Toplum Hekimliğine Gönül Verenler, Kurtuluş Savaşı’nda da, öncesinde de, sonrasında da, bulaşıcı hastalıkların o aşılmaz duvarıyla karşılaştılar. Osmanlı döneminde, dualarla, efsunlarla bulaşıcı hastalıklarla savaşacaklarını iddia edenler çoktu.
Ama TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılmasından sonra, hükümet, sağlık konusunu büyük bir titizlikle ele aldı. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele örgütü olarak gördüğü Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nı, hemen 1920 yılında kurdu. Dört dev bulaşıcı hastalık (Sıtma, verem, frengi ve trahom) başta olmak üzere bir çoğu ile savaşılmak ve baş edilmek zorunda kalındı.
Bulaşıcı hastalıklarla savaş bir ekip işidir. Başarı tek bir kişiye mal edilemez. Ama mutlaka her ekibin arkasında güçlü bir kişilik ve sürükleyici bir önder vardır. Bu yazımızda özellikle Rize’deki kancalı kurt (necator americanus) ve Edirne’deki tularemi ile mücadeleden; Dr.Asım Arar’ın yaşamının bu yönünden söz edeceğiz (Avşar F.Y., Koyuncu R., 2014 ; http:// www.journalagent.com/turkhijyen/pdfs/ THDBD_64_1_71_75.pdf)
Tularemi (Tavşan ateşi, avcı hastalığı), Türkiye’de ilk kez 1936 yılında gözlenmiştir. Trakya’da Lüleburgaz Askeri Garnizonu’nda ardından çevre köylerde görülmesi üzerine inceleme başlatıldı. Salgın hakkında epidemiyolojik anket ve bakteriyolojik inceleme yapıldı. Bu çalışmaya emek veren bir çok değerli hekim, bu çalışmalarını yayın olarak da sunulmuştur. Yayınlar içerisinde en çok yankı uyandıranı Dr. Asım Arar tarafından, Cemiyeti Akvam Hıfzıssıhha Şubesi’ne Eylül 1937 tarihinde verilen resmi rapordur.
Olguların bulaşma yolu önemlidir. İncelemeler üçte birinin gözden girdiğini ve ilk enfeksiyon noktasının göz gangliyonu olduğunu ortaya koymuştur. Diğer enfeksiyon odaklarının boyun ve koltuk altı olduğu gözönüne alınırsa, önemli bulaşma yolunun “yüz” olduğu kolayca anlaşılır. Askerlerin talim sırasında kene ve sinek sokmalarıyla hastalandığı; çevre halkının ve özellikle çocukların ise “tavşan, ada tavşanı, fare, köstebek, koyun, bıldırcın gibi” hayvanlar aracılığıyla hastalandığı anlaşılmaktadır (Gotschlich E,Berkin T. 1938).
Sözkonusu makale, tulareminin tanı koyma aşaması ile sınırlı. Tularemi mücadelesini içermiyor. Orada da tüm devlet örgütü ve ekip çalışması devreye giriyor. Özellikle kene vb kemirgenlerle mücadele, temiz su mücadelesi ve avcılıkta kedi-köpek kullanımının önlenmesi vb tularemide bugüne değin kullanılan önlemler arasındadır. Mücadelesi Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile benzerlik göstermektedir.
Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan saha rehberinde tularemi hastalığıyla ilgili yıllara göre vaka sayılarına da yer verildi. Bu hastalığa ilişkin tarihteki en yüksek veri 1936 yılında 150 ve 1953 yılında 200 hasta olarak kaydedildi. Yakın tarihte ise 1988 yılında Bursa’da 205 tularemi hastası olduğu, sonraki tarihlerde ise vaka sayısı dramatik oranda düşüş gösteriyor. Ancak 2004-2005 kışında hastalık yeniden ivme kazanıyor. Öyleki iki yılda bildirilen vaka sayısı 400’ü buluyor (http://www.haberturk. com/saglik/haber/621858-ev-kadinlaribuyuk-risk-altinda).
Rize’de yürütülen kancalı kurt (Necator Americanus) tanı ve mücadelesi de bir başka başarı öyküsüdür. 1936 yıllar Rize’linin en yoksul olduğu, çay tarımının ve artan gelirin henüz yaygınlaşamadığı bu dönemde, yaşam koşulları çok kötüydü. Rize’nin sıra dışı doğa koşulları da insanlara hiç yardımcı olmuyordu. Şöyle ki, hayvancılık yapılamadığı için, hayvan gübresi yerine insan gübresi kullanılmakta; kancalı kurt vb parazitlerden zengin insan dışkısı her tarafa yayılıyordu. Ortalama sıcaklık 22 derece ve nem %70. Kancalı kurt hastalığının barınabilmesi, çoğalıp, insana bulaşmasına çok uygun bir ortam oluşturmaktadır. Bunun üzerine yörede yaygın olan, çıplak ayakla gezme ve çalışma alışkanlığı, deri yoluyla parazitlerin insana bulaşmasını kolaylaştırıyordu. Hastalığın yaygınlığı dolayısıyla, çevre halkında kansızlık, zayıflık, karın ağrıları ve ishaller yaygındı.
1935 yılında Dr.Asım Arar tarafından, Uluslararası Halk Sağlığı Ofisi Daimi Komitesi toplantısına sunulan rapordan öğrendiklerimiz, Rize’deki (Çoruh ili) kancalı kurt mücadelesinin sonuçlarını ele vermektedir (Avşar F.Y., Koyuncu R., 2014). Dr.Asım Arar, aynı konuda yine “Daimi Komite”ye, Dr.Hüsamettin Kural tarafından 1931 yılında sunulan raporu hatırlatmaktadır. Hastalığın kaynağının, I.Dünya Savaşı’nda bölgeyi işgal eden Rus Ordusu’ndaki Çin’li işçiler olduğu tahmin edilmektedir. Rize’de hastalığın tüm bölgeye yayıldığı; ender görülen bazı köyler dışında, toplumdaki sıklığının %20-67 arasında olduğu anlaşılmıştır. Tıbbi tedavinin yanısıra koruyucu önlemler de alınmaya başlanmıştır.
Bölgedeki mücadelenin bu saptamanın hemen ardından hızla başlatıldığına değinmektedir. Mücadelenin belli başlı noktaları şöyle belirtilmektedir :
- Kancalı kurt hastalığının görüldüğü bölgenin sınırlarını çizmek,
- Harita üzerinde yoğunlaşma noktalarını işaretlemek,
- Hastalığın enfeksiyon düzeyini belirlemek,
- Hastalığın yaygın olduğu yörelerden başlayarak, hastalık tarafından istila edilmiş olan tüm bölgelerde sağlık önlemlerini almak,
- Enfeksiyon oranının %25’i geçmediği köylerde yalnızca ilgili hastalara uygun tedavi uygulamak ve yüzdelik oranının daha yüksek olduğu köylerde ise “herkes”etıbbi tedavi hizmeti uygulamak,
- Tedavi esasları,
- Hastalığın yayılmasını önlemek için önlemler (sağlık koşullarının iyileştirilmesi, gübre olarak insan dışkısının kullanılmasının yasaklanması, halk arasında hijyen kavramlarının yaygınlaştırılması gibi)
- Eğitim,
- İnsan gübresinin çok ucuz fiyatla kimyasal gübre kullanılması; insan dışkısınınfoseptikçukurlar aracılığıyla uzaklaştırılması; çukurlar dolduğunda kireç tozu tabakasıyla örtülmesi; köylülerden çıplak ayakla kesinlikle yürümemelerinin istenmesi.
Bütün bu çalışmalar sonuç vermiştir (Avşar F.Y., Koyuncu R., 2014). Ancak ülkemizde hala barsak parazitleri ile bulaşıcı hastalıklar önemli sağlık sorunları olarak sürmekte ve mücadelesi yapılmaktadır.
Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda Türkiye’nin iki büyük bulaşıcı hastalık sorunu vardı. Bunlardan biri verem diğeri sıtma idi. 1923 yılında İstanbul’da görev yaptığı sırada, Türkiye’nin ilk verem savaş dispanserini açarak, verem mücadelesindeki stratejiye çok önemli bir katkıda bulundu. Bilindiği gibi ileriki yıllarda VSD (verem savaş dispanserleri) bütün yurt yüzeyine yayıldı ve veremin geriletilmesinde başarılı roller üstlendi.
