“Geç kaldım, geç kaldım! / Randevuma çok geç kaldım!/Merhaba, hoşça kal demeye vaktim yok / Geç kaldım, geç kaldım, aman, çok geç kaldım!” diye başlar söze Beyaz Tavşan; Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarı kitabında.
Yedi yaşında küçük bir kız çocuğu Alice, kız kardeşiyle birlikte bir dere kenarında otururken, Beyaz Tavşan ile karşılaşır. Beyaz Tavşan, randevusuna geç kalmıştır ve kendi kendine söylenerek koşmaktadır. Alice merakla arkasından gider. Beyaz Tavşan’ın bir delikten içeri girdiğini görür. Tavşanın peşinden o da deliğe girer. Birdenbire bir kuyudan aşağı; derinlere ve daha derinlere doğru düşmeye başlar.
Fotoğraf sergisi “Bir Tavşanın Peşinde” adını taşıyor. Başak Çetin, sergi için hazırlanırken, Lewis Caroll’un “Alice Harikalar Diyarında” kitabından esinlendiğini belirtmiş. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı yararına hazırlanan bu sergiyle, (beş yıl) peşinden koştuğu tavşan(ları) ve dağarcığında biriktirdiklerini bizimle paylaşmak istiyor; sergiden elde edilecek tüm gelir ise vakfa bağışlanacak.
Bu maceranın büyüsüne kapılıp Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Abidin Dino sergi salonuna giriyorum. Girer girmez:
“ Burada hepimiz deliyiz!
…ve Sen!
Bir daha dışarı nasıl çıkacağını hesaba katmadan, kendini delikten içeri bırakmaya hazır mısın?” diyen bir yazıyla karşılaşıyorum.
Bu uyarı, kılık değiştirmiş açık bir davet aslında. Hayat, zaten sonunu bilmeden atıldığımız bir macera, deli olduğu söylenenler, üçüncü gözü açılmışlar; kimselerin görmediğini görenler değil mi?
Sol taraftaki duvarda, Başak Çetin’in sergi ile ilgili yazdıklarını okuyorum.
Yazının hemen yanına, sarmal bir merdiven fotoğrafı asılmış. Fotoğrafın ortasındaki deliğe doğru yaklaşıyorum. İçeriye doğru eğiliyorum. Deliğin ortasında bir ayna var ve aynada kendimi görüyorum.
Bu macera, kendime doğru bir yolculuk mu yoksa?
Kafamdaki meraklı, daha fazla soru sormadan, kendimi delikten içeri bırakıyorum.
Duvarın ilerisinde, minicik kareler şeklinde başlayıp, dalgalandıkça büyüyen ve ileri doğru saçılan fotoğraflar yerleştirilmiş. Hem kitabın kurgusuyla uyumlu, hem de adım attığım salondaki diğer fotoğraflarla karşılaşmaya hazırlıyorlar beni. Başak Çetin fotoğrafları, canlı renkleriyle beni içlerine çekiyor hemen.
Başak Çetin, aldığı mimarlık eğitiminin sağladığı iç görüyle, fotoğraf ve mekân ilişkisini de göz önünde bulundurarak sergilemiş fotoğraflarını. Fotoğraf, bulunduğu mekândan bağımsız düşünülemez çünkü. Fotoğraf, ona bakan göze, yer aldığı mekân ve sergileniş biçimi, kadrajının yatay ya da dikey oluşu; çerçevesi ya da çerçevesizliğiyle de bir şeyler söylemek ister.
Başak Çetin, meraklı, heyecanlı ve tutkulu; ömür boyu bir şeyler öğrendiğimiz bu yolculukta, kendisine “ heyecanlı” kontenjanı ayrılmasını talep eden bir fotoğrafçı.
