Nüfusumuzun Yeni Sorun Alanları

Ülkemizde doğurganlık son kırk yıl içinde önemli düşme gösterdi. Doğurganlık, kuşakların birbirini yenileyeceği eşik olan kadın başına doğumun 2.1 çocuk olduğu düzeye yaklaştı. Ülkemizde bölgesel, kırsal-kentsel ve bir dizi sosyo-ekonomik değişkenlere göre doğurganlık farkı görülmekle birlikte bunların 30-40 yıl önceki farklar olmadığı açık. Bundan bir çıkarsama yapacak olursak, ülkemizin 1950’den beri yaşadığı hızlı nüfus artışı artık dünde kaldı. Türkiye günümüzde ve gelecekte böyle bir sorunu, kim hangi rol modele soyunursa soyunsun bir daha yaşamayacak. Başka bir anlatımla ülkemizin nüfusunun ikiye katlanması ya da 70 milyon olan nüfusumuzun 140 milyona ulaşması artık bu coğrafyada gerçekleşmeyecek. Hiçbir ekonomik ve sosyal politika bütünü Türkiye nüfusunu bundan böyle geçmiş kırk yıldaki artış sürecine sokamayacaktır. Türk ailesinin temel direği olan kadınlar bunu aile yapılarında gösterdikleri gibi, kendilerine 1983-2003 dönemindeki değişik araştırmalarda sorulan doğurganlıkla ilgili tutum ve davranış sorularına verdikleri yanıtlarda ne kadar samimi ve tutarlı olduklarını (15-49 yaşlarındaki kadınlar her araştırma döneminde yeni kuşaklar ile yenilendiği halde) gösterdiler ( HNNE, 2005). Benzer yanıtlar Nüfus bilim Derneği’nin 15-24 yaş grubundaki gençlerle yaptığı üreme sağlığı araştırmasında görüldü (Nüfus bilim Derneği 2007). Türk ailesi ve aile kurumun eşiğinde olan gençler çocuk sayısı iki olan küçük aileyi benimsemekte. Çağdaş ülkelerde görülen ve tersine dönmeyen süreç, önümüzdeki dönemde ülkemizde de yaşanacak.
Ülkemizin günümüzdeki ve gelecekteki nüfus analizi için, hayati olayların (doğum, ölüm ve göç) olası etkileri dikkate alınmalı, ortaya çıkacak yeni sorun alanları ve bunların çözümüne ilişkin politikalar bütünü, ortak akılla bulunmalıdır. Bu nedenle tartışmayı günümüz hayati olayları bağlamında, nüfusumuzun yeni sorun alanlarını saptamak daha yararlı olacaktır. Tartışmanın zaman dilimi ise, ülkemizin ulaştığı yenilenme hızı, genç nüfus yapısının doğurganlık üzerine olan etkisi ve her yaştaki ölümlülük ve seçenekli göçleri dikkate alan tahminlerin bulgusuna dayanarak kısa dönem olmalı.
Göçler: Önümüzdeki dönemde ülkemizin dışarıya vereceği net dış göç, yetişmiş genç nüfusu kapsama yönünde olabilecek. Özellikle üniversitelerimizin ilk yüzde beş ile öğrenci alan tıp, diş, mühendislik ve sosyal bilim bölümlerini bitirenler bu göçe katılacak. Sayısal olarak bu göçler az olmakla birlikte ülkemize yüklediği maliyet çok fazladır. Gençlerin yetişme tarzı, ailelerin bunları desteklemeleri ve ülkemizin bunlara yönelik politikalarının yetersizliği bu göçleri önleyemeyecek. Ülkemizin ise bu nitelikte dış göç alma olasılığı görülmemekte. Bu göçler önümüzdeki dönemde ülkemizin bilimsel buluş, teknoloji geliştirme ve piyasayı yönlendirme konusunda hep geride kalmasına neden olacak. Ülkemizin önümüzdeki kısa dönemde, 1960-70 yıllarında Avrupa ve çevre ülkelere olan misafir işçi göçü gibi bir seçeneği de olmayacak.
Ülkemize önümüzdeki dönemde çevre ve az gelişmiş ülkelerden hizmet, tarım ve kentlerde tanımını yeni yapacağımız türedi işlerde çalışacak nüfusun göçü olabilecek. Farklı kanallardan ülkemize gelecek bu göçmenlerin, sosyal sistemimize uyum sağlamak gibi bir amaçları olmayacak.
Avrupa’da günümüzde yaşlı nüfusa verilen sağlık hizmeti pahalılaşmakta. Ülkemizin bu süreçte yasal kanallardan AB ülkelerinden göç alabileceği tahmin edilmekte.
Ölümler: Yüksek düzeyini sürdürmekte olan bebek ve çocuk ölüm hızları ile anne ölümlerinin, AB ülkelerinin düzeyine düşürülmesi için büyük caba harcanması gerekmekte. Geçmişte ve günümüzde bu hızların yüksekliği; ülkemizin sağlık hizmeti eksikliği, ailelerin ekonomik yetersizliği ve özellikle kadınlarımızın eğitimsizliği ile eşlerin aile içinde doğurganlık ve ölümlülük konusunda kaderci bir davranışı benimseyecek biçimde yetiştirilmelerinin nedenidir. Bu örüntünün devamı, ülkemizi çağdaş yaşam düzeyinden uzaklaştırmakta, gelişmişlik derecelendirmesinde alt sıralarda yer almamıza neden olmakta.
