Tuna Mergin’le Söyleşiler – 1: Baba, Torunun Baba Oluyor!

Sevgili Tuna;
Dün gibi anımsıyorum. Öyle sanıyorum ki Ankara şehri kuruldu kurulalı, böylesine güzel bir baharla tanışmamıştır. Aylardan mayıs, günlerden cumartesi. Uzun sürmüş bir kışın ardından herkes kendisini açık havaya zor atmış. Parklar, kafeler, sokaklar insan kaynıyor. Sen sokaktakileri boş ver. Bahar heyecanının yanına bir de tanışma heyecanı eklenince dedendeki yürek çarpıntısını görmeliydin.
Onca kalabalığın arasından kimselere çarpmadan, hatta bir Allah’ın kulunun gölgesine bile dokunmadan nasıl cambazlıkla ilerledim, hala şaşıyorum. Kuğulu park, Tunalı Hilmi derken saptığımız yan sokaktaki irice bir apartmanın zilini çalıyoruz. Annen, baban, babaannen, ben, çekinik gözlerle birbirimize kaçamak bakışlar atıyoruz. Bizleri içeri buyur eden görevli tarafından her bir ayrıntısı zevkle seçilmiş bekleme salonuna alınıyoruz. Bizden önce gelenleri ince bir tebessümle selamlıyoruz. Onlar da bizi yanıtsız bırakmıyor tabii. Kendimi bir an “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” nde (Ziya Osman SABA’nın bir eseri) hissediyorum Birisi yeni doğmuş(sana göre ağabey sayılır) diğeri ise senin gibi dünyaya geliş için gün sayan iki kardeş, anneleri babaları muayene için sıralarını bekliyor. Sıra bize yaklaştıkça heyecan, heyecanla birlikte ağızda kuruma artıyor. Kaç bardak su içtiğimi, kaç kez lavaboya gittiğimi tahmin edersin. Derken sempatik doktorumuz anneni muayene odasına alıyor. Ardından da bizi. Adettenmiş. İlk tanışma törensel havada yapılırmış. Anne, babanın yanı sıra büyükler de ailenin minik bireyi ile tanıştırılırmış. Tabii kalpleri buna dayanacak güçteyse.
Loş oda fotoğraf basılan karanlık odayı andırıyor. Ayak bağlarımın çözülme olasılığına karşı kendimi garantiye almak için kapı kasasına yaslanıyorum. Annen yatağa uzanmış, doktor hanım tarafından ultrason denen aygıtla içi görüntüleniyor. Gözlerimiz ekrana, kulaklarımız alıcıya odaklanmış vaziyette. Güm güm bir sesle ne kadar olduğunu asla kestiremeyeciğim bir süre kendimden geçiyorum. Doktorun çok derinlerden gelen cılız sesiyle kendime geliyorum. Mutlu bir düş görürken zorla uyandırılmış gibiyim.“İşte bebeğimizin kalp atışları” Bugüne kadar hiçbir sesin beni böylesine heyecanlandırmadığını itiraf etmeliyim. Kulaklarım uğulduyor, ayaklarım yerden kesiliyor, kapı pervazına dayanmasam düşebilirim. Kalp atışlarımız sarmaşıklar misali birbirine dolanıyor adeta. Hangisi bana ait, hangisi sana bilemiyorum. Doktor hanım seni ürkütmeyecek bir sesle açıklamalarını sürdürüyor. “Şu boynu, şu omzu. Kollarına bakın, ellerine, aman yarabbim, şu parmaklara bakın, ne kadar da uzun!” Sanki kahve falına bakıyor.Doktorun tüm açıklamaları birkaç dakikayı geçmiyor sanırım. Ama biz seninle yıllardır tanışıyor gibiyiz. Gördüğüm hiçbir şey bana yabancı değil. Yoksa yaşam geriye dönüşler galerisine mi dönüşüyor zamanla? Seninle tanışma süresi boyunca kaç kez zamanda yolculuk yaptığımı, kaç kez babanın doğduğu yıllara gidip geldiğimi anımsamıyorum. Karmakarışık duygularla tam odadan ayrılırken doktorun sesiyle bir kez daha irkiliyorum. “Utanmaktan vaz geçti bizim delikanlı. Yanılgı payı olmakla birlikte %90 olasılıkla bebeğimiz erkek!” Cinsiyetin hiç önemli olmadığı gerçeğini hayat bizlere çoktan öğretmiş durumda. Ama yine de bu tarifsiz güzel olayı ilk kez babamla, yani senin büyük dedenle paylaşma arzusunun önüne geçemiyorum. O kısacık muayenehane koridoru boyunca şu sözler beynimin derinliklerinde defalarca yineleniyor. “Baba müjde, torunun baba oluyor. Ailemizin “küçük dev adam”ıyla biraz önce tanıştım. Sen bu duyguları yaşama şansını bulamamıştın ne yazık ki. Muhteşem bir şeymiş baba, tarifsiz bir mutluluk, önlenemez bir coşkuymuş. Şimdilik 7.5 santim boyundaki o müthiş varlığın kalp atışlarını duymalıydın baba, omuzlarını, kollarını, burnunu görmeliydin. Hele de parmaklarını.” Yaa sevgili Tuna, o gün, öylesine tarifsiz, öylesine karmaşık duygular sarmalında geçti ki, sadeleştirerek anlatmak, duyumsananları elle tutulur kılmak, yaşananları sözcüklere dökmek çok zor işmiş. Umarım ileride bu satırları okuduğunda beni daha iyi anlarsın. Gözlerinden öpüyor yaşama ve de bizlere merhaba diyeceğin günü sabırsızlıkla bekliyoruz.
