Türkiye’de işçi sınıfı, işçi eylemleri ve mücadeleleri üzerine yapılan çalışmalar son derece sınırlıdır. Bunun sonucu olarak Türkiye emek hareketi içerisinde son derece özgün yeri olan işgal, grev, eylem ve direnişler ya da işçi sınıfı ve sendikacılık hareketindeki kırılma noktası olan olaylar ve gelişmeler bile yeterince incelenmemiş, sağlıklı bir şekilde tartışılmamıştır. Ancak yakın dönemde, emek çalışmalarına artan ilgiyle birlikte işçi sınıfını konu edinen çalışmalar artmış, incelenen konular ve içerik zenginleşmiş, araştırma yöntemleri çeşitlenmiş, emek hareketi farklı teorik yaklaşımlar çerçevesinde analiz edilmeye başlanmıştır. Emek yazınındaki yakın dönemli canlanma, özgün saha/arşiv araştırmaları, sözlü tarih çalışmaları ile emek yazınını zenginleştirdiği gibi işçi hareketini kavrama noktasında ufkumuzu genişletmektedir. Vakfımız gönüllülerinden Dr. Öğretim Üyesi Taner Akpınar’ın H2O Kitap tarafından yayınlanan “Sendikaların Dönüşümü: Egemenlerin Yönetsel Aygıtları Olarak Sendikalar” kitabını emek yazınını zenginleştirmeye yönelik bir katkı olarak bilginize sunuyoruz. Aynı zamanda bir tartışma daveti olarak da gördüğümüz eserin, emek yazınına canlı ve verimli tartışmalara olanak sağlamasını umuyoruz.
Sendikalar ve sendikal hareket her dönem olduğu gibi günümüzde de farklı bağlamlarda tartışma konusu olmaya devam ediyor. Taner Akpınar, bu tartışmaya aykırı bir bakış açısıyla dâhil oluyor. H2O kitaptan çıkan “Sendikaların Dönüşümü: Egemenlerin Yönetsel Aygıtları Olarak Sendikalar” adlı kitapta Taner Akpınar sendikaları önce ameliyat masasına yatırıp ardından da “morg”a kaldırıyor. Akpınar, sendikalara yaklaşımını ve kitabın derdini lafı dolandırmadan kitabın başlığında işaret ediyor: “Egemenlerin Yönetsel Aygıtları Olarak Sendikalar”
Kitapta Türkiye’deki sendikaların tarihsel evrimi kesitler halinde ele alınıyor ve sendikaların, işçi sınıfı hareketi içerisindeki algısı yerle yeksan ediliyor. Bu bağlamda sendikaların ne “kapitalizm koşullarında işçilerin çıkarını korumak ve geliştirmek” ne de “kapitalizmi yıkmayı amaçlayan devrimci ideale ulaşmak için” kuruldukları, aksine “bu kurumların, tarihsel süreçte seçkin yönetimsel düşüncenin toplumsal düzen kurgusunun bir parçası olarak” ortaya çıktığı ileri sürülüyor.
Akpınar kitabın başından sonuna kadar kırılma noktaları olarak verdiği kimi tarihsel kesitlerde, dönemin ekonomik ve sosyal koşulları değişse de sendikaların istisnasız “kapitalist düzende egemen sınıfların işçi sınıfı üzerinde baskı ve egemenlik kurmasının araçları” olduğunu ısrarla tekrarlıyor. Teorik tartışmada bu savını Kurthan Fişek ve Antonio Gramsci’ye atıflarla da destekliyor.
Kitap teorik pozisyonundaki aykırılığı/farklılığı, dil ve anlatımında da sürdürüyor. Yazar kuramsal çerçevesini bilimsellikten kopmadan çizerken, okuyucuyu sıkmamak adına ağdalı bir dil yerine okuyucunun kolayca takip edebileceği bir dil kullanmaya özen gösteriyor. Bu amaçla kimi zaman bir halk şairinin dilinden, kimi zaman atasözlerinden yararlanarak derdini anlatmaya çalışıyor.
Akpınar’ın kitaptaki bölüm isimlendirmeleri de dikkat çekici. Başlıklar devletin/iktidarın ve egemen sınıfların işçi sınıfına ve hareketine karşı tutumuna göre belirmiş. Örneğin, “Amele Sınıfını Dizginlemeli” başlığı Osmanlı dönemindeki işçi hareketi ve 1908 grevleri gibi sendikal eylemlerin kendiliğinden ortaya çıkmış olmasından ziyade, Meşrutiyetçilerin ‘Milli İktisat’ siyasetine dayanarak yol verildiklerine vurgu yapmaktadır. “Cumhuriyetin kuruluşundan İkinci Dünya Savaşı ertesine kadar olan dönemin sınıfsal, diğer bir ifade ile sınıfsız toplum kurgusu da “Halkçılık Sendikalara Karşı”, “Babacan Devlet”, “Ceberrut Devlet” başlıkları ile tartışılmaktadır.
Özellikle ilk sendikalar kanununun çıkış dönemindeki karmaşayı “1946 Darbesi”, çok partili hayata geçişteki CHP ve Demokrat Parti’nin işçi sınıfı hareketini ve 1952’de kurulan Türk-İş Konfederasyonunu kendi yanına çekme mücadelesini “Halat Çekme Oyunu”, 1960 Darbesi öncesi iktidar ve muhalefet blokları arasındaki mücadele dolu yılları ise “Duello”ya benzeterek analiz etmektedir.
Kitap boyunca sendikalara sert eleştiriler yönelten Akpınar, kitabın sonunda sendikaların egemen sınıfların yönetsel aygıtı olmaktan kurtarılmasının önündeki engelleri de şöyle tarifliyor: “…sendikaların nasıl kurulabileceğinden başlayarak, nasıl toplantı yapacağına ve karar alacağına, ne tür faaliyetleri yapıp yapamayacağına, hangi durumlarda greve gidebileceğine, esasında bütün işleyişine ilişkin kuralların yönetici seçkinler tarafından belirleniyor olması, sendikaları egemen sınıfların yönetsel aygıtları olmaktan kurtarmanın önünü tıkamaktadır.”
Taner Akpınar’ın kitabı “geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz” sözüne atıfla, “geçmişinde neydin ki, şimdi ne olasın” sözüne dayanarak, sendikalara gereğinden fazla önem verildiğinin, bu önemin de ideolojik olarak devlet, iktidarlar ve egemen sınıflarca suni olarak yaratıldığını ileri sürüyor. Sendikal hareketin ve sendikacılığın kuyunun dibinde debelendiği günümüzde, Akpınar’ın kitabını sert bir tartışma çağrısı olarak okumak mümkün. Kitabın analiz boyutu ile alana katkısı bir yana, sendikacıların, sendika uzmanlarının ve emek ile ilgili çalışan ve ilgilenen herkesin okuması gereken ve tartışması gereken bir kitap olduğunu düşünüyor ve öneriyorum.
(*) Dr., Tez-Koop-İş Sendikası Başkan Danışmanı ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)