Ben onu ilk defa Kasım 1978 de tanıdım. EKİ Eğitim Müdürlüğü’nde ocak intibak kursu görüyorduk.
Ben Üzülmez atölyesinden Dilaver mekanizasyon servisine geçiyordum, 27 yaşındaydım.
Recep Çiloğlu’da daha önce Gökcesu’da madende çalışıp askere gitmiş, asker dönüşü EKİ’ne işe girmiş. O da madenden anlamasına rağmen ocak intibak kursu görüyordu. Daha önce göçükte kalıp ölen bir akrabasının oğlu da bizle beraber eğitim gördüğü gibi akrabalarından ve köylerinden birçok işçi vardı. Ayrıca asker arkadaşım Cevdet Çiloğlu’nun da akrabasıydı. Birbirimize çabuk kaynaşmıştık Recep ve arkadaşlarıyla.
Geleceğini en kısa yoldan; “İki yıl kazmacı ustalığı yaptıktan sonra başçavuş kursuna gideceğim ve başmadenci olacağım” şekliyle ifade ediyordu.
Dediği gibi de yaptı. Sosyal yönleri de kuvvetliydi. Sendika seçimlerinde ve dernekçilikte de faaldi. Başçavuş olarak ta iyi bir idareciydi. Daha sonra başmadenci oldu ve şeflikte yaptığını biliyorum. Üzülmezde çok zaman aynı galerilerde çalıştık. Sevecen ve insana yakın bir yapısı vardı. İyiydi yani. Kendi deyimi ile “Sosyal demokrat bir cemiyetci”ydi.
Dostumdu. Hem de iyi dostumdu. Zaten kendisi yapı itibariyle insan canlısı bir insandı.
Madencinin Zonguldak’tan ekmeği kesildiği zaman kendini hep başka kentlerdeki madenlere atar. Ekmek parası için. Ben de bir zamanlar iki, üç yer de çalıştım. Gönen’de, Soma’da ekmek parası için. Recep Çiloğlu’da aynı şekilde ekmek kovalıyordu. Benim Soma’da çalıştığım kömür madeninde de çalışmıştı birkaç sene önce.
Tekrar Üzülmez ocaklarına geri döndüm, 10 yıl aradan sonra. “İnsanın kendi evi gibi yok” dediğimiz gibi “madencinin kendi ocağı gibi olmaz” diyor insan, kendi madenin de, kendi ocağında kendi kömüründe çalıştığı zaman bir başka mutlu oluyor. Hiç olmazsa asırlar boyu verilen ölümlerin bağışıklığı ile normal karşılıyor insan kendi madeninde, kendi kömüründe göçükte kalarak ölmeyi. Seviyor insan kendi ekmek ve ölüm teknesini. Yıllar önce yazmış Ahmet Naim, Aka Gündüz’ün 1923 yılında yaptığı sohbette, maden işçisinin; “Biz kuruş bahasına çalışmıyoruz ki…Can bahasına çalışıyoruz..” sözlerini. Bu sözlerin ağızdan çıktığı tarihten bu tarafa 90 yıl geçmiş devletçilik dönemi de atlatıldı bu tarihler arasında.
Şimdi ise; en vahşisinden maganda ve en gerici burjuvazinin hakimiyetinde “liberal ekonomi” adı altında, vahşi bir vurgun kapitalizmi var ülkemizde.
Büyük kar getiren şirketlerde, özellikle termik elektrik santrallerinde ve ona ucuz yakıt sağlayacak kömür madenlerinde, iktidarın birinci, ikinci dereceden sorumlularının ortak olduğu şirketlerde, daha fazla ölümlü iş kazaları olmaya başladı bu dönemlerde. Bunun adı “ilkel sermaye birikimi” değil gerici faşizminin emek sömürüsüdür. Çünkü iktidar tarafından sömürü için rahat ortam sağlamak adına, emek köleleştirilmiştir bu dönemde.
