Abdülkadir Yücel. Bir veteriner. Yaşamını hayvanlara ve hayvanlardan geçen hastalıklara ve bunların önlenmesine adamış bir sağlıkçı.
Yaşamı boyunca hep dikkat çekmiş. İyi niyetli olanlar onun ileri gitmesi için omuz vermiş; kötü niyetliler ayağını kaydırmak, başarısız olması için uğraşmışlar.
Yaşam onun için sanki bir mehter yürüyüşü olmuş. Ama toplumu için birçok başarıya imza atmış; yakın çevresini saran halk içinde sevgi ve saygı duyulan kişi olmuş.
İlk dikkati çekişini kendisi şöyle anlatıyor (1) : Ankara’da Tarım Bakanlığı’na bağlı Etlik Veteriner Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü’nde çalışıyordum. “Bir gün şefim, bir laboratuvara bir şef odasına girip çıkıyordu. Kendinde öfkeli bir hal vardı. Durup dururken patladı. Abdulkadir bey, saat 11.00’e geliyor. Serum hayvanlarından daha ne zaman kan alacaksın?” diye gürledi. 11 hayvandan üçer silindir 33 litre kan çoktan alınmıştı. “Alındı” diye yanıtladım.
– Ne dedin?
– Kanlar alındı efendim.
– Hani? Masamın üzerindeki kanları gösterdim.
– Bu olağanüstü bir şey dedi. Senden öncekiler bu işi bir iki gün içinde yaparlardı dedi. Hatta bir iki hayvanımız var, onlara hiç ilişmezlerdi. Kolumdan tuttuğu gibi Enstitü müdürüne götürdü. Kapıyı vurup içeri girdik. Şefim müdüre dedi ki :
– Böyle bir asistan bu müesseseye bugüne kadar gelmedi dedi.
Olayı anlattı. O da Ankara’nın Solfasol köyündendi. Hemşehrim çalışkandır dedi.
Enstitü’de, küçük bir odada yatıp kalktığı için, gerek laboratuvar hayvanlarının ufak tefek gereksinmelerini gidermekte; gerekse henüz kırsal bir görüntüde olan Etlik’teki hayvan sahiplerine yardımcı olmaya başlamıştım.
Hayvan sahipleri bu yardım işini müdür beye öve öve anlatınca, bu da müdürü mutlu eden olaylardan biri olmuş. Kendimi geliştirmek için kurduğum hayallerden biri Fransa’ya Pasteur Enstitüsü’ne gitmekti. Bunun için, Ankara’daki bir Alman hocadan Fransızca dersleri almaya başlamıştım bile.
Abdülkadir Yücel’in önüne iyi ve kötü niyetliler çıkmayı sürdürmüş. Bunları ayırt etmek, ayrıca takılan çelmelerle mücadele etmek kolay değildir. Ama bu, insanlara güvenmemeyi de unutturmamalıydı. Hele bir öğrencinin, kendi bakış açısıyla yetinmesi, her zaman iyi sonuçlar vermezdi. Öğretmenlere de güvenmek gerekirdi.
Sonunda, devletin sağladığı olanakla, 1950 yılında Fransa’nın yolunu tuttum. Ve iki yıl Pasteur Enstitüsü’nde mikrobiyoloji ve seroloji kurslarına devam ettim; büyük bir hevesle mikrobiyolojinin tüm dallarında çalışmaya, olabilen her şeyi öğrenmeye çalıştım. Öğretilenler içinde en çok ilgimi şarbon, ruam ve bruselloz hastalıkları çekiyordu. Ama doktora yapmak istediği Prof. Verge, bana Riketsia üzerine bir doktora tezi yapmamı önerince kabul etmedim; üstelik de okula yatıracağım harç parası yüksek gelmişti. Kendisi şöyle diyor : “Meğer adam babalık yapıyormuş … Onun koruyucu melekliğinin derecesini anlayamadım. Türkiye’de fesat insanlar karşısında doktoramın mümkün olamayacağını bilemedim”.
