Özelleştirmeler: Kamu Yararı mı, Sermaye Yararı mı? Şeker Fabrikalarının Kime Ne Zararı Var?

 

Özelleştirme uygulamaları, neoliberal politikaların en önemli unsurlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal devletin ortadan kaldırılmasının en önemli adımlarından birsidir özelleştirme; sağlıktan eğitime, enerjiden ulaştırmaya kadar devletin güvencesindeki tüm kamusal hizmetler özel sermayenin ellerine teslim edilir. Ancak bu uygulamalarda her ne kadar kamusal yarar gözetilerek yapılması ön görülse de, biz bu öngörünün yanlış olduğu kanısını taşıyoruz. Bu satırların yazıldığı tarihlerde Türkiye Şeker Kurumuna ait 14 adet şeker fabrikasının özelleştirilmesi gündeme gelmiştir. Bu çalışmanın amacı gündemde olan özelleştirme uygulamalarının kamu mallarının nasıl hoyratça elden çıkarıldığını ve bunun masum iktisadi ve mali bir niyet olmadığını; aksine siyasi ve ideolojik bir atılım olduğunu ortay koymaktır.

Özelleştirme Nedir, Kimin Yararınadır?

Özelleştirme kavramı farklı şekillerde tanımlanmaktadır; özelleştirme kavramının bu çalışmanın sınırlarını taşacak nitelikte olması gerçeği göz önünde bulundurularak, bu çalışmada bir  kavramsallaştırma tartışmasına girilmeyecek, kısaca tanımlama yapmakla yetinilecektir.

Yıldızoğlu (2013), özelleştirmeyi,  geçmişte ulusun ortak servetiyle inşa edilmiş varlıkların özel sektöre satılması, elde edilen gelirin yeniden özel sektöre transferi ve geçmişin talan edilmesi olarak tanımlamaktadır. Dünya Bankasının özellikle 1990’lı yılların sonundan itibaren özelleştirmelere yönelik raporlar hazırladığı ve neoliberal politikalara hız verecek görüşler sunduğu bilinmektedir. Devletin ve bu bağlamda da kamunun piyasadan çekilmesine ve gittikçe küçülmesine dayanan bu politikalarda, devlet eliyle kamusal faydaya yönelik de olsa, bir kazanım elde edecek yatırımlara gidilmesi pek uygun görülmemiştir. Çünkü böyle bir durum özelleştirme “felsefesi ve ilkeleri” olarak sunulan görüşlere ters düşmektedir. Saldırıya geçen neoliberal ideoloji, hiçbir hizmetin karşılıksız olmaması gerektiğini iddia etmektedir. Kamu hizmetlerinin öncelikleri ve kurumsal özellikleri ticarileştirildikçe, halkın gereksinimleri ekonomik ve sosyal haklar olarak değil, ödeme güçlerine göre tanımlanmaktadır (Martin, 1994: 16).

Devletin ve toplumun, kamu yararının tanımlanması, korunması ve geliştirilmesine ilişkin rolleri, küresel ticaretin ihtiyaçlarının körüklediği bir evrensel özelleştirme ve kamu sektörü ticarileştirilmesi kampanyası ile kemirilmektedir (Martin, 1994: 15). Özelleştirilen sektörlerin kamu sağlığı, güvenliği ve geleceği açısından kritik sektörler olduğu dikkatten kaçırılmaktadır. Koç (2005),  özelleştirmeyi Türkiye’yi parçalamanın en önemli silahlarından birisi olarak da görmektedir.

Dünyada Özelleştirme Uygulamaları

Özelleştirme uygulamaları elbette sadece Türkiye’nin gündeminde değil. Neoliberalizm dünyayı sömürme hedefi doğrultusunda, stratejilerini küresel düzeyde uygulamaktadır. 1980’lerden sonra hız kazanan özelleştirme uygulamaları devletler açısından büyük gelir kaynakları yaratmıştır. Bütçe açıkları bu yolla kapatılmakta ve hükümetler ne kadar da başarısız bir ekonomik yönetime sahip olursa olsun, özelleştirmelerden elde edilen gelir kaynakları bunun topluma yansımasını geciktirmiştir. Özelleştirmeler bir bakıma ülkelerin mevcut ekonomik krizini ötelemenin bir aracı olarak kullanılan bir araç haline gelmiştir.

