Oyuncakların Büyülü Dünyası(*)

Son günlerde hiçbir gazete haberi beni daha doğrusu içimdeki çocuğu böylesine heyecanlandıramazdı. Neydi bu haber. Gelin bir kez daha anımsayalım. Taşköprü “Tahta Oyuncak Merkezi” Oluyor. Doğrusu bundan daha güzel bir haber olamazdı benim için. Nedenini merak mı ediyorsunuz? Buyurun öyleyse, zamanda küçük bir yolculuğa çıkalım.
Yıl altmışların ortaları. Yer Kütahya, Lisede öğrenciyim. Dersimiz coğrafya, öğretmenimiz Orhan Bey. Diğer birçok öğretmenimiz gibi konuların hakkını veren, ders programlarının sınırlarını devamlı zorlayan bir öğretmen. Kütahya gibi küçücük bir Anadolu kentine sıkışmış bizlere yeni ufuklar açan, düşündüren, dünyayı kavramamız için didinen bir idealist cumhuriyet aydını.
Konumuz Japonya. Çok uzaklarda oluşu, insanlarının çalışkanlığı, dürüstlüğü dışında pek fazla bilgimiz olmayan bir ülke o zamanların Japonya’sı. Savaşçı ruhlu samurayları, geyşaları, depremleri, balıkçıları, kağıt katlama sanatını ise filmlerden şöyle bir görmüşlüğümüz var. Az kalsın “Tokyo” terliği unutuyordum. Bir dolu Japon harikası arabalar, fotoğraf-film makineleri, saatler, bilgisayarlar, televizyonlar marka olmamış, henüz dünyayla tanışmamış.Hatta bazıları belki de henüz üretime bile geçmemiş. Japonya denince, İkinci Dünya Savaşı’nda nükleer bombalarla yerle bir edilmiş, fakirleşmiş, Amerikanın desteğiyle belini doğrultmaya çalışan insanların yaşadığı ülke geliyor insanın aklına. İşte, böylesine kısıtlı bilgilere coğrafyacımız Orhan Beyin aktardıkları eklenince dünyamız, sihirli değnek değmişçesine değişiveriyor. “Çocuklar, bu Japonlar öyle çalışkan, öyle akıllı insanlar ki sormayın. Adamlar aylarca açık denizlerde hem balık tutarlar hem de gemilerde bunları konserve haline getirirler, dünyanın birçok yerine satarlar. Ülkelerine ise asla boş dönmezler. Gelişmiş sanayi ülkelerinden yükledikleri hurda demirlerden oyuncaklar, küçük ev eşyaları vb. yapar tüm dünyaya satarlar. Göreceksiniz, çok öncelere dayanan, savaş yıllarında çöken sanayilerini daha yukarılara taşıyacak, çok yakında dünyaya meydan okuyacaklar. Aslında adamların ne demiri var, ne kömürü var ne de petrolü.Hepsini dışarıdan alıyorlar !” Anlatılanları gıkımızı çıkarmadan şaşkınlıkla dinlerdik. Söylenenlerin üzerinden elli yıl dahi geçmedi, işte durum ortada.
Gelelim 12 Aralık tarihli Kastamonu Gazetesi’nde yer alan Akif Doğan imzalı haberin beni neden böylesine heyecanlandırdığına. Belki anımsayanlar çıkabilir. Oğlumuzun görevi nedeniyle üç dört yıl yerleşik, o günlerden buyana da gönüllü Kastamonululuğumuz sürmekte. Kaldığımız sürece, aile toplantılarımızda, öğretmenlerle görüşmelerimizde, el sanatları eğiticileriyle sohbetlerimizde aklınıza gelebilecek her ortamda, bıkmadan usanmadan yinelediğim bir önerim vardı.Özetle sizlere de aktarayım.”Bakın, şehrimizin üçte ikisi orman. Dünya kadar orman köylümüz var. İş alanları kısıtlı. Sayıları az da olsa, ahşap oymacılığını yaşatan, resmi yada özel atölyeler var. Ama, çok daha küçük ağaç parçalarını değerlendirerek, çok daha fazla kişiye gelir getirecek alanlar niçin yaratılmasın. Örneğin, satranç takımları, şehrin anıtsal yapılarını simgeleyen yapbozlar oyuncaklar, legolar, eğitim setleri, biblolar, anahtarlıklar, minik ölçekte ev, mutfak ve kırtasiye objeleri, daha neler neler üretilir… Hem, birçok insan zanaat sahibi olur karnını doyurur, hem en küçük ağaç parçacıkları değerlendirilmiş olur, hem de şehrimiz adını dünyaya duyurur, belki de marka olur. Yeter ki bir başlasın, hele bir başlasın arkası gelir”.
Sonunda, beklediğim haberle yüzleştim. Taşköprü Ticaret ve Sanayi Odası’nın Mustafa Sıtkı Çok programlı Erkek Meslek Lisesi’yle birlikte başlattığı, Taşköprü Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı ve bir kontraplak fabrikasının desteklediği, Kastamonu El Sanatları Merkezi’nin de Usta öğretici yardımlarıyla hayata geçirilen projenin, başarılı ve uzun soluklu olması en büyük dileğim. Büyük uğraşlar sonucu Türkiye’de ilk oyuncak Müzesi’ni gerçekleştiren, ahşap oyuncaklar konusunda hayli birikim sahibi olduğunu düşündüğüm şair Sunay Akın’la da iletişim kurulmasının yararlı olacağına inanıyorum. Ayrıca,geleceğin ustaları arasına, “Çocuk Bakım Yurdu”nun yetenekli çocuklarını da katmak ne güzel olur.
Bizler, kısıtlı olanaklarla oyuncaklarımızı kendimiz yapar, can katar, bozuluncaya kadar zevkle oynar, onlarla bütünleşirdik. Hayal dünyamız yapraklarını dökmeyen (daha doğrusu dönemsel döken) ağaçlar gibiydi o zamanlar, sürekli yeşildi. Sarı nedir bilmezdik Dilerim, günümüz çocukları da bu güzelim girişimler sonucu, üretilen oyuncaklar yardımıyla bilgisayar tutsaklığından kurtulur, dört duvarın dışına çıkar, sokaklarda oyuncaklarla oynamanın tadını yeniden keşfeder, yemyeşil hayallerinin peşine takılır gider…

* 23 Aralık 2010 tarihli Kastamonu Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
** Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , ,

Arşivler