Onun çalışkanlığından etkilenenlerden biri de Prof. Pervot’tu. Abdülkadir Yücel, ondan, “izolman ve identifikasyon” tekniklerini öğrenmiş. Prof. Pervot, ona, yine Pasteur Enstitüsü’nde serum ve anatoksin üretimini öğrenmesini önermiş. Sonra seni FAO’ya uzman olarak gönderebiliriz demiş. Ama bu girişim de, Türkiye’deki tarım bakanlığı yetkililerinin onun burs süresini uzatmaya yanaşmamaları dolayısıyla gerçekleşememiş.
Türkiye’ye dönüşünde, kötü niyetlilerin ona karşı girişimleri de çoğalmaya başlamış. Çok iyi bildiği “tanı koyma” konusunda çalıştırmak yerine, “tetanos” laboratuvarına vermişler. Orada başarılı olunca, henüz ihtisasını tamamlamadan, terfi ettirerek ve laboratuvarı ile birlikte Elazığ’a sürmüşler. O kadar apar topar göndermişler ki, laboratuvar hayvanları ancak iki yıl sonra Elazığ’a ulaşabilmiş (Bakteriyoloji ihtisasını ancak 26 Aralık 1961’de alabilmiş).
Ama Elazığ onun yaşamında, yine çalışkanlığı sayesinde, bir çok işi bir arada yapabildiği, kendisini çevresine kanıtlayabildiği ve üstelik de para kazanabildiği bir dönem olmuş. Önce iyi fransızca bildiği için, lisede fransızca derslerine girmeye başlamış. Ardından Asker hastanesi, Devlet hastanesi, Akıl hastanesi, SSK hastanesinde ek görevle laboratuvar çalışmalarını yürütmüş. Kendisi de özel bir bakteriyoloji tahlil laboratuvarı açmış. Çevre halkın hayvanlarının bakım ve sağlığı ile yakından ilgilenmiş. Tanı alanında önemli başarılara imza atmış (Kutu No.1).
Kötü niyetli kişiler durmadan Abdülkadir Yücel’in kuyusunu kazmayı sürdürmüşler. Elazığ’dan Diyarbakır’a tayin etmeye ve onun huzursuz etmeye çalışmışlar. Sonunda Tarım Bakanlığı’ndan ayrılarak Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Okulu’na geçmiş. Eleştirel yaklaşımı ve saptamalarının doğru çıkması, yine dikkatleri çekmesine neden olmuş. Bu kez Numune Hastanesi’nin yanındaki 3 No.lu Verem Savaş Dispanseri’ne iki yıllığına geçici görevle gönderilmiş.
Bu noktada hala doktorasını alamamıştır. Çıkarılan engelleri bir türlü aşamamıştır. Ama Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, onun ihtisas yapmış olmasını temel alarak doçentlik sınavına girmesine ve sonunda da doçent olmasına olanak sağlamıştır (23 Kasım 1971, Mikrobiyoloji).
Abdülkadir Yücel çalışmalarını soluksuz sürdürmüştür. Gözlemleri ve araştırmacı heyecanı onun mesleki yaşantısına yön vermiştir. 1983’te milletvekili adayı olmak üzere kamu görevinden emekliliğini istemiş ve partisi seçimlere sokulmayınca da, Niğde-Aksaray’da Laboratuvar açıp, çalışmalarını burada sürdürmüştür. 1998’de geçirdiği trafik kazası sonucu sakat kalan Doç. Dr. Abdülkadir Yücel, Ankara’da yaşam mücadelesi vermektedir.
***
TANI ALANINDAKİ BAŞARILARI
- 1954’te Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’nde görülen bir salgında ilk kez koyunlarda Salmonella reading’e izole etti.
- 1960’da filaryozis -fil hastalığı- tanısını koydu (Pasteur Enstitüsü’nden profesörler Prof. Dr. Derchierin ve Prof. Dr. Gidoux ile incelemeye sürdürerek bir uluslararası yayın haline getirmişler).
