Temel Bir İnsan Hakkı Olarak Çalışma Hakkı Kadınlar Nasıl ve Hangi Koşullarda Yararlanıyor?

 

İnsanlar en eski çağlardan bu yana yaşamlarını sürdürmek, beslenme, barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmış, tarımla ve hayvancılıkla uğraşmış, yanı sıra ticaret yapmıştır.  Kadınlar günlük yaşam için çalışmanın yanı sıra çocuk doğurmuş, bakmış, büyütmüş, hastaların ve yaşlıların bakımını üstlenmiştir. Sanayileşme öncesindeki dönemde ekonomik faaliyetler esas olarak tarımsal üretime dayanmakta, köylüler toprak sahiplerinin tarlalarında onlar için çalışmaktadır. Ev veya aile içinde kadın ve erkek birlikte yapılan üretim satış için değil, kendi ihtiyaçlarını karşılamak içindir. Çiftçi ailesinde karı koca arasındaki iş bölümüne göre kadınlar, ev hayvanlarının bakımıyla birlikte ev ve bahçeden sorumludur. Çocuklara ve hastalara bakmanın yanı sıra dikiş dikmiş, yün eğirmiş, ekmek pişirmiş, diğer gıdaları hazırlamışlardır.

Buhar makinesinin icadı ve üretimde kullanılmaya başlamasıyla 18. Yüzyıl sonlarından itibaren fabrika sistemi kurulmuştur. Tarlalardan kovulan ve kentlere gelen köylüler fabrikaların işgücü kaynağı olmuştur. Kadın ve erkek günde 14-16 saate varan çalışma süreleriyle, çok düşük ücretlerle çalıştırılmış, anneyle babanın kazancı aileyi geçindirmeye yetmediği için çocuklar da fabrikalara, madenlere girmişlerdir. Fabrikalarda uzun saatler çalışmanın kadın sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, sakat ve ölü doğumların artması, kadınların çalışmasına karşı tepkilere yol açmıştır. Kadının ücretli çalışmasının onun annelik ve ev kadınlığı görevlerini yerine getirmekten alıkoyacağı düşünülmüştür. Karşı çıkış kadınların çalışma koşullarını iyileştirmek yerine tüm toplumsal sınıflardan erkeklerin kadınların çalışmasına itiraz etmesi, erkeklerin örgütlü olduğu sendikaların ve meslek birliklerinin bunu desteklemesi ve devletin kadınların çalışmalarını kısıtlayıcı düzenlemeler yapması ile sonuçlanmıştır.  Kadınların esas olarak ev içindeki günlük ev ve bakım işlerinden sorumlu tutulması, gelir getirici çalışmaya katılmaktan alıkonması, kısaca kadının emeği üzerindeki denetim, kadınlar üzerindeki erkek egemenliğinin (patriarkanın) maddi temelini oluşturmuştur (Hartmann, 1992, s.142). Erkeklerin gelir getirici faaliyetlerde bulunmak üzere iş dünyasında yer alması, kadınların ise evde kalarak aile için yaşaması “doğal” bir iş bölümü olarak sunulmuştur. Bu iş bölümü evde kalan kadınları erkeklere ekonomik açıdan bağımlı kılarken, çalışma yaşamına girebilen kadınların sadece belli tür işlere uygun ve ucuz bir emek kaynağı olarak görülmesine imkan tanımıştır. Kadınlar 18.yüzyıldan başlayarak erkeklerle eşit haklara sahip olmak için mücadele etmişlerdir. Çünkü piyasa ekonomisinde çalışma hakkından yoksun kalmak, çalışmayla bağlantılı tüm ekonomik ve sosyal haklardan da yoksun kalmak anlamına gelmektedir.