Doğa ona baktığı her şeyde “fotoğrafı” görecek göz vermiş. Gördüğü şeylere karşı ilk tepkisi heyecanla ve sevinçle “Ah, ne güzel!” demek oluyor. Bu duygu harekete geçiriyor Başak Çetin’i, kendisini heyecanlandıran şeylerin fotoğrafını çekiyor, onların peşinden gidiyor.
Başak Çetin, gözünü fotoğraf makinelerine emanet edecek; onlara “ Yutmi” ve “Yutmi Jünyır” adlarıyla kişilik katacak kadar da alçakgönüllü bir fotoğrafçı.
Hatta Yutmi, bu hayatta görüp geçirdikleri sebebiyle, “vertigo” sahibi olacak kadar hassas – ona fotoğraf makinesi demeye dilim varmıyor– bir kişilik.
Salonda dolaştıkça estetik düzeyi yüksek, insanı coşturan, dengeli ve hikâyesi olan fotoğraflar görüyorum. Kimi zaman hikâyenin ayrıntıda gizli olduğunu gösteriyor bu fotoğraflar bana. Kendimi bir karınca gibi hissediyor, beni kuşatan koskocaman dünyaya şaşkınlıkla bakıyorum. Çöpün içindeki renk cümbüşünün müziğini dinliyorum. Bir fotoğrafta renkleri tersine çevirmenin, diğerinde hataya doğru gibi, bir başkasında dünyaya tepe taklak bakmanın keyfini çıkarıyorum. Başak Çetin’in evreni içinde yeryüzündeki bütün insanlar, hatta sualtındaki bütün canlılar ve gökkuşağındaki bütün renkler mevcut.
Başak Çetin, heyecanını, sevincini ve tutkusunu bana da geçiriyor; yaşamın o biricik anlarıyla temas etmemi sağlayarak eşsiz deneyimler yaşatıyor. Gözüm gönlüm açılıyor, içim genişliyor. Benzersiz bir doygunluk duygusuyla doluyorum; fotoğraflar dokunabileceğim kadar yakınıma sokuluyor. Kendimi bambaşka biri gibi hissederek çıkıyorum salondan dışarı.
Bu fotoğraf sergisi, gördüğüm fotoğrafların yanı sıra, bir kitaptan ilham alan sergileniş biçimiyle de göz dolduruyor, fotoğraf sergileri içindeki özgün yerini alıyor.
Şimdi sıra sizde! Sergiyi gezenler, çok hoş bir şekilde tasarlanmış, sergideki fotoğrafların ve Yutmi’nin yazılarının da yer aldığı kitabı ve küçük boyutlarda özel olarak hazırlanmış diğer fotoğrafları da alabilirler.
“Alice’i küçüklüğünden beri tanırım. Ev diye adlandırabileceği bir yer istedi daima.” diyor Beyaz Tavşan. Başak Çetin’i yaklaşık iki yıldır tanıyorum. Tanımaktan mutluluk duyduğum bir fotoğrafçı; o da benim tavşanlarımdan.
Beyaz Tavşan: Harikalar Diyarını kurtardın Alice. Bahçedeki çiçekleri senin açtırdığını düşündüm.
Alice: Aaa, ben bunu asla yapamazdım. Sadece özel biri çiçeklerin açmasını sağlayabilir.
Prenses: Sana bir sır vereyim mi Alice? Özel olduğunu düşündüğü kadar özeldir insan.
Beyaz Tavşan: Birçok insan Harikalar Diyarı’na gelip gitmiştir ama yalnızca en özel olanlar, doğru bir şekilde anlamıştır ki…”
Alice: ‘Aşkı bulmalı!’ mı diyeceksin?
Beyaz Tavşan: ‘Kendini’ bulmalı insan!
Alice’in Harikalar Diyarında yaşadığı gibi, bir tavşanın peşinde başladığı beş yıllık macera sayesinde önündeki bütün kapılar kendine açılmış; Başak Çetin kendini bulmuş bu macera sonunda.