Aşağıdaki grafikte, dünya genelinde özelleştirme uygulamalarından elde edilen gelir miktarı yıllara göre verilmiştir. Elde edilen gelir, 2015’te 319,9 milyar Dolar, 2016’da da 266,4 milyar Dolardır. (Grafik: 1)

2015 ve 2016 yılında en çok özelleştirme Çin’de yapılmış ve burada elde edilen özelleştirme geliri dünya genelindeki özelleştirme gelirinin yarısından fazlasına denk düşmektedir: Sırasıyla 2015’te 173,2 milyar Dolar (yüzde 54,1); 2016 yılında da 148,0 (yüzde 55,6) milyar Dolardır. 2015 verilerinde Çin’i açık arayla takip eden ikinci sıradaki İngiltere’de 34,8 milyar Dolar, 2016’da ikinci sıraya yerleşen Avustralya’da 25,7 milyar Dolar gelir elde edilmiştir. AB ülkelerinin geneline bakıldığında ise, 2015 yılında toplam 87,1 milyar Dolar, 2016 yılında ise hızlı bir düşüş yaşanmış ve 37,8 milyar Dolar düzeyinde özelleştirme yapılmıştır (Megginson, 2017: 5).

Özelleştirme uygulamaları da ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Örneğin bazı ülkeler yapılacak özelleştirmede hem ekonomik hem de politik riskin az olduğu küçük ve orta ölçekli işletmelere öncelik vermişlerdir. Kikeri ve arkadaşlarına (1992: 47) göre, bu tip işletmelerde özelleştirme hem kolay hem de hızlı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. İngiltere, Şili, Jamaika, Meksika, Polonya, Filipinler, Togo gibi ülkeler önceliği bu tip özelleştirmelere veren ülkelerdir. Bu tip özelleştirmelerden edinilen tecrübe ile de büyük ölçekli kamu işletmelerinin özelleştirilmesine aşamalı olarak geçilmiştir. Buna karşın  Arjantin ve Brezilya gibi ülkeler ise uzun zaman alan gelişmiş finansal mühendislik gerektiren büyük ölçekli kamu işletmelerinin özelleştirmelerine öncelik vermiştir. Kısaca ülkelerin ekonomik ve politik yapılarının dönemselliğine bağlı olarak özelleştirmelerin öncelikleri de farklılık gösterdiğini ifade edebiliriz.

Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları

Özelleştirme uygulamaları 24 Ocak 1980 kararları ile benimsenen neoliberal politikalar ile birlikte Türkiye’nin de gündemine girmiş ve özellikle son 16 yıldır iktidarın tek sahibi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetlerince de yılmaz bir şekilde savunulmuş ve uygulanmıştır. Özelleştirme adı altında, ülkenin, Cumhuriyet tarihi boyunca kurulmuş olan tüm değerleri bir bir satılmış, yok pahasına birilerine devredilmiştir.

Ulus devletin parçalanmasına yönelik adımlardan birisi, belki de, en önemlisi olan özelleştirmelerde devletin elinde bulunan kilit noktaların talan edilmesi ön plandadır; özellikle ulaştırma, iletişim, enerji ve maden gibi sektörlerdeki özelleştirmeler, bir ülkenin geleceğine vurulan en büyük darbe niteliğindedir. Hele hele son olarak özelleştirilmesi gündeme gelen şeker fabrikalarının ülke sağlığı açısından kritik öneme sahip olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bunun iki boyutundan bahsedilebilir; birinci boyutu özelleştirmeyi yapan hükümet-bürokrasi işbirliğindeki kimi zaman yolsuzluğu da varan rant elde etme mücadelesidir; ikinci boyutu ise bunun sosyal devlete saldırı niteliğinde ve devletin piyasadan el çektirilmesini de öngören neoliberalizm gibi ideolojik saldırı boyutudur

