Toplum Hekimliğine Gönül Verenler: ANNEM Dr. Şahende Köymen (1916-1997) Keçiören Çocuk Esirgeme Yuvası’nın Kurucu Başhekimi

1940 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra çocuk hastalıkları ihtisası yapan annem Dr. Şahende Köymen, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurucusu Dr. Fuat Umay’ın daveti üzerine 1945’ten başlayarak 7 yıl Keçiören Çocuk Esirgeme Yuvası’nda kurucu başhekim ve müdür olarak çalıştı.
İlkokula başlayıncaya kadar çocukluğum Keçiören Çocuk Esirgeme Yuvası’nda geçtiğinden annemin çalışmalarını ve ortamı hatırlıyorum. Daha sonra da annem yuva anılarını hep anlattığı için ben de o günlerin anılarımı taze tutabildim.
Yuva çok büyük bir arazi içinde 4 binadan oluşuyordu. Ana bina 4 katlıydı. En üst katta doktor ve hemşire odaları vardı. Üçüncü katta mutfak, yemek ve oyun salonlarıyla müzik odası; ikinci katın bir bölümünde bebek odaları, öbür bölümünde çocuk odaları; birinci katta idari işler için ofisler, büyük salon ve daha büyük çocuklara tahsis edilmiş yerler vardı. En alt kat çamaşırhane, hamam ve ütü yapılan bölmelerden oluşuyordu. Bir bina dikiş ve marangoz atölyesi ve benzeri diğer işler içindi. Bir binada büyük erkek çocukların, diğeri kız çocuklarının yatakhane ve etüt salonları vardı. Bunların önündeki arazi voleybol ve basketbol oynamak için düzenlenmişti. Binalar daire biçiminde yerleştirilmişti; ön avluda çiçekler, küçük çocuklar için oyun parkı ve binalar arasında yürüme yolları vardı.
Biz gece-gündüz yuvada kalır, haftada sadece bir gün evimize giderdik. Annem gecenin herhangi bir saatinde yuvayı dört dönüp, ortalığı denetlerdi. Arada bir alt kattan bir vaveyla kopar, annem aşağıya koşup bir bakıcının bir çocuğa kötü muamelesini yakaladı mı, kendinden geçerdi; o bakıcı mutlaka cezalandırılır, genellikle de çocuklardan uzak işlere sürülürdü.
O sırada yuvaya gündüzleri gelen çocuk doktoru Zeliha Tanrıöver, annemin yanı sıra eğitimli tek kişiydi. Yuvaya yeni doğmuş bebeklerden başlayarak her yaştan öksüz ve yetim çocuk gelirdi. Yuva çocukları lise eğitimlerini tamamladıktan sonra da yurtta kalır, üniversiteye ya da meslek eğitimine giderlerdi.
Ablalarımız ve ağabeylerimiz boş zamanlarında küçüklerle ilgilenir, yuvanın ihtiyaçları için dikiş ve marangoz atölyelerinde çalışır, spor yapar, müzik dersleri verirlerdi. Hayri ağabeyinin kullandığı yuvanın tek aracı olan eski kamyon çocukları okula götürüp getirir, erzak taşır, kısaca her işe koşardı. Hayri ağabeyin izinli olduğu günlerde bu işleri annem yapardı. O yılların Ankara’sında annem kamyon kullanan tek kadın şofördü.
Dr. Fuat Umay hem yuvaya gelir getirmesi ve Keçiören halkına hizmet vermek için bir ekmek fırını açmıştı. Buranın fırınına hem yuvanın, hem de halkın börek çörek tepsileri de götürülürdü.