Girdiğim sergi salonunda, baktığım bu fotoğrafların derinlerine indikçe, aslında Harikalar Diyarı’nda olduğumuzu anlıyorum. Dünya, mucizelerle dolu, her gün onlarca şeye şaştığımız Harikalar Diyarı değil mi aslında? Niye renklerini kaybedip, tatsız tuzsuz bir yermiş gibi görünüyor ki bazen? Başak Çetin, fotoğrafları aracılığıyla bize, herkesin kendini bularak “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe” ve rengârenk yaşaması gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde “Peşinden koşacağınız tavşanlarınız hiç eksik olmasın!” diye diler miydi bizim için?
BİR TAVŞANIN PEŞİNDE 5 YIL
Başak ÇETİN
Alice Harikalar Diyarında’yı okumayanınız pek azdır sanırım. Bu sergi ve kitap hazırlanırken, Alice ve onun peşinde koştuğu tavşandan esinlenilmiştir. Hepimizin zaman zaman peşinden koştuğu bir tavşan ve o tavşan sayesinde keşfettiği bir harikalar diyarı olmuştur. Benim de hayatımda peşine takıldığım tavşanlar, karşıma çıkan Cheshire kedileri oldu ve iyi ki de oldu. Hepsi de kendimi, hayatı, güzellikleri ve acıları keşfetmem yolunda bana bilerek ya da bilmeyerek öncülük ettiler. Tavşanlar aslında her yerde… Ve hepimiz, zaman zaman o harikalar diyarına gidiyoruz. Fakat kaçımız bunun farkında? Ben kimisiyle hala çay partileri yapmaya devam ediyorum. Kimisi yeni diyarlara doğru koşuyor. Kimisi Yutmi’den önce girdi hayatıma, kimisi Yutmi’den sonra. Laf aramızda -kendi pek farkında değil ama- Yutmi de bu tavşanlardan biri.
Yutmi kim mi?
Yutmi, benim fotoğraf makinemin adı. Aslında fotoğraf makinesi dediğimiz şey, gerçekte bir yutma makinesi değil mi? İnsanı yutuyor, zamanı yutuyor, renkleri, görüntüleri yutuyor. İşte onun için ben ona Yutmoğraf, kısaca Yutmi dedim. Biz Yutmi ile yalnızca fotoğraf çekmedik. Yeri geldi duygulandık şiirler yazdık, yeri geldi Sinop’ta tanıştığımız bir balıkçının öyküsünü fotoğrafladık. Birlikte pek çok şehir, birçok ülke gezdik. Yutmi beş yıl boyunca bana yol arkadaşlığı yaptı. Yaşı olmayan bu sergi ve bu kitapta, Yutmi ile birlikte geçen beş yıllık ortak yaşamımızdan seçmeler yer almaktadır. Yutmi bana yoldaş oldu, arkadaş oldu, sırdaş oldu… Yazıklarımla onun yuttukları birleşti blog oldu. İçimdeki çocuğa sarıldı can oldu…
Yutmi,
Sevgili tavşanım, kadim dostum; bana uzattığın dalı ve dostluğunu unutamam, iyi ki varsın, çok ama çok teşekkür ederim. Birlikte daha nice beş yıllar olsun…
Ben kim miyim?
“Gökten düşmüş yerlere saçılmışım, Büyümemiş küçük bir kadınmışım, Bazısı için uzak bir rüyaymışım, Sonunda senin gibi insanmışım…”
Bu serginin bizim için anlamı büyük;
Öncelikle bu sergi, benim Yutmi’ye teşekkürümdür. Hayatıma giren tüm tavşanlara ve bu sergide emeğe geçen tüm dostlara buradan tekrar teşekkür ederim.
Ayrıca ilk sergimizde de olduğu gibi, bu serginin de gelirini Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı’na bağışlamak istiyoruz. Aydınlık bir gelecek için küçük bir katkı da biz koyabilirsek ne mutlu bize…
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)