Türkiye, iyi günler de gördü; her zaman, basiretsiz ve çıkar gruplarının etkisi altında kalan yönetimlerle yönetilmedi. Tersine öngörüsü olan ve insan odaklı politikalarını uygulayacakları araçları çok iyi seçen ve bir ülkünün peşinden giden yönetimlerle de yönetildi.
İşte işyeri hekimlikleri (1930) ve sağlık ocakları (1961), böylesi dönemlerin bize bıraktığı birer miras. Bu iki kurumun, Cumhuriyet’in anıt kurumları arasında sayılması yadırganmamalıdır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu döneminde, böylesi “halkçı” yaklaşımla yönetilen sağlık birimlerine rastlamamaktayız.
Ortak özellikleri :
- Sağlık mevzuatımızın iki başyapıtı ile uygulamaya konuldular
İşyeri hekimliklerinden ulaşılabilen ilk örnek 1908 yılında yabancı şirketler tarafından işletilen demiryolları işletmelerinde ve yalnızca burada çalışan memurlar için işyeri hekiminin görev yapmasıdır (1). Cumhuriyet sonrası, bu uygulamanın, zorunlu kılınması ve yaygınlık kazanması için, Genel Sağlığı Koruma Yasası’nın -Umumi Hıfzıssıhha Kanunu- (1930 tarih ve 1593 sayılı) beklenilmesi gerekti. İşyeri hekimliklerinde temel yaklaşım, çalışma alanlarının odak olarak alınmasıdır
Sağlık ocaklarına, farklı adlar altında da olsa, ulaşılabilen ilk örnek, 1871 yılında ortaya konulan memleket hekimlikleri ve onu izleyen hükumet tabiplikleri uygulamasıydı. Bunlar, koruyucu hekimlik felsefesi temelli değillerdir. Buna karşın, Ankara-Etimesgut’ta Dr.C.Or tarafından uygulanan çalışma (1936), çağdaş anlamda ilk basamak sağlık hizmetlerinin ilk habercilerindendi. Bu örneklerin, kavramsallaştırılması, bir model olarak sunulması ve ülke çapında yaygınlaştırılması için, 1961 yılının, 27 Mayıs 1960 sonrası geliştirilen sosyal politikanın yüceltildiği dönemin beklenilmesi gerekti. Bu dönemde hazırlanan ve uygulamaya konulan, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasa’nın (1961 tarih ve 224 sayılı) temel yaklaşımı, yaşama alanlarının odak olarak alınmasıdır.
- Her ikisi de, koruyucu hekimlik uygulamalarını temel alan bir yaklaşımın ürünü ve aracıydılar.
. İşyeri hekimliklerinin temel işlevi, işyerlerini sağlıklı güvenli çalışma koşullarını kavuşturmak yoluyla iş kazalarının meslek hastalıklarının önüne geçmekti. Hastalanan işçilerin erken tanısı yoluyla onların sağlıklarını yitirmelerini önlemekti. Sağlık ocakları da öyle. Çevrelerindeki sağlık tehlikelerini ortadan kaldırarak, toplumun hastalanmasının önüne geçmek, hastalananların da bir an önce iyileştirilerek, hem kendileri ve hem de çevreleri için bir tehlike kaynağı olmalarını önlemekti. Her ikisinde de, tedavi edici hekimlik son başvurulacak olan yöntemdi.
- Her ikisi de topluma en yakın sağlık birimleriydiler (ilk basamak).
İşyeri hekimlikleri, hemen işçilerin çalıştıkları yerde, onların yanı başında konuşlanmıştı. İşyeri hekimine başvurması, işçi için bir iş kaybı oluşturmamaktaydı. Bu bakımdan işveren için bir olumluluktu; izin alma ya da direnç sorunu aşıldığı için de işçinin yaşamını kolaylaştıran bir uygulamaydı. Sağlık ocağının da, yaşanılan mahallede ya da köyde olması, ulaşımı bir sorun olmaktan çıkarmakta, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç, herkesin kolayca başvurmasını olanaklı kılmaktaydı. Kapalı bir çevrede hizmet sunuyor olması da, sağlık personeli ile toplum arasında yakın ilişkilerin gelişmesini, dostlukların kurulmasını sağlamakta; bu da hizmetin, sıcaklığını ve etkinliğini arttırmaktaydı.
- Her ikisi de yozlaştırılmak ve kurulmalarındaki gerçek amaçlardan uzaklaştırılmak için, mücadelelerin odağı haline geldiler.
Her iki kurumun da koruyucu sağlığı hedeflemesi, tüm toplumu hizmetin kapsama alanı içerisine sokmaktaydı. Böylece, sağlık da, ülke çapında yürütülen sosyal politikanın ve insan hakları mücadelesinin bir parçası haline gelmekteydi. Hiç kuşkusuz bu ilerici adımın karşısında bir de “gerici” cephe vardı. Her iki dönemde de, sağlık, sosyal politikanın ileri-geri mücadelesinin cephelerinden biri haline geldi (1).
- Her ikisi de, bugün ayaktadır. Sosyal politikanın ileri – geri mücadelesi bugün de sürmektedir. Tüm yozlaştırma ve yıkma çabalarından ağır yaralar almış olmasına karşın, iki kurum da varlığını sürdürmektedir. Çünkü, hizmetten yararlananların gözdesi olmuşlardı ve sahipleniliyorlardı.
- Her ikisinin işlevlerini tam olarak yerine getirebilmeleri için, ekip çalışması gerekliydi. Bir mesleğin yüceltilmesinden çok, birlikte amaca ulaşma öne çıkarılmaktaydı.
