3 Şubat 2011 tarihinde Ostim’de (Ankara) meydana gelen artarda iki patlama yalnızca ölen ve yaralananların ailelerinde derin izler bırakmadı; toplumu da derinden sarstı. Bazıları bu sarsıntıların şiddetini azaltmak için “hafifletici!” söylemlere yöneldiler. Çünkü korkuları, tepkinin artması ve halkın galeyana gelmesiydi. Şöyle dediler:
l Vadesi gelmiş.
l Allah yarattı, Allah aldı.
l Ölümün önüne kimse geçemez.
l Allah onları sevdiği için erken aldı.
l Gerçek olan dünyaya gittiler.
l Olanla ölene çare bulunmaz.
l Olacağı varmış.
l Yaşasaydı belki daha büyük acılar çekecekti.
l Allahın işine karışılmaz; ölüm Allahın emri.
,l Burada ölmese başka yerde ölecekti.
l Alnımıza ne yazıldıysa, o olur.
l Kader
Bu koroya bazı üst düzey yöneticiler de katıldılar. Korkuları, sorumluluğu üzerlerinde kalmasıydı. Çünkü her kazadan sonra, “cezasız kalmayacağı”, “son olacağı” vb sözler vermişlerdi. Hiçbiri de gerçekleşmemişti. En iyisi mistisizme yönelmek ve “müsekkin” (yani uyuşturucu) vermekti.
Biz de, gençlerin ne düşündüklerini merak ettik. Ank.Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri öğrencilerine sorduk. Onların, Ostim’deki kazaları duyduklarında ilk olarak ne düşündüklerini sorduk. Yanıtlar, hiç de yukarıdaki “tutucu koro” ile uyumlu değildi. Düşünen, sorumluluk duyan genç bireyler olması sevindirici ve umutlandırıcıydı.
Büşra Tuncel, “Ülkemiz diğer ülkelere oranla iş kazalarının daha çok olduğu ve kazalar sonucunda ölümlerin meydana geldiği ülkeler arasında, ne yazık ki, ön sıralarda yer almaktadır. Bunun birçok nedeni olsa da bence en önemlisi denetimsizlik.” diyor. Bir başka genç, bu sözlere isyan ediyor: “İnsanların ardından hep sopayla gezilmez ki. Kendileri, sorumluluklarını bilip, ona göre davranması gerekir. Bence eksik olan sorumluluk.” diye düşüncesini iletiyor.
Hamza Bozer hemen ekliyor: “Patlamaları duyunca, ülkemizde insana verilen değerin ne kadar alt düzeylerde olduğu aklıma geldi. Sonra haberlerin içeriğinde, yıllardır yapılmayan denetimler, sorumluların suçu birbirlerinin üzerine atması, oluşabilecek yeni patlama olasılıklarını da duyunca, bunlar insan olamaz dedim kendi kendime.”
İbrahim Bircan, Ostim’de meydana gelen kazalardan sonra, herkesin denetimsizlikten yakındığını söylüyor; o kadar. İşyeri denetiminden, tüplerin denetimine, insanların komşularını denetlemekten, kendilerini denetlemeye kadar birçok denetim mekanizması olduğu düşünülürse, demek ki kimse görevini yapmamış.
- Kadir, “Haberi ilk okuduğumda iş güvenliği önlemleri alınmadığı için gerçekleşmiş olduğundan emindim.” diyor. Ekliyor: “Yetkililerin önlemlerin arttırılacağı biçimindeki açıklamaları karşısında, neden daha önce arttırmadınız, madem arttırabiliyordunuz? Sorusu benim gibi herkesin aklına gelmiştir. ‘Ostim’den biz sorumlu değiliz, denetim alanımız dışında’ şeklinde açıklama yapan belediye başkanının ne sıfatla orada olduğunu, olayı duyup merakla olay yerine gelen yurttaşlardan farkını anlamaya çalıştım.
Bir öğrenci, “Ostim’deki patlamaları duyunca, aklıma ilk olarak iş müfettişi olma isteğimi yeniden düşünmem gerektiği geldi. Çünkü iş müfettişi olarak, önlemleri aldıramayacağım , uyarılara karşın almamakta direnen işveren karşısında yapabileceklerimin ne kadar sınırlı olduğunu düşündüm. Zaman zaman ortaya çıkabilecek risklere karşı önlem alınmamasına göz yummak zorunda mı kalacaktım? Ben raporumu yazdım, görevimi yaptım rahatlığı, beni gerçekten rahatlatacak mıydı? Bütün bunlar benim kendimi özdeşleştirdiğim dürüstlük kimliğiyle zıtlaşmayacak mıydı?”
Esra Aslan da şöyle yanıtlıyor sorumuzu: “İşin aslı bu patlamalar bende çok şaşkınlık yaratmadı ve ilk olarak o işçilerin ailesini düşündüm. Ardından bu olayın sorumlularına bir şey olup olmayacağını. Giden geri gelmeyecek elbette, bir insan canının karşılığı nasıl verilebilir ki?! Ama mutlaka bir bahaneleri vardır; ya da ölenlerin vadesi yetmiştir. Günümüzde ne yazık ki, canı pahasına çalışmak zorunda olanların var oluşu ve elden bir şey gelmeyişinin yarattığı gariplik hissi. Olaydan sonra orada Hiçbir şey olmamış gibi çalışma yaşamına devam eden işçiler …”
Muhammed Çetin, kazaları duyunca ilk aklına gelenleri şöyle sıralıyor: “Üzüntü ve kızgınlık bir arada insanın aklına geliyor. Sonrasında akıl ön plana geçiyor; patlamaya neyin neden olduğunu düşünüyorsunuz. Sonuçta nedeni bulmakta zorlanmıyorsunuz. Yine birileri, bazı şeyleri olması gerektiği gibi yapmamış. Bir sürü insan, bazı insanların küçük ekonomik ve siyasi çıkarları için acı çekiyor; bu olayların, umursamadan geçildiği için bir kez daha kahroluyorsunuz”.
Bir başkası atılıyor: “Bu çağda bu büyük bir utanç. Ostim’e mutlaka bir utanç müzesi kurulmalı”.
BİR BROŞÜRÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
- Üzerinde basım tarihi yok, ama Ostim’deki patlamaları milat olarak kabul edersek, bundan önce basılmış ve Ostim’de dağıtılmış.
- Yangın, parlama ve patlamalara hiç değinilmemiş ve herhangi bir önlem önerilmemiş.
- “Çalışanlar için” hazırlanmış; “çalıştıranlar” hiç düşünülmemiş. Oysa ki, “toplu” önlemleri ancak işverenler aldırabilirler. İşçiler ne kadar bilinçli olsalar da, tek başlarına yalnızca “bireysel” önlemleri alabilirler; bunu da ancak işverenin bilgisi ve onayı ölçüsünde yapabilirler.O halde hedef kitle yanlış seçilmiş.
- Broşürde, “ucuz atlatılan olay”dan genel güvenlik uygulamalarına; elektrikli cihazlarda çalışırken uyulması gereken kurallardan, kişisel korunmaya kadar çeşitli konulardan resimlerle söz edilmiş. Ancak bu konuda, işçi ve işverene kimin yol göstereceğine hiç değinilmemiş. Sanki bu broşürü okuyan her şeyi yapabilecek güce erişecekmiş gibi. İşçi- işveren, üretime kilitlenmişken, “üretim körlüğü”ne düşmeyen ve işçi sağlığı iş güvenliği konusunda görevlendirilmiş bir personel gereksinmesinden hiç sözedilmemiştir (Yasalardan değil, gereksinmelerden söz ediyoruz).
- Bu özellikleri ile broşür, yalnızca kamuoyu duyarlılığını arttırmaya yönelik bir çaba dışında, “Ostim’deki patlamaları” önlemekten uzak bir eğitim materyalidir.
- Nitekim, patlama öncesi yayınlanan bu broşür, Ostim’e can kaybı ve kötü şöhret gelmesine engele olamamıştır.