Türkiye’nin Nüfussal Dönüşümü Üzerine Bir Görüş

 

Nüfussal dönüşüm kuramı,1940’lı yıllarda beş evreli olarak ortaya atıldı, daha sonra üç evreli olarak benimsendi(1). Kurama göre tarihte tüm toplumların uzun dönem olarak yaşadığı ilk evrede doğum-ölüm hızları çok yüksek olduğu için, düşük hızlı bir nüfus artışı gerçekleşti. İkinci evre, sanayileşmeye başlayan Avrupa ülkelerinde sağlık koşullarının iyileşmesi, yaşam standardının göreli olarak artması sonucu ölüm hızlarının düşmesiyle başladı. İzleyen yıllarda sağlık koşulları ile yaşam standardı doğurganlığı da azalma yönünde etkiledi. Doğum-ölüm hızlarındaki farklılıktan ötürü ikinci evrede nüfus en çok %1.2 düzeyinde artışını sürdürdü. Üçüncü evrede ise doğum-ölüm hızları arasında düşük düzeyde yeni bir denge kuruldu, nüfus artış hızı azaldı. Kuramın öngörüsüne göre bu evreden sonra doğum hızı, yaşlanan nüfustan ötürü artacak ölüm hızlarının altına inecek, göçe kapalı toplumlarda nüfus azalmaya başlayacaktı. Günümüzde nüfusun azalması, doğum-ölüm farkı olarak bazı Avrupa ülkeleri ve ABD için geçerli; fakat bu ülkeler uyguladıkları nitelikli nüfusu ülkelerine çekme politikaları ile nüfuslarının azalmasını şimdilik durdurmayı başardılar.

Çevre ülkelerde nüfussal dönüşümün ne zaman gerçekleşeceğine ilişkin 1940’lı yıllarda bir öngörü yoktu(2). Kuram, tüm ülkeler için genel kabul görmekle birlikte Şekil 1’de görülen aşamaların başlangıç zamanı, doğum ve ölümlerin ne hızda ne kadar süreceği, bu süre içindeki nüfus artış hızının ne olacağı belirgin değildi. Çevre ülkelerin tümünde kuramın ikinci evresi ölüm hızları düşüşü 1935-1955 döneminde önceden öngörülmeyen ve beklenilmeyen biçimde birden gerçekleşti. 1935-1955 dönemi içinde çevre ülkelerde ölüm hızlarındaki düşmeyi geliştirilen tıbbi teknoloji ürünlerinin, halk sağlığı hizmetleri ile uç noktalara kadar götürülmesi sağladı. Çevre ülkelerde savaş bittikten sonraki dönemde (1945-55 arasında) ölüm hızlarındaki düşmenin beşer yıllık ortalaması %24 oldu. O yıllarda kimsenin beklemediği ölüm hızlarındaki bu hızlı düşüş, kalkınma uğraşısı açısından sağlıkta bir devrim olarak kabul edilmişti. “Dünyanın fakir milletlerinin, yaşama şansları için bu asrın ortasının devrimsel bir dönüm noktası olduğuna ilişkin belirtiler çoğalmıştı”(3).

Söz konusu yıllarda çevre ülkelerde hızla düşen ölüm hızlarına karşın yüksek doğurganlık sürüyordu. Bu nedenle çevre ülkelerde nüfus artışı şimdiye değin görülmeyen yüksek düzeyine ulaştı (%2.5–%3). Nüfus artışının ulaşılan bu düzeyine göre çevre ülkelerin nüfusu 24-28 yıl sonra ikiye katlanabilecekti.

Çevre ülkelerde kırsal sosyal yapıdaki üretim-tüketim dengesinin bozulması ilk olarak ailenin nüfuslanmasından kaynaklandı. Köydeki aile, nüfus baskısını yaşamın tüm alanında hissetmeye başladı. Yaşanılan zorluklar çevre ülkelerde aynı sosyo-ekonomik nedenlere bağlı olarak içgöçü başlattı. Göçün varış noktası çevre ülkelerin liman kentleri oldu. Bu şehirler Batı örneğinden farklı olarak ne sanayi şehirleri olabildiler ne de eski dokularını koruyabildiler.