Ülkemizdeki anne ölümü nedenlerinin genel örüntüsü ABD ve AB ülkelerindeki örüntüden farklı. Ülkemizin örüntüsü daha çok, nüfussal geçişi bizim gibi yaşayan ülkelere benzemekte. Bu ülkelerden temel farkımız ise, güvenli olmayan düşük ve zor doğumdan ötürü anne ölümlerinin ülkemizdeki azlığı olarak görülmekte ( HNEE, 2006). Yetişkin ölümlülüğünde ise yaş ve cinsiyete göre gerek sosyoekonomik değişkenlere gerekse halen yaşanılan yerleşim yeri ve bölgesel konum açısından görülen farklılıklar sürebilecektir. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde yıllara göre toplam ölüm sayıları nüfusun yaş yapısından ötürü artabilir.
Doğumlar: Önümüzdeki dönem boyunca kaba doğum hızı düşüşünü sürdürecek. Ancak doğurgan kuşaktaki kadın sayısının artışından ötürü yıllık toplam canlı doğum sayısı 1,3-1,4 milyon arasında değişecek. Düşen doğum hızı ile doğurgan yaştaki kadın sayısı artışı sonucu toplam doğum sayısı durağan/kararlı konumunu bir dönem sürdürecek. Bu dönemde nüfusun ilk olarak 0-4, daha sonra 5-9 ve giderek 10-14 ve izleyen yaş gruplarındaki yapısı mısır koçanı haline gelecek.
Ölümlerin düşmeye başladığı 1940’lı yıllarda, 17,8 milyon olan nüfusun ikiye katlanması (35,7 milyona ulaşması) 30 yıl içinde gerçekleşti. Doğurganlığın hızla düştüğü 1970-2007 döneminde nüfusumuz yurt dışı işçi göçünü dışarıda bırakmamıza karşın yine ikiye katlandı ve 72 milyona ulaştı. Önümüzdeki yaklaşık 40 yıl içinde nüfusumuz bu kez 25 milyon kadar artarak 93-97 milyona ulaşacak ve kararlı/durulmuş bir yapıya kavuşabilecek.
1940’lı yıllarda nüfusunun çoğunluğu(%80) köyde yaşayan ülkemizde, kent nüfusun iç göç ve doğal artışla başat konuma gelmesi için az bir süre yeterli oldu. Önümüzdeki dönem (2008-2050) içinde kentsel nüfusumuz 25 milyondan daha fazla artacak ve kentler ülkemizin sorunlarını çözecek yerleşme özelliğini sürdürecek. Önümüzdeki dönemde kentleşme, kentlilik ve genç nüfusa yönelik nüfus sorunlarımızın çözümüne büyük önem vermemiz gerekmekte. Bunlardan önemlilerini kabaca tartışarak sonuca ulaşacak olursak:
i-Hayatlarını kentte ve kentsel bir işte çalışarak sürdürecek kuşaklara daha nitelikli bir eğitim vermemiz gerekmekte. Kentliliği ve kentsel yaşamı içselleştirecek bu kuşakların yetiştirilmesi kamu ve aile açısından kendilerine verilen psikolojik değerden ötürü özel bir anlam kazanmakta. Sosyal ve ekonomik konumu değişen aileler, çocuklarının temel eğitim eşiğinden öte eğitim görmelerini istemekte. Sosyal tabakalaşma ve değerler açısından ailelerin çocukları için istedikleri eğitim düzeyi ile toplumun gereksinimini göz önünde tutan bir eğitim planlaması zorunlu olarak yapılmalı. Yapılacak eğitim planlaması; kişi, aile ve toplum açısından kısa dönemde sosyal ve ekonomik getiriyi sağlayacak yönde olmalı.
ii-Genç nüfusu cinsiyet farkı gözetmeksizin üretici, katma değer yaratıcı, yarınlarına güvenen ve umut kültürünü benimseyecek tarzda çalışabileceği istihdam olanaklarını, toplumumuz ortak akılla bulmalı. Genç nüfusun günümüzde artan ve onları karamsarlık kültürü içinde yaşamalarına neden olan işsizliklerini çözümlemek temel amacımız olmalı. Gençlerin geciktirilen iş, aş, ev ve evlenme istemleri, gelecekte toplumumuz için önemli sorunları gündeme getirebilir.
