Osmanlı Döneminde Madenlerde Çocuk Zulmü

Çocuğu o küçük bedeniyle madenlerde düşünebiliyor musunuz?

Daracık, nemli dehlizlerde, gün boyu siyah renkten başkasını görmeyen, yorgunluktan bayılacak hale gelen ve ancak zorbalıkla orada tutulabilen çocuklar …
Buna çocuk çalıştırma değil, çocuk zulmü denir.

Araştırmacı-yazar Erol Çatma,
maden işçiliğinden araştırmacılığa giden yolculuğunda verdiği ürünlerle kendini kanıtlamış;
kitaplarıyla da kalıcı izler bırakmış bir yazar.
Özgür düşüncesiyle, arşiviyle ve çalışmalarıyla farklı bir görüntü sergiliyor.
17 Aralık 2008 Çarşamba günü, Nusret H. Fişek Bilim ve Sanat (NHF) Ortamında,
maden işçiliğinden başlayan meslek serüveninin son halkası olan
araştırmacılıktaki hünerini sergiliyor.

Söyleşinin Kolaylaştırıcısı, Prof. Ahmet Makal, giriş konuşmasında, Zonguldak ilinin, 19. y.y.’da taş kömürünün enerji üretimi için kullanılmaya başlamasından sonra, bu madenle özdeşleştiğini ve taş kömürünün ilk başlarda Osmanlı Donanması’nın ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldığını belirtti. Prof. Makal, taş kömürünün, Zonguldak ilini her açıdan şekillendirdiğini ve bu süreç içerisinde dramatik olayların da yaşandığını dile getirerek şunları söyledi:
“Zonguldak iki defa zorunlu çalıştırmaya konu olmuştur. İlki 1840’larda, Dilaver Paşa Nizamnamesi sonrasında ve ikincisi 1940’lı yıllarda İkinci Dünya Savaşı sıralarında gerçekleşmiştir. 1940’lı yıllardaki ikinci mükellefiyet uygulamasında, 700 madenci hayatını kaybetmiştir.
Kendisi de bu bölgede doğan ve büyüyen Erol Çatma, bu süreçte yaşananlardan maden işçisi olması nedeniyle doğrudan etkilenmiştir. Daha sonra madencilik ve madencilerin çalışma koşulları üzerine araştırmalar yapmış ve bunları kitap haline getirerek herkesle paylaşmıştır. Osmanlıca öğrenmiş ve arşivlerden yer alan değerli bilgi ve belgeleri, gün ışığına çıkartmıştır.”
Erol Çatma, Osmanlı madenlerinde çocuk işçilik konusuyla ilgilenme nedenlerini anlatarak konuşmasına başladı.
“ilk başta, asker işçiler ve mahkum işçiler konusunda çalışmalarım olmuştu. Ancak Sayın Makal’ın, Havza’daki çocuk işçilik konusunun tarihi boyutu konusunda büyük eksiklikler olduğunu söylemesi, bana önemli bir görev yükledi. Zonguldak Taş kömürü Havzası Tarihi’nin, 1865-1908 dönemine ilişkin, konuyla ilgili bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Zonguldak’ta 1,5 asırdır ailemin aynı işi yapıyor olması ve madencilik uğruna birçok kayıplar vermiş olmamız, benim de madenci olarak çalışmış olmam, konuya özel olarak eğilmemin temel sebebini oluşturmaktadır.”
Çatma, konuşmasını çocuk işçiliğin Batı’daki tarihini anlatarak sürdürdü. Konunun mihenk taşı olarak da İngiltere’de 1802 yılında çıkarılan Çırakların Bedensel ve Zihinsel Sağlıkları Hakkındaki Yasa’yı gösterdi. Bu yasadan tam 38 yıl sonraki Zonguldak madenlerinde çalışma koşullarını Erol Çatma şöyle tanımlıyordu :
“1840-1865 döneminde, son derece ağır koşullar altında, dar ve döküntü yerlerde çocuklar çalışmış ve küfecilik yapmışlardır. Çalışma koşullarının son derece kötü olduğu madenler, diz boyuna kadar çamurlu sularla kaplıydı. Maliyetleri düşürmek kaygısıyla işletmeler, hiçbir işçi sağlığı iş güvenliği önlemi almıyordu. Bir taraftan verilen yevmiyelerin abartılarak anlatılması, diğer taraftan da yeni bir yer görecek olmanın verdiği heyecan, çocukları ve gençleri bu bölgeye getirmiştir. Bir süre evden uzak yaşamaya başlayan bu çocuklar, işlerinde ustalaşarak tam bir madenci olmuşlar ve eski yaşamlarına giderek yabancılaşmaya başlamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu, giderek artan taş kömürü gereksinmesini karşılayabilmek için Dilaver Paşa Nizamnamesini 1865 yılında yayınlamıştır. Bu bir bakıma verimliliği artırmak için bölge halkının zorla madenlerde çalıştırılması anlamına geliyordu. Bunun la birlikte başlayan mükellefiyet uygulaması daha sonra 1940 yılından sonra çıkarılan Milli Koruma Kanunu’nda geçen aynı uygulamaya temel teşkil etmiştir.
Nizamnamenin bir sosyal politika uygulaması olarak kabul edilmesi pek doğru olmaz; çünkü burada salt amaç, zorunlu çalışmayı da mükellefiyet (yükümlülük) yoluyla sağlayarak, kömür madenlerinde üretim açığını kapatmaktır.”
Çatma, ikinci bölümde, Osmanlı Döneminde Havza’daki çocuk işçiliği konusunu, arşivinde bulunan kaza ve günlük raporlarını kullanarak açıkladı:
“ Madenlerde çalışan 14-18 yaşları arasındaki işçiler, 250-300 metrelik yolu günde 18 defa gidip gelerek, 15kg. ağırlığındaki taş kömürlerini küfeler içinde taşıyorlardı ve karşılığında 6 kuruş yevmiye alıyorlardı. Ancak, bazı tarihçiler tarafından ortaya konan bu rakamların da, gerçeği yansıttığı pek söylenemez. Söylendiği gibi, 7-8 saatlik bir çalışma için, işletme sahipleri asla böyle bir para vermezlerdi. Bununla birlikte Havza’da çalışanların önemli bir kısmı, işi aksattığında, zorla zaptiye tarafından maden ocaklarına getiriliyordu.
-Madenlerde çalışma koşulları, her bakımdan yetersizdi. Ocakların içindeki su hendekleri toz ve toprak ile dolar, sular ocağın içine yayılarak yolları çamur hale getirirdi. Bu nedenlerle ocakların içi, son derece rutubetli olurdu. Ocak içindeki boyunduruk, bağ ve sarma gibi tahkimat işlerinin eksik olması, ölümle sonuçlanan kazalara neden olurdu.”
Çatma, konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, çeşitli belgeler ve raporlardan faydalanarak, 1890’lı yıllarda yaşanan ve ölümle sonuçlanan bazı iş kazlarından örnekler verdi.
“Grizu gazının ateş almasıyla meydana gelen patlamalarda yanan ve yaşamını yitirenlerin arasında çocuk işçilerin de olduğunu gösteren belgeler, bu yıllarda madenlerde çalışan çocuk işçilerin de yaşamlarını yitirdiklerinin veya yanarak ağır yaralandıklarının en önemli kanıtlarıdır. Çocuk işçilerin öldüğü kazaların birçoğu, ihmal ve gerekli işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin alınmamasından kaynaklanmıştır. Madenlerde yaşanan ölümlü kazaların önemli bir bölümü, grizu patlamasından, göçüklerden ve taşımacılık işlerinden meydana gelmekteydi. Madenlerin hiçbirinde havalandırma tertibatı ve lamba yoktu. Oysa bu nedenle icad edilen Davy Lambası, grizunun ateşle buluşmasını engeller ve grizu gazının tehlike yaratacak seviyelere ulaşması durumunda uyarı vererek, işçilerin madeni terketmesini sağlar. Ocakta metan gazının birikmesini engellemek gerekir.”
Erol Çatma, konuşmasının son bölümünde ise, şunları söyledi:
“Mirliva Mahmut Paşa 1900 yılında, artan iş kazaları ve ölümler nedeniyle, bazı öneriler ortaya sunmuştur. Buna göre, ölen işçinin ailesine, kazanın gerçekleşmesi konusunda suçlu olup olmadığına bakılmaksızın, uygun bir miktarda tazminat ödenmeliydi. Bu öneriye bakarak, 1869 yılında çıkarılan Maden Yasasının benzer hükmünün uygulanmadığı, kolayca görülebilir.
1908 yılında Meşrutiyetin İlanı’ndan sonra, çocuk işçiler için de önemli olan bazı yazışmalar bulunmaktadır. Buna göre, küçük amelelerin ocaklara kabul edilmemesi, 16 yaşından küçük çocukların maden ocaklarında çalıştırılmasının yasaklanması konusunda 1911 yılına ait, lağımcı, meşaleci, kazmacı ve bağcı olarak çalıştırılamayacakları konusunda 1914 yılına ait, bazı yazışmaların varlığı söz konusudur. “
Çatma, konuşmasının sonunda, olayın çok önemli bir başka boyutuna değinmiştir. Bu bölgede çalışan çocukların sadece ocakta yaşanan patlamalar nedeniyle ölmelerini ve yaralanmalarını, çocukların içinde bulunduğu durumu anlatmak konusunda merkeze yerleştirmenin, yaşanan durumun vahametini ortaya koymak açısından yeterli olmayacağını sözlerine ekleyen Çatma, kazaların dışında günlük yaşam koşullarının ve zorla çalıştırılıyor olmanın da, birer insanlık ayıbı olduğunu ve bu gerçeklerle, bu bölgede çalışan bütün çocukların yüz yüze kaldığını belirtti.
Bu bölgede, ailesiyle birlikte yaşayan ve bu koşullar altında kendisi de madencilik yapan ve emekli olduktan sonra yaptığı araştırmaları, yaşam ve iş tecrübesiyle birleştirerek hizmet etmeye devam eden Erol Çatma, güzel sunumunun ardından, izleyicilerin soru yağmuruna tutuldu. Bu doyurucu ve ufuk açıcı söyleşi, Çatma’nın bir müjdesi ile sonlandı : “Anlattıklarımı yakında bir kitapta da izlemeye devam edeceksiniz”.

Tags: , , ,

Arşivler