Sn. Erdoğan Bozbay, Çalışma Ortamı dergisinin emektar yazarlarından.. 1997 yılından beri dergiye kısa öyküler yazıyor. Yaşamın içinden, sıradan insanların hüzünlerini, umutlarını, yaşama bakışlarını ve günlük yaşamlarını bu kısa öykülerin içine sığdırıyor. Kısaca, bu öykülerde toplum var. Kendisine toplumsal sorunları konu olarak seçmiş bir dergide, bu denli canlı insan görünümlerinin bulunması, tamamlayıcı bir rol üstleniyor. Bu anlamda, Erdoğan Bozbay, okurların vazgeçemediği köşe yazarlarından biri. Kendisiyle hem dergiyle buluşma öyküsünü ve hem de Fişek Enstitüsü’nün Yönetim Kurulu üyesi olması dolayısıyla Fişek eylemlerine bakışı üzerine söyleşiyoruz.
SORU: Fişek enstitüsü ile buluşmanız nasıl oldu?
YANIT : Yıl 1997. Aylardan haziran. Katıldığım bir toplantıda Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Leyla Üstel aracılığıyla oldu tanışmam. O gün Fişek’le kesişen yollarımız önceleri gönüllü, daha sonraları yönetim kurulu üyeliği ve Çalışma Ortamı Dergisi’ne yazılarımın yayımlanması bazında bugüne değin aralıksız sürüyor. Bu buluşmayı sağlayan ve ilk yazı önerisini getiren sevgili Leyla Üstel’e bir kez daha teşekkürlerimi belirtmeden geçemeyeceğim.
SORU : Çalışma ortamı dergisinin istikrarlı yazarlarından birisiniz . Dergi, 100. sayısını kutluyor. Başlangıçtan bu yana Enstitü’nün çalıştığı alanlarda ne gibi gelişmeler oldu?
YANIT : Yazı yazma konusunda istikrarlı olduğumu itiraf etmeliyim. Ama salt benden kaynaklanmıyor bu uzun soluklu yazım olayı. Üretkenliğimi Vakfın yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımın ve aktif gönüllülerinin desteğine borçlu olduğum da bir gerçek.
Çalışma Ortamı dergisinin 100.sayıya ulaşması bile sanırım bu sorunun yanıtını içinde barındırıyor. Gönül isterdi ki, çalışmalarımızdan bu yana sıkça tanık olduğumuz çalışan çocuk öyküleri ve insanın yüreğini burkan çalışan çocuk fotoğrafları giderek azalsın. Her çocuk, çağın gereklerine uygun, kaliteli eğitim şansını yakalayabilsin. İşsizlik nedeniyle gençlerin büyük çoğunlğu gelecekle ilgili projelerini, dış ülkelere gitmek üzerine kurmasın. İşverenler, “işçi sağlığı iş güvenliği” konusunda daha duyarlı olsun.Ama yolumuz uzun ve çetin. Onun için de gelişmeler yovaş.
SORU : Çalışma Ortamı dergisini elinize aldığınızda ne hissediyorsunuz ve neler görüyorsunuz?
YANIT : Emek ve çabaları kutlanası bir avuç insanın, hiçbir çıkar beklentisi olmaksızın bilgi birikimini paylaşması, “umutsuzlara umut, kanatsızlara kanat, kimsesizlere kimse” olma çabası, insanı fazlasıyla heyecanlandırıyor ve duygulandırıyor.
SORU : Neden başka bir sivil toplum kuruluşu veya vakıf değil de Fişek?
YANIT : Her insanın yaşamında unutamayacağı dönüm noktaları vardır. Benim için de Fişek’le tanışmak işte öyle bir şeydir. Üniversiteyi bitireceğim yıl babamı kaybetmiştim. Normal bir ölüm değildi bu. İş kazasıydı. Yaşamımın unutulmaz dönüm noktalarından biridir o da. Benim için acı bir milattır. Zorlu yıllardan sonra ayakta kalmayı başarmış bir işçi çocuğu olarak, babama duyduğum minnet ve vefa borcunun ezikliğini bir türlü üzerimden atamadım. Şu ilginç kurgulamaya bakın ki oğlum da “Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri” bölümünü bitirdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği anabilim dalında master yaptı. Belki de Fişek çatısı altında ben babama, bilimsel çatı altında oğlum dedesine olan vefa borcunu ödüyor. Bu borcun ödeneceği daha uygun bir ortam düşünemiyorum.
SORU : Bir jeoloji mühendisi olarak dünyada ve Türkiye’de yer altında çalışan çocukların durumlarını nasıl görüyorsunuz?/Yazılarınızın önsözünde Haldun Taner’den alıntı yapmışsınız Siz de Haldun Taner gibi hayatın acılarını komik bir yolla anlatmayı seven bir yazar mısınız?
YANIT : Öncelikle yerbilimci olduğumu belirtmeliyim. Jeomorfolog sözcüğünü, yerşekli bilim uzmanı olarak tanımlayabiliriz. İlgi alanım yeryüzünün şekillenmesi olduğu için madencilik, özellikle de yer altı maden işletmeciliği konusunda kesin bir şeyler söyleyemem. Ancak yurt dışından bazı çarpıcı fotoğraflarla, filmlerle, belgesellerle, yaşam öyküleriyle, hepimiz gibi bende çeşitli ortamlarda yüzleşiyorum. Ülkemizde birçok alanda çocuk işçiliğine sıkça rastlanması olağan görüntülerden. Ama “Yeraltı madenciliğinde durum nedir?” Doğrusu bunu ben de merak ediyorum.
Haldun Taner sadece yazın insanı değildi bence. O, birçok açıdan kendisinden sonrakilere yeni ufuklar açmış ender bir cumhuriyet aydını, değerli bir düşünürdü. Onun, yıllar önce bir söyleşisinde değindiği, “biz millet olarak çok konuşur, ama az şey anlatırız. Sözcük savurganı olmayalım” uyarısı beynime kazınmıştır adeta. Dikkatinizi çektiyse eğer görmüşsünüzdür. Yazılarımın çoğu iki sayfayı bile bulmaz. Sözcükler yalın, tümceler olabildiğince kısadır. Okuyucu kesinlikle, “Ne demek istemiş acaba, anlayamadım!” sorusuna gerek duymamalı yazılarımı okurken.
Haldun Taner gibi hayatın acılarını komik bir yolla anlatabilmeyi çok isterdim. Belki onlarla daha kolay baş ederdim o zaman. Ara sıra bu yönteme baş vurmuyor değilim. Ne denli başarabildiğim sorusunun yanıtı ise okuyucunun düşünce dünyasından gün ışığına çıkacağı zamanı bekliyor.
SORU : Çalışma ortamı dergisinde yayımlanan öykülerinizden sonra okuyuculardan nasıl geri bildirimler aldınız? İnternet ortamında uzak ülkeden yazılarınızı okuyan okuyucu kitlesini nasıl buluyorsunuz?
YANIT : Şöyle bir söz vardır. “Marifet iltifata tabidir.” Ne yazık ki insanlar ister dergilerde okusunlar ister internette, olumlu ya da olumsuz geri bildirime gerek görmüyorlar. Ancak yüz yüze geldiğinizde yada ortak bir tanıdık aracılığıyla düşüncelerini belirtiyorlar. Oysa, yazıyla uğraşan bir insan olarak daha da gelişebilmemin, sağlıklı eleştiri süzgeçlerinin çoğalmasına bağlı olduğuna inananlardanım.
SORU : Okurlardan yanıt alamadığınıza göre sizi bir “maraton” koşucusu olarak tanımlayabiliriz. Ama koştuğunuz yolun zemini, sizi sarmalayan çevrenin sorunları bu “koşu”nuzu nasıl etkiliyor?
YANIT : Yeterince yanıt alamıyorum diyelim. Üretimlerimizi büyük ölçüde duygu ve duyarlılıklarımız belirliyor. İçinde bulunduğumuz ortamdan, yakın çevremizin yaşadığı sorunlardan birebir etkilenmemiz kaçınılmazdır. Örneğin, yaşama işçi çocuğu olarak merhaba deyişim; babamı iş kazası sonucu yitirişim; oğlumun da bir süre yaşadığı işsizlik karşısındaki çaresizliğim; yakınlarımı yitirdiğim deprem; mesleğim gereği yakından ilgilendiğim, su , toprak, hava kirliliği, yok olan canlı türleri gibi çevre sorunları yazma zeminimi oluşturan konulardan bir kaçı.
SORU : Anı-anlatı-öykü bu üç methodu nasıl birleştirdiniz? Anıdan öyküye geçerken gerçekle imge arasındaki ince çizgiyi nasıl kuruyorsunuz?
YANIT : Yazmayı, geçmişte yaşananların tekrar altının çizilmesi, bazı gizli kahramanlarımın başka insanlar tarafından tanınması için onlara ödenen vefa borcu olarak algılıyorum. Belki de rahatlamak için seçtiğim bir yöntem olarak da nitelendirebiliriz. Anı, anlatı, öykü üçlüsüne gelince. Zorunluluk sonrası başvurulmuş bir kavram arayışı diyebiliriz. Çünkü, yaşananların üzerinden zaman geçtikçe, anılarda belli kayıplar ya da bulanıklıklar oluşması kaçınılmaz. Bir de çocuklukta hatta yakın geçmişte bıraktığımız ayak izlerinin bazıları, sanki hiç yaşanmamışçasına tümden silinmiş olabiliyor. İşte, anı denen yap boz oyununun eksik parçalarını tamamlarken, açmaza düştüğümde, öykünün yöntemlerine sığını veriyorum. Öyle bir an geliyor ki, gerçek nerede bitiyor, öykü nerede başlıyor ben bile kestiremiyorum.
Nedendir bilmem, bazı yaşanmışlıkları yazıya aktarırken kendimi anlatıcı gibi hissediyorum. Oysa olayın önemli oyuncularından biri yine benim, diğerleri de yakınlarım, dostlarım. Kendime, yaşadıklarıma, zamanın ötesinden bakınca bazen yabancılaşıyor gibi oluyorum. O zaman da ben olayı yaşayan değil de başkalarının yaşadıklarını anlatan bir masalcıyım sanki.
SORU : Çalışan çocuklarına dünya ne kadar duyarlı?
YANIT : Doğrusu buna olumlu yanıt vermek zor. Gelişmemişlik, kişi başına düşen ulusal gelir bunda etken olabilir. Ama ekonomik açıdan gelişmiş ülke merkezli şirketlerin, ucuz işçilik maliyetleri için dünyanın birçok ülkesinde başvurduğu yöntemler ortada. Tabii çabalarımız, çalışan çocuk fotoğraflarında da vurguladığımız gibi, insanlık ayıbı bu görüntüler tümüyle ortadan kalkıncaya kadar sürecek.
SORU : Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamı dergisi hangi yönde gelişme yapmalıdır? Bu konuda hayalleriniz var mi?
ANIT : Fişek Enstitüsü ile tanıştığım günden bu yana, yönetim kurulunun organize edeceği, çalışan çocukların, ailelerin, işverenlerin, gönüllülerin katılımıyla gerçekleşecek, yılda en az bir kez KAYNAŞMA TOPLANTISI yapılmasını hayal etmişimdir. Çalışma Ortamı dergisinde, çırak çocuk ya da geçmişin çırağı, şimdinin kalfa, usta veya işyeri sahibiyle yapılacak söyleşilerin yer alması uygun olur kanısındayım.
Sayın Erdoğan Bozbay, hem yazılarınızda ve hem de bu söyleşinizde, bizle paylaşımlarınız için çok teşekkür ederiz.
Ben de son bir şey eklemek istiyorum. Bu gereksinme duyduğum bir açıklama: Üniversite yıllarında dört sene kadar Etimesgut Şeker Fabrikası öğrenci yurdunda kaldım. Birkaç yüz metre ilerimizde doktorluk vardı. Bazen otobüse onun önünden binerdik. Ceyhun Atıf Kansu’nun çocuk doktoru olarak görev yaptığından haberim bile yoktu. Çok sonraları gerçeği öğrendiğimde öylesine üzüldüm ki. Onunla tanışma fırsatını kaçırdığım için uzun süre kendimi affedemedim. Yıllar sonra şans, bir kez daha yüzüme gülümsedi. Dedesi yerine torun Kansu’yu çıkardı karşıma. Geleceğe emin adımlarla yürüyen sevgili Akasya Kansu’yla söyleşi yapmak beni gerçekten çok heyecanlandırdı, mutlu etti, Kaf Dağı’nın ardındaki yıllara götürdü adeta. Bu duygulanımları yaşattığı için kendisine ne kadar teşekkür etsem azdır.
* Jeomorfolog Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
** Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü