TOPLUM HEKİMLİĞİNE GÖNÜL VERENLER – 12 OSMAN NURİ KOÇTÜRK İLE ANILARIM

 

Koçtürk çalışanların beslenme sağlığı için tüm yaşamını vermiş bir bilimciydi.Ben kendisi ile yaşamımın en verimli dönemlerini birlikte geçirme şansına sahip oldum. Anılar denizinde Koçtürk hoca ile yaşananlar unutulur mu?

Kendisini üniversiteyi bitirdikten sonra Genel-İş Sendikasında çalıştığım yıllarda tanıdım. Sendikada eğitim ve araştırma görevlisiydim. Birçok öğretim elemanını eğitimlere davet ediyorduk. Ancak birkaç kişi vardı ki sürekli eğitim kadrosundaydı. Bunlardan biri de o zaman Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk idi. Sendikal eğitim süreci içinde tanıdım kendisini. Birlikte Ankara dışında birçok kentte birçok sendikal eğitimlere gittik. Derslerini çok dinledim. Her seferinde kendisini yeniden dinlemek ayrı bir zevk veriyor, her dinlediğimde yeni bir şey öğreniyordum. Yaşça benden büyüktü; büyüğümdü. İki metreye yakın boyu, iri gövdesiyle ve kilosuyla deyim yerindeyse dağ gibi de bir adamdı. Kalın ve tok sesi algı uyandırıcıydı, etkileyiciydi. Nedense hep açık renk takım giysi giydiğini anımsıyorum. Hep kravatlıydı. Açık sözlü, düşündüğünü ve doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, konuşkan ve karşısındakine saygıyı sadece gösteren değil, saygı duyduğu belli olan biriydi.

Anlatımlarını, verdiği bilimsel bilgilerini yaşanmış uygun anılarla süslemesi anlattıklarını unutulmaz kılıyordu. Örneğin arabayla gittiğimiz yollarda “Yolumuz uzun, vaktimiz var” diyerek anlattığı anılar bende bilgi birikimi sağlardı. O bilgileri yeri gelince hala kullanırım.

Ana konusu beslenmeydi. Ancak ülkenin beslenme alışkanlıklarını, beslenme ağırlıklarını, tahılı, eti, sütü ülkemizin gıda emperyalizmi kavramı altında açıklıyor ve bilmediğimiz birçok gereklilikleri su yüzüne çıkartıyordu. Gıda emperyalizmine karşı tekbaşına savaşçıydı. İnandığı doğru, yabancı emperyalist ülkelerin Türkiye halkının zekâsını ve kültürünü bile olumsuz etkileyecek bir gıda politikasını Türkiye’ye dayattıklarıydı. Türkiye halkına karşı gıda konusunda emperyalist bir komplo yürütülüyordu. Koçtürk basit ve şükran duyulası süt tozu yardımının bile arkasında emperyalist güçlerin çıkarlarının yattığı düşüncesini tüm topluma ulaşacak yöntemlerle dillendiriyordu. Bu Türkiye’de bir ilkti ve dönüm noktasıydı.

Bunun gibi gene ABD’den ithal edilen soya ile Türk halkının sağlığı ile oynandığı savıyla Türkiye’yi uyandırmaya devam etti. Sağlıklı zeytinyağı cenneti olan bir ülkeye yapay soya yağı satılmasının anlamsızlığına vurgu yapıyordu. Bu mücadeleler sonunda soyanın insan sağlığına zararları da gene yıllar sonra kesinkes ortaya çıktı. Soya yağı gündemden düştü.

Bunun gibi Anadolu’da tarımsal üretimin arttırılması için aydınlatıcı yazılar yazarken üretimin arttırılması için tarımsal alanda kullanılan ilaçlara karşı da (örneğin DDT) savaş açmış, insanları zehirlediği uyarısını yapmıştır. Bugünkü GDO’lu besinler, hormonlu besinler ile yapılması gereken mücadele için tarım ve beslenme konularıyla ilgili bir profesör ortaya çıkmamaktadır. Koçtürk Hoca bugün yaşasaydı neler anlatmazdı ki, demek geliyor içimden…

Bir başka mücadelesi de Türk halkının çokaz et yediği konusundaydı. Koçtürk Hocam Genel-İş Sendikasında yaptığı ve benim de yardımcılığını yaptığım bir et araştırmasıyla dikkatleri Türk halkının çok az et yemesi, daha çok tahılla beslendiği gerçeğine ilk dikkat çeken bilimci olmuştur.