Nerede büyük kar sağlayan maden, elektrik santralı veya fabrika varsa iktidar partisinden birinci, ikinci dereceden yöneticilerin ortak olduğu dedikodusu yayılıyor. Ateş olmayan terden duman da tütmez. Ucuz elektrik elde etmek için, ucuz kömürde elde etmek gerekiyor termik santraller için, bu nedenle işçi sağlığı işgüvenliği için masraf yapmak istemiyor sonradan görme yandaş sermayemiz, nasılsa arkamızda iktidar var düşüncesiyle öldürülüyor insanlarımız, kitle katliamına varacak şekilde, hem de boku bokuna, sudan bahanelerle.
Bakan itiraf etti geçenlerde “50 kişi birden telefon ediyor madeni kapatmayın” sözleriyle. Onun için insanlar ücret pahasına değil, can pahasına çalışıyor madenlerde. İşsiz kalma korkusu ağır basıyor emekçilerde. Çocuklarının aç kalması korkutuyor onları. O nedenle “İşsiz kalacağımıza göçükte kalayım daha iyi” diyor., Zonguldak’ta veya başka yerdeki maden işçileri. İşte, can bahasına çalışmanın en açık ifadesidir bu sözler. Özellikle büyük iş kazalarında “iktidardan bir ortağı vardır, sorumlulara bir şey olmaz” diye düşünmeye başladı insanlar. Kanla kurulan saltanat kanla biter. İnsanlar yalanla dolanla iktidara gelirler ve yalanla dolanla sürdürürlerse düzenlerini, gün gelir kendi yalanlarına ve dolanlarına dolanarak ölürler. Bilemem artık bu sözlerimden kim ne anlarsa anlasın. İnsanlar ücret pahasına değil ölüm pahasına çalışıyorsa bir ülkede, o ülkede cilalı ve yalan sözlerle saltanat sürülmez. Yani lafla peynir gemisi yürümez. Zaten gemi su almaya başladı.
Recep’in güzel ölememesine üzüldüm en fazla. Bakana göre hep güzel ölen madenciler ne hikmetse son zamanlarda çirkin ölmeye başladılar. Onlar güzel veya çirkin öldükçe, birileri de kasalarındaki paraların -güzel veya çirkin olup olmadığına bakmadan- sadece artıp artmadığına bakıyorlar. İşte böylesine çirkin bir sistemde insanlar böylesine güzel ölüyorlar.
Güler yüzlü ve neşe dolu dostum, kardeşim eski imalata dolmuş su yüzünden öldü. Haritalarda görülseydi veya haberi olsaydı, belki de, bu iş kazasını önleyebilirdi diye, teselli arıyorum ama ne mümkün.
1978 de Baştarla’da kurstayken 8 Kasım 1978 Kömür Bayramında çektirdiğimiz fotoğrafta Receple birlikte görüldüğümüz arkadaşlarımızdan kim bilir kaç tanesi öldü. Ama hiç birisinin ölüsü Recep’inki kadar düşündürmedi, üzmedi beni. Genç yaşta resen emekli edilmiş, yapacak işleri varken işten atılmış, elbette ki çalışması gerekir evde oturamaz madenciliği ve çalışmayı seven insan. Hele hele ki ekonomik sıkıntısı varsa mecburdur çalışmaya. Zonguldak nere? Ermenek nere?
Yalandan yere ağlama numarası yapanlar, fıtratında var, ecel çekti, kaderi öyleymiş diye yine insana küfür eder gibi konuşacaklar. İnsanı kader öldürmüyor kar hırsı öldürüyor ve sahtekarlar bunun arkasına sığınıyor. Asıl kahrıma gidende bu oluyor. Yalan sözlerle alay ediyorlar ölülerimizle.
Bu düşüncelerimle kardeşim ve dostum Recep Çiloğlu’nun ailesine, yakınlarına baş sağlığı ve sabırlar dilerim. Bütün maden işçilerinin başı sağolsun.
* Gazeteci – Yazar – Eski Maden İşçisi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)