Mevsimlik tarım işçileri Türkiye’nin gündemine genellikle yaz aylarında bir iki küçük haberle gelmekte ve bir sonraki seneye kadar da unutulmaktadır. Gündeme geliş gerekçeleri de genellikle trafik kazalarında yiten canlarla sınırlı kalmaktadır.
Oysa göçer tarım işçileri genellikle Mart sonundan Kasım ortalarına kadar Türkiye’nin hemen her noktasına gitmekte ve ağır yaşam koşullarında kadın-erkek-çocuk birlikte çalışmaktadırlar.
Bu uzun yolculuk kuşaklar boyu aktarılan, yeniden üretilen ve her seferinde ağır hak kayıpları, ihlalleri ve olumsuzluklarla süren bir yolculuktur. Kaplarıyla, çadırlarıyla, döşekleri, keçileri ve kalabalık nüfuslarıyla kamyon kasalarında, minibüslerde, “tedavülden kalkmış” arabalarda uzun, çok uzun ölümcül yolculuklar.
Üstelik bu uzun yolculukta toplumsal taraflar çok önemli bir sorun olmadıkça “üç maymunu” oynamaktadır. Kentleri yönetenler, geldikleri, gittikleri yerdekiler, kendileri, üniversiteler ve genel olarak hepimiz bu oyunun parçasıyız.
Kamunun göçerlerin toplanma alanlarına yönelik iyi niyetli ama sınırlı uygulamaları dışında sorunun tüm boyutlarıyla kavranması ve çözüm üretilmesinde ciddi sorunlar var.
Şimdilerde, uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerimiz ve “fındıkta çocuk işçiliği” konusunda Avrupa’da oluşan olumsuz kamuoyunun da etkisiyle göçer işçilerin sorunu daha çok gündeme gelmeye başlamıştır.
Hayata Destek Derneği, fındık alıcısı Alman kuruluşlarının desteğiyle 23 Temmuz 2012 – 30 Ağustos 2012 tarihleri arasında Ordu Valiliği ile birlikte fındıkta çocuk işçiliğini önlemeye yönelik yaz okulu çalışmasını yürütmüştür. Bu çalışmanın ana teması “Çocuk Eli Değmeden” başlığı ile fındık işçiliğinde 16 yaş altında çocukların çalıştırılmasının önlenebilmesi için toplumsal duyarlılık yaratılması ve mevsimlik işçilerin toplanma merkezlerinden birisi olan Ordu Uzunisa Çadırkent Toplanma Merkezinde(METİP) 16 yaşından küçük çocukların çeşitli eğitici, sportif ve kültürel etkinlikler gerçekleştirilerek çalışmalarının engellenmesidir.
Hayata Destek Derneği (HDD) 15 kişilik ağırlığı üniversite öğrencisi çalışma ekibi ile Ordu Uzunisa Çadırkent’inde çalışmalarını sürdürmüştür.
Çocuklara yönelik haftalık programlar halinde uygulanan çalışmalarda; sağlık, çevre, ortak yaşam becerilerini geliştirme, farklılıklarla birlikte yaşam, yeni rol modeller ve meslekleri tanıma gibi ana temalar, ders formatı dışında aktarılmıştır. Yaz okulu çalışmalarına günlük olarak 4-6 yaş grubunda ortalama 40, 7-14 yaş grubunda ise 60 olmak üzere 100 çocuk katılmıştır.
Göçer ailelerin kalış sürelerinin değişmesi nedeniyle çocuklarla düzenli grup oluşturulamamasına karşın, çok önemli davranış değişiklikleri gözlenmiştir. Oyun-müzik ve sporu da içeren etkinliklerde çocuklar eğlenirken, öğrenmişlerdir.
Projenin başlangıcında öngörülmemiş olmasına karşın, HDD ekibine katılan sosyal hizmet öğrencileri ile kadınlara yönelik bir anket çalışması ve yarı yapılandırılmış mülakat tekniği ile de, çocukları, göç, evlilik öyküleri, tutum, düşünce ve değerlendirmelerine ilişkin bir araştırmada gerçekleştirilmiştir.
HDD ekibi, yerel STK’lar, kadınlar, çocuklar, gençler ve dayıbaşı diye adlandırılan ve fındık işçiliğinde kritik bir aracılık işlevini üstlenenlerle de odak grup görüşmeleri yapmıştır.
Çalışmanın yapıldığı çadırkentte günlük ortalama 150 çadırda yaklaşık 800 kişi, 7ila 40 gün arasında kalmaktadır.
Çadırkentte bulunanların %5’i 0-3 yaş, %5’i 4-6 yaşları arasındadır. Kreş ve okula hazırlık dönemi olarak tanımlanabilecek bu yaş grubunun içinde birkaç günlük bebekten, çadırkentte doğan ve her türlü riske açık ortamda yaşayanlara kadar %10’luk bir grup bulunmaktadır.
7-14 yaş grubunda yoğun bir çocuk grubu bulunmaktadır ve bunların oranı %24’tür. Bu grup genel olarak tarlalara götürülmemektedir. Ancak yapılan çalışmada saptanan ve genellikle literatürde de dikkatleri çekmeyen bir tür gizli çocuk işçiliği burada ortaya çıkmaktadır. Çadırlarda kalan kız çocukları çok küçük yaşlardan itibaren (7-8) küçük kardeşlerine bakma, çadırın ihtiyacı olan getir-götür ve ayak işlerinden sorumlu olmaktadırlar. Üstelik bu sorumluluk çoğu kez bahçede çalışmaktan daha ağır koşulları içermektedir.
Çadırkentte kalanların %19’u 15-18 yaş grubundadır. Projenin ana hedefinin de bu grup çocuklar olması düşünülmüştür. Aşağıda belirtilecek bulgulardan da anlaşılacağı üzere bu grubu çalışmaktan alı koyabilecek etkili bir sonuç elde edilememiştir.
19-+ yaş grubunun oranı ise %47’dir. Genç ve yetişkin kabul edilebilecek bu nüfusun %6’sı 51 ve daha yukarı yaştadır.
Çadırkentteki nüfusun yaş dağılımı büyük ölçüde göçerlerin ağırlıklı olarak geldiği kentlerin ve Güneydoğu Anadolu’nun yaş dağılımına uygundur. Örneğin Şanlıurfa’da çocuk nüfusunun oranı %48’dir. Çadırkentte bu oran %53’dür. Bu farkın yaşlı ve hastaların, engellilerin getirilmemesi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Alan çalışmasının çıktılarını ana başlıkları ile özetleyecek olursak;
Uzunisa çadırkentinde olanların büyük bir bölümü; Nisan sonunda Konya’ya pancar çapalamaya, ardından Malatya’ya kayısıya, Karadeniz’e (Giresun, Ordu, Fatsa, Ünye, Samsun Çarşamba, Düzce, Sakarya) fındığa, İç Anadolu’ya meyve ve sebzeye, Çukurova’ya, son olarak da Şanlıurfa’da pamuğa gitmektedirler. Ortalama bir kişinin – çocuğun 120 ila 150 gün net çalıştığı ve ortalama günlüğün 32TL olduğu kabul edilirse, toplam gelirin minimum 4.000TL olacağı bunun 6.000TL’ye kadar çıkabileceği görülmektedir.
– Kişi başına yıllık gelir ortalama 5000TL kabul edilirse; çocuklar dahil ailesinde 10 kişi çalışan bir “elçinin “ aile geliri 50.000TL olmaktadır. Buna elçinin kontrol ettiği işçi gruplarından %10 komisyon aldığını ve en az 200 işçiyi çalıştırdığını 200kişi x5000 TL yıllık gelir= 1 000 000 TL nin %10’u olarak 100.000TL ve kendisi ve çadır görevlisi olarak çalıştırdığı kişi için de ortalama 10.000TL olmak üzere ; (50.000 aile geliri + 100.000TL elçilik komisyonu+ 10.000TL kendi ve çadırcı ücreti= 160.000TL yıllık) gelirinin aylık ortalama 13.000 TL’nı geçtiği görülmektedir.
