Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuk lar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı olarak, 28 Kasım 2019’da, Nur Selin DUR’un, çocuk temalı metaforik çizimlerinden oluşan, Çocuklar Gibi sergisine ev sahipliği yaptık. Bu genç sanatçıyı biraz daha yakından tanımak için bu söyleşiyi yaptık.
Serginin başlığı ile başlayalım izin verirseniz. Çocuklar Gibi başlığının bir anlamı ya da öyküsü var mı?
Öncelikle bu sergi fikrinin beni çocuklar gibi mutlu ettiğini söylemeliyim. Şanslı biri hiç olmadım ama bu tam da şanslı insanın başına gelecek türdendi. Bana güvenip bu fırsatı vermek de iyi insan işiydi. Çocuklar Gibi, Sabahattin Ali’nin bir şiirinin adı. Bir gün Sezen Aksu dinliyordum, Sabahattin Ali’nin Çocuklar Gibi’sini söylüyordu. Sabahattin Ali benim en sevdiğim şair aynı zamanda. O gün çocuk temalı çizimler yapmaya karar verdim.
Eserlerinizden birinde Sabahattin Ali ve kendinizi birlikte çizmişsiniz.
Sabahattin Ali’nin sadece çok satanlardaki kitaplarını okumuştum, Çakıcı’nın İlk Kurşunu adlı kitabını da okudum ve bu bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Kitabın son sayfalarında Sabahattin Ali’ye ait kurbağa çizimleri yer alıyor. Ben de kurbağa resimleri çizerdim ve Sabahattin Ali’nin kurbağa resimleri ile çok benzediğini fark ettim. Bunun üzerine tüm eserlerini aceleyle okudum. O kimseye benzemiyordu ama tanıdık da geliyordu. Onunla oturup bir sohbet etmek çok isterdim. Neden kurbağa çizdiğime gelirsek, mutlu son ile biten masalları değiştirmeyi seviyordum. Benim masalımda kurbağa sadece bir kurbağa olarak kalıyordu.
Şimdi biraz başa dönelim isterseniz, çizim yeteneğinizi ya da sizin ifadenizle çizim yapabildiğinizi ne zaman fark ettiniz, okul sürecinin bu konuda bir katkısı oldu mu?
İlkokuldayken resim dersinde ödev olarak çizimler yapardık. Resim defterimin sayfalarının kenarında kırmızı kalemle çizilmiş yıldızlar vardı hep, ama dediğim gibi yaptıklarım ödevdi. Sanata dahil olsun gibi bir amacı yoktu. Bir defasında geleneksel folklor kıyafeti giymiş bir küçük kızı çizmiştim. Altına adımı yazdığım ilk çizimdi ve koridordaki panoya asılmıştı. Ben birkaç sınıf büyümüştüm ve o resim panoda kalmaya devam etmişti. Bunun dışında ne çizim yeteneğimi geliştirmeye ne de çizdiklerimi sergilemeye yönelik başka bir etkinlik olmadı. Öğretmenler yetenekli olanları fark etme isteğinde değildi. Okulda kimsenin hatta öğretmenlerin bile hoşlanmadığı bir öğrenci vardı. Bir gün resim dersinde, getirilmesi zorunlu olan kağıt ve boya kalemi yanında yoktu. İki ucu da kalemtıraşla açılmış bir kurşun kalem ve bir kağıt vermiştim ona. Bir resim çizip ders bitince çizdiği resmi bana vermişti. Kağıdı ben verdiğim için, kağıt hala benimmiş gibi geri vermişti. Bir sokak, elektrik direkleri, direklerin üzerinde leylekler ve yuvaları bir de eski binalar vardı kağıtta. Derste kendi çizdiğim resimleri neredeyse hiç hatırlamıyorum. Ama o resmi hiç unutmadım. Çünkü o çocuğun da yapabildiği bir şey varmış ama o öğretmene gösterme gereği duymamıştı. Şimdi düşününce sanata dahil olanın onun çizimi olduğunu anlıyorum.
Sonraki okul süreçleri de böyle mi devam etti?
Aylak Göz şiirinde, “bu adam kitapların uçlarına çizilmiş itilmiş resim”, diyordu Cahit Zarifoğlu. Şairin dediği gibi lise ve üniversitede resim, sayfaların kenarına itilmişti benim için. Kareli matematik defterinin kenar, köşesine çizilmesinden dolayı görünmüyordu. Bu yüzden çizdiklerimi pek kimse görmedi. Bir de kitapların yan kısımlarına resim çizerdim. Kalın kitaplara özellikle. Resmin okulunu okumak ister miydin diye soracak olursanız, evet isterdim. Ama bana sanatçı denmesini değil de, sanatı seven biri denmesini isterdim. Çok başka bir alanda, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri alanında okudum üniversiteyi. Şu anda da aynı alanda yüksek lisans yapıyorum. Önce gelir sağlayacağım bir mesleğim olmalıydı. Resim sonra sevdiğim uğraşı, hobi, olarak hayatıma dahil olmalıydı. Bana bu işlenmişti. Ben de bu akışta devam ettim. “Ağaç yaşken eğilir” diyorlar. Kimse ağacı eğmeye yarayan ateşten bahsetmiyor. Sertleştikten sonra şekil almak, yakıcı ve zor oluyor. Ama tabi göz kapaklarını kapatmak ile gözü karartmak aynı şeyler değil.