Liberal ekonominin gelişmesi için, önündeki tüm engellerin kaldırılması zorunludur. Bu engellerin başında da devletin bir aktör olarak piyasada yer alması gelmektedir. Madenlerden iletişime, sağlıktan eğitime, turizmden tekstile vb. tüm alanlardaki devlet eli kaldırılmalı ve devlet, sadece piyasa ekonomisinin rahat bir şekilde gelişip büyümesi için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Egemen sınıflar lehine yapılacak bu düzenlemelerin temelinde birkaç ulusal ve uluslararası zenginin menfaati, emekçilerin menfaatinin önüne geçmektedir. Türkiye’de özelleştirmeleri yapmakla görevli makam olan TC Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), yayınlarında, özelleştirmenin neden yapıldığı ile ilgili verdiği bilgilerde bunu açıkça da ifade etmektedir. “Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir” (ÖİB, 2018a). Diğer yandan devletin, liberal ekonominin en önemli etmenlerinin başında yer alan serbest rekabetin önündeki engel olarak görülmesi, sermaye sınıfı için özelleştirme uygulamaları ve mevzuat düzenlemesi zorunlu hedef olarak görülmüştür. “Özelleştirme ile devletin ekonomideki sınai ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi hedeflenirken, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi ve atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması, bu yolla elde edilecek kaynakların altyapı yatırımlarına kanalize edilebilmesi mümkün olacaktır” (ÖİB, 2018a). Bu noktada da devletin niteliği sorgulanır hale gelmektedir: Kapitalist mi, sosyal mi?

1970’lerde patlak veren kapitalist krizden çıkma çabaları, hedefine, sosyal devleti ve uygulamalarını koymuştur. Yeni düşman,  devlet ve onun müdahaleci kimliği görülmüştür.  Bu düşmanı etkisizleştirmenin en büyük silahı da özelleştirme görülmüş ve uygulanmış ve uygulanmaktadır. Ancak bunu mantığa büründürmek gerekliydi ve bu mantık da devlet kuruluşlarının zarar ettirilmesi ya da zarar ediyor gösterilmesini gerektirdi. Hükümetler tarafından KİT’ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri) sürekli göz önüne alınmaya başlandı. Halktan toplanan vergileri yutan bir “kara delik” niteliğinde gösterildikleri için de devletin, doğal olarak da halkın sırtında bir yere yük olarak karalanacak; böylece halkın bu konudaki çekinceleri de giderilmiş olacaktı. Bu bağlamda değerlendirildiğinde de başarılı oldukları da söylenebilir.

Bu doğrultuda 1984’ten itibaren gerekli yasal düzenlemeler yapılarak özelleştirmeler yapılmaya başlandı.  Peki bu özelleştirme neydi ve neyi kapsıyordu?

Başkaya’nın (2005) da işaret ettiği gibi özelleştirmenin iki farklı alanda yürütüldüğü görülmektedir: Devletin sahip olduğu mal ve sunduğu hizmetler alanında. Birincisi Türkiye’de KİT’lerin sermayesinin tamamı veya çoğu devlete ait olup, piyasa için mal üreten kuruluşların verimli olanlarının özel sektöre satılması, verimsiz sayılanların tasfiyesi; İkincisi de, geleneksel olarak devlet tarafından sağlanan  eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, iletişim, kitle ulaşımı, su, doğal gaz, elektrik, vb. kamu hizmetlerinin özelleştirilerek bunların kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp, meta kategorisine indirgenmesidir. Devletin küçültülmesi ve vasıfsızlaştırılması gerekliliği ilgili metinlerde açıkça da dile getirilmektedir. Bu metinlerde devletin asli ve yeterli görevinin adalet, güvenlik (vurgulanan iç ve dış güvenlik; sosyal güvenlikle karıştırılmamalı) ve altyapı hizmetleri olduğu açıkça dile getirilmektedir (ÖİB, 2018b). Aynı metinde özelleştirmenin temel amacının nihai olarak, devletin ekonomide işletmecilik alanından tümüyle çekilmesinin sağlanması olduğu özellikle vurgulanmaktadır.

“Özelleştirme neden yapılmaktadır?” “Özelleştirme hangi sorunu çözmektedir?” “Özelleştirme uygulamalarında kamu yararı ne ölçüde gözetilmektedir?” gibi sorular, ilk günden buyana zihinlerde durmakta; ancak ikna edici bir yanıt bulamamaktadır.

Neoliberalizmin en temel amacının, ulus devletin ekonomik alana müdahalesinin yok edilmesi olduğu bilinmektedir. Devlete sadece düzenleyici rolünün biçilmesi, kamu mallarının tabiri caiz ise peşkeş çekilmesinin önünü açmıştır. Türkiye’de 1994 yılından itibaren  ivme kazanan özelleştirmelerde, Cumhuriyet’ten sonra kurulan limanlar madenler, termik santraller, iletişim ve ulaşım kuruluşlarının özelleştirme adı altında bir bir satıldığını görüyoruz. Özelleştirmenin kapsamı olarak gösterilen zarar eden kurumların değil de özellikle kar eden ve bulunduğu sektörün lokomotifi şeklinde olan kurum ve kuruluşların özelleştirilmesi dikkat çekicidir.

Özelleştirmenin temel amacının, devletin ekonomide işletmecilik alanından tümüyle çekilmesi olduğu daha önce ifade edilmişti. Devletin piyasadan çekilmesi nasıl, hangi yöntem ve yöntemlerle olacaktır? Türkiye’de özelleştirmelerin altı farklı yöntemle uygulandığını görüyoruz. Bunlar (ÖİB, 2018b):

  1. Özelleştirme Programındaki Kuruluşların Hisse Satışlar
  2. Özelleştirme Programındaki Kuruluşlara ait Bağlı Ortaklık, İştirak, Tesis ve Varlık Satışları
  3. Özelleştirme Programındaki Kuruluşların Halka Arzı
  4. Özelleştirme Programındaki Kuruluşların BIST’de Satışı
  5. Yarım Kalmış Tesis Satışı
  6. Özelleştirme Programındaki Kuruluşlar veya Kuruluşlara ait Bağlı Ortaklık, İştirak, Tesis ve Varlıkların Bedelli Devirleri

Özelleştirme çalışmaları, 1984 yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması veya yerine yeni bir tesis kurulması amacı ile özel sektöre devri uygulamaları ile başlamıştır. 1985 yılından itibaren 272 kuruluştaki kamu hisseleri, 2332 taşınmaz, 10 otoyol, 2 boğaz köprüsü, 146 Tesis, 7 Liman, şans oyunları lisans hakkı ile Araç Muayene İstasyonları özelleştirme kapsamına alınmıştır. 54 kuruluştaki kamu payı daha sonra kapsamdan çıkarılmak, tasfiye edilmek veya kapsamda olmayan başka bir kuruluşla birleştirilerek tüzel kişiliği sona erdirilmek üzere devredilmiştir (ÖİB, 2018b: 8).

Halen özelleştirme kapsam ve programında 17 kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşların 8 tanesinde % 50’nin üzerinde kamu payı vardır. Bunun yanı sıra, özelleştirme kapsamında 938 taşınmaz, 40 tesis, 10 otoyol ile 2 boğaz köprüsü de yer almaktadır (ÖİB, 2018b: 9-10).

Özelleştirme İdaresi Başkanlığının resmi internet sitesinde yayınladığı bilgilere göre 1986 yılından itibaren hız kazanan ve tamamı kamuya ait veya kamu iştiraki olan kuruluşlardaki kamu paylarının özelleştirme kapsamına alınması yoluyla yürütülen program çerçevesinde, İdare tarafından bugüne kadar 217 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış/devir işlemi yapılmış ve bu kuruluşlardan 208’sinde hiç kamu payı kalmamıştır. 1986 yılından bugüne kadar gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı 68,4 milyar $ düzeyindedir. Bir bölümü vadeli ve döviz cinsinden gerçekleştirilen bu hisse senedi ve varlık satış işlemlerinden Şubat 2017 itibariyle 64,6 milyar Dolar net giriş sağlanmıştır.  Özelleştirme kapsamındaki kuruluşlardan elde edilen 4,9 milyar Dolar temettü geliri ve 1,7 milyar Dolar diğer kaynaklarla birlikte 1985 – Şubat 2017 dönemi toplam kaynakları 71,2 milyar Dolar düzeyine ulaşmaktadır (ÖİB, 2018b: 10).

