TÜRKİYE’NİN İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ’NDE ÇAĞDAŞLIK KARNESİ 2012

 

 

Aradan on yıl geçti (**). 2002 yılında yayınlanan Türkiye’de iş sağlığı güvenliğinin durumunu irdeleyen yazımızda, Türkiye’nin karnesini yayınlamıştık. Acaba bugün durum nedir? [1]

Köprünün altından çok sular aktı. Önce genel duruma bir bakalım. Son on yılda iktidarı elinde tutan AKP’nin iş sağlığı güvenliği politikasını üç eksende değerlendirebiliriz:

  • AB ile uyum sağlamaya çalışmıştır. 2002 yılından başlayarak Avrupa Birliği’ne tam üyelik girişimleri kapsamında yürütülen çalışmalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Avrupa Birliği çalışma yaşamı ile ilgili iki konuya önem verdiğini açıkça dile getirmiş ve büyük parasal destekler sağlamıştır. Bunlardan biri de iş sağlığı güvenliği alanıdır. Ama bu desteklerin ön koşulu, başta 89/391 sayılı Çerçeve Direktif olmak üzere Avrupa Birliği mevzuatının içselleştirilmesidir. Dolayısıyla, gerek düzenlenen toplantılar, eğitimler ve AB projeleri ile gerekse çıkarılan Yönetmelikler (ve en sonunda Yasa) ile bu uyum sağlanmaya çalışılmıştır.
  • AKP, elinde tuttuğu iktidarı mutlaklaştırmaya çalışmıştır. 2002’den günümüze, hükümet, çalışma yaşamındaki örgütlülüklere karşı rahatsızlıkları olduğunu açıkça göstermiştir. İşçi sendikalarının güçlerinin ve toplu iş sözleşmesi yapma yeterliliklerinin, sürekli Bakanlık tarafından budanması; hükümet uygulamalarıyla bağımlılıklarının arttırılması söz konusudur. Görünürde memur sendikalarının bazı kazanımları olsa da, uygulamada yalnızca iktidar tarafından “seçilmiş” olanlar güçlenmiştir. İş sağlığı güvenliği alanında, çok büyük bir güç odağı olan Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ye (TMMOB) uygulamanın “işçi” lehine genişletilmesi iken; keyfi olarak hükümetin “başka” eylemlerine destek olarak kullanılmıştır. Bütün bunlar işçi “hak”kını kullandırma yerine, işçinin “minnet” duymasının sağlanmasını hedeflemektedir.

Bu üç eksenli yaklaşım başarılı mıdır? İş sağlığı güvenliği alanında, hiç görmek istemediğimiz, tüm çabaların ve alınan önlemlerin hedefi iş kazalarıyla meslek hastalıklarının gerçekleşmemesidir. Dolayısıyla da en önemli başarı göstergesi, bunların yokluğudur.

2002’den 2012’ye iş kazası ve meslek hastalıkları rakamları [2] şöyledir: karşı yürütülen ve kıyım derecesine varan, güç-yetki budanması ise, döneme damga vuran bir çekişmeye sahne olmuştur. Her ne kadar İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nda yargı organlarının öngördüğü doğrultuda, TTB lehine bir geri adım varmış gibi görünse de, bulunduğumuz zaman kesitinde, ÇSGB’ nin iş sağlığı alanındaki iktidarı kesin ve tartışmasızdır.

TABLO 1 2002’den 2012’ye Rakamlarla İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları

TABLO 2 Ölümlü İş Kazalarının On Yıllık Gelişimi

TABLO 3 Çocuk ve Gençlerin Uğradığı İş Kazası Sayılarında Yıllık Değişimi

KUTU NO. 1 SON ON YILLIK İSTATİSTİKLERLE İLGİLİ YORUMLAR

ñ Tablo 1’de iş kazaları sayısında 2002’den 2010’a % 13,1 düşüş görülmektedir. Buna karşın aynı sürede iş kazasına bağlı ölümler % 64,4 ve yine iş kazası sonucu sürekli iş göremez hale düşenlerin sayısı % 14,6 artmıştır. Bunu bir başarı olarak görmeye olanak yoktur. Kaldı ki, bu ters ilişki, yaşamın gidişine de uygun değildir. Büyük bir olasılıkla, iş kazalarının eksik kaydedilmiş olması söz konusudur.

