük bir insangücü birikimi ortaya çıktı. Bunda ÇSGB yetkililerinin “uzman sayısı yetersiz” paniğinin de önemli etkisi oldu (Buna karşın, geçiş sürecinin iyi yönetilmesi ile paniğe gerek kalmaksızın uygun insangücü planlaması yapılabilirdi). Bugün, işsiz olan bir çok iş güvenliği uzmanı vardır.
  2. Geniş kitleler halinde iş güvenliği uzmanlığı yetkisi kazandırılan teknik elemanların, istihdam edilecekleri alanlarda kısıtlamalara başvuruldu :
  • Henüz yasanın kabulünden 3 ay geçmeden, yürürlülük sürelerinde erteleme kararı alınarak, iş güvenliği uzmanlarının, iş bulma olanaklarında büyük bir daralmaya yol açıldı.
  • Başlangıçta öngörülen “iş yerlerinde bulunulması gereken en az süreler” hızla düşürülerek, iş alanları daraltıldı.
  • A ve B sınıfı belgeli iş güvenliği uzmanlığındaki niceliksel darboğazı aşmak için, “sigortalı çalışma süreleri” göz önünde tutularak C sınıfı belgelilere, üst katmanlara geçme olanağı verildi. Böylece aynı nitelikleri paylaşan uzmanlar arasında “yarışta eşitsizlik” yaratıldı.
  • Bilgi-deneyim konusundaki yetersizlikler, iş güvenliği uzmanlarının, iş yerlerinde ve yaşanan iş kazalarında panik yaşamasına ve “alan uygulaması”ndan çok “evrak uygulaması”na yönelmesine yol açtı.
  • İş güvenliği uzmanlarına yüklenen görev-yetkiler ile tanınan güvenceler arasında büyük bir dengesizlik bulunmaktadır. Bakanlık sorumluluktan kurtulmaları için, işvereni “ihbar” etmeleri seçeneğini sunmakta; ama iş güvencesine ilişkin herhangi bir olanak getirmemektedir.
  • Mesleksel sorumluluk sigortalarını, iş güvenliği uzmanlarının kendilerinin yaptırması gerekmektedir ve bu karşılanamayacak kadar yüksek primlere ulaşmaktadır. Böylece iş güvenliği uzmanları bir kez daha serbest piyasanın kucağına bırakılmaktadır.
  1. ÇSGB iş müfettişleri de, iş güvenliği uzmanının çalışmalarını yönlendirme konusunda ısrarcı ve baskıcı bir tutum içine girmişlerdir. Kendilerine A sınıfı belge hakkı tanınmış olmasının psikolojik etkisi ile işyerinde görev yapan iş güvenliği uzmanlarını kendi astları gibi görmektedirlerdir (Bakanlıktaki “üstat” nitelemesine uygun olarak). Onlara kendi uygulama planlarına yapmalarına olanak vermeden, durmadan yazılı doküman üretmek zorunda bırakmış olmaktadır.

Baştan beri saydığımız hatalar zinciri ve bunun alandaki sonuçları böyle. Siyasal iktidarın desteklediği bürokrasi, her şeyi kendi istediği ve bildiği tarzda biçimlendirmeye çalıştıkça, daha da batmaktadır. Çıkış yolu yok değildir. Bütün bu hatalardan ve çıkmazlardan çıkış yolu, “insan odaklı yaklaşım”dan geçmektedir

Kısa erimde yapılması gerekenlerin şunlar olduğunu düşünmekteyiz :

İlk adım, iş güvenliği uzmanlarının aralarındaki katmanların kaldırılmasıdır. Her iş güvenliği uzmanı, her işyerinde görev yapabilmelidir. Ancak iş yerlerinin (ya da iş güvenliği uzmanlarının), daha önce A, B sınıfı iş güvenliği uzmanı belgesi kazanmış olanlardan bir “danışman”dan yararlanma yükümlülüğü getirilmelidir. Demek ki, uygulamada iş güvenliği uzmanlarının denetimi, ÇSGB iş müfettişlerine değil, daha bilgili-deneyimli iş güvenliği uzmanlarına bırakılmalıdır.

İkinci adım, takım çalışmasının özendirilmesidir. İş Sağlığı Güvenliği çok bilimli bir alandır. Sosyal bilimcilerin de özellikle, sosyal haklar alanında takım çalışmasına katacakları çok şey vardır. Onun için iş yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının yanında “Sosyal Haklar Danışmanı” istihdam edilmesi hükmü de getirilmelidir.

Değişik meslek dallarında olan (elektrik, makine, inşaat, maden, kimya vb) iş güvenliği uzmanlarının, kendi aralarında ve tıp, sosyal bilimler alanındaki (iş yerinde sağlık güvenlik çevre alanında deneyimli) uzmanlarla birlikte çalışmaları sağlanmalıdır. Bu OSGB (ortak sağlık güvenlik birimleri) çatısı altında “olmazsa olmaz” bir kural olarak konulmalıdır.

Üçüncü adım olarak, iş güvenliği uzmanlarının (ve OSGB’lerin) büyük ölçekli iş yerlerini tercih etmelerinin önüne geçmek için mutlaka kota uygulamasına gidilmelidir. Yetkilendirmelerde, mutlaka %60 oranında elliden az işçi çalıştıran iş yerlerinin bildirilmiş olması istenmelidir.

Dördüncü adım olarak, tarım alanında çalışmalara hızla başlanmalıdır. Hem tek tek iş güvenliği uzmanlarının ve hem de OSGB’lerin, tarım alanında gönüllü projeler yapmaları ve bunları raporlamaları istenmeli ve titiz bir biçimde izlenmelidir.

Uzun erimde ise:

Uygulamanın mutlaka yönetsel, bilimsel ve mali yönden özerk ve alanda çalışan tüm sosyal tarafların katılımı ile oluşturulacak bir kurum tarafından yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Böylece ÇSGB, kendi temel işlevine çekilebilecek ve denetim işlevini yerine getirebilecektir.

* Prof.Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

* * isguvenligi.net : Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nın İş Sağlığı Güvenliği Sitesi

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , ,

Arşivler