Peki sizin için “Çocuklar Gibi” sergisi göz kapaklarını kapatmak mı yoksa gözü karartmak mıydı?
Gözlerimi açmaktı. 2018 Kasım ayında, bana gerçek şeyleri gerçekten öğrendiğimi hissettiren hocama, bir kağıda çizim yaparak armağan etmiştim. “Sen mi çizdin?”, demişti. Birkaç ay sonra da “Çizimlerinle bir sergi açmak ister misin?”, sorusunu sormuştu. Sergi fikrinin gelişimi bu şekilde oldu.
Biraz da sergiden söz edelim. Bu sizin ilk serginizdi, neler söylemek istersiniz?
Açıkçası çok korktum. İçimde çizimlerin beğenilmemesi konusunda bir endişe vardı. Çok fazla çöpe attığım resim oldu bu yüzden. Atmaların diğer bir nedeni ise kağıt, kalem ve boya konularındaki bilgisizliğimdi. Deneyerek öğrendim. İstediğim görseli elde edince de resimlerin öykülerini yazmaya başladım. Mutlu sonlu çizimler olsun istemedim. Dünyadaki her çocuk mutsuz değil elbette. Ama ben çocuklar gibi mutsuz olmak nasılsa onu anlatmak istiyordum. Çizimlerin öykülerinde kitaplarda rastladığım çocuklardan, derste dinlediğim çalışan çocuklardan, babamın, hocamın ve benim anılarımdan parçalar var. İnsan çizimi konusunda eksikliğim vardı. Lisede bir arkadaşımın “Yürüyen Şato’yu izle” tavsiyesi ile tanıştığım Hayao Miyazaki’yi çocukların çizimi için örnek aldım. Bence çocukları ondan daha iyi anlatan biri yok. Hani deriz ya, sanki bir şey yapacaktım ama ne yapacağımı unuttum. Çizimler çoğaldıkça, çizmek benim için sanki unuttuğum o şeymiş gibi gelmeye başladı. Güneşli bir kış günü biraz ince giyinip dışarı çıkarız da bir gölgedeki soğukluk bize kışı hatırlatır. Bu da öyle bir fark etmeydi. Sergi günü, çizimlerde anlatmaya çalıştıklarım hakkında soru gelirse diye endişeliydim. Zaman ilerledikçe çizimleri anlatmak benim için zevk haline gelmişti. Konukların düşüncelerini dinlemek ise daha da güzeldi. O gün o salonda resimlerimi görmeye gelen konukları hiç unutmayacağımı söylemeliyim. En mutlu olduğum an ise sadece altı adet kalmış olan, Prof. Dr. Gürhan Fişek tarafından imzalı “Çocuk Dostu” belgesini Oya Hanım’ın bana verdiği an ve “O çok özel bir insandı. Sen de öylesin”. demesiydi.
Çocuklardan başka hikayesini anlatmak istediğin birileri var mı?
Yalnız ve yaşlı olmayı anlatmak isterim. En uzun sohbetleri ettiğim ve en sevdiğim insanlar hep yaşça büyük insanlar. Bence okullarda adı tecrübe kazanımı olan bir ders olmalı. Her ders bir büyüğümüz gelip bize anılarından bahsetmeli. Eğer büyüğümüz yalnız ise anlatacak çok şey biriktirmiş oluyor. Şu an hayatta olmayan bir arkadaşım şöyle demişti, ‘Küçüklerin bizim için yaptığı şeyler bizim için çok Büyük şeyler…’
Yeni bir sergi açma düşünceniz var mı?
Türkü dinlemeyi seven biriyim. Her sözünün üzerinde tek tek düşündüğüm türküler var. Aynı şekilde şiirler de var. Bir türkünün hissettirdiğini ses olmadan da hissettirilip hissettirilemeyeceğini merak ediyorum. Bir şiirde geleceğinden bahsedilen bir geminin, duran saatin ve kendiliğinden duran kalbin (Attila İlhan-Emperyal Oteli) tek resimde yer alıp alamayacağını merak ediyorum. İkinci sergide bu merakımı gidermek istiyorum. Yeni bir serginin hayalini kurmamı sağlayanlara, benimle bu sohbeti gerçekleştiren Taner Hocam’a ve hayatıma dokunanlara sevgilerle.
Teşekkür ederiz, hem sergi hem de bu söyleşi için, yeni sergilerinizi merakla bekliyoruz.