Grafik 1’e dikkatle bakılırsa 19862003 yılları arasındaki toplam özelleştirme miktarının 2005 yılında yapılan özelleştirme miktarına ancak eşit olduğu görülecektir. Özellikle 2004 yılından itibaren özelleştirmede büyük bir hız görülmüştür. Grafikte ayrıca 2008 sonrası başlayan küresel kapitalizm krizinin, özelleştirmeleri de etkilediği ve özelleştirme uygulama ve gelirinde bir düşüş yaşandığı görülmektedir. Ancak son yıllarda hedeflenen büyüme oranlarının düşmesi, mevcut hükümetin tekrar özelleştirmelere hız vermesine neden olmuştur. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana,  geçmiş hükümetlerin yaklaşık 7,5 katı özelleştirme yaptığı grafikte ayrıca görülmektedir. (Grafik: 2)

Özelleştirmenin, başlı başına bir sorun olmasının yanında, birde özelleştirilen KİT’lerin ve hizmetlerin yok pahasına satılması ya da açık bir ifade ile neredeyse üzerine para verilecek şekilde yapılması, durumu daha da vahimleştirmektedir. Geçmişte özelleştirilen bir KİT’in özelleştirme bedelinin övgüye değer gösterilmesi, fakat itiraz sonucu yeniden ihale yapılması ve bir önceki değerinin çok üzerinde bir değerle özeleştirilmesi, süreçteki keyfiliği gözler önüne sermektedir. Bunun en iyi örneklerinden birisi Derince Limanının özelleştirilmesidir: 2007’de 195 milyon 250 bin Dolara satılan liman, iptal edilen özelleştirme sonrası 2014 yılında 543 milyon Dolara özelleştirilmiştir.

Özelleştirmelerin, ilgili mevzuat çerçevesinde ve kamu yararı ilkesine göre değil; aksine,  bu anlamda yapılan eleştirileri doğrular nitelikte örneklerin de ortaya çıkması; haklı bir şekilde özelleştirme uygulamalarının daha çok sorgulanmasını zorunlu kılmıştır. Özelleştirme uygulamalarında kamu yararının gözetilmesi öncelikli olması gerekirken, AKP iktidarları döneminde kamu yararı görülmeyen ve hatalı özelleştiği mahkeme kararlarıyla da tespit edilen kimi özelleştirmelerin iptal edilmesine karşın, ilgili kurum ve kuruluşlar (Seka Balıkesir Fabrikası, Seydişehir Alüminyum, Çeşme ve Kuşadası limanları) “fiili durum” bahanesi ile bir türlü iade edilmemiştir (Radikal, 2013). AKP hükümetlerinin hukuk tanımaz bir şekilde neoliberal politikalar ve öncelikler çerçevesinde sermayeye hizmet etmeyi sürdürmesi ise dikkat çekicidir.

Özelleştirmelerin Yıkıcı Etkileri; Şeker Fabrikalarının Özelleştirilmesi Bağlamında Bir Değerlendirme.

Özelleştirme uygulamaları ülkeyi sadece ekonomik zarara uğratmamaktadır; aynı zamanda iş gücü piyasasını da olumsuz yönde etkilemekte, özelleştirme ile işletmeyi devralan işveren, daha ucuza ve kötü çalışma koşullarında işçi istihdam etmekte, çoğu işi de alt işveren aracılığı ile taşere etmektedir. Bu da AKP döneminde daha belirgin bir şekilde karşılaştığımız; iş gücü piyasasının taşeronlaşma olgusunun yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Her ne kadar kamuda taşeron uygulamasına yönelik düzenleme getirilmeye çalışılsa da taşeron uygulaması özel sektördeki sorun kaynağı olmaya devam etmektedir.

Madenlerin, termik santrallerin, limanların vb. özelleştirilmesine karşı çok büyük yürüyüşler, mitingler ve başka eylemler yapılmasına karşın; AKP hükümetleri sermayeye verdiği sözden geri dönmemiştir; özelleştirmelerin hem ekonomik hem de toplumsal olumsuz etkilerini bilmelerine rağmen ısrarcı olmuşlardır. Ve özellikle Soma ve Ermenek gibi toplu iş cinayetlerinin, aslında birer özelleştirme cinayeti niteliğinde olduğu bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır

Büyüme hedefli ekonomi politikaları, neoliberal ideoloji çerçevesinde, kalkınmayı göz ardı ederek, her şeyi piyasanın oluruna bırakmaya özen gösterdi ve göstermeye devam etmektedir. Kapitalist küreselleşmenin en büyük aracı haline gelen özelleştirmeler sonucu, toplum dolaylı olarak dönüştürülmektedir. Daha açık bir ifade ile, üretim ilişkileri yeniden tanımlanmakta; tek sınıflı bir toplum yaratılmaya çalışılmakta ve sermayenin liderliğindeki bu toplumun önündeki engel olan sosyal devlet, özelleştirmelerle yok edilmektedir.