ñ Yine Tablo 1’de meslek hastalıkları verilerine baktığımız zaman, on yıllık zaman diliminde, saptanabilen meslek hastalığı sayısında dikkati çeken bir değişiklik görülmemektedir.

ñ Tablo 2’de ölümlü iş kazalarının yıl yıl gelişimine baktığımız zaman, 2010 yılında elde edilen rakamın rastlantısal olmadığı ortaya çıkmaktadır.

ñ Tablo 3 bize iş kazalarındaki azalmanın, yaş dilimleri göz önüne alındığında tersine döndüğünü göstermektedir. 2006’dan 2007’ye 14 ve daha küçük yaştaki çocukların uğradıkları iş kazalarında % 44,5’lik bir artış; onu izleyen yılda ise % 140,6’lık bir artış olduğu görülmektedir. 15-17 yaşlarındaki çocukların (iş yasasına göre gençler) uğradığı iş kazalarında, 2006’dan 2007’ye % 39,5’lik artış ve bunu izleyen yılda ise % 14,8’lik azalış meydana gelmiştir.

ñ Tablo 3’de 2009 yılı istatistiklerinde, çocuk iş kazalarının, birdenbire, sırasıyla % 99,5 ve % 88,5 gibi çok yüksek oranlarda düşmesi inandırıcı gelmemektedir.

Demek ki, üç eksenli AKP politikası iş kazalarının sayısını düşürmüş ama ölümlü iş kazalarının sayısındaki artışın önüne geçememiştir. Aynı biçimde, iş kazalarının sayısı düşerken, kalıcı sakatlık ya da ölümle sonuçlanan iş kazalarının sayısı artmıştır. Kaldı ki, toplam iş kazaları azalırken, bunun içinde, ağır iş kazalarının payının artması “yaşamın gidişi”ne uymamaktadır.

Son on yılda son kez vurgulanması gereken olgu, iş sağlığı güvenliğinin de bir parçası olduğu sosyal politika alanında, koruyucu hizmetlerin, örgütlülüğün vb ikinci plana itilmesidir. [3, 4]

Yine son on yılda, bu alanda gerçekleşen en önemli değişikliklerden biri, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri ve SSK’nın SGK içerisine alınmasıdır.[1] Dolayısıyla, meslek hastalıkları hastaneleri, adlarını korumakla birlikte, yalnızca işçilere hizmet veren özel dal hastaneleri konumundan çıkarılmış; meslek hastalıklarının önlenmesi çabalarıyla da ilişkisi kesilmiştir.

İş sağlığı güvenliğinin sağlanması ve insanların “insanca” koşullarda yaşaması bir insan hakkıdır. Çalışma yaşamındaki her türlü tehlikenin, önceden algılanması, önlenmesi de, bu konudaki çağdaş yaklaşımın gereğidir. Acaba bugün, Türkiye, işçilerin sağlığı konusuna ne ölçüde “çağdaş” yaklaşmaktadır.

Türkiye’nin çağdaşlık karnesi 12 göstergeden oluşmaktadır (Bakınız Tablo 4).

  1. Çağdaş sağlık anlayışı
  2. Çevresel ve mesleksel hastalıklar

3.Kütüphane olanaklarından yararlanabilme

4.Kayıt-istatistiklerin ve araştırmaların yetersizliği

  1. Öngörü
  2. Grupçu çözüm
  3. Çok bilimlilik ve bütünsellik

8.Katılımcılık

9.Sürdürülebilirlik ve kurumsallaşma

10.Birbirini denetleme

  1. Tüketici odaklı yaklaşım
  2. Uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanması

(1) Çağdaş sağlık anlayışı: Ülkemiz, çağdaş sağlık anlayışıyla yürütülmüş eşsiz deneyimlere sahiptir. Ancak ne yazık ki, Bismarck’tan günümüze gelen sigortacı (yani tazminci) yaklaşımın genelleştirilmesiyle, bütün bu bilgi deneyim birikimi boşa çıkarılmıştır. 2002 yılında sağlıkta sosyalleştirme bütün budanmışlığına ve engellemelere karşın yürürlükteydi. Bu sistemin temel taşını oluşturan sağlık ocakları ve sağlık evleri ayaktaydı. Özellikle, hemşireler ve ebeler eliyle, koruyucu sağlık hizmetleri yaygınca sunulabilmekteydi.

Ne yazık ki, 2012 yılında bunların hepsi dağıtılmış haldedir.