Bir diğer önemli sorun olan, halkın ve orduların kırılmasına yol açan sıtma, Cumhuriyet’in kurucularının en önemli gündem maddelerindendi. Nitekim, 1925 yılında toplanan ilk Tıp Kongresi’nin tek gündem maddesi sıtma idi. Alınan kararlar uygulamaya konuldu ve bu konuda bir çok kanun çıkarıldı. Dr.Asım Arar, 1925 yılından başlayarak Hıfzıssıhha Genel Müdürlüğü’nün yanı sıra ve Sıtma Mücadele Genel Başkanlığı görevini de üstlendi. Bu fırsattan yararlanarak sıtma mücadelesine de büyük katkılarda bulundu.
1920 yılında Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımı ve 1925 yılından başlayarak Mustafa Kemal Atatürk’ün ve eşi Latife hanımın doktorluğunu da yapan Dr.Asım Arar; 1925-1937 yılları arasında Hıfzıssıhha Genel Müdürlüğü’nü ve 15 Kasım 1937 ve 22 Ocak 1945 tarihleri arasında da Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı (Arar A. 1958). Bulaşıcı hastalıkları önemseyen ve öncelikleyen yaklaşımını burada da sürdürdü. O kadar ki, daha sonra kendisi gibi Müsteşarlık yapacak olan Prof.Dr.Nusret Fişek (1960-1966 yılları arasında) arasında geçen bir konuşma, bu konudaki kararlılığını ortaya koymaktadır. 1938 yılında, Türkiye’nin tek tıp fakültesi olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitiren Nusret H.Fişek, dahiliye alanında ihtisas yapmaktadır. O yıllarda dahiliye kürsüsünün başında ünlü mülteci Alman Profesör Erich Frank bulunmaktadır. Bu çalışmanın kendisine büyük bir katkıda bulunacağından emindir. Ancak, SSYB, kendisinin burslu okuduğunu ve branş seçiminin kendisinin yapacağını öne sürmektedir. Nusret Fişek, Ankara’ya gelerek, SSYB Müsteşarı Asım Arar ile görüşmek ister; bu isteği kabul edilir. Fişek, büyük bir haklılık duygusu ile, müsteşara, birinciliğin kendisine seçim hakkını verdiğini söyler. Müsteşar Dr.Asım Arar, sabırla Türkiye’nin şu anda bulaşıcı hastalıklarla büyük bir savaş içerisinde olduğunu; onun gibi başarılı doktorların “bakteriyoloji” alanında yetişmesine gereksinmeleri olduğunu söyler. Burslu olduğu için, Bakanlığın bu yönlendirmeyi, ne olursa olsun yapacağını bildirir. Bakar ki, karşısındaki, hala ısrar etmektedir. O zaman, Nusret Fişek’in yaşamına temel yapacağı bir ilkeyi söyler : “Sayın Meslektaşım, önemli olan meslek ya da branş değil, insanın savaş verdiği noktada elinden gelenin en iyisini yapmasıdır. Senden bakteriyoloji alanında beklediğimiz de budur. Yolun açık olsun.” (Nusret H.Fişek, kişisel iletişim).
Dr.Asım Arar, ilk ve orta öğrenimini, babası** ünlü din bilgini Manastırlı İsmail Hakkı’nın kurduğu okulda; lise öğrenimini Vefa Lisesi’nde tamamladı.1911 yılında Darülfünun Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Dahiliye asistanlığına atandı. Daha sonra Almanya’da dahiliye ve hıfzıssıhha alanlarında eğitim gördü. Dönüşünde, savaş yıllarında çeşitli çalışmalar yaptı ve IV.Ordu Komutanlığı tarafından “Hüsnü Hizmet ve Sayü Gayretine Binaen” harp madalyası aldı. Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçti. Hıfzıssıhha Genel Müdürlüğü ve ardından Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı’nın yanında, 1926-1946 yılları arasında Kızılay Genel Sekreterliği görevini yaptı. Çok iyi derecede Fransızca ve Almanca biliyordu. Bir çok uluslararası kongrede görev aldı ve Montreux Konferansı’na Sağlık Danışmanı olarak katıldı.
1925 yılından başlayarak Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nda gördüğü hizmetlerle, ülkemizde, kamu sağlık hizmetlerinin çağdaş ilkelere göre düzenlenmesinde ve genel olarak sağlık konusu ile ilgili çalışmaların, özellikle de eczacılığın ve yerli müstahzar sanayiinin gelişmesinde büyük emeği geçmiştir (Arar İ., 1958 : Önsöz).
1955 yılında İstanbul’da yaşama veda etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülmüştür.
Kaynaklar :
- Avşar F.Y., Koyuncu R. (2014): Tarihin Tozlu Sayfalarından Rize’de Sağlık – Çınar Eğitim ve Kültür Yardımlaşma Derneği Yayını.
- GotschlichE,Berkin T. (1938) : 1936 Yılında Tülaremiye Ait Yapılan Epidemiyolojik ve Bakteriyolojik Araştırmalar – Türk Hıfzıssıhha ve Tecrübi Biyoloji Mecmuası 1.Cilt 1.Sayı. (Erişim : http:// www.journalagent.com/turkhijyen/pdfs/ THDBD_64_1_71_75.pdf)
- http://www.haberturk.com/saglik/ haber/621858-ev-kadinlari-buyuk-riskaltinda
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Ismail_Hakkı_Arar
- Prof.Dr.NusretH.Fişek ile Kişisel İletişim.
- Yavuz Salih Sabri (2003) :İslam Ansiklopedisi, Cilt 27, Türk Diyanet Vakfı Yayını.
- Arar Asım (1958) :Son Günlerinde Atatürk –Dr.Asım Arar’ın Hatıraları, Selek Yayınları.
- Arar İsmail (1958) :Son Günlerinde Atatürk –Dr.Asım Arar’ın Hatıraları (kitabına oğlu*** tarafından yazılan önsöz), Selek Yayınları.
* Cumhuriyet Aydını Dr. Asım Arar’ın portresinin hazırlanmasında bize büyük destek veren Rize’li araştırmacı-yazar Recep Koyuncu’ya sonsuz teşekkürler.
** Babası : Dr.Asım Arar’ın babası ünlü din bilgini Manastırlı İsmail Hakkı’dır. Aslen Konyalı olan Manastırlı İsmail Hakkı’nın dedesi, “Vakayı Hayriye” sırasında Manastıra kaçmış ve burada ailesi “sancaktarzade” olarak anılmıştır. İlköğrenimine Manastır’da başlayan İsmail Hakkı, daha sonra İstanbul’a geçerek eğitimini burada tamamlamıştır. Ayasofya, Fatih, Dolmabahçe, Valide Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmed Camilerinde kürsü şeyhliği yaptı; vaazlar verdi. Eyüp Askeri Rüşdiyesi, Askeri Tıbbiye, Mekteb-i Mülkiyye ve Darülfünun’da müderrislik yaptı. Müderrislik görevleri dolayısıyla, dördüncü rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllendirildi ve 1908’de Meclis-i A’yan üyeliğine seçildi. 1912 yılında Anadolu Hisarı’ndaki evinde yaşama veda etti (Yavuz S.S., 2003). *
** Oğlu : İsmail Hakkı Arar (1921 – 20 Mart 1993) Siyasetçi, hukukçu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. 1948-1965 yılları arasında İstanbul Barosu’nda başkan yardımcılığı yapmıştır. 1965-1973 yılları arasında 2.(XIII.) Dönem Kocaeli, 3.(XIV.) Dönem İstanbul Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak TBMMde çalışmıştır. Adalet Bakanlığı (26.3.1971- 11.12.71), Milli Eğitim Bakanlığı (11.12.1971-22.5.1972) ve Devlet Bakanlığı (22.5.1972-15.4.1973) görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980’den sonra Danışma Meclisi’nde M.G.K.’ca Seçilen Üye (15 Ekim 1981 – 6 Aralık 1983) olarak görev yapmıştır. Evli ve bir çocuk babasıdır. Cumhuriyet dönemi ile ilgili pek çok yazılı eser bırakmıştır (https://tr.wikipedia. org/wiki-Ismail_Hakkı_Arar).