Ülkemiz nüfussal dönüşüm kuramının ilk evresini erken Cumhuriyet döneminde (1923-1945/50) yaşadı. İkinci dönem ise 1950/55 ile 1995/2000 yılları arasında gerçekleşti. Düşük doğum-ölüm hızları altında nüfusun kendini yenileyebileceği nüfussal dönüşüm kuramının üçüncü evresi başlangıç değerlerine 2000’li yıllarda ulaşıldı (Grafik 1).

Nüfussal dönüşümün üçüncü aşaması ön koşulu olan toplam doğurganlık hızı (TDH) nın 2.1 düzeyine gelmesi, ülkemizde 2000’li yıllarda gerçekleşti. TDH’nın bu düzeye ulaşması, nüfusun ancak kendisini yenileyebileceği bir düzey olarak kabul ediliyordu. Grafikte görüldüğü gibi, 0-14 yaş grubu durağan bir konuma gelmişti. Nüfus henüz yaşlanmadığı için çalışma çağındaki nüfusun oranı en yüksek oranına(%72-74) ulaşabilecekti. Nüfussal dönüşümle ulaşılan bu yeni sosyal yapı “nüfussal fırsat penceresi”(5) kuramı açısından ülkemizin yararlanacağı bir olgu olarak Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) ele alındı. Bunu gerçekleştirmenin yolunun “nitelikli insan gücüne dönük eğitim-sanayi işbirliği politikalarını kadınların iş gücüne katılma oranının artırılmasına dönük tedbirlerle güçlendirilmesi(6)” olduğu belirtildi. Ne var ki aynı Planda, TDH’nın ulaştığı düzey ülkemiz açısından tehlikeli görüldü, bunun artırılması savunuldu.

“Cumhuriyetçi/liberal” yurttaşlık modeli bağlamında Cumhuriyet Hükümetleri yaptıkları hizmetlerle nüfusumuzun doğum ölüm hızlarını düşürmüş, nüfussal dönüşümün üçüncü aşamasına gelmesini sağlamışlardı. Doğum ölüm hızlarının değişimini etkileyen sosyo-kültürel anlamlar, değerler bütünü Cumhuriyet dönemi boyunca toplumun değişik katmanlarında çok kültürlülük açısından herkesin üzerinde uzlaşabildiği bir konu olmamıştı. Ülkemizde doğum ölüm hızlarının 1923-1983 dönemindeki değişimi “modernleşme” ile bütünleşen Cumhuriyet projesiyle uyumluydu.1983 sonrasında izlenen liberal nüfus politikalarının amacı “küreselleşme” anlayışı ile örtüşmüş; fakat uygulamada, küreselleşmeden ideolojik ayrılıklar kendini 2000’li yıllarda hissettirmişti.

Ülkemizde nüfussal dönüşümün kısa bir zaman diliminde gerçekleşmesinde, Cumhuriyet Hükümetlerinin aklı ve bilimi temel alan, gerekli önlemleri içeren nüfus politikaları düzenlemesi, uygulaması etkin olmuştu. Dönem boyunca kadının ve toplumun artan eğitim düzeyi ile birlikte kamu ve özel kesim tarafından verilen gebeliği önleyici eğitim çalışmaları, sağlık hizmeti sunumu doğurganlığı düşürme başarısını gösterdi. Toplumda değişik kesimler arasında toplumsal bir uzlaşma olması konusunda kamu sürekli olarak dolaylı bir önderlik yapmıştı. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsünün (HNEE)1968-2008 döneminde yaptığı araştırmalarda, toplumda küçük aile normunun benimsendiği saptandı. Ailelerin ve kadınların önemsedikleri bu değerin oluşması, onun toplumda değerli olduğu görüşüne, kamu tarafından hiç engel çıkarılmamış, başka bir seçenek gösterilmemişti. Böylece istenen doğurganlık sayısı ve aile büyüklüğü konusundaki değerler, toplumun çoğunluğunda ahlaki ve sosyo-ekonomik değişkenler bütününün işbirliğiyle oluştu. Sosyo-kültürel değişim doğum, ölüm ve nüfus artış hızı konusunda gerçekleşti.

Onuncu Kalkınma Planında, doğurganlığın artırılmasının savunulması Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi. Ailede şimdiye değin görülen çocuğa atfedilen değişim, ekonomi değerden(çok çocukluluktan), psikolojik değere (az çocukluluğa) doğruydu. Çocuğa atfedilen kültürel değer konusunda 2000’li yıllarda yeni bir davranış biçimi ülkemizde filiz verdi. Kamunun ekonomik yönden muhtaç ailelere “sosyal yardım aktarımını” farklı bir uygulama ile doğurganlığı özendirici biçime getirmesi sürecinde oluşan, kadının çocuğa atfettiği “aileye maddi yardım sağlayıcı yeni ekonomik değer” oluşmaya başladı. Kadının önce doğurmak istediği, ideal bulduğu çocuk sayısı konusunda, “algı-güdülenme” değişikliği yaratıldı. Süreç içinde sağlanan algı değişikliği ve güdülenmenin etkisiyle geliri az, eğitimi yetersiz nüfus gruplarındaki kadınların, istenen, arzu edilen çocuk sayısı artışı kadar doğum yapmasının, muhtaç ailelere yapılan yardımla gerçekleşebileceği görüldü. Ülkemizde şimdiye kadar görülen “istenen, ideal bulunan, doğurmak istenen çocuk sayısı” ile “doğurulan çocuk sayısı” arasındaki farkın, HNEE’nün Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)’nın 2003 ve 2013 verilerine göre özellikle eğitimi olmayan, okuma-yazma bilmeyen, geliri alt gruplardaki ailelerde kapandığı saptandı. Şimdiye kadar sahip olmak istediği çocuk sayısının üzerinde doğuran kadınlar bağlamında görülen kamunun sağlık hizmet açığı, göreli olarak bu politik tutumla sonlanmıştı. Bu kesimlerdeki evli kadınların istediği çocuk sayısı son on yılda ( TNSA 2003-2013) 2,7 çocuktan 3,4 çocuğa yükselmiş. Böylece kadının çocuğa atfettiği “aileye maddi yardım sağlayıcı” ekonomik değerin oluşması gerçekleşmeye başlamıştı. Öte yandan kamunun sağlık hizmetine en çok gereksinim duyan bu alt nüfus grupları açısından 2000 öncesinde istenenden fazla doğrulan çocuk farkı + 1,5 iken, bu fark TNSA 2013’de + 0,4 çocuğa düşmüş oldu(7). Böylece kamunun sağlık hizmet açığı, hizmet götürülmeden göreli olarak kapandı. Kamu alt nüfus gruplarına güvenilir, etkin aile planlaması hizmeti vermekten kurtuldu, bir taşla iki kuş vurdu.

Yeni yolumuz ne olacak? Yeniden orta doğurganlık düzeyine mi dönülecek, yoksa nüfussal dönüşüm mü sürecek? 2000’li yıllarda ailelerin küçük aile normu bağlamında kabaca iki kesime ayrıldığı yapılan araştırmalarda saptandı. Buna göre üç aileden ikisi, iki ve daha az çocuğu ideal buluyor. Araştırmalarda görüşülen denekler bu sayıda çocuk sahibi olduğunu ya da olmak istediğini belirtmişlerdir. Buna karşın üç aileden biri ortalama olarak dörde yaklaşan çocuğu ideal bulduğunu, bu sayıya yaklaşan çocuğa sahip olduğunu söylemiştir(8). Çok kültürlülük temelinde, sosyo-ekonomik büyüme sürecinde gerçekleşen nüfussal dönüşüm açısından Türkiye’nin yeni sorun alanı burada oluşuyor. Sorunu, görünür gelecekte ailelerin tutum ve davranışı çözecektir.

* Dr., Sosyolog

Kaynaklar

(1) Blacker, C.P.: “Stages in Population Growth”, Eugenics Review, 39(3), s. 88‐101,1947.

(2) Notestein, F. W. “Economic Problems of Population Change“, Proceedings of the Eight International Conference of Agricultural Economists, s.13‐31,New York, 1953

(3) Kingsley, Davis: “ Az Gelişmiş Ülkelerde Ölüm Hızlarındaki Büyük Düşme”, İktisadi Kalkınma (seçme yazılar) içinde s.31-35, Ankara,1966.

(4) Devlet İstatistik Enstitüsü: 2000 Genel Nüfus Sayımı, s.30, Ankara, 2002.

(5) Barlow, R. : “Population Growth and Economic Growth: Some More Correlations” Population and Development Review, 20(1): 153‐165, 1994.

(6) Devlet Planlama Teşkilatı: Onuncu Kalkınma Planı, s.11, Ankara, 2013.

(7) HNNE: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003,2013 Ankara, 2004, 2014.

(8) Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Araştırmaları Merkezi : Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması, İstanbul, 2016. www.khas.edu.tr/ news.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: ,

Arşivler