Ayrımcılığa Karşı Mücadele

Cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı açıkça tavır alınması 20. yüzyıldadır. Bu yüzyılda peş peşe yaşanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yeryüzündeki insanlara büyük felaketler getirmiş ve savaşların ertesinde ülkeler arasında ve toplumların kendi içinde barışı tesis etmek için işbirliklerini artırmak üzere uluslararası örgütlenmeler önem kazanmıştır. 1946’da Uluslararası Çalışma Örgütünün Anayasasına eklenen Filadelfiya Beyannamesinin ilk maddesinde, emeğin bir meta olmadığı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sürekli ilerlemenin temeli olduğu, yoksulluğun her yerde refaha tehlike oluşturduğu, her ülkede işçi ve işveren örgütlerinin hükümetlerle eşit statüde özgür tartışma ve demokratik kararlara katılması ilkelerine yer verilmiştir. Beyannamenin ikinci maddesinde barışın ancak sosyal adalete dayanarak sağlanabileceği, bunun için ırk, inanç ve cinsiyetleri ne olursa olsun, bütün insanların, özgürlük, onur, ekonomik güvenlik ve eşit fırsatlar içinde kendi maddi refah ve manevi gelişmelerini gözetme haklarının olduğu teyit edilmekte ve bunun ulusal ve uluslararası politikaların temel amacı olması gerektiği belirtilmektedir. Bu beyannamedeki ilkeler daha sonraki beyanname ve sözleşmelerin temelini oluşturmuştur.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Bildirgesi)

Özellikle İkinci Dünya Savaşının büyük yıkımından sonra daha yaşanabilir bir dünya yaratmak için 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi BM Genel Kurulunda kabul edilerek, haklar kurumsal ve küresel düzeyde tanınmıştır.  Beyanname Türkiye’de TBMM tarafından 6 Nisan 1949’da kabul edilmiştir.  Beyanname insan haklarına kapsayıcı bir bakış getirmekle birlikte bağlayıcı nitelikte değildir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin temel normları eşitlik, dayanışma ve ayrımcılık yasağıdır. 2. Maddesine göre “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.”  Söz konusu normlar çalışma hakkıyla ilgili maddelerde de herkes açısından geçerli olarak tanımlanmış ve adaletli ve insan onuruna yakışır bir yaşam için eşitliğin, elverişli koşullarda çalışmanın ve işsizlikten korunmanın öneminin altı çizilmiştir.

Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (Tasfiye Edilmesi) Sözleşmesi (CEDAW)

BM bünyesindeki Kadının Statüsü Komisyonu genel insan hakları çerçevesinin (İnsan Hakları Beyannamesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi) kadınların insan haklarını korumada yeterli olmadığı saptamasından hareketle bütünlüklü tek bir Sözleşmenin hazırlanması çalışmasına 1960’ların ortasında başlamıştır. 1967’de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiyesi Beyannamesi kabul edilmiştir. 1970’li yıllarda dünya çapında güç kazanan kadın hareketlerinin de talepleriyle tavsiye niteliğinde olan Beyannameden bağlayıcı olan bir Sözleşmeye geçiş için çalışmalar sürdürülmüştür. 1975 yılında ilk kez toplanan Uluslararası Kadın Yılı Dünya Konferansında böyle bir Sözleşme talep edilmiştir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 1979 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş, Türkiye 11.6.1985 tarih ve 3232 sayılı Kanunla Sözleşmeyi kabul etmiştir.

Sözleşmenin amacı cinsiyet temelinde kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın tasfiyesi ve önlenmesidir. Kadınlara politik, ekonomik, sosyal, kültürel, sivil veya ev içi alanlarda veya diğer alanlarda medeni durumlarından bağımsız olarak erkeklerle eşitlik temelinde tüm insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kadınların bunlardan yararlanmasını ve uygulanmasını garanti etmektedir.   Bu Sözleşme kadınların insan hakları mücadelesinde çok önemli bir kazanımdır. Sözleşmenin 11. Maddesi “Çalışma hakkı”na ilişkin olup burada eşit muamele temelinde çalışmaya ilişkin haklar çok kapsamlı biçimde tanımlanmıştır. Kadınların hamilelik veya annelik nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmasını önlemek için devletler önlem almak ve yaptırım uygulamakla yükümlü kılınmıştır.

Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu

Eylül 1995’de Pekin’de toplanan BM’nin 4. Dünya Kadın Konferansında toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde en kapsamlı belge olarak kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu 189 ülke tarafından kabul edilmiştir. TBMM söz konusu belgeyi 15 Eylül 1995 tarihinde kabul etmiştir.