Hocam anlatıyordu: “Ben küçükken köyde su birikintisi içinde oturan bir camızın koşarak gelip sırtına basarak suyun karşı tarafında geçiyordum. Siz oturan bir aslanın sırtına basıp karşı tarafa geçebilir misiniz? Anında pençesini atar, kapar ve parçalar!” Bu anekdotla et yiyenlerin çevik, tahılla beslenen hayvanların ağırkanlı ve yavaş olduklarını anlatmak istiyordu. Böyle öyküleri çoktu. Et yiyenin zeki, tahıl yiyenin aptal olacağını söylüyordu. Çocuklarınıza yeterince süt içirin, yumurta yedirin, zekaları gelişsin diye çırpınıyordu. Anadolu’da bir eğitimde genç yaşına karşın kamburu çıkmış, algısı zayıf, yanakları ve alt dudağı sarkmış, bir gözü kaymış, bir gözü yarı kapalı, yağlı ve yusyuvarlak bir şişmanlığa sahip genç irisi yoksul birinin en ön sırada dinlerken, konunun değişmesinden 5-10 dakika sonra “Ne yani biz hergün makarna yiyok, aptal mıyız yani?” diye tepki verdiğini tüylerim diken diken dinlemiştim.

O tarihlerde hele beslenme gibi konularda çeşitli yayınlar çıkartmak cesaret işiydi. Hocamın kitapları alınıyor ve okunuyordu. Zamanın önemli yayınevleri kitaplarını basmak için sıraya giriyordu. Çok üretkendi. Kitaplarından herbiri beslenme ve besin endüstrisi üzerine yapılmış çalışmalardı. Okunur kitaplardı. 1970 yılında ilk baskısı yapılan “Açlık Korkusu” en çarpıcı ve yaygın okunan kitaplarından biriydi sanırım. Piyasada yayınlanan kitaplarının yanısıra sendikalar ve işçiler için de aynı konularda ince kitaplar yazıyor, bu kitaplar işçiler tarafından okunması için sendikalar tarafından yayınlanıyordu. Örneğin “İşçiler, Sendikacılar ve Beslenme” adlı kitabını Genel-İş ve Ges-İş birlikte basmışlardı (1967). “Türk Halkının Beslenme Sorunu” adlı ince bir kitabı Türkiye Öğretmenler Sendikası tarafından eğitim el kitabı olarak yayınlanmıştı (1969). Bu kitaplarıyla zamanın sol ve sağ taraflarda birbirleriyle mücadele eden gençlere ve gruplara Türkiye için, Türk halkının sağlığı için mücadele vermelerini, dikkatlerini beslenme ve besin sorununa vermelerini mesajlıyordu. Sağ kanattaki gençlerin gıda emperyalizmi konusunda bilinçlenmelerine çabalarken, sol kanadın da ideolojik savaşımlarını Türk halkının, Anadolu halkının beslenme ile başlayan sorununa ilgi duymalarına çaba harcıyordu. Örneğin “Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi” adlı kitabı (1966) diğer tüm kitapları gibi içinden halk sevgisi fışkıran, bu toprağın insanını savunan ve dış baskı ve sömürge girişimlerine karşı halkı uyandırmaya çalışan kitaplarından biriydi.

Koçtürk’ü yakından tanımak sürekli aydınlanmaktı. Kendisini tanıdıktan sonra geçmişiyle daha çok ilgilenme merakım arttı. Halkı uyandırmak ve yazmak için ordudan ayrılmıştı. Çeşitli kamu kurumlarında çalışırken yaptığı bilimsel, açık mücadelesinden rahatsız olan hükumetlerce kamu görevlerinden alınmıştı. Ama onun yazma hızı giderek arttı ve 60’ın üzerinde kitabı, binlerce makalesi, sayısız konferansı ve radyo konuşması ile toplumda zamanında çok önemli bir yer yaptı. Akademik dürüstlüğü bu durumda Ankara Üniversitesinde uzman kadrosuna alınmasında etkili oldu. Ama derse girmesi istenmiyordu. Ve bilimsel aşamasını da profesörlükle tamamlayamadı. Bugün bir tek kitabı olmadan profesör olunan bir ülkede 60’ın üzerinde kitapla profesör olamaması acı bir gerçektir. Baş ve boyun eğmedi. Yazdı, mutlu oldu. Kimseden özel bir statü istemedi.

Anıları arasında anlattığı bir hoş anekdot da şuydu. Siyasetçilerin ve gazetelerin dilinde üç Osman vardı. Tırt Osman (Osman Bölükbaşı), Asfalt Osman (Osman Kibar) ve Tarhana Osman (Osman Nuri Koçtürk). Bunu anlatırdı ama ne bu espriye üzüldüğü, ne gereksiz bir gurur konusu yaptığı görülürdü. Kendisine yapılan takılmaları olağan düzeyde karşılayacak kertede kendisiyle barışık bir insandı. Tarhana Osman’ı tüm Türkiye tanıyordu. Tarhana Osman lakabı et yiyemeyen yoksullara en besleyici ve ucuz besin olarak tarhana çorbası içmelerini önermesi üzerine verilmişti. Tarhana besleyiciydi. (Ek bilgi: Tırt Osman zamanın meşhur siyasetçisi Osman Bölükbaşı’ya TRT Genel Müdürü ile çok uğraşması ve TRT’yi Tırt diye alaya alması üzerine, Asfalt Osman da zamanın İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar’a İzmir’in her tarafına asfalt dökmesiyle meşhur olması üzerine takılmıştı.)

Makam için, yükselmek için yaşamı boyunca ne parti başkanlarına, ne üniversite rektörlerine, ne bakanlara, genel müdürlere müdana etmiştir. Çetin Altan’ın meşhur sınıflandırmasıyla önemli insan değil değerli insan olma yolunda yürümüştür. Ülkeye iki çocuk ve binlerce sayfa yazı üretmiş ve bırakmıştır. Ordudan kendi isteğiyle ayrılması, daha sonra beslenme mücadelesi nedeniyle kamudan uzaklaştırılması, üniversitede ders verdirilmemesi, milletvekili yapılmaması gibi yalnızlaştırılma uğraşları içinde binlerce insana ulaşıp kendisini ve düşüncelerini anlatmasıyla Türk bilim ve siyaset tarihinde yer edinmiştir. Üstüne üstlük 12 Eylül döneminde sendikalarda çalıştığı için kısa süre de olsa 62 yaşında cezaevine alınması ve orada yıpratılması haketmediği bir davranış idi. Sanıyorum o yaşında içine sindiremediği bu cezaevi olayının etkisiyle kırgın ve küskün şekilde evine kapanma sürecine girmiştir. Ancak yazmayı sürdürmüştür. Anlaşılmadığını düşünmeye başlamıştı. Ancak onun o zamanki toplum üzerinde yaptığı aydınlatıcı gücün bugüne uzanan birkaç kuşağı olumlu etkilediğini düşünüyorum.

Türkiye’yi beslenme konusunda uyaran ilk Cumhuriyet kuşağındandır. Beslenme politikalarını, çevre sorunlarını, biyopolitikayı halkın gündemine sokmayı başarmış, bu ağır anlaşılan konuları güncelleştirmiş, uzun bir dönem güncel popüler bir kişilik olarak gözlerde ve dillerde yer edinmiştir. Bugün çok sayıda profesöre örnek olacak bir bilimsel dürüstlük ve üretkenlik içindeydi. Bilimsel doğrularından şaşmadan halkı savunmaktan bir an bile geri kalmamıştır. Yurdunu, ülkesini, insanı seven ve kendisini bu ülküye adamış bir kişilikti.

Üretken, insan canlısı Koçtürk Hocam 1918 doğumlu olduğuna göre ve 1978 ve ertesi yıllarda beraber olduğumuza göre birlikte olduğumuz yıllarda 60 yaşındaydı. 1994 yılında 76 yaşında ziyaret ettiğim evlerinde öldü. Dinç ve enerjikti. Erken rahmetli olmasını fazla kilolarına bağlamak geçiyor içimden. Tek başına dimdik mücadelesini sürdüren bir düşünce silahşörüydü.

* Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , ,

Arşivler