Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Nüfus Konusu

 

Mümtaz PEKER*

> (Geçen sayıdan beri sürüyor)

Onuncu Kalkınma Planı Soruna Nasıl Bakıyor? : Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan TBMM’ce kabul edilen Plan, Bakanlığın internet sitesinde Temmuz 2013 yayımlandı(1). Planda önerilen politikalar, nüfusumuzun ulaştığı bu yeni denge bağlamında sorunların çözümü için kuramsal bir bütünlük, mantısal tutarlılık gösteriyor mu? Siyasal iktidarın felsefesini yansıtan, 2023 yılını hedef alan Plan’daki görüşler,dönem boyunca insanımızın çağdaş yaşam fırsatlarını yakalamasını sağlayabilecek mi?

  • Doğurganlık hızını artırmayı savunmak: TDH’nın bir nüfusun kendisini yenileyebileceği hızın altına düşmesi, Planda ülkemizin geleceği açısından sakıncalı görülüyor. Doğurganlığın artırılması için gerekli önlemlerin alıncağı belirtiliyor (Plan, s.54-55).

Ele aldığımız dönem boyunca ülkemizde TDH’daki düşüşün bir çok nedeni bulunuyor. Yapılan çalışmalara göre kuramda belirtildiği gibi doğurganlığın azalmasında etkisi görülen kadın nüfusun eğitiminin bu dönem boyunca artışı önemli bulundu. Bu değişkeni gelir artışı, eşlerin çocuğa atfettikleri ekonomik değerin psikolojik değere dönüşümü, kentlileşme, kadının konumunun değişimi v.b. değişkenler izliyor. Çevresel faktör diyebileceğimiz, kentsel yaşamı benimseyenlerin artışı ya da köylü nüfusun azalması da doğurganlığı önemli ölçüde düşüren neden olarak görülüyor. Hiç kuşkusuz kişide/ toplumda görülen değişimin, sunulan sağlık hizmetinin alırlığını artırması, hizmetin etkin, ucuz, erişilebilir şekilde sunulması gibi karşılıklı etkinin de TDH bu düzeye gelmesinde önemi vardı.

2014- 2018 döneminde bu değişkenler açısından insanımızın kazanımlarının artırılacağı Plan’da vurgulanıyor. Özellikle “ülkemiz, “orta gelir tuzağına” yakalanmadan yüksek gelirli ülkeler arasına girebilecektir” deniyor (Plan, s:8). Yüksek gelir; kişinin iyi eğitim görmesi yanı sıra çalışma yaşamında farklı/yeni üretim yapmasıyla gerçekleşir. Eğitim, gelir, statü açısından yeni kazanımları olan hangi kadın bu fırsatları elinin tersi ile itip, en az üç çocuk doğurmayı düşünür? Ayrıca şu sorunun yanıtını vermekte zorlaşıyor. Aynı açıklayıcı değişkenler 1950-2012 döneminde ülkemizde olduğu gibi değişik ülkelerde doğurganlığı düşürdü. Bu değişkenlerin kadın temelinde değerlerinin artacağı bir ülkede, doğurganlık hızının yükseleceğini savunmak; şimdiye değin yapılan çalışmaları elinin tersiyle itmek, nüfusbilim kuramlarını hiçe saymak demektir. Doğurganlıktaki düşüşe neden olan açıklayıcı değişkenlerin, bireyde görülecek yeni kazanımlarla birlikte, bu kez doğurganlığı artıracağını savunmak ne derece tutarlı olabilir? Bilimsel mantığa ters olan bu olay şimdiye değin hiçbir ülke deneyiminde görülmedi.

Doğurganlık hızının artırılması savunulan Plan’da, hızlı nüfus artışının getirdiği sorunların, nüfus kuramlarından alıntılanarak sergilenmesine insan şaşırıyor. Örneğin, “hızla artan nüfus, şehirleşme, ekonomik faaliyetler, çeşitlenen tüketim alışkanlıkları; çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı artırmaktadır” (Plan, s:13 ) deniyor. Benzer şekilde “Artan nüfusun ihtiyaçları ve çeşitlenen tercihleri kalkınma sürecini etkilerken, çevre üzerinde yaratılan baskının azaltılması önem kazanmaktadır” (Plan, s: 14) görüşüne yer veriliyor. Son alıntı şöyle: Nüfus artışı, hızlı şehirleşme ve iklim değişikliğinin yağış rejiminde ortaya çıkardığı istikrarsızlık nedeniyle, güvenilir su kaynaklarına erişim ve tarıma elverişli alanların korunması daha fazla önem kazanmıştır” ( Plan, s:14) vurgusu yapılıyor. Hem yüksek doğurganlık savunulacak, hem de bunlar söylenecek. Bu mantığı anlamak mümkün değil.

  • “Nüfussal fırsat penceresi” kuramı ülkemiz için geçerli olabilir mi? : 1960’lı yıllarda “Asya Kaplanları” diye tanımlanan ülkelerde ana-çocuk sağlığı ile aile planlaması hizmetleri birleştirildi. Hizmetin kapsamı tüm toplumu içerecek biçimde genişletilerek uygulamaya konuldu. Doğum sonrasını kapsayan uygulamaların uçlarda olan kadınlara sunulması, hizmetin ekonomik düzey açısından farkının azaltılmasını öngören programların, kırsal alanda yaşayan kadınlara ulaşılmasına önem verildi(2).

“Eğitim-Gelir-Kentlileşme” kaynaklı olmaktan öteye, gebeliği önleyici etkin usullerin yaygın sağlık programları eşliğinde uygulandığı bu ülkelerde kısa sürede yüksek doğum hızından, düşük doğum hızına geçildi. Süreç içinde çalışma çağı nüfusu bu ülkelerin tarihinde görülmeyen biçimde artmaya başladı(3). Ne var ki söz konusu ülkelerde artan nüfusu istihdam edecek sanayi olmadığı için, hem işçilik ücretleri çok düşüktü hem de işsizler havuzunda beklenilenden fazla bir nüfus oluşuyordu(4). Dünyanın nüfus laboratuarı olarak adlandırılan bu oluşumu iyi değerlendiren dışsal dinamikler, ucuz iş gücünden yararlanmak için yatırımlarını bu ülkelere yönlendirmeye başladılar. Yatırım riskini en aza indirmek için de bu ülkelerdeki demokrasiyi güdümlü hale getirdiler. Zaman içinde ucuz iş gücü sorununun giderilmesi, çalışma koşullarının insanileştirilmesi gibi demokratik istemlerin gündeme gelemeyeceği siyasi yapılar oluşturuldu.

Doğurganlığın azalmaya başladığı tarihten, nüfusun kararlı/durulmuş bir yapıya ulaştığı kısa zaman diliminde çalışma çağı nüfusundaki artış ile ülke üretimi artışı arasında görülen ilişki merkez ülke iktisatçıları tarafından ekonometrik analiz çalışmaları yapılarak incelendi. Merkez ülke sosyal bilimcileri bu çalışmalara dayanarak, gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir dönüşüm olacağını öngördüler. Bu ülkelerin nüfus tarihinde bir kez yaşanacak bu olayın, gelişmekte olan ülkeler için “nüfussal fırsat penceresi” olabileceğine ilişkin kuramsal görüşlerini ileri sürdüler. Kurama göre, üretken yaşlardaki nitelikli nüfusun arttığı, doğurganlığın düşük düzeyde kararlı olduğu, nüfusun henüz yaşlanmadığı ülkelerde, eğer artan nitelikli iş gücüne istihdam olanağı sağlanırsa, ekonominin başarımı eskiye göre farklı biçimde artabilirdi.

Türkiye’de doğurganlığın azalmaya başladığı yıllardan günümüze eğitim politikalarının nitelikli işgücü yetiştirmede başarısız olduğu Plan’da vurgulanıyor. Süreç içinde ailelerin çabasıyla nitelikli olarak yetiştirilen genç nüfusa ülkemizde gerekli çalışma olanağı sunulmadığı görülüyor. 1980’den bu yana nitelikli genç nüfusun ülke dışında çalışma olanağı bulma girişimleri hızlandı. Bunu başaranlar çoğaldı. Nitelikli çocuk yetiştirme, bunları dışarı gönderme çabası toplumda bir değer haline geldi. En iyi biçimde yetiştirilenler, çalışmak için nedense ülkemizi değil, merkez ülke olan yaban elleri yeğliyor. Yanıtlanamayan soru: “Gençler niçin ülkemizde çalışmak istemiyor?” oldu. Bunun yanıtını “gezi olayları” ve bunaa karşı hükümetin orantısız güç kullanımı verdi.

Doğum-ölüm hızlarının düşük hızlarda dengesini kurmaya çalışan; fakat teknoloji, sermaye, tasarruf yetersizliği olan bir ülkede “nüfussal fırsat penceresi” kuramından yararlanma nasıl savunulabilir? Kaldı ki siyasal iktidarın doğurganlığı artırma, nüfusun kararlı konuma gelen yaş yapısı dengesini bozma söyleminin, belirgin bir dünya görüşü içinde egemen kılınmaya çalışıldığı zamanda bu olabilir mi?

Türkiye’de nüfussal fırsat penceresi dönemi il düzeyinde farklı yıllarda yaşanmaya başlandı. Düşük nüfus artış hızının yaşandığı bu dönemde çalışma çağına girenlere yeterli çalışma olanaklarının sağlanamaması iki biçimde kendini gösteriyor. İlki sosyal sistemin sunduğu eğitim koşullarına göre çocuklarını büyük kaynak aktararak yetiştiren ebeveynler, yetiştirdikleri çocuklarının çalışma çağında iş bulamamalarına dayalı karamsarlık kültürü içinde yaşamalarından ötürü, eğitime olan güvenlerini yitirmeye başlaması oldu. Gelişmiş bölgeler içinde işsizlik oranları en yüksek değerine ( % 14.8) İzmir’de ulaştı. Nitelikli genç nüfus bağlamında işsizlik oranı bunun iki katı oldu.

İkinci biçim ise kişi başına gelirin ülkemizde en düşük olduğu, doğurganlığın azalmasına karşın orta doğurganlık düzeyinde sürdüğü; fakat bu genç nüfusun üretim için nitelikli yetiştirilemediği iller (Batman, Mardin, Siirt, Şırnak) temelinde görülüyor. Bu iller temelinde işsizliğin yüksekliği (%21.3)(5), gençler açısından artık iç göçü özendirmiyor; fakat sosyal sistemden kopma isteklerini tetikliyor. Her iki örüntüde genç nüfusun işsizlik oranlarının yüksekliği, üretim sürecinde yer alamamaları, nüfussal fırsat penceresi kuramı söylemini doğrulamıyor. Bunun temel nedeni ülkemiz üretim örgütlenmesinin, eğitim örgütünün yetiştirdiği iş gücüne pek sıcak bakmamasından, daha farklı nitelikte insana gereksinim duymasından kaynaklanıyor.

Nüfussal dönüşüm evresinde bir kez yaşayacağımız çalışma çağı nüfusunun fazla olacağı fırsat dönemi (yaklaşık 50 yıl) ülkemiz açısından nerede ise yarılandı. Yaşadığımız dönem içinde genç nüfusun işsizlik oranları Cumhuriyet döneminin ilkleri arasında yer aldı. Gençlerin “iş, evlenme, gelecek” kaygıları gerek ailede gerekse toplumda tartışılan temel konu haline geldi. Üretim sürecine katılmayan, evlenmesini geciktiren, karamsarlık kültürü içinde yaşamını sürdüren gençlerin geleceği ne olacak?

Türkiye “nüfussal fırsat penceresi” nin geri kalan yıllarını (2014-2043), kentsel nüfusun artacağı, kentsel ücretlerin düşeceği, çalışma koşullarının zorlaşacağı bir ortamda yaşayacak. Bu görüşümüz Planda ileri sürülenlerle uyuşmuyor. Planda “ Türkiye 2030 yılına kadar işgücü potansiyeli açısından demografik fırsat penceresinden yararlanabilecek ender ülkeler arasındadır. Nitelikli insan gücüne dönük eğitim-sanayi işbirliği politikalarını kadınların işgücüne katılma oranının artırılmasına dönük tedbirlerle güçlendirdiği takdirde, ülkemiz demografik fırsat penceresinden en iyi şekilde faydalanabilme potansiyeline sahiptir” deniyor (Plan, s.11).

Burada eleştireceğimiz ilk nokta, nüfusumuzun ne zaman durulmuş/kararlı bir yapıya ulaşacağı tarih oluyor. Öngörü çalışmaları bu tarihi 2038-2043 olarak tahmin ediyor. Daha önce verdiğimiz nüfusun yaş yapıları şekilleri de bunu doğruluyor. Bu durumda ülkemiz nüfussal fırsat penceresi süresinin Planda kabaca on yıldan fazla, eksik yapıldığı görülüyor.

İkinci nokta ise nüfussal fırsat penceresi süresi içinde eğitilen, halen çalışma çağında olan 15-34 yaş grubundaki nüfusu tanımlanan biçimde yetiştirememiş bir sosyal sistem, bunların üretim sürecinde olacakları süre içinde öteki ülkeler ile nasıl yarışabileceği konusunun hiç tartışılmamasıdır. Bir sosyal sistem içinde eğitim kurumunun, üretici kesime girdi olarak sunduğu insan faktörünün kısa zamanda yukarıda belirtilen şekilde değiştirilebilmesi olası mı? Bu durumda nüfussal fırsat penceresi döneminde çalışma çağına giren gençlerin istendik biçimde yetiştirilmemesinden ötürü, ülkemiz bu dönemden iyi bir şekilde faydalanma fırsatını yakalayamadı. Ülkemizin 2013-2043 döneminde bu fırsatı yakalama olasılığının hem 15-34 yaş grubu nüfusunun günümüzde görülen başarımından hem de arkadan gelen gençlerin aile-kamu birlikteliğiyle, istendik biçimde yetiştirme gayretine girilmemesinden ötürü düşük olacağı söylenebilir.

  • Mevcut eğitim düzeneği, toplumu bir üst düzeye getirir mi? Plan’da “Nitelikli İnsan, Güçlü Toplum” yaratılması için, gelişmişliğin toplumun farklı kesimlerine yaygınlaştırılması amacıyla uygulanacak politikalara yer verildiği belirtiliyor (Plan, s.3). Planın ilerleyen sayfalarında yapılan saptama şöyle. “Yirmi birinci yüzyıl; nitelikli insan gücünü yetiştirmenin yanında küresel ölçekte bu insanları kendisine çekebilen, bu gücü doğru ve yerinde değerlendiren, küresel bilgiyi kullanarak yeni bilgiler üretebilen, bilgiyi ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürebilen, bu süreci bilgi ve iletişim teknolojileri ile bütünleştirebilen ve insan odaklı kalkınma anlayışını benimseyen ülkelerin yüzyılı olacaktır” deniyor (Plan, s:12). Doğru bir saptama yapılıyor. Eğitim, bu amacı gerçekleştirecek temel değişken olarak görülüyor.

İnsan odaklı kalkınma anlayışı gereği ülkemiz eğitim düzeneğinde yapılanlardan Plan’da övünçle söz edilmesine karşın, başarı sağlanabildi mi? Bunun gerçekleşmediği Plan’da vurgulanıyor. Örneğin “Bu gelişmelere rağmen, ülkemiz okul öncesi eğitim ve orta öğretime erişimde ve başarı performansını değerlendiren Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırmasında uluslararası ortalamaların altında kaldığı” belirtiliyor (Plan, s:25). Eğitim düzeneğinin nitelikte görülen başarısız durumu, niceliği gösteren oranlarda da görülüyor. “Nüfusun eğitim düzeyi yükselmekle birlikte OECD ve AB ortalamalarına göre düşük kalmaya devam etmiştir” deniliyor (Plan, s:32).

İnsan odaklı kalkınmanın gerçekleşmesi, bu sürecin öznesi olacak genç kuşakların aile-kamu uzlaşısıyla iyi bir eğitimden geçmesiyle sağlanabilir. Ülkemizde 1980’den beri aile yapımızda görülen günümüzde belirginleşen çocuğa atfedilen ekonomik değerin, psikolojik değere dönüşüm süreci iyi yönetilemedi. Çocuklarına psikolojik değer atfeden, onların hayatta tutunabilecekleri bir meslek sahibi olmaları için her türlü kaynağı aktarabilen az çocuklu ailelere kamu gerekli desteği sağlayamadı. Öte yandan aileleri çabasıyla ülkemiz koşullarında en iyi yetişenler, insan odaklı kalkınma anlayışını benimseyen ülkeler tarafından yaratılan özendirici önlemlerle gönüllü göçe yönlendirildiler.

Özetle: Doğurganlığın ekonomik kuramı tüketici davranışından hareketle bir benzetişimde bulunuyor, doğurganlık konusundaki açıklamasını şöyle yapıyor. Yüksek gelir nitelikli eğitim değişkenlerinin karşılıklı etkileşimi kişilerin davranışını nitelikli mal tüketimine yönlendiriyor. Yüksek gelir-nitelikli eğitime sahip olan çiftlerin, benzer davranışı nitelikli; fakat az sayıda çocuğa sahip olma biçiminde göstermemeleri için de bir neden bulunmuyor. Davranışın nedeni aynı dürtülere dayanıyor. Kişi nitelikli mal tüketimi sonucu, gerek sosyal sınıfındaki gerekse öteki sınıf üyeleri nezdinde bu davranışıyla imrenilir oluyorsa, az sayıda nitelikli çocuğa sahip olmak da kişiye bu hazzı veriyor.

Planda ülkemizin, “orta gelir tuzağına” yakalanmadan yüksek gelirli ülkeler arasına girebileceği, kişi başına gelirin 25.000 dolar ulaşacağı belirtiliyor. Bunu gerçekleştirmek içinse nüfusun daha büyük bir bölümünün üretim sürecine katılması, özellikle kadınların iş gücüne katılma oranında meydana gelecek artışa özel vurgu yapılıyor (Plan, s: 63). Geliri artan, nitelikli eğitimi olan, bu nitelikleriyle iş gücüne katıldığı için sosyal konumu değişen kadın “ en az üç çocuğu” nasıl doğuracaktır? Tüketici davranışı kuramına ters olan bu duruma karşın Planda, “nüfus alanında uygulanacak politikalarla toplam doğurganlık hızının tedricen yükseltilmesi hedefleniyor”( Plan, s.55). Nedense bunun hangi yollarla olacağı ise belirtilmiyor.

Siyasal iktidarın ideolojisi doğrultusunda uygulanan politikalar ile geleneksel tutumlarına bağlı olarak yüksek doğurganlığı benimseyen düşük gelirli, yeterli eğitimi olmayan, çocuklarına ekonomik değer atfeden kadınların doğurganlık davranışı nedeniyle Türkiye TDH artabilir. Ne var ki TDH’da görülecek bu artış, gerek sosyal sistem gerekse aileler için yeni bir sorun alanı olabilir.

Genç nüfusun eğitimini nitelik-nicelik olarak çağdaş düzeye getirememiş bir sosyal sistem, bir kez yakaladığı nüfussal fırsat penceresi döneminde üç önemli sorunu yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Gelişmiş bölgelerde genç nüfusun işsizlik oranları Cumhuriyet döneminin en yüksek düzeyine ulaştı. Düşük gelir-orta doğurganlığın sürdüğü bölgelerde, şimdiye değin iç göçle sosyal sistem içinde emilen genç nüfusun, doğum yerinde içine kapanması, sistemden ayrılma istemleri belirginleşti. 1980 sonrası eğitimde yapılan düzenlemeler sonucu en iyi yetişenlerin çoğunluğu, yurt dışında çalışmayı tercih etti. Gençler arasında yurt dışına gitme istemi, ailelerin de desteğiyle bir değer haline dönüştü. Bunlara karşın Planda söylenen şöyle: “Sahip olduğumuz genç nüfusun yarattığı demografik fırsat penceresinden azami derecede faydalanılması, üretken ve dinamik nüfus yapısının korunarak nüfusun yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve ülkemiz ekonomisini destekleyecek etkin bir göç yönetiminin oluşturulması temel amaçtır.”

Nüfussal fırsat penceresinin neredeyse yarı zamanında, kuramın öngördüğü hem nitelikli iş gücünü yetiştirememiş, hem de ailelerin büyük kaynak aktararak yetiştirdikleri çocuklarına gerekli istihdam olanaklarını sağlayamamış bir sosyal sistem yukarıda belirtilen amacı nasıl gerçekleştirebilir?

Planda nüfus konusunda belirtilen “amaç ve hedefler” in mantıksal bütünlükten, kuramsal bir dayanaktan yoksunluğu yanında, nüfus bilimin kavramları da karıştırılarak kullanılıyor. Örneğin “Temel sağlık göstergelerinde önemli iyileşmeler kaydedilmiş, bebek ve anne ölüm oranları hızla düşürülmüş ve doğuşta beklenen yaşam süresi yükselmiştir” deniyor (Plan, s:35). Hızla, oranın karıştırıldığı, “bebek ve anne ölüm oranlarının hızla düşürüldüğü” belirtilen Planda hemen bir sayfa sonra Tablo 36’da aynı değişkenlerin bu kez“ bebek ölüm hızı”, “anne ölüm hızı” şeklinde doğrusu veriliyor. Belli politikaların uygulanması ile hızın artırılabileceği ya da düşürülebileceği, buna göre oranların değişebileceği gerçekliği unutuluyor.

Üzülünmesi gereken nokta, elli yıllık plan geleneği olan bir ülkede, bu Planın hazırlanış döneminde çalışan sayıları üç bini geçtiği söylenen seçkin kişi içinde yer alan nüfus bilimcilerin davranışıdır. Ülkemizin yaşamakta olduğu nüfussal dönüşümü gerçekleştiren düşük doğum-ölüm hızlarına göre oluşan nüfus yapısının, doğurganlığı artırarak yeni bir dengeye ulaşamayacağının “birisine” yüksek sesle niçin söylenmediğidir? Ülkemizin nüfus bilimle uğraşan yüz akı kurumları ile nüfus dinamikleriyle uğraşan bilimsel enstitüde çalışanların üzerine acaba ölü toprağı mı serpildi?

* Dr., Sosyolog

DİPNOTLAR :

(1) Kalkınma Bakanlığı: Onuncu Kalkınma Planı, Ankara, 2013

(2) E. C. Taylor and Berelson, Bernad: “Comprehensive Family Planning Based on Maternal/Child Health Services: A Feasibility Study of a World Program” Studies in Family Planning 2 içinde, No: 2, s.22-46, 1971.

(3) Praney Gupte: The Crowded Earth, People and the Politics of Population, , s.106-131, London, 1984.

(4) Ronald Freedman, ve John Takeshita,: “ Studies of Fertility and Family Limitation in Taiwan” Public Health and Population Change ( Editörler: Mindel C. Sheps ve Jeanne C. Ridley) , s:174-197, The University of Pittsburgh, 1965. Simon Kuznets,: “ Economic Aspects of Fertility Trends In The Less Developed Countries”, Fertility and Family Planning ( Editörler: S.J. Behrman, L. Corsa, R. Freedman) içinde, s:157-179, Michigan, 1969.

(5) Her iki örüntü için işsizlik oranları DPT: Onuncu Kalkınma Planı, Tablo 30, s. 137, Ankara, 2013, alındı.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , ,

Arşivler