En mutlu çocukluk yıllarım bu yuvada geçmişti. Bebekler için muhallebi ve peltelerin yapıldığı özel mutfak ilk uğrak yerimdi. Sonra yaşıtlarımla kahvaltı, oyun saatleri, piyanolu salonda müzik derslerini izleme, yemyeşil ve çiçekli kocaman bahçede koşturmacalar, dikiş atölyesine gidip, ablalarla sohbetler vb. Orası hepimizin gerçek eviydi. Her yıl çadırlarımızı alıp Abant’ta 15 gün kamp kurar; bütün işleri kendimiz yaparak izciler gibi yaşardık. Bunlar benim için unutulmaz günlerdi. Yıllar sonra bile yuva ablalarımız ve ağabeylerimizle bağlantımız sürdü; düğünlerine gittik, evlerinde kaldık.
Annem için dünya bir tarafa, her şey yuvaydı; Fuat Bey’den sonra yerine gelen DP milletvekili Osman Şevki Çiçekdağ’ın yönetim anlayışına dayanamadı ve istifa etti.
DAHA SONRA
Daha önce devlete yük olmayan ÇEK’in mali sorunları 1980’de başlar. Bu yıl kurumun genel başkanı Ali Rıza Zorluoğlu, ilk kez yardım için hükümete başvurur ve şöyle der: “Bugüne kadar devletimize yük olmadan bu şerefli görevi rahat yürüttük; ama bir yerde tıkandık, bunun kusuru da bizim değil. Bozulan memleket ekonomisi bizi bu duruma soktu.” Başbakandan bir yanıt alamaz.
Bu yurda ani olarak gidip hakikaten durumun anlatıldığı gibi olup olmadığını öğrenmek istedim.
(Yanıt yerine çocuk yuvalarına baskınlar, gazetelerde sayfa sayfa karalama yazıları ve o meşum karar.)
ÇEK 5 Mayıs 1981 tarihinde Sayın Evren’in başında olduğu Milli Güvenlik Kurulu’nun 51 no’lu kararıyla kapatılır: “Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Tüzüğü gereğince kurulmuş bulunan genel merkezi, il merkezleri, ilçelerdeki şubeleri ile bucak ve köylerdeki kolları feshedilmiştir.” Mayıs 1983’te yeni bir kanun kabul edilir: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu.
Özetle, çok büyük özverilerle kurulan ve yaşatılan bu kurumun 1980’e kadar devlete yük olmaması bile kendi başına çok önemli bir olgudur. Peki, Sayın Kenan Evren’in yurtları mükemmel hale getirdiğini iddia ettikten hemen sonra bu kurumu kapattırması nasıl açıklanabilir? Herhalde bir yanıyla Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi kimi kurumlar neden kapatıldıysa ÇEK de benzer nedenlerle kapatılmıştı. Ama bunun ötesinde, ÇEK’in çok önemli bir sosyal güvenlik kurumu olması gibi bir özelliği de vardı. Bu nedenle ÇEK’in kapatılışını 1980 sonrası, askeri yönetim altında Türkiye’ye IMF (ve ABD) tarafından dayatılan neoliberal politikalarla ilişkilendirmek mümkün. Artık devletin sosyal işlevleri, para ayrılmayarak güdükleştirilecek; her şey aslında hiç de serbest olmayan “serbest piyasa” dedikleri “piyasacılık” mantığına göre halledilecekti. Neoliberal politikalara göre parası olan talebiyle, sağlık ve eğitim dahil istediği bütün mal ve hizmetleri alabilecekti; neoliberal görüşe göre işsizlik ve yoksulluk kapitalist sistemin işleyişinin bir sonucu değildi; bunlar bireysel beceriksizlikler ya da tembellikten kaynaklanıyordu ve tabii “hayırsever zenginler ve cemaatler”den yardım alabilirlerdi.
Özetle, 1980 sonrası esen neoliberal küreselleşme fırtınasıyla birlikte, devletin sosyal işlevlerine karşı savaş açıldı. Bu fırtınada Çocuk Esirgeme’ye devlet bütçesinden yeterince kaynak ayrılmadı, işler doğru dürüst denetlenme olmaksızın taşeron firmalara havale edildi.

* Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , ,

Arşivler