Yine 2002 yılında, sağlık ocaklarında görev yapan ve kendilerinden toplum hekimliği yaklaşımını yaşama geçirmeleri beklenen pratisyen hekimler; tedavi edici hekimliğin birer aracı konumuna indirgenmişler ve “aile hekimi” adını almışlardır. Çağdaş sağlık anlayışında, 2002’den 2012’ye meydana gelen değişiklik, TBMM eliyle SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devrinin ve Sağlık Bakanlığı’nca sağlıkta dönüşüm adı altında sağlığın ticarileştirilmesinden kaynaklanmaktadır.[5] Burada halkın sağlık düzeyinin yükseltilmesinin hedeflenmediği çok kısa zamanda anlaşılmıştır. Temel amaç piyasa ekonomisinin kurallarının, sağlık alanında da egemen kılınmasıdır. Böyle olunca, koruyucu hekimlikten vazgeçilmiş; bu yaklaşım zincirleme iş sağlığı güvenliği alanını da etkisi altına almıştır.

Sağlık Bakanlığı, 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile, yeniden yapılandırılmış; sorun odaklı örgütlenmeden, hedef odaklı örgütlenmeye geçilmiştir. Hedef piyasa ekonomisi olduğu için, koruyucu hekimliğin kalesi olmuş birçok kurum ortadan kaldırılmıştır. [6]

(2) Çevresel ve mesleksel hastalıklar: Üretimden kaynaklanan ve yalnızca bazı meslek gruplarında görülen hastalıklara biz meslek hastalıkları diyoruz. Ülkemizde “aranmıyor olmaları” başta olmak üzere birçok nedenle, meslek hastalıkları, var oldukları halde, çok düşük sayılarda saptanabilmektedir. Bu 2002 yılında da böyleydi, bugün de böyledir. Meslek hastalıklarına yol açan tüm bu çevresel etmenler, yalnızca çalışanlar için değil, tüm toplum için birer tehlike kaynağıdır. İster tüketici olarak, ister yolcu olarak, ister bu toplumun bireyi olarak; ister sanayi kaynaklı ürünlerin kullanımından ister çevrenin kirlenmesinden bu tehlike çok yaygındır. Ama 2002 yılında da, bugün de, “çevresel hastalık” tanısı alan bir tek olgu bulunmamaktadır.

2002’den 2012’ye değişen en önemli olgu, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devrinden sonra, meslek hastalıkları hastanelerinin genel işlevli hastaneye dönüştürülmesi ve meslek hastalıkları ile ilgili çalışmalarını ek görev olarak yapmaları.

(3) Kütüphane olanaklarından yararlanabilme: İş sağlığı güvenliği alanında ülkemizde yazılı kaynak sıkıntısı üst düzeydedir. Yazılı materyal eksikliğinin yanı sıra, yabancı dilde de olsa bu kaynaklara ulaşılabilecek bir tek kütüphane vardır. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı tarafından açılan ve internet üzerinde de ulaşabileceğiniz kütüphane: www.fisek.org/kutuphane. Ama eğer ingilizce bilmiyorsanız, bu kütüphanede de az sayıda kitap bulabileceksiniz; çünkü Türkiye’de bu alanda çok az yayın var. Fişek Enstitüsü’nün 20 yıldır düzenli olarak iki ayda bir yayınladığı Çalışma Ortamı dergisi (arşivine internet üzerinden ulaşılabilmektedir) yanında, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda periyodik yayından yararlanabilirsiniz. 2002’den 2012’ye değişen tek olumluluk, internet üzerinden tarama yapabilme olanaklarıdır; ancak bu kanalla erişimin, bilimselliği ve doğruluğu tartışılabilir.

(4) Kayıt-istatistiklerin ve araştırmaların yetersizliği: Birçok ülke uzun yıllara yayılan kayıt sistemleri ile araştırmaların desteklenmesi aracılığıyla elde edilen geniş veri tabanından yararlanabilmektedir. Ülkemizin böyle bir şansı yoktur. İş kazalarıyla meslek hastalıkları hala Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yalnızca sigortalı işçiler için topladığı verilerden (eski SSK istatistikleri) elde edilmektedir. Memurların, esnaf sanatkarların, tarımda çalışanların ve kayıt-dışı çalıştırılanların uğradıkları iş kazalarıyla meslek hastalıkları hakkında bilgi yoktur. Ayrıca iş kazaları, eğer, kayıt-dışı tedavi ediliyorsa, bununla ilgili de bilgi bulunmamaktadır. 2002’den 2012’ye, artan kayıt-dışı istihdam bu yetersizliği derinleştirmiştir. Bunun dışında bir fark bulunmamaktadır.