Özelleştirme uygulamaları işsizlik yaratma aracına dönüşmüştür. Bu yönde de belki en büyük darbeyi işçi örgütleri, yani sendikalar yemiştir. İdareciler, bir yandan sendikal haklardan bahsederken bir yandan da özelleştirmelerle sendikaların altını oymaktadır. Taşeronlaşmanın yoğunlaştığı özel sektörde sendikal örgütlenme başlı başına bir sorun kaynağıdır. Ancak bu konu daha geniş bir şekilde ele alınması gerektiğinden burada değinilmeyecektir.

Özelleştirmenin ekonomik ve sosyal etkilerinin ayrı ayrı ele alınması önemlidir. Özelleştirmelerin ekonomik boyutuna sık sık değinilmesine karşın sosyal boyutunun bir o kadar göz ardı edildiğini söylemek mümkündür. Buradan ekonomik boyutunun önemsizliğini değil, sosyal boyutunun da bir o kadar önemli olduğunu vurgulamak niyetindeyiz. Bu yönde yapılacak sosyal araştırmalar bu konudaki eksikliği gidermede yardımcı olacaktır.

Özelleştirmelerde uygulanan yöntem gereği çoğu KİT, sıfır işçi ile devredilmektedir. Bu işçilerden yıllarını dolduranlar zorunlu olarak emekliliği seçerken, çalışmak zorunda olanlar ve emekliliği hak etmemiş olanlar ya başka il ve bölgelerdeki kuruluşlara gönderilmekte ya da işsiz kalmaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, özelleştirme, işçilerin sadece işlerini değil, yaşam alanlarını da ellerinden almaktadır. Özelleştirme sonucu başka bölgelerdeki kuruluşlarda çalışmak zorunda kalan emekçiler bir bilinmezliğe sürüklenmektedirler. Yaşanmışlıkların vermiş olduğu alışkanlıkları terk etmek zorunda kalan işçiler, çalışmak ve bir anlamda da yaşam mücadelesi vermek zorunda oldukları yeni mekanlarda yalnızlaşabilmektedirler Bu durumun yarattığı psiko-sosyal etkiler göz ardı edilmeyecek derecede önemlidir. Hatta bu tür işçiler arasında intiharların yaşandığı geçmişte karşılaşılan bir durumdur (www.sendika .org, 2008). (Grafik: 3)

 

Özelleştirmenin psiko-sosyal etkileri ve intiharla ilişkisi farklı ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalarda da ortaya konmuştur. İngiliz bilim adamları Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Doğu Avrupa’da ölüm oranlarının arttığını ve bunun en önemli nedeninin özelleştirmelerin olduğunu savunmuşlardır (www. sendika.org, 2009).  Bilim adamlarına göre özelleştirme politikalarının özellikle işsiz kalan erkek işçileri ölümün kıyısına ittiğini ve bunun intiharları arttırdığı sonucuna varmışlardır. Özellikle 1990’lı yıllarda özelleştirme uygulamalarının yoğun bir şekilde yaşandığı Rusya, Kazakistan ve Letonya gibi ülkelerde ölenlerin oranının yüzde 40 arttığını tespit edilmiştir. Kısaca özelleştirme ve erkek ölümleri arasındaki ilişki anlamlı bulunmuştur.

Önümüzde şeker fabrikalarının özelleştirilmesi süreci var. AKP dışında neredeyse mecliste temsil edilsin edilmesin tüm siyasi partiler şeker gibi önemli bir gıdanın üretiminin özel sektöre devredilmesinin sakıncalarını ve imkansızlığını ortaya koymakta ve karşı durmaktadırlar. Şeker fabrikalarının toplumsal etkisi görece diğer sektörlerden daha farklıdır. Örneğin sadece limanlar, limanda çalışan işçileri ve bir anlamda kapalı işçi grubunu doğrudan etkilerken; şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ise, işçilerle birlikte o bölgenin temel geçim kaynağı niteliğindeki şeker pancarı sektöründe çalışan işçi, çiftçi, küçük esnaf gibi geniş kitleler etkilenmektedir. Mutfakların ve tüketimin en önemli besin maddelerinin başında olması nedeni ile de tüm toplumu etkiler niteliktedir.

Şeker fabrikalarının sağlık konusundaki etkisi bu yazının sınırlarını aşacak genişlikte olduğu için bu konuya girilmeyecektir; ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, konu hakkında değerlendirme yapan uzmanlar, şeker pancarının yerine Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) gibi tatlandırıcıların kullanılmasının sağlığa olumsuz etkilerinin altını çizmektedirler. Her ne kadar, NBŞ üretim kotası yüzde 10’dan yüzde 5’e düşürülerek kamuoyu rahatlatılmaya çalışılsa da, bunun bile samimi olmadığı verilerce doğrulanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu kotanın yüzde 3’ten az olduğu ifade edilmektedir. Diğer yandan üretimdeki kotaya karşın NBŞ ithalatının gittikçe arttığı görülmektedir. 2011 yılında 11 bin ton NBŞ ithal edilmişken, bu oran sırasıyla, 2012’de 11,2; 2013’te 13,2; 2014’te 15,7; 2015’te 28,7; 2016 yılında ise bir önceki yılın iki katı yanı 57,1 ton NBŞ ithal edilmiştir (Şimşek, 2018). Diğer bir ifade ile NBŞ ithalatı son beş yolda beş kat artmıştır.

Sonuç olarak neoliberal arka plana sahip özelleştirme uygulamaları, sosyal devlete saldırmakta ve onun kazanımlarını yok etmeye çalışmaktadır. Zarar ediyor bahanesi ile satılan devlet kuruluşlarının,  6 ay sonra yayınlanan bilançolarında kar etmeleri düşündürücüdür. Diğer yandan ekonomik verimlilik yönünden değerlendirilen KİT’lerin özelleştirilmesinde toplumsal verimlilik göz ardı edilmiştir. Kısaca ulusal ve uluslar arası sermaye aktörlerine para kazandırılmaya çalışılırken, sağlıklı bir toplumun varlığı tehlikeye girmektedir.

*Dr., Tez-Koop-İş Sendikası Başkan Danışmanı ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakıf Gönüllüsü

KAYNAKÇA:

Başkaya, F. (2005), “Özelleştirme”,  www.sendika.org

Kikeri, S., Nellis, J. ve Shirley, M. (1992) Privatization: the Lessons of Experience. The World Bank, Washington , https://books.google.com.tr/books ?hl=en&lr=&id=2nAGeNNWyTMC&oi= fnd&pg=PP6&ots=kdY0kb1WBm&sig= 016hrVKL6fpZuyDM44ooTduimSg&re dir_esc=y#v=onepage&q&f=false (Erişim, 23.03.2018)

Koç, Y. (2005), Özelleştirme, Kaynak Yayınları

Martin, B. (1994), Özelleştirme Kamu Yararına mı?, Türk Harb-İş Sendikası Yayını- Ankara

Megginson, W.L. (2017), “Privatization Trends and Major Deals in 2015 and 2016”, The PB Report 2015-2016,  Two Records Years Herald an Going Privatization Wave, Italy s.5-32

ÖİB (2018a), “Özelleştirmenin Felsefesi”, http://www.oib.gov. tr/T%C3%BCrk%C3%A7e/ Sayfalar/Detay/T%C3%BCrkiyede _%C3%96zelle%C5%9Ftirme_ Uygulamalar%C4%B1/1489152956.html? (Erişim, 15.03.2018)

ÖİB, (2018b), “Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları”,  http://www. oib.gov.tr/T%C3%BCrk%C3%A7e/ Sayfalar/Detay/T%C3%BCrkiyed e_%C3%96zelle%C5%9Ftirme_ Uygulamalar%C4%B1/1489152956.html? (Erişim, 15.03.2018)

Radikal (2013), “Özelleştirmede Anayasa Belirsizliği”, http://www.radikal.com. tr/ekonomi/ozellestirmede_anayasa_mahkemesi_belirsizligi-1154074

Şimşek, H. (2018), “Zehri Yurtdışından İthal Edebilecekler”, Birgün, s.1, (22 Mart 2018)

Yıldızoğlu, E.(2013), “Tükenmiş Bir Uygarlıktan Görüntüler”, Cumhuriyet Gazetesi,  s.6, (17 Nisan 2013)

www.sendika.org, (25 Ocak 2009)

www.sendika.org, (02 Eylül 2008)

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

 

Tags: , , ,

Arşivler