Deklarasyonda hükümetler cinsiyete dayalı bir bakış açısının bütün politika ve programlara yansıtılacağını garanti ederek Eylem Platformunu uygulamayı kabul ve taahhüt etmiştir. Toplumsal cinsiyete duyarlı politika ve programların oluşumu, uygulanması ve izlenmesinde kadınların ve örgütlerinin katılımına önem verilmiştir. Eşit haklar, fırsatlar ve kaynaklara eşit ulaşım, aile sorumluluklarının kadın ve erkek tarafından eşit paylaşılması ve aralarında uyumlu bir ortaklık   bulunması, esastır denilerek kadının hane içi görünmeyen emeğinin görünür hale gelmesi için önlemler alınacağı belirtilmiştir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Ayrımcılık Yasağı

CEDAW’dan başlayarak uluslararası sözleşmeler ve diğer metinlerde eşitlik normu toplumsal cinsiyet eşitliği olarak geliştirilmiştir. CEDAW’ın 1999 tarihli ve 25 sayılı Tavsiye kararına göre toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında taraf devletlerin birinci yükümlülüğü her türlü yasal düzenlemede kadınlara karşı doğrudan veya dolaylı ayrımcılık içeren hiçbir hüküm bulunmamasını sağlamaktır, yani kadın ve erkek arasında hukuki eşitliğin sağlanmasıdır. İkinci yükümlülüğü, somut ve etkili politikalar ve programlar uygulayarak kadınların durumlarını bilfiil iyileştirmektir, yani fiili eşitliğin sağlanmasıdır. Üçüncü yükümlülükleri ise, yaygın toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve kadınları yalnızca kişilerin bireysel eylemleriyle değil aynı zamanda yasal, hukuki ve toplumsal yapılarda ve kurumlarda kemikleşerek etkileyen toplumsal cinsiyet kalıp yargılarının sorun olarak ele alınmasıdır, yani dönüştürücü eşitliğin sağlanmasıdır. (1) Cinsiyet temelli iş bölümü ve kadın emeği üzerindeki erkek denetimi, hane içindeki güç ilişkilerinin kaynağında yer alır. Kadınları gelir getirici çalışma biçimlerine katılmaktan alıkoymakta, karşılığı ödenmeyen çalışmaya mahkum etmekte ve erkeklere bağımlı kılmaktadır. Bu nedenle dönüştürücü eşitlik, aile sorumluluklarının, karşılığı ödenen ve ödenmeyen çalışma biçimlerinin kadın ve erkek arasında adil paylaşımını öngörmektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin tamamlayıcı normu ayrımcılık yasağıdır. Kişilere eşit davranılmaması ayrımcılıktır ancak eşit durumda olmadığı düşünülen kişilere eşit davranılması hali de ayrımcılık oluşturmaktadır. Dolayısıyla eşit durumda olanlara eşit davranmamak veya farklı durumda olanlara eşit davranmak ayrımcılık yasağının ihlali anlamına gelebilir. Bundan ötürü fiili eşitsizliklerin üstesinden gelmek üzere doğrudan ve dolaylı ayrımcılık yasağı ile geçici özel önlem alınması normları geliştirilmiştir. CEDAW Komitesinin 28 Sayılı Genel Tavsiye Kararına göre “Kadınlara yönelik doğrudan ayrımcılık açıkça cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farklılıklarını temel alan farklı muameleleri içerir.  Kadınlara yönelik dolaylı ayrımcılık ise hukuk, politika, program ya da uygulamaların teoride kadın ve erkekler arasında herhangi bir ayrım gütmemesi ancak görünüşte nötr olan bu düzenlemelerin mevcut eşitsizlikleri değerlendirmeye almaması yüzünden fiili olarak kadınların aleyhine ayrımcı bir etkisi olmasıyla sonuçlanan ayrımcılıktır.”(2) CEDAW Komitesi 25 sayılı Genel Tavsiye kararına göre devletler yasalarda kadınlara yönelik dolaylı veya dolaysız ayrımcılığın olmamasını sağlamanın yanı sıra ayrımcılığa karşı yaptırımlar düzenlemeli ve fiili eşitliği sağlamak için somut ve etkin politika ve programlar uygulamalıdır. CEDAW Komitesi ayrıca taraf devletlerin çoklu ayrımcılıklarla mücadele etmek için özel geçici tedbirler almasına ihtiyaç olabileceğini belirtmiştir.