(5) Öngörü: Türkiye’de insanlar hala günübirlik yaşamaktadırlar. İşsizlik korkusu daha da artmıştır. Bunun yanında hak arama özgürlüğünde ve sendikal örgütlenmedeki yetersizlikler, korkuların daha da artmasına yol açmıştır. Korku, insan bilincinin sislenmesine, uzağı görememesine ve olguları doğrulukla değerlendirememesine yol açmaktadır. Toplumun bu çaresizliği, kamu kurumlarını da rahatlığa itmiş; yalnızca günü-kurtaran politikalara ağırlık verilmiştir. 2002 öncesi DPT özel ihtisas komisyonlarında ayrıntılarıyla ele alınan iş sağlığı güvenliği konusu, bunu izleyen dönemde aynı duyarlılıkla işlenmemiştir. Son on yıl, bu konuda özel bir yasa çıkarılması tartışmalarıyla tüketilmiştir. Bugün yasa çıkmış; ama, bunun tüm işyerlerinde nasıl yaşama geçirilebileceği, çıkacak sorunlar vs konularında öngörüler bulunmamaktadır. Tersine, hükümet dışı çevrelerde insan gücü açığına ilişkin kaygılar yaygındır. Öngörüsüzlük, 2002’den 2012’ye daha da derinleşmiştir.

(6) Grupçu çözüm: İş sağlığı güvenliği hizmeti almak zorunda olan (ya da almak isteyen) işyerlerinin çoğu, bu hizmetleri kendi personelleri ile ve kendi donanımları ile alma olanağına sahip değildir. Diğer bir deyimle, küçük-orta ölçekli işyerleri, tek başına tam süreli işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi tutma olanağına sahip olmadığı gibi; röntgen, odyometre, spirometre, gürültü-ölçer, ışıkölçer, laboratuvar olanaklarına da sahip değillerdir. Olmaları da beklenmemelidir. Bunları uzmanlaşmış merkezlerden almaları beklenir. Bu özellikle küçük-orta ölçekli işyerleri için kaçınılmazdır. Gerçekten de Avrupa Birliği’nin 89/931 No.lu Çerçeve Direktifi’nde bu gereklilik, özellikle vurgulanmıştır. Ülkemizde küçük ölçekli işyerleri için ortak sağlık güvenlik merkezi (ve akciğer röntgeni, odyometri vb destek hizmetlerinin sunumu) konusunda Fişek Enstitüsü, 30 yıllık deneyimi ile öncü konumundadır. 2003 yılında çıkarılan İş Yasası ile 2003 yılında çıkarılan “İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” (RG.16.12.2003 ve 25318 sayı) ve 2009 yılında çıkarılan “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” ile OSGB’lerin kurulması bu alanda önemli bir adımdır. Ancak, uygulama iki önemli eksikle yürümektedir:[1] Yönetmelik, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerini kapsamamakta ve gönüllü olarak hizmet alanları da en büyük ölçekli işyerleri ile aynı kefeye koymaktadır. [2] Akciğer grafisi, odyometri vb destek hizmetleri, bu işlevin bir parçası (ve özel uzmanlık gerektiren bir alan) olarak görmemektedir. 2012 yılında TBMM tarafından kabul edilen İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerini de kapsama almış; tehlike derecesi yüksek işyerleri için yürürlülüğe girişi bir yıl ertelemiştir. Ama destek hizmetleri için bir çözüm getirmemiştir.

(7) Çok bilimlilik ve bütünsellik: İş sağlığı güvenliği, çok bilimli bir alandır. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Yasası ile 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinden sanayiden sayılanlarının iş güvenliği uzmanı istihdam etmesi zorunlu kılınmıştır. Bu çok bilimlilik adına bir gelişmedir. Her ne kadar uygulaması hala oturtulamamışsa da bunu olumlu bir adım olarak görmemek olmaz.

Ancak şu unutulmamalıdır ki, iş sağlığı güvenliği, tıp bilimlerinden, sosyal bilimlere; mühendislik bilimlerinin de tüm dallarına kadar geniş bir yelpaze göstermektedir. Hizmet sunumunda hiçbirinden vazgeçme olanağı yoktur. Tümünden vazgeçme olanağı olmadığı gibi, bu hizmetlerin tek çatı altında sunulmasından ve kendi aralarında etkileşmelerinden de vazgeçilemez. Bu konuda 2002’den 2012’ye en büyük fırsat, 2003 yılında kabul edilen İş Yasası (daha sonra da 2012 yılında kabul edilen İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası) tarafından öngörülen “İş Güvenliği Uzmanlığı”dır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) bunu yalnızca “teknik” elemanlar için ayrılmış bir meslek olarak algılamakla ve bunu yasa koyucuya mal etmekle hata yapmıştır.[7] İş Güvenliği Uzmanlığı, bir meslektir. Ama herhangi bir mühendisin tek başına yapabileceği bir meslek de değildir; madenlerden, gıda sanayiine kadar; elektrik işlerinden, parlayıcı patlayıcı maddelere kadar değişik mühendislik bilimleriyle ilgili konularla karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan iş güvenliği uzmanlığı, tıp, sosyal bilim ve çeşitli mühendislik dallarından gelen elemanların bir ekip halinde gerçekleştirmeleri gereken bir meslektir. Bugün uygulama, çeşitli mühendislik branşlarından gelen ya da iş sağlığı güvenliği yüksek okullarını bitiren ya da teknik öğretmen okullarını bitirenler için; ama öncelikle ÇSGB’de iş müfettişliği yapan teknik elemanları kapsamaktadır. Bu büyük bir eksikliktir ve çok bilimlilik bütünsellik eksenini zedelemektedir.

(8) Katılımcılık: Avrupa Birliği’nin 89/931 sayılı Çerçeve Direktifi, Türkiye tarafından özellikle 2003 sonrası yaşama geçirilmek istendiği sıklıkla bildirilen bir kılavuz olmuştur. Ancak ne yazık ki, bugün bile, bu Direktif’in ağırlık noktasını oluşturan katılımcılık sağlanmamıştır. Bunun yakın bir gelecekte gerçekleştirileceğinin de işaretleri yoktur. Şöyle ki: 2002 öncesi de var olan işyeri İş Sağlığı Güvenliği Kurulları’nın etkinliğinin arttırılabilmesi için, kurul üyelerinin iş güvencelerinin arttırılması yönünden hiçbir adım atılmamıştır. Tersine yetkileri arttırılmıştır; ama, iş güvencesi olmadan artan yetki işe yaramamaktadır. 2012 yılında çıkarılan İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nda, işyerlerinin %98’ini oluşturan 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde “işyeri iş sağlığı güvenliği kurulu” kurulmasına gerek duyulmaması da yadırgatıcıdır. Üstelik bu konuda Ortak İş Sağlığı Güvenliği Kurulu ya da Danışma Kurulu deneyimleri ülkemizde vardır.[8] Sonuç açısından irdelendiğinde, 2002’den 2012’ye katılımcılık açısından bir ilerleme görülmemektedir.

(9) Sürdürülebilirlik ve kurumsallaşma: Birbirini destekleyen bu iki kavram, çağımızda çok önemsenen iki kavramdır. Kişinin ya da kurumun ömrü ile sınırlı olmayan uygulamalar ancak böyle sağlanabilir. Ancak ülkemizde kişilerin de, kurumların da uygulamalarının bir güvencesi yoktur. Hükümetler değiştikçe, kişiler de kurumlar da büyük değişiklikler yaşamaktadırlar. Yap-boz’lar, sil-baştan’lar, bir kurumsal bellek oluşturulmasını önlemektedir. “Bana göre …” diye başlayan sözlerle, sürdürülebilirlik de ortadan kaldırılmaktadır.

İş sağlığı güvenliği kamuoyunca çok üzerinde durulan, idari ve mali yönden özerk bir İş Sağlığı Güvenliği Kurumu kurulmamıştır; yakın bir gelecekte de kurulması olası görülmemektedir. Bunun yerine 2005 yılında ÇSGB bünyesinde Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi kurulmuştur. Oy dengesinin bozukluğu kadar, yönetimin kendi istediği kararları onaylatma çabası da bu kurulun verimli olmasını engellemiştir.[9] Hatta uzun süren tartışmalardan sonra TBMM’ye sevk edilen İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı’nın son metni, sosyal eşlere (partner) gösterilen taslak olmadığı belirtilmiştir [10].