Ayrıntı gibi görülebilecek bu hesaplamalar çözüm önerilerini tartışırken dikkate alınabilmesi amacıyla sunulmaktadır. Örneğin bu miktarlar sosyal yardım ödenekleri ile karşılanamayacak miktarlardır. Üstelik bu mekanizma içinde ailelerin çocuk sayıları da dikkate alınırsa, çocuk işçiliğinin çözümünü zora sokan veya başka müdahaleleri zorunlu kılan bir durumdur. Çok çocuk, çok eşli evlilikler, çocuk anneler, kadına yönelik olumsuz ayrımcılık ve cinsiyet rolleri, yoksulluk ve yoksulluk kültürü kendini yeniden üreten bir süreci de tanımlamaktadır. Bu süreci göçerlik döngüsü olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Görüşülen kadınların,
%67’si okumaz yazmaz, diğerleri sadece okur yazardır.
Evlilik yaşlarında %66’sı 17 yaşından önce evlenmiştir. Bunun %13’ü 12-14 yaşları arasında evliliktir.
Evliliklerin %50’si akraba, diğerleri yakın çevre ile evliliktir. Çok eşli evlilik, berdel yaygındır.
Kadınların %84’ünün 4 ve daha çok çocuğu vardır, %63’ünün ölen çocuğu da vardır ve çoğunluğu henüz doğurganlık çağındadır. Bunların içinde 9 ve daha yukarı çocuğu olanların oranı ise %27’dir.
Kadınların %77’si gebelikleri süresince hiç kontrole gitmemiştir, doğumların %20’si uygun olmayan ortamlarda, ara ebelerince gerçekleştirilmiştir.
0-6 yaş çocuklarından %47’sinin aşıları ya hiç yaptırılmamış ya da eksiktir.
Ailelerin %47’sinde okul çağında olup da okula gitmeyen çocuk vardır. Okula gidenlerde çok uzun süreli devamsızlık ve okula giderken dahi sokakta çalışma olgusu gözlemlenmektedir.
Ailelerin %70’inde ana-baba ve çocuklar birlikte çalışmaktadır. Çocuk yaş algısı nedeniyle bu oranın daha yüksek olduğu düşünülmektedir.
Bir çocuğun yılda 4 ila 6.000TL civarında para kazanabildiği görülmektedir.
%73’ü yeşil kart –genel sağlık sigortası- kapsamındadır. %23’ü hiçbir güvenceye sahip değildir. Kendileriyle birlikte hanede ciddi sağlık sorunu olanların oranı %74’dür. %7’sinde yatağa bağımlı ya da engelli birey vardır.
%90’ı iki veya daha çok yıldır göçer işçidir. Elçilik –dayıbaşılık- etkili bir aracı kurumdur.
Çocuklar ve kendilerine yönelik gelecek beklentilerinde, eğitime, evlenme yaşına, çocuk sayısına ve çocuk işçiliğine ilişkin göreceli daha olumlu tutumlar ifade edilmektedir.
Gelir miktarı, çoklu evlilik, çok çocukluluk, çocuk annelik ve toplumsal olumsuz cinsiyet rolleri ile kendini yeniden üreten ve çözümü güçleştiren bir göçer işçilik döngüsünden söz etmek olanaklıdır.
Göçer tarım işçileri ile yapılan bu çalışmanın genel bir özeti yukarıda sunulmuştur. Konunun tartışılmasına ve katkıda bulunmasını dilediğimiz bu verileri iki yaşanmış öykünün özeti ile tamamlayalım….
1 TL
…. kırık terliği, ağladı ağlayacak yüzüyle, boyluca, on beşli yaşlarda bir kız çocuğu panik içinde sağa sola koşuşturuyor ve sorumuza paramı kaybettim diye yanıt veriyorsa ve kaybettiği para 1 TL.
Adını bilmiyorum, sormadım da ama öyküsünü, yaman öykülerini öğreniyoruz, öğreniyorum. Onlar bir başka kavruluyorlar, biz de yüreğimizle, beynimizle onlarla kavruluyoruz.
Çocuklar, aileler bir yandan gidiyor, bir yandan geliyor. Malum fındık önce düzde toplanıyor, sonra yukarılarda. Yukarılara çıkıldıkça kimi ailelerde çadırlarıyla gidiyor. Onun için kimi metropol teorisyonlerinin “çocuklardaki gelişmeleri ölçtünüz mü” sorularının alanda karşılığı her zaman yok. Ölçemiyoruz ama görüyoruz, yapılan olumlu her şeyin olumlu bir karşılığı var. Gözlemsel olarak sevginin gücünü, değiştirici, geliştirici gücünü görüyoruz. Çocuklarda gerçekten çok hızlı olumlu karşılıkları görüyoruz.