Arkam, önüm, sağım, solum SOBE
Sevgili Tuna;
Haberi ilk duymanın heyecanı yerini yeni heyecanlara, yeni beklentilere bıraktı zamanla. Öncelikle iyi dilekler sıralandı bir bir. “Analı babalı büyüsün, sağlıklı olsun, şanslı olsun, ailesine, vatana millete, insanlığa yararlı olsun, olsun… “Olsun”lar giderek yerini yeni meraklara, yeni bilinmeyenlere bıraktı. “Bakalım boyu ne kadar olacak, gözleri renkli mi olacak(sanki renksiz göz varmış gibi) huyları kime benzeyecek. Ve daha bir yığın cek’ler cak’lar…
Oysa bizler için önemli olan, öncelikle annenin sağlıklı bir hamilelik geçirmesi. Doğaldır ki, o ne kadar zorlanmadan, keyifli bir anne adaylığı geçirirse sen de o denli dünyaya gelmek için sabırsızlanacak, dört gözle(dört göz de yetmez ya sözün gelişi böyle) beklendiğini hissedecektin. Esas zorluğu giderek artan yüküyle annen çekmekle birlikte bizlere de adım adım büyüdüğünü takip etmek düşecekti.
“Bu ay 10.3 santim oldu, bu ay 15.4 santim oldu, bizimki 21 santimi buldu” türünden spot cümleler seni kafamızda şekillendirmeye, Doktor teyzenin; “sindirim sistemi normal, kafa çevresi, boynu her şey normal, merak edecek bir şey yok” rahatlatmaları bile yüreğimizi serinletmeye yetmeyecekti. Bu seninle ilgili bir olumsuzluk beklentisi içinde olduğumuz kuşkusu asla değildi. Sadece gözle görmek, bakışla da olsa sana temas etme arzusundan kaynaklanan bir şeydi. Çünkü insan ancak gördüğünü unutamazdı. Hele bunu bir de tazecik kokunla içimize çekince, eminim aklımız yerinden oynayacaktı. Şimdilik sabretmekten başka çıkar yolumuz yoktu. Bekleyecektik.
Seninle ilgili en somut görüntüler zaman zaman aşka gelip annenin karnında yaptığın tekmeleme gösterileriydi. Annen;” bakın, yine tekmeledi, şimdi buraya doğru gitti, kafası tam şurda” gibisinden sevinç sözcükleri bizleri de fazlasıyla mutlu etmeye yetip artıyordu. Babanın o dönemini pek anımsayamıyorum ama ben, anne karnında bu denli hareketli, bu kadar gezgin bir bebek daha görmedim, duymadım. Hele senin boyunda, senin kilondaki küçük dev adamın çevikliğine şaşırmamak elde değildi. “Eee Tuna Mergin, göreceğiz bakalım, ilerde de böyle hareketli yerinde duramayan bir adam mı olacaksın, yoksa mutfaktan bir bardak su almaya bile üşendiğin için susuzluktan yanıp kavrulacak mısın ?!
Yeter artık, bir ayda kaç hafta var, kaç hafta geçti, doğuma kaç hafta kaldı, haftada kaç gün, günde kaç saat, saatte kaç dakika, dakikada kaç saniye, saniyede kaç sealise var türünden sorulara yanıt arattığın. Boş ver eski bilgilerle bizleri oyalamayı. Erkeksen, arkam, önüm, sağım, solum sobe deyip çık ortaya, hadi bekliyoruz!
Dedesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: ,

Arşivler