(10) Birbirini denetleme: Birey ve çevresi ayrılmaz bir bütündür. Bireyin tek başına, sağlık ve güvenliğini sağlaması düşünülemez. Onun için bireyin gücü, gerek birliktelikler kurmak ve gerekse hakkını aramak için azımsanmayacak bir güçtür. Kişilerin her yaptığından kendisi kadar ötekiler de etkilenir. Dolayısıyla, kişilerin de kurumların da, kendilerini korumak ya da yakın çevresinin geleceğini korumak adına, “öteki” kişi veya kurumların eylemlerine sınır getirilmesini istemekte; kurallara uymayanları şikayet etmekte sonsuz bir haklılığı vardır. Gelişmiş ülkelerden farklı olarak, kuralsızlığı hoş görmemiz, kuralsızlığın baştacı yapılmasına neden olmaktadır. O zaman bu ülkede kurallara uyarak yaşamak, sorumluluklarını yerine getirmek ve dürüst davranmanın maliyeti çok yüksek olmaktadır. 2002’den 2012’ye adalet dağıtan kuruluşlara karşı da güven duygusundaki sarsıntı artmaktadır. Kişilerin örgütlenerek, kurumsal düzeyde haklarını aramalarının da önüne birçok engel çıkarılmaktadır. Bireyin haklarını koruyacak ve iş sağlığı güvenliği yönünden devleti ve işvereni denetleyecek olan işçi sendikalarında da, 2002’den 2012’ye zayıflama hızla sürmektedir.

(11) Tüketici odaklı yaklaşım: Gelişmiş ülkelerde tüketici odaklı yaklaşım, firmaların ve ürünlerin “insan haklarına saygılı” imajı çok önemsenmektedir. “Sağlıklı işçilerin ürettiği ürünler” kullanılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde 2002’den 2012’ye böyle bir yaklaşım gelişmemiştir. Tüketicinin, umursamazlığı sürmektedir.

(12) Uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanması: İş sağlığı güvenliği alanında, uyulması gereken kurallara, alınması gereken önlemlere herkesin uyması gerekmektedir. Rekabetin gitgide keskinleştiği dünyamızda, yalnızca yurt-içinde değil, yurt-dışında da, iş sağlığı güvenliği alanındaki savsaklama ve aymazlıklara kayıtsız kalmak olanaksızlaşmaktadır. Yüzyılı aşan bir süredir, dünya ulusları, kendi aralarında kurdukları yapılarla, birbirlerini denetlemeye ve ortak standartlar geliştirmeye çalışmaktadırlar. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün ve Avrupa Birliği’nin koyduğu standartlara uyma çabamız son yıllarda daha da artmıştır. Bu ülkelerle bir arada var olmanın koşulu olarak bize dayatılan bu standartlar, aynı zamanda insan haklarına saygılı bir üretim ortamı için de gereklidir. 2002’den 2012’ye Türkiye, Avrupa Birliği’nin direktiflerini ulusal mevzuatına aktarma çabası içindedir. Ancak, bu aktarma çabası sırasında, keyfi bir biçimde, kendi istemlerini de kabul ettirmeye çalışması Türkiye’ye 10 yıl kaybettirmiştir. İlk kez 1994 yılında ÇSGB tarafından dillendirilen “İş Sağlığı Güvenliği Yasası”, birçok eksiğiyle birlikte ancak 2012 yılında yasalaşabilmiştir [11]. 2002 tarihli yazımızın sonunda bu göstergelerden birinin (Uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanmasının), yükselme eğilimi olasılığı öngörülmüştür. Bu öngörü, on yıllık dönemde gerçekleşmiş ve Karne’mizde notu yükselmiştir.

Yukarıda tek tek irdelediğimiz bu göstergeler karşısında Türkiye’nin durumunun ne olduğunu merak edebilirsiniz. Beş not üzerinden yapılacak bir değerlendirmede, benim on yıl önce kullandığım ölçekler ve değerlendirmelerim aşağıda. Hiç kuşkusuz başka ölçekler kullanılabileceği gibi, bu ölçekleri konunun başka uzmanları değerlendirebilir.

TABLO 4 İş Sağlığı Güvenliği Alanında Çağdaşlık Görünümünde Türkiye’nin Karnesi

(*) Tek tek göstergelerde 5 tam not üzerinden; toplamda ise 60 tam not üzerinden değerlendirme yapılmıştır.

