YAPILAR VE ÇEVREMİZ

“Taş devri, taşlar tükendiği için sona ermedi.”
Arap söylemi
Yapı yapmak insanoğlunun en eski çabası. Yaşama yeri için ağaç, mağara gibi çevre ögelerinden sonra insanoğlunun yeryüzünde göç edip yayılmasıyla, yapı yapma gereği ortaya çıktı. Başlangıçta, taş, çamur, saman, kerpiç… ile insanoğlu duvar yapmaya başladı, duvarların üstünü kapamayı becerdi. Sonunda yapı teknik ve teknolojisinin gelişmesiyle yapı, çevre tasarımı ve yapımı çözüm seçenekleri hedefini arayan ok haline geldi. Ok yaydan çıktı ve nereye varacağı belli değil. Bu hedef arayışında, uygarlığın beşiği dediğimiz ülkemizde bir yandan Avrupa idolleştiriliyor, diğer yandan ABD’nin teknolojik öncülüğüne özeniliyor. Ortaçağ Avrupa’sı kentlerinde yapılmış yapıların duvarlarında, yapıldığı dönemin yapı yapma becerisinin gelişmişlik düzeyini görürüz. Görülen toplumun da yararına sunulmuş altyapısı ile bir güç gösterisi sergilenir. Bu düzey yalnız yapının kendisine değil, yapının çevresine de yansıyor. Bugün de aynı yapılar korunmakta ve altyapısı etkin biçimde kullanılan bir çevrede varlığını sürdürmektedir. Kentlerin oluşumunda nüfus artışıyla oluşan yapı yoğunluğu, metro, tünel gibi ulaşım, altyapı çözümleri takma-yapıştırma yöntemi ile eklenerek kontrol altına alınıyor denilebilir. Yapılanlar imparatorluklar tarafından dünyayı sömürü birikimi ile elde edilmiştir. Ve feodalitenin, aristokrasinin anavatanı olan Avrupa, bu konuda yeryüzündeki tek örnek. Yeryüzünün yeni ekonomi politik koşulları Avrupa ülkelerinin birbirine sarılarak kendilerini korumalarına yetecek mi? Bilinmez. Avrupa dışında kalan örnekler daha çok ABD gibi ortaçağ dönemini mayalandıramamış ya da bizim gibi sanayileşme dönemini yaşamamış ülkelerde görülür. Örneğin ABD, kamusal yapılarını antik dönemin biçimsel motiflerini kullanarak, aradaki boşluğu kapamaya çalışmıştır. Beyaz Saray’ın kolonlarının ve kolon başlıklarının antik mirastan ödünç alınan İyon tarzı olduğunu söylemek yeter. Ülkemizde tarihi yerleşim adlarının sürekli değiştirilmesi, yeni bir tarih yazma hevesi sürerken, Philedelphia’nın Alaşehir’in eski adı olduğunu söylemek sanırım konuyu aydınlatıcı olur. ABD, tarih ihtiyacını yaşlı toplumlardan ödünç alırken bizim kimlik arayışımız sürüyor.
Yol, kaldırım, direk, kanal ile başlayıp onun altyapısını oluşturan temel, drenaj, atık su, enerji vb. gibi yapılar gelişmişlik olarak algılanıyor. Tasarım, yapı uygulama teknik ve teknolojisindeki yeniliğe (!) erişen ülkeler, ekonomik pazarlandığı ülkenin insanını “müşteri” ye dönüştürüyor.
Çok hızlı yerleşme ve yaşama geleneği olan ABD toplumu da benzeri bir yerleşme, doğaya meydan okuma gücü varken yine de sorun sürüyor. Her yıl taşan nehir, yıkılan köprü, sular altında kalan yerleşimler onları yıldırmıyor. ABD adeta afet laboratuvarı. Bilgi ve eğitimin liderliğini yapmalarına, teknolojinin en ileri yöntem ve uygulamalarına sahip olmalarına karşın, onlar da sorunu çözmenin parasal kaynağını bulamıyorlar. Çünkü onlar kamusal yapılanma yerine sermaye yapılanmasının bedelini ödüyor. Bu durum bizim “küçük Amerika” olma sloganını çağrıştırıyor. Benzeri durum dünyanın yeni zenginleri olan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan için de geçerlidir.
O halde, bu olup bitenin adına uygarlık demek ne kadar doğru. Benim öteden beri aklımda yer alan bu kuşku, yaşım ilerledikçe artıyor ve beni kötümserliğe itiyor. Günümüzdeki oluşumun, yerleşim yöntemleri, yapı üretimi açısından gerçek zamanlı bir görüntüsüne bakılırsa, geçmişi aratan bir bozulmanın artarak sürdüğünü görürüz. Gözümüze ve aklımıza egemen olan, güç gösterisine dönüşen “gösteri” yapıları korkutucu. Görünen o ki, çağdaş diye sunulan yapılar insanın kendine ve çevresine yabancılaşmasından başka bir şey değil. Kimse bana bu olan bitenin modernizmin gelişmiş bir sonucu olduğuna inandıramaz. Çünkü, modernizmin içinde yer alan insan, insan hakları, özgür yaşam gibi hedef ve öngörüler giderek küçülüyor. Adeta, piramitleri yaptıran firavunlar yeniden gündemde, değişen teknik ve teknoloji. Sonuç olarak, taş devri taşlar tükendiği için sona ermedi, ancak, sona erdi de ne oldu sorusunu yanıtlamak gerek.

* Y. Mimar
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , ,

Arşivler