İş ve aile yaşamı dengesi toplumsal cinsiyet eşitliği açısından önem taşıyan bir diğer normdur. Pekin Deklarasyonu eşit haklar ile fırsatlara ve kaynaklara eşit ulaşımın temelinde aile sorumluluklarının kadın ve erkek tarafından eşit paylaşılması ve aralarında uyumlu bir ortaklık bulunması gereğine dikkat çekmiştir.

Dönüştürücü eşitlik normuna ve iş aile yaşamı dengesi normuna uyumlu önlemlere Avrupa Sosyal Şartından örnekler verilebilir.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde eksik kalan ekonomik ve sosyal hakları düzenlemek için 1961’de kabul edilen ve 1996’da gözden geçirilen Şartı Türkiye 2007’de onaylamıştır. Sözleşme, çalışma hakkı, adil çalışma, adil ücret, örgütlenme, toplu pazarlık hakkı yanı sıra, sağlık, sosyal güvenlik, ekonomik korunma hakkı, çocukların ve gençlerin korunma hakkı, göçmenlerin korunma hakkı gibi çalışma yaşamına ve koşullarına ilişkin temel haklara yer vermektedir.  Şartı imzalayan ülkeler 27. maddede ailevi sorumlulukları olan kadın ve erkek çalışanlar ve bunlarla diğer çalışanlar arasında fırsat eşitliği ve eşit muamele görme hakkının etkili bir biçimde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla, başta kreş hizmetleri ve ebeveyn izinleri olmak üzere uygun önlemleri almayı taahhüt ettiklerini belirtmişlerdir.

Uluslararası sözleşmeler ve diğer belgelerdeki temel normlar çerçevesinde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar stratejik hedefler belirlemektedir. Bu hedefler çerçevesinde zamana bağlı somut eylemler tanımlanmakta ve eylemlerin ne ölçüde gerçekleştirildiği göstergeler aracılığıyla izlenmektedir. Göstergeler, üye ülkelerin bu hedeflere ne kadar uygun tedbir aldığını ve ne tür sonuçlar elde ettiğini izlemek bakımından önemlidir.

Türkiye’de yasal düzenlemeler

Türkiye şimdiye kadar sayılan tüm uluslararası sözleşmeleri imzalayarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması taahhüdünde bulunmuştur. Başta Anayasa olmak üzere çalışma yaşamını düzenleyen yasalar temel insan haklarına ve eşitlik ilkesine göre oluşturulmuştur. Anayasanın 10. maddesi “Kanun önünde eşitlik” konusuna ilişkindir. Madde 10: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” demektedir. “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığın önü açılmıştır. Anayasanın 10 Maddesi hem hukuki eşitlik hem fiili eşitlik normlarını esas almaktadır.

İş Kanunu (2003) 5. Maddesi “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.” demektedir. Aynı şekilde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK)  Kanunu (2016) 3. Maddesi “Bu Kanun kapsamında cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hal, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır.

Ayrımcılık yasağının ihlali halinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ihlalin sona erdirilmesi, sonuçlarının giderilmesi, tekrarlanmasının önlenmesi, adli ve idari yoldan takibinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.” demektedir.

Türkiye’deki yasal düzenlemelerin esas olarak hukuki eşitliği öngörmekle birlikte fiili eşitliğin sağlanmasına yönelik özel önlemlerin alınabilmesine imkan tanıdığını belirtmek gerekir. Ancak Anayasada, İş Kanununda ve TİHEK Kanununda ayrımcılık yasağının kapsamı dar tutulmuş ve temel insan hakları belgelerinde yer alan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle maruz kalınabilecek ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele dahil edilmemiştir. Kadınların işgücü piyasasındaki fiili durumu ise hedeflenen eşitliğin çok uzağındadır. Bunu göstergeler aracılığıyla izlemek mümkündür.