Çalışmak isteyen herkese iş olanağını bulmak ve onurlu biçimde yaşamını sürdürmesini sağlamak sosyal devlet ilkesidir. Hakça ve onurlu bir genç kuşakla yaşamak istiyorsak, günümüzdeki ve gelecekteki istihdam sorunumuz gerçek boyutları içinde ele alınmalı, gençlerin hayatlarının en dinamik dönemini aileleri ve topluma karşı sorumlu yaşayacakları ortam oluşturulmalı.
iii-Kentlerde sosyal dışlanma, köylerde yoksulluk sarmalında yaşayan ailelerde, annenin tükenmesine neden olan çok çocuklu aileden, az çocuklu aileye geçişi hızlandıracak etkin sağlık programları sürekli hizmet haline getirilmeli. Böylece ailelerin istedikleri çocuk sayısı ile gerçekleşen çocuk sayısı arasındaki fark kapatılmalı. Yapılan değişik araştırmaların ortak bulgusu, Türkiye’deki beş aileden birinin bu konumda olduğunu göstermekte. Aile bağlarımızın sağlamlığı ve İslami dayanışma kültürümüz bile bu ailelerdeki çözülmeyi engelleyememekte. Çözülme ile birlikte çok çocuğun sorumluluğunu üstlenen kadın, çocuklarının kısa zamanda sokağı tanımalarına ve orada yaşamalarına çaresizlikten ötürü rıza göstermekte.
iv-Nüfusumuzun yaş yapısının genç olması, üreme sağlığı eğitiminin bunlara yöneltilmesini de zorunlu kılmakta. Batının yakalandığı ve yaşadığı “genç anne” deneyimini, hızlı değişim süreci içinde kentsel yerleşmelerde yaşamamak istiyorsak, gençlere bu eğitim değişik kurumsal kanallardan verilmeli. Aile terbiyemiz, gelenek göreneklerimiz, kızlarımızın “genç anne” olmalarını önler değerlendirmesinin arkasına sığınmanın hiçbir yararı olamaz.
v- Türkiye’nin yaşamaya başladığı yeni dengede yaşlı nüfus günümüzde, toplam nüfus içinde küçük bir dilimi oluşturmakta. Yarınlarda yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %10 düzeyini geçebilecek. Yaşlıları koruduğu varsayılan geniş aile, toplumumuzdan artık silinmekte. Çocuklarını yetiştirmiş anne-babadan oluşan küçük ailede, eşlerden birinin ölümü sonucu sağ kalanın, çocuklarından birinin ailesine eklenmesi genellikle yeni sorunlar doğurmakta. Çocuklar, yaşamları boyunca rol model ve arkadaş olarak gördükleri anne-babadan birine bu dönemde bakamamaktan ötürü yıpranmakta. Yaşlılar ve çocuklarına bu sorunları yaşatmamak istiyorsak, hepimiz için çok özel olan yaşlı nüfusa yönelik çağdaş sosyal refah kurumları geliştirilmeli. Bu bağlamda yaşlı nüfus sorunu; ailesiz, kimsesiz, terk edilmiş v.b. kişilerle sınırlı değil. Değişen aile yapımız, barınma olanaklarımız, kentsel yaşam ve çalışma hayatımızın oluşturduğu yeni bir biçim olmakta. Sorunu geleneksel dayanışma bağları ile değil yeni refah kurumları ve bunların kuralları ile çözmek gerekli.
vi-Türkiye’deki iç göç ve kentleşme sürecini çok boyutlu nitelikleri ve sistemden farklı beklentileri olan nüfus ile yaşayacağımız yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Şimdiye değin plansız ve piyasa kurallarına göre gelişmeyen kentlerin, önümüzdeki kısa dönemde 30-35 milyon nüfusu da benzer şekilde emmesini beklemek, kentsel yaşamı çıkmaz sokağa yöneltmekten başka bir şey olmayabilir. Ülkede gerçekleşecek yeni nüfus hareketlerinin toplumsal konum, sosyal tabakalaşma ve kültür olarak karmaşıklığını dikkate alan kentsel dönüşüm ve yerleşim politikaları mekansal düzenlemeler ile birlikte hayata geçirilmeli. Başka bir anlatımla bu ülkenin 30 milyonluk nüfus için oluşturduğu kent mekanlarına 75-80 milyon kentli nüfusu değişen beklentileri ile hiçbir yönetim buralara sıkıştırmamalı. Büyüyecek, farklılaşacak ve karmaşıklaşacak kentsel toplumun gereksinimlerini demokratik, etkin ve sağlıklı biçimde çözümleyecek kentsel örgütlenme düzeneğini bulmamız kaçınılmaz. Kentsel yaşamın her alanını ilgilendirecek bu model, örgütlü toplum yaratmanın ipuçlarını da vermeli. Kurumsal olarak düzenlenmiş örgütlü kentsel yaşam, kentlerde yaşanan etnik hareketler, enformel haberleşme ve dayanışma ağlarını sonlandırmayı hedeflemeli. Kentsel eşitsizliği; cinsiyet, yaş ve köken farkı gözetmeksizin, kısa sürede çözümleyecek yeni kurallar bu model içinde yer almalı.
İnsanın, topluma diğer insanlar gibi katılabilmesini engelleyen sosyal dışlanma ya da yoksulluk önümüzdeki dönemde ülkemizin temel sorunlarından biri olabilir. İş bulamamak, çalıştığı halde kazancı ile geçinememek, ikinci bir işte ya da emeklilikte çalışmadan yaşamını sürdürememek, evlenememek, yer-yurt edinememek, geleceği belirsiz görmek v.b. yoksulluk sorