Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Nüfus Konusu

Giriş, sorunun tanıtımı: Cumhuriyet dönemi boyunca nüfus konusunda oluşturulan politikalar ile bunların uygulamalarını kabaca üç gruba ayırabiliriz. Doğurganlık, ölümlülük sorunlarının çözümü için 1923-1962 ile 1963-1983 dönemlerinde yapılan uygulamalar, akıl-bilim yolundan ayrılmadı. Örneğin 1923-1962 döneminde doğurganlığın artırılması konusunda alınan tüm önlemler akıl-bilim önceliğinde gerçek hayattaki oluşumlarla ilişkilendirildi. Doğurganlık konusunda uzun yıllar toplumda oluşan geleneğin temelindeki “yüksek doğurganlığı” özendiren dinsel söyleme yer verilmedi. Nedeni çok basitti. Doğurganlık konusunda din kaynaklı geleneğe dayalı politika üretildiğinde, yüksek bebek-çocuk ölüm hızlarının düşürülmesi için içselleştirilmiş geleneğe karşı ne yapılacaktı?
Bilindiği gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde bebek ölüm hızı çok yüksekti. Her yıl doğan bin bebekten, 400’ü ilk yaş gününü kutlamadan ölüyordu. Salgın hastalıklar, beslenme yetersizliği, konutların elverişsizliğinden ötürü 1-9 yaş grubundaki çocuk ölüm hızları da çok yüksekti. Öyle ki ülkemizde 0-9 yaş grubunda görülen yüksek ölüm hızları, dünyanın dört bölgesi için farklı düzeyde oluşturulan model hayat tablosu ölüm hızlarından herhangi biri ile uyuşmuyordu.
Nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal kesimde yaşadığı bu dönemde İslami söyleme dayalı, yüksek hızlı bebek-çocuk ölümlerini içselleştiren gelenek çok açıktı. Bir kadının ergenlik çağına ulaşmadan ölen çocukları, anneleri için cennetteki yerini hazır edeceklerdi(1).
1923-62 döneminde yüksek hızlı bebek, çocuk, yetişkin ölümlülüğüne karşı savaşım “ en çok görülen, en çok sakat bırakan, en çok öldüren hastalıklara” karşı akıl-bilim öncülüğünde sürdürüldü. Bu uğraşıda başarı sağlandı. Ne var ki İkinci Dünya Savaşı döneminde uygun olmayan ekonomik koşullar nedeniyle aksayan sağlık hizmeti, ölüm hızlarının yükselmesine neden oldu. Gelişmekte olan ülkelerde 1935-1955 döneminde kimsenin beklemediği, sağlıkta bir devrim olarak görülen ölüm hızlarındaki birden azalma(2), ülkemizde ancak 1945-1955 döneminde gerçekleşti.
Ülkemizde savaş sonrasında görülen yüksek doğurganlık, düşük ölümlülükten ötürü hızlı bir nüfuslanma dönemi başladı. Ülkenin 1945-1960 dönemindeki sorunu, sık gebeliğe dayalı anne sağlığı ile hızlı nüfuslanmanın getirdikleriydi. Annenin sık gebelik-yüksek doğurganlığı ile birlikte, tarımsal işlerde yoğun çalışması, bu süreçte iyi beslenememesi, istemediği gebeliklere karşın geleneksel uygulamaları sonucu, ülkemizde anne ölüm hızları yüksek düzeye ulaştı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında istenen yüksek doğurganlık-hızlı nüfuslanma 1960’lı yıllarda farklı bir sorun alanını oluşturdu. Sorun yine akıl-bilim öncülüğünde çözüme kavuşturulmalıydı. Yeni dönemin modeli (1963-1968) ülkenin ekonomik koşulları ile halkın istemlerine göre nüfus artışını düzenleyici politikaları içeriyordu. Modelin tasarımcısı olarak Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), uygulayıcısı olarak Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB) düşünüldü. DPT ile SSYB bürokratları arasında, yürürlükteki nüfus politikasının bazı hükümlerinin değiştirilmesi için fikir birliğine varıldı, yasal düzenleme gerçekleştirildi. Fikir birliğini, ülkenin yaşamakta olduğu yüksek doğurganlık, bunun yarattığı iç göçler, yasal olmayan düşükler, anne ölüm hızı yüksekliğini gösteren bilimsel araştırmalar ile dönemin ekonomik büyüme konusundaki kuramsal görüşler sağladı(3).
İkinci dönem uygulamalarının sürdüğü; fakat nüfus ekonomik büyüme konusunu küreselleşme bağlamındaki anlayış içeriğinde yürütmeyi hedefleyen nüfus politikaları 1984 sonrasında oluşturulmaya başlandı. Üçüncü dönemin ideolojisi; bireyin yaşamının her alanındaki haklarını içeren yaşam kalitesi göstergesini temel olarak görmesiydi. Yeni politika; nüfus-ekonomik büyüme kavramı içine yoksullukla mücadele, toplumsal cinsiyet sorunları, toplumsal sektörlere yatırım, kapasite oluşturma, kaliteli temel eğitim, temel sağlık hizmetleri, üreme hakkı, üreme sağlığı, insan kaynağının geliştirilmesi konularını kapsıyordu. Yeni anlayış bireyin, çiftlerin karşılanamayan gereksinmesi üzerine eğildiğini belirtiyor, devletin nüfussal hedefleri belirlemesi, dolaylı da olsa kişisel tercihlere müdahale etmesini eleştiriyordu. Bunların gerçekleşebilmesi için devletin, hükümet dışı kuruluşlar, özel sektör, yerel yönetimler bütünüyle hareket etmesi gerektiğini belirtiliyordu. Yeni nüfus-ekonomik büyüme anlayışına göre geleneksel aile planlaması yaklaşımı terk ediliyor; siyasal hassasiyetleri de bir ölçüde asgari düzeye indiren üreme sağlığı kavramı benimseniyordu.
Seçilen ilkeler ile bireysel olan üreme hakkına, kadının toplumdaki statüsünün artırılmasına, doğurganlığın azalmasına katkı konulmakta; yaşamın tüm alanlarında etkisi olacak, sağlık, eğitim, cinsiyet eşitliği konusunda yapılacak yatırımlarla insan haklarının iyileşeceği, nüfus artışının dengeleneceği savunulmaktaydı. Gelişmeler, bireyin önemini artıran yerel yönetişim stratejilerini öncelikli kılarken sosyal devletin işlevlerinin, sorumluluklarının da piyasa tarafından çözümlenmesinin önünü açmaya büyük önem veriyordu.(4)
Kabaca 90 yılı bulan zaman diliminde uygulanan üç farklı politika sonucu toplam doğurganlık hızı(TDH) 6,85 düzeyinden, bir nüfusun kendisini yenileyebileceği düzeye (TDH: 2,1) geldi (Çizelge 1). Ülkemizin 1950 nüfusunu (20.947.188) temel aldığımızda, nüfusumuz 25 yıl içinde (1975=40.347.719) Avrupa’ya olan işçi göçünü de dikkate alırsak, ikiye katlandı. Ülkemizde nüfus artış hızının 1970’li yıllarda başlayan düşüşü sonucu 2012 yıl sonu nüfusumuz yurt dışında çalışanlarla birlikte ikinci kez ikiye katlandı(5). Gerçekleşen nüfussal dönüşüm (doğum-ölüm hızlarının yüksek hızdaki dengesinden, düşük hız düzeyli dengesine ulaşması) sonucu ülkemizde oluşan nüfuslanma ne Batı ülkeleri ne de Asya Kaplanları ülkelerindeki nüfussal dönüşüm sürecinde görüldü.
TDH’da görülen düşüş, Grafik 1’de görüldüğü gibi nüfusun yaşa-cinsiyete göre yapısını değiştirdi. Eşlerin 1970’li yıllarda başlayan doğurganlık davranışındaki tutumları, nüfusun yapısını kararlı/durulmuş biçime doğru yönlendirmeye başladı. Nüfusun 2012 yılı yaş-cinsiyet yapısı 1955 yılına göre farklılaştı.
Nüfussal dönüşüm kuramı, düşük doğum-ölüm hızları altında nüfusu kararlı yapıya ulaşan toplumlarda; doğurganlığın azalması, yaşlı nüfusun çoğalmasından kaynaklanan ölüm hızı artışından ötürü ülke nüfusunun, ülkeye dışarıdan göç olmadığı takdirde azalmaya başlayacağını belirtiyor(8). Günümüzde bu sorunla karşılaşan bilgi-sanayi ülkeleri başta beyin göçü olmak üzere, ekonomileri için gerekli iş gücünün çevre ülkelerden göçünü özendirici politikalar uyguluyorlar. Ülke nüfuslarının azalmasını bu politikalar ile önlüyorlar.
Ülkemiz nüfusunun kararlı yapıya doğru gidişi 2000’li yıllarda yapılan nüfus araştırmaları ile nüfus sayımı verilerinde görüldü. Farklı kurumlarda çalışan nüfus bilimciler, bu verilere göre yaptıkları öngörü (tahmin) çalışmalarında nüfusumuzun 2038-2043 döneminde 89-95 milyon dolayında kararlı yapıya ulaşacağını ileri sürdüler. Kuramda belirtildiği gibi, nüfus kararlı yapıya kavuştuktan sonra ülkemizde doğurganlık düşük hızda kalacak, yaşlı nüfustan kaynaklanan ölüm hızı artışından ötürü 2045 yılından sonra nüfusumuz azalmaya başlayacaktı(9).
Düşük doğum-ölüm hızlarının belirginleşmesi Türkiye’yi ideolojik bağlamda bir yol ayrımına getirdi. 2000’li yıllarda tüm yasal düzenlemeleri bu dönüşüme göre yapan siyasal iktidar, daha sonra kendi ideolojisi gereği yüksek doğurganlığı savunmaya başladı. İdeolojiyi gizlemek için gerekçeleri hazırdı: Yaşlı bir toplum olmak istemiyoruz. İstem mantıksal tutarsızlık yanı sıra nüfus bilimin kuramlarıyla çatışıyordu. Bir taraftan yüksek doğurganlık savunuluyor, bir taraftan da düşük doğum-ölüm hızından ötürü oluşan, ülkemiz nüfus tarihinde bir kez görülecek “nüfussal fırsat penceresi” olayını ülkemizin en iyi değerlendireceği ileri sürülüyordu. Oluşan yeni denge bağlamında nüfus politikası gereği, 0-14 yaş grubunun sağlığı, beslenmesi, eğitimi v.b sorunları için çocuğa psikolojik değer atfeden ailelerle, kamunun yeni bir uzlaşı kurması gerekiyor. Bu konularda Onuncu Kalkınma Planı’nda önerilen politikalar acaba sorunlarımızı çözebilecek mi?
(Devamı için lütfen gelecek sayıyı bekleyiniz)
Dipnotlar
(1) “… buluğa ermemiş üç çocuğu ölen herhangi bir Müslüman’ı, Allaha Teala çocuklara karşı rahmet ve şefkatinden dolayı Cennet’e koyar” (Nevevi: Riyaz-ül Salihin, s.307, Diyanet İşleri Başkanlığı yayını, Ankara 1979) görüşü, kırsal Anadolu’da egemen bir söylem biçimi olarak varlığını sürdürüyordu.
(2) Davis Kingsley: “ Az Gelişmiş Ülkelerde Ölüm Hızlarındaki Büyük Düşme”, İktisadi Kalkınma (seçme yazılar) içinde s.31- 35, Ankara,1966.
(3) Devlet Planlama Teşkilatı: Kalkınma Planı, Birinci Beş Yıl, s. 38-67, Ankara, 1963
(4) Ünalan, Turgay: Nüfus ve Kalkınma Göstergeleri, Ulusal ve Uluslararası Uygulamalar, Türkiye Bilimler Akademisi Raporları, s.11-16, Ankara,2003.
(5) Adrese dayalı kayıt sisteminde halen yaşayan TC kimlikli tanımlanmış insan sayısı 80 milyon dolayında. Bu nüfusun 75,6 milyonu yurt içinde diğerleri yurttaş olarak yurt dışında yaşamını sürdürmektedir.
(6) a- Devlet İstatistik Enstitüsü: The Population of Turkey 1923-1994, s.33, Ankara,1995. b-Devlet İstatistik Enstitüsü: 2000 Genel Nüfus Sayımı s.50, Ankara, 2002. c- Türkiye İstatistik Kurumu: Adrese Dayalı Nüfus Bilgileri, Ankara,2011. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü (HNEE) verileri belirtilen tarihlerdeki Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması çalışmalarından alındı.
(7) Devlet İstatistik Enstitüsü: 2000 Genel Nüfus Sayımı, s.30, Ankara, 2002. Türkiye İstatistik Kurumu: 2012 Adrese Dayalı Nüfus Sayımı verileri, Ankara,2013.
(8) C. P. Blacker: “Stages in Population Growth”, Eugenics Review içinde, New York, 1947.
(9) Öngörü çalışmaları Türkiye İstatistik Kurumu, Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarınca birbirinden bağımsız olarak yapıldı. Doğum, ölüm hızları varsayımlarındaki farklılıktan ötürü, nüfusun kararlı yapıya ulaşacağı dönemdeki nüfusu farklı bulundu.

* Dr., Sosyolog
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , ,

Arşivler