Türkiye’de Kadınların İşgücü Piyasasındaki Durumuna Dair Temel Göstergeler

İşgücü piyasasında toplumsal cinsiyet eşitliğini izlemek açısından ilk sayılabilecek göstergeler işgücüne katılım oranı, istihdam oranı ve işsizlik oranıdır. Türkiye işgücü piyasasının temel özelliklerine bakıldığında, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin yoğun gözlendiği bir alan olarak kadınların iş gücüne ve istihdama katılım düzeylerinin düşüklüğü hemen göze çarpmaktadır. Aynı şekilde dikkat çekici olan, kadınların işsizlik oranlarının, özellikle tarım dışı işsizlik oranlarının erkeklerinken çok daha yüksek olmasıdır.  2017 yılında her üç kadından sadece biri iş gücündedir. Erkeklerin istihdam oranı %66 ve kadınların istihdam oranı %29’dur. 2017’da iş gücü dışında kalan yaklaşık 20 milyon kadının %55’i yani 11 milyon kadın ev işleri ile meşgul olduğu için iş gücünün dışındadır. (3) Yapılan çalışmalar kadınlar tarafından yerine getirilen hane halkı ve ev bakım faaliyetlerinin bir yandan kadınların iş gücü piyasasına düşük düzeyde katılımına neden olduğunu, diğer yandan da iş gücü piyasasında daha yüksek oranda geçici, enformel/kayıtdışı işlerde çalışmak durumunda kaldıklarını ortaya koymaktadır.

Kadınların işgücüne katılım oranı 2005’den sonra hafif bir artış eğilimi göstermektedir. Bu durum erkeklerin daha fazla haneiçi sorumluluk yüklenmesi değil, aksine kadınlardan beklentilerin arttığı, kadınların çok daha fazla sorumluluk üstlenip yerine getirdikleri anlamına gelmektedir.  Türkiye’de TÜİK tarafından 2014-15 yılında derlenen Zaman Kullanım Anketi verilerinden oluşturulan istatistikler, Türkiye’de hane içi emeğin orantısız biçimde kadınlar tarafından üstlenildiğini göstermektedir.  On yaş ve üstü fertlerin günlük faaliyetleri incelendiğinde, kadınlar bir günde ortalama 4 saat 35 dakikayı hanehalkı ve ev bakımına harcarken, erkekler yalnızca 53 dakika harcamaktadır.  Kadınlar işgücü piyasasında çalışıyor olsa dahi hanehalkı ve ev bakımına günde 3 saat 31 dakika zaman ayırırken, erkek çalışanlar yalnızca 46 dakika ayırmaktadır.  Hane içindeki eşitsizlik iş gücü piyasasındaki eşitsizlikleri derinleştirebildiği gibi, kadınların ev ve bakım iş yükü nedeniyle iş hayatında karşılaştıkları dezavantajları arttırarak hane içindeki eşitsizlikleri besleyebilmektedir.

Bakım hizmetlerine yönelik kurumların yetersizliği, kadınların istihdama katılımı önündeki en temel engellerdendir. Bu kurumların sayısı ve okullaşma oranı yıllar itibariyle gelişmeyi izlemek bakımından önemli göstergelerdir. MEB istatistiklerine göre 2016-17 öğretim yılında okullaşma oranı üç yaş grubunda %13, dört yaş grubunda %36, beş yaş grubunda %70’dir.  Üç yaş öncesi bakım neredeyse yok denecek kadar azdır.

Okul öncesi bakım ve eğitim kurumlarının yetersizliği ve okulların tam gün olmaması, kadınların çalışma yaşamına ya hiç katılamamasına ya da işten ayrılmasına yol açmaktadır. Aynı şekilde yaşlı ve engelli hizmetlerinde kamusal veya özel hizmet sunan kurum sayısı son derece yetersizdir.

Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışmayı ifade eden kayıt dışılık, istihdam açısından en önemli sorunlardan birini gösteren önemli bir göstergedir. Kadınların kayıt dışı çalışma oranları, erkeklerinkinden çok daha yüksektir. 2017’de kadınların %45’i, erkeklerin %29’u kayıt dışı çalışmaktadır. Kayıt dışılık esas olarak tarımda çok yaygındır.  Tarım dışında daha düşük olmakla birlikte her dört kadından ve her beş erkekten biri kayıt dışı çalışmaktadır. İş gücü piyasalarının esnekleşmesi ile ortaya çıkan yarı-zamanlı, geçici ve güvencesiz genel anlamda a-tipik işlerde çalışanlar çoğunlukla kadınlardır. Kadınlar evdeki bakım yükleri nedeniyle daha kısa süreli çalışmayı ve iş gücü piyasasında daha düşük niteliklere sahip olduklarında esnek ve kayıt dışı çalışma koşullarını daha fazla kabul ederler. Yarı-zamanlı işlerin, ev-eksenli işlerin, ev hizmetleri ve çocuk bakım hizmetleri gibi işlerin büyük bir kısmı kadınlar tarafından yapılmaktadır.

İşsizlik göstergesine bakıldığında, 2017’de kadınların işsizlik oranı %14 ile erkeklerin %9 olan işsizlik oranından oldukça yüksektir. Özellikle tarım dışı işsizlik oranı kadınlarda %19’a çıkmakta ve erkeklerin %11 olan işsizlik oranıyla arasındaki makas iyice açılmaktadır. Eğitim düzeyine göre işsizlik oranlarına bakıldığında lise ve mesleki-teknik lise mezunları ile yüksek öğretim mezunu olan kadınların işsizlik oranlarının en yüksek düzeyde olduğu görülmektedir. Kadınlar eğitim düzeyleri yükseldikçe iş gücü piyasasına daha fazla katılmakta, ancak işgücü piyasalarının cinsiyetçi yapısına bağlı olarak çalışabilecekleri sektörler ve meslekler sınırlı olduğundan, işsizlikle karşılaşma ihtimalleri erkeklere kıyasla çok daha yüksek olmaktadır.

Bütün bu göstergelerin ortaya koyduğu veriler, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet açısından fiili eşitlikten ne kadar uzak olduğunu ve kadınlara özel destekleyici önlemler alınması gerektiğini göstermektedir. Geleneksel cinsiyet temelli iş bölümünü muhafaza etmeye yönelik her türlü politika eşitsizliklerin devamı ve pekiştirilmesi anlamına gelmektedir. Ancak yapılması gereken, fiili eşitliği gerçekleştirmek için özel önlemlerin ötesine geçilmesi ve dönüştürücü eşitliğin sağlanması için çaba gösterilmesidir.

Bunun anlamı kadınların iş gücü piyasasına erkeklerle eşit haklara sahip olarak, insana yaraşır işler üzerinden katılımı için istihdam yaratan büyüme politikalarının uygulanması ve bakım işlerinin adil paylaşımıdır. Bakımın aile ve toplum arasında adil paylaşımı için öncelikle çocuk sahibi ailelerde  ebeveyn izinlerinin babalar tarafından kullanılmasının teşvik edilmesi, izin vb. düzenlemelerin kadınların işe alınmasını olumsuz etkilemesinin önüne geçilmesi gerekir. Çocuklar ve yaşlılar için bakım hizmetlerinin kamu eliyle sunulması veya özel sektör tarafından sunulan hizmetlerin kaliteli ve erişilebilir olması için sübvanse edilmesi gerekir. Bakım ve ev işlerinde çalışan işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmek üzere yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

 

(*) Bu metin Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği tarafından yürütülen Türkiye’de Katılımcı Demokrasinin   Güçlendirilmesi: Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin İzlenmesi Projesi kapsamında Gülay Toksöz ve Emel Memiş tarafından yazılan İstihdam Raporundan yararlanarak hazırlanmıştır.

(**) Prof. Dr., A.Ü.  Siyasal Bilgiler Fakültesi ÇEEİ Bölümü Emekli Öğretim Üyesi. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi.

(1) https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/belge/uluslararasi_belgeler/ayrimcilik/CEDAW/tavsiye_kararlari/ CEDAW%20Komitesi%20Tavsiye%20Kararlar%C4%B1_(129).pdf

(2) Agy, s.94

(3) Bu ve izleyen istatistikler için bkz. TÜİK İşgücü İstatistikleri, www. tuik.gov.tr

 

Tags: , , , ,

Arşivler