SON SÖZ:

2002’den 2012’ye ÇSGB yönetiminin tek bir siyasal partiden gelen bakanların elinde kalması büyük bir fırsat olmuştur. Ancak ne yazık ki, bu fırsat yeterince değerlendirilememiştir.

Bunu, hedeflerin tutturulamamış olmasından anlıyoruz. ÇSGB’nin iş sağlığı güvenliği alanında “Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Politika Belgesi 2006-2008”nde, iş kazalarının %20 oranında azaltılması ve meslek hastalıklarının daha az gözden kaçırılması (yani arttırılması) hedeflenmişti. Ancak ağır ve ölümlü iş kazaları; çocuk ve gençlerin uğradıkları iş kazalarında sürekli artış olmuştur. Saptanan daha fazla olduğu düşünülen meslek hastalıklarına ulaşmaksa başarılamamıştır.

Özellikle iş kazalarıyla meslek hastalıkları, tümüyle önlenebilir ve bunlardan kaçınabilmenin koşulları vardır. Bunun için 80 yılı aşkın bir zamandır tüzükler ve yönetmelikler çıkarılmaktadır. Bunların uygulanıp uygulanmadığını izlemek için, yine 80 yılı aşkın bir süredir iş teftişi çalışmaları sürdürülmektedir.

Dolayısıyla, iş sağlığı güvenliği alanındaki başarısızlık yalnızca bu dönemin bir olgusu değildir. Kaldı ki, 2002’den 2012’ye olumlu bazı çalışmalar ortaya konulmuş ve özel bir yasa da çıkarılabilmiştir. Ancak bu başarıları sınırlayan ve hükümetin karne notunu 2002’den 2012’ye yükseltmeyen temel etmen, AKP’nin üç eksende izlediğimiz, iş sağlığı güvenliği yaklaşımıdır.

İş sağlığı güvenliğine çağdaş yaklaşımı irdeleyen ve karne notunu oluşturan göstergelere tek tek baktığımızda, şu konularda 2002’den 2012’ye gelişme gösterildiğini söyleyebiliriz:

ñ Grupçu çözüm

ñ Çok bilimlilik

ñ Uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanması.

Ancak karne notunu oluşturan tüm alt göstergeler, birbirini etkilediğinden, birlikte geliştirilmeye çalışılmalıdır. Sözgelimi, katılımcılık olmadan ne grupçu çözüm ve çok bilimlilik, ne de uluslararası standartlar yaşama geçirilebilir.

Onun için 2012 ile başlayan dönemde, iş sağlığı güvenliği yasasının çıkarılmış olmasını bir fırsat olarak görüp, çağdaş bir yaklaşımla ve elbirliğiyle, Türkiye’yi iş sağlığı güvenliği alanında içine düştüğü “vahim” durumdan kurtarmalıyız [1].

KAYNAKLAR:

  1. Fişek A.G. : Türkiye’de ve Dünya’da İş Sağlığı ve Güvenliği, İşveren Dergisi, Mayıs 2002.
  2. SSK ve SGK istatistik yıllıkları
  3. Fişek A.G. : Planlamanın 50.Yılında Sağlıkta Planlama : Bir Adım İleri, İki Adım Geri (www.sosyalpolitika.fisek.org.tr/?p=116)
  4. “Sosyal Politikaya İkinci Büyük Hükümet Darbesi: Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” Çalışma Ortamı Dergisi Eylül Ekim 2011 Sayı 118 (www.sosyalpolitika.fisek.org.tr/?p=121)
  5. “SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığına Devri: Ver – Kurtul” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Kasım-Aralık 2004, Sayı 77.
  6. KHK’ler Kervanı ve Sosyal Politika, (www.sosyalpolitika.fisek. org.tr/?p=124)
  7. “İş Güvenliği Uzmanlığında Takım Oyunu” Sarper Süzek’e Armağan, Ankara Hukuk Fakültesi Yayını, 2011.
  8. Öncü Bir Uygulama : Ortak İş Sağlığı Güvenliği Kurulu – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Mayıs Haziran 2008, Sayı 98 s.20.
  9. Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurumu – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Temmuz-Ağustos 2007, Sayı 93 s.20.
  10. Özcan Karabulut : Panel Konuşması, IV.Çalışma Yaşamı Kongresi, Düzenleyen: İş Müfettişleri Derneği ve A.Ü.S.B.F.Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara 2012.
  11. “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası”, Çalışma Ortamı Dergisi, Temmuz Ağustos 2012 Sayı: 123)

Tags: , , ,

Arşivler