- 1960 yılında at vebası hastalığı Irak sınırından Türkiye’ye girdi. Silopi’de tanısı konulmuş, Dicle ve Fırat boylarını kasıp kavurarak Elazığ’a ulaşmış. Derken Hastalık Doğu Anadolu’ya yayılmış. Yücel önce hastalığın sineklerle bulaşması dolayısıyla, sinek ilacıyla atları korumaya çalışmış. Gördüklerimle bildiklerimle bir aşı hazırladım. Çok başarılı oldu. Kars’tan İskenderun’a çizilen hattın doğusunda kalan tüm bölgeyi geniş bir ekiple canla başla çalışarak aşıladık. Edirne’den Muğla’dan hatta Çanakkale’den Konya’dan gelip aşıyı alan veterinerler oldu. Böylece salgının önüne geçildi.
- 1962’de Maraş ili Karbasan köyünde sığır ve keçilerde ölümlere yol açan Listerozis hastalığının tanısını koydu.
- Bakteriyofajların tedavide kullanımı üzerindeki çalışmalarım, 70-80 hasta üzerinde denenerek başarılı sonuçlar verdi. Sağlık Dergisi’nde yayınlandı. Bu sonuçları bir de Fransa’da Tıp Akademisinin Dergisi’nde yayınlatmak istedim. Ama Prof. Nicole’ün art niyetli engeline takıldı. Pasteur Enstitüsü’nden tanıdığım ünlü bilim kadın Madam Guellin’in çabaları da sonuç vermedi. Sonunda Madam Guellin aracılığıyla yazım Sovyetler Birliği Bilim Akademisi’nin dergisinde yayınlandı.
- Bdello-Vibrio -mikrop yiyen mikrop- konusunda bir yazım mirobiyoloji dergisinde 1975 yılında yayınlanıyor. Ayırdığım bir Suş, Fransa su arıtımında deneniyor. Ad olarak da Ankara-Prof. Yücel yazmışlar. Bu Suş, dünyada var olan suşların en güçlüsüymüş.
- Antalya üzerine iki TUBİTAK araştırması yaptım. Birincisi, deniz kıyı sularında bulunan ve bakterisid gücü yüksek olan mikrovibrio’ların izolasyonudur. Bunu 1978 Antalya’da Uluslararası Mikrobiyoloji Kongresi’nde sunduk ve Madam Guellin ile birlikte Fransa’da Roscoff Deniz Araştırma Enstitüsü’nde yayınladık. İkinci TUBİTAK çalışmam, Antalya’nın zemininin mağaralardan oluştuğunu ortaya çıkardı. Böylece kanalizasyon atıklarının bu mağaralar yoluyla denize ulaşması engellendi (Önce belediye tarafından iki septik çukur, bir rögar, bir doldurma kuyusu yapıldı ve bu yaygınlaştırıldı. Ardından 1998’de kanalizasyon sistemi kuruldu). Bu çalışmamı da 1978’de Antalya’daki uluslararası kongrede sundu.
- Bu araştırmalar benim deniz mikrobiyolojisi alanında yetkinleşmeme neden oldu. Antalya Belediyesi, Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı ve TUBİTAK ile birlikte bir Deniz Araştırma Laboratuvarı kurmak üzere görevlendirildim. Ama hem 12 Eylül askeri darbesiyle Belediye Başkanı’nın görevden uzaklaştırılması ve hem de TUBİTAK’taki proje sorumlusunun ölümü ile işler yavaşladı ve çıkmaza girdi.
- Daha sonra Tuz Gölü’nün, çevrede kullanılan tarım ilaçlarından dolayı cıva ile kirlenmesi ve giderek bir septik çukura dönmesi üzerine çalıştı. TUBİTAK ile anlaşamayınca Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Okulu ile çalıştım. Verdiğimiz “zararlıdır” raporları göz ardı edilmekte.
* Bu yazı için Doç. Dr. Abdülkadir Yücelin yazdığı yaşam öyküsünden yararlanılmıştır.
** Bu yazının ortaya çıkmasındaki katkılarından ötürü, Vet. Dr. Naci YAMAN’a teşekkür ederiz.
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)