Göçer tarım işçileri, aileleri, kadınlar, geldikleri, gittikleri yerlerdeki yaşam koşulları kötü, çok ama çok kötü. Bu çağa da, bu güzel, büyük Ülkemize de, insanlığa da yakışmıyor, sığmıyor.
10 bilemediniz 15 metrekarelik çadırlara sığan öyle sarsıcı görüntüler var ki, ne, nasıl, kim çözecek, ne yapabiliriz diye onlarca düşünsel gel gitleri yaşıyoruz..
Bir yanda ciddi ağır yoksulluk var, öte yanda temeli ekonomik yoksulluğu aşmış sosyo-kültürel sorunlar var. Daha yalını ile “çocuk işçiliğini” yaşamın-geçimin doğal parçası haline dönüştürmüş, ekonomik olarak “hallice olanlar” var. Bir sezonda bir çocuğun beş-altı bin liraya kadar aileye para kazandırdığı anlaşılıyor. Okullar “devamsızlığa” göz yumuyor. Hemen kızmayın “ben öğretmen olsam ne yapardım” sorusunu, “göz yummadığınız zaman, özellikle kız çocuklarının okuldan tümüyle alınması” ve bunun da yaptırımsız kaldığı gerçeği ile yan yana düşünün isterseniz.
Bir iki başlık daha…Çadırlarda çok sayıda gebe var.. Büyüklerin sözleri dinleniyor. Çookkk çocuk var. Devamı da geliyor. Gebelik izlem çalışması yok. Zaten kim nerede izleyecek. Kayınpederle aynı çadırda olanlar gebeliklerini saklayabildikleri kadar saklıyorlar… Ayıp olduğu kanısıyla “hastayım” diyorlar. Ansızın “bilinen” bilinmezliğin sonucunda doğum yapıp, iki-üç gün içinde bebeleriyle “çadırlarına” ve tandırdan, su taşımaya “kutsal diğer görevlerine” dönüyorlar. Bebelerde aynı koşularda doğup, yaşama merhaba diyorlar..
Bir başka merhaba da çocuk gelinlere, annelere…
Onlar da çoklar, kumalar ve hallerini yadırgamıyorlar. Üç çadır yan yana üç evli ve çadırlar arası “hakkaniyeti” göz ardı etmeyen erkekler i var…
Göz ardı edilemeyecek bir başka işçilik var..Kardeşlerinden ve çadırın ayak işlerinden sorumlu, genellikle 12 yaş altı kız çocukları. Cılız, çocuk bedenleriyle kardeşlerini taşıyan 10-12 yaş altı kızlar.. Bütün getir götürlerde onlara emanet.
15-16 da kimisi kendisi kurtuluş sanarak, kimisi de zorlanarak evlendirilecek çocuklar…
1TL diye başlamıştık yazıya… On beşlik kızımız için. Sorularımızı anımsayın isterseniz… Neyse ki, 1 TL’yi bizden birisi bulmuş ve sahibini arıyordu. Biraz inanmaz gibi oldu, ama kaybettiği 1TL yi gözleri ışıldayarak aldı. …
Eeeeee…..
İsimlerin, yerlerin değiştirilmiş ama öykünün her satırının yaşayanların anlatımı ve gerçek olduğunu unutmadan okuyalım.
Hanım , 30’lu yaşlarda, üç çocuklu ve eşini 9 yıl önce yitirmiş bir kadınımız. Bir kaç kuşaktır göçer tarım işçisi bir aileden geliyor, kendisi de bunu – başkaca bir çaresi olmadığı için -sürdürüyor.
Kendi anne ve babası çok küçük yaşlarındayken ölünce abileri ile göç yollarına devam ediyor. 14 yaşına geldiğinde abisi, ikinci karısını kaçırıyor. İşin içine “kan girmesin” denilerek berdelle 14 yaşında karşı tarafa kuma- gelin olarak sunuluyor. Az aralıklarla ikisi kız, üç çocuğu oluyor. Üç çocuk da resmi nikahlı ilk eşin üzerine kayıt ediliyor.
Anlayacağınız, A., üç çocuklu bekar bir kadın. Üç çocukta kalmış olması sizi şaşırtmasın, eşi 9-10 yıl önce ölüyor. A, okumaz-yazmaz, elinden tutacak kimse yok, onun da yapabileceği bir iş yok.
Geçen yıl büyük kızı 15 yaşında evlendirmiş, şimdi bir torunu var. “Evlendirdim, çünkü sahipsiziz, adı çıkardı” diyor.
En küçük olan erkek çocuk. Yaz okulunun etkinliklerine hep geldi, 10 yaşında, hırçın, sürekli akranlarıyla çekişiyor, çatışıyor. Hiç okula gitmemiş.
Annesi “göndermek istedim….” ama ben annesi görünmüyorum. Resmi kayıtta annesi görülen kumam, başka biriyle evlendi, başka bir İl’e gitti, bulamıyorum” diyor. Okula yazdırsam zaten kime bırakacam diye de ekliyor. Avukata sormuş!.. o da en az 2000TL gerekir demiş. Avukata da çocuklar için “yardım alabilir miyim” diye… danışmış. Para olmayınca da öylece bırakmış…
…..Oğlan küçük, büyüğü evlendirdin, sen çalışmıyorsun, nasıl geçiniyorsun, ne yapacaksın sorularına “rasyonel” yanıtlar verdi. İlk yanıt oğlanla ilgili, “şimdi bulsa iç güveysi” vermek istiyor. Baksın, yetiştirsinler, damat yapsınlar diyor. Oğlanın biraz “delifişek olmasının da” etkisi var anlaşılan. Bir de oğlan olduğu için, daha kıymetli ve o bu rezillikten kurtulsun istiyor.
Ordu’ya da komşuları “dayıbaşı” acıyıp getirmiş, çalışsınlar diye. Çalışacak olan kim?.. Ortanca kız… İlkokul ikiden aileye baksın diye ayırdığı ve fındığa çalışmaya gönderdiği 14,5 yaşındaki E.
E.’den “o evin erkeği gibi oldu”, bize o bakıyor diye gururla bahsediyor. Bu arada hava hep yağdığı için E, fındığa düzenli gidememiş, gittiği günlerin yevmiyesinden “hayırsever dayıbaşı” beş yevmiyeyi kesmiş.
…Hani o “evin erkeği gibi olan” 14.5 yaşındaki, zayıf, çelimsiz kocaman!…E..
Umudu, duyguları, sevinçleri, hüzünleriyle, oyuncakları, giysileri, defterleri, tokalarıyla E.
Var mı, yok mu? Bir anneye çocukluğunda olmasını çok istediğin ama olmayan ne var demiştik, Mardin Yaz Okulu’nda oyuncak bebek yanıtı gelmişti, Uzunisa’da sorduk yanıtlardan birisi “sakız çiğneyebilmek” idi. 16 yaşındaki bir genç kızımız da üniversitelilere “sizin gibi kot-tişört giyebilmek” dedi.
E., yıllar sonra böyle bir soru ile karşılaşırsa ne yanıt verir dersiniz?.
Sahi, onu, onları unuttuk mu?
Nasıl okumak isterseniz öyle okuyun Eeeeeeee? ya da e e e e e….
BİLİMSEL DANIŞMA KURULU ÜYEMİZ PROF.DR. KURTHAN FİŞEK ARAMIZDAN AYRILDI
Renkli ve saygın kişiliği, birçok alanda verdiği emek ile sivrilmişti. Düşündüklerini sakınmadan ve en etkili biçimde söylemesi ile tanınırdı. Spor muhabirliğinden Spor Akademisi Başkanlığına; gazetecilikten köşe yazarlığına ve İngilizce bir gazetenin yazı işleri müdürlüğüne; Türkiye İşçi Partisi Bilim Kurulu üyeliğinden, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Profesörlüğüne kadar birçok yönüyle tanındı.
Televizyon programlarına çıktı; kendi alanında başyapıt sayılabilecek birçok ürün verdi. Çok beğenildi. Çok sevildi. Yolu gençlere örnek olsun.
* Dr., Sosyal Destek Uzmanı
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)