Sağlam kişileri hedef olan hizmetler (koruyucu hizmetler), sağlık insangücünün en geniş yelpazede hizmete katılımını olanaklı kılar. Hiçbir çalışanın bir başkasından daha değerli olmadığı, herkesin kendi mesleğini uyguladığı bir birliktelikten söz ediyoruz. Onun için koruyucu hizmetin egemen olduğu işyeri sağlık birimlerinde ve sağlık ocaklarında, doktorların yıldızlaşmasından çok, bir ekibin, planlanmış hizmetini yerine getirmesi önemlidir.
- Her ikisi de, en az hastalanma ve en az yaralanmayı hedefliyordu. Bu yüzden de, hastaların sırtından para kazanma olanağı yoktu. Her iki kurumun da amacı, halkın sağlık düzeyinin yükseltilmesiydi. Tüm yurttaşlar için sağlıklı, kaliteli ve uzun ömür hedefleniyordu. İnsanlar için tercih edilen bu özellik, sağlıktan para kazanmayı hedefleyenler için ise tam bir “kabus”tu. Sağlıkta neo-liberal sistemi getirmeyi hedefleyen “dönüşüm” için hazırlanan toplantıları “ilaç endüstrisi”nin ve Dünya Bankası’nın finanse etmesi anlamlıdır. Sağlam kişi, neden sağlığı için para harcasın; çoğunluğu sağlamlardan oluşan toplumlarda hangi aklı başında yönetici “mantar biter gibi” her sokağa bir hastane açabilir?!
- Her ikisinin finansmanı da, doğrudan hizmet alanlar tarafından yapılmıyordu. İşyeri hekimliklerinin (ya da bugün gelinen noktada ortak sağlık-güvenlik birimlerinin) giderleri işveren tarafından üstlenilmektedir. Sağlık ocakları ise, başvuranlardan değil, genel bütçeden giderlerini karşılamaktadırlar.
Bu iki anıtsal yapının bir birinden ayrılan özellikleri de vardır. Bu farklı özellikleri şöyle sıralayabiliriz :
lİki ayrı bakanlık tarafından uygulamaları izleniyordu. Yasalarla güvence altına alınan bu birimlerden, işyeri hekimlikleri Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca sağlık ocakları da Sağlık Bakanlığı’nca meslek uygulamaları bakımından denetleniyordu.
- Sahip çıkması gereken baskı grupları birbirinden farklıydı. İşyeri hekimlikleri, işçi, işveren kuruluşları ve hekimlerin meslek odalarınca sahipleniliyordu. Sağlık ocakları ise, çevre halkınca ve sağlıkçıların meslek odaları-derneklerince savunuluyordu.
- Finansman kaynakları ve yönetimleri farklıydı. İşyeri hekimlikleri işverenlerce, sağlık ocakları ise genel bütçeden finanse ediliyor ve yönetiliyordu.
Bugün gelinen noktada, Cumhuriyetin bu iki anıt kurumunun kapısına kilit vurulmak istenmektedir. “Yeni İstihdam Paketi” olarak anılan İş Yasası’ndaki değişiklikler ve “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (SSGSS)” ile bu konuda önemli hamleler yapılmıştır.
İşyeri hekimlikleri, zaten kurulduğu andan başlayarak tedavi edici hekimlik anlayışı içerisine hapsedilmeye çalışılmıştır. 2008’de İş Yasası’nda gerçekleştirilen değişikliklerle, işyeri hekimliği, işveren tarafından “satın alınabilir bir hizmet (bir meta)” konumuna indirgenmiştir. Ayrıca aile hekimleri, ilk basamak hizmet birimi olarak tanımlanarak, “işyeri hekimliği” işlevini üstlenmeleri de dayatılmaktadır.
Bu bakış açısı ve kurulan tuzak, başta koruyucu hizmetler olmak üzere bir çok sosyal işlevini zedelemeyi hedeflemektedir. Ancak bu geri mücadeleye, Türk Tabipleri Birliği dışında karşı çıkan olmamıştır.
Sağlık ocakları, zaten 1965 yılından başlayarak, budanmaya etkisizleştirilmeye ve yok edilmeye çalışılmıştır. Bugüne değin, başlangıçtaki “ülkü”sünden çok şey yitirse de, sağlık ocakları, halkın gereksinmelerini karşılamayı ve ondan destek almayı sürdürmüştür. SS-GSS, sağlık ocağını ticari bir işletmeye çevirmeyi ve patron olarak da aile hekimini koymayı hedeflemektedir. Burada bir takım oyunundan ve insani amaçlı bir hizmetten artık söz edilemeyecektir. Aile hekimi, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) katkılarıyla, kar amaçlı ve sağlık işçilerinin sömürüsü temelinde bir ticari faaliyet sergileyecektir.
Cumhuriyetin iki anıt kurumunun sonunu getiren bu müdahale kendisine “Sağlıkta Dönüşüm” adını vermektedir. Ne yazık ki, burada “dönüş”mek değil, bir “dönüş” vardır. Bu da Cumhuriyet öncesi döneme ve “parası olana sağlık hizmeti” ve “parası olmayana ise hayır hizmeti” sunulması uygulamasına bir dönüştür.
Sosyal politikanın ileri-geri mücadelesinde, yapılan bu gerici atılıma karşı verilmesi gereken tepki, Cumhuriyetin Anıt Kurumlarını sahiplenmek ve kuruluşlarında ortaya konulan “ülkü”ye inançla sahip çıkmak olmalıdır.
* Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni
Kaynaklar
(1) Fişek A.G. : “Türkiye’nin Sosyal Politikasında İleri-Geri Mücadelesi” (Cumhuriyetin Temel Değerleri Işığında Sosyal Hukuk Devleti Paneli içerisinde), Düzenleyen : Adalet Mensupları Dayanışma Derneği, 14 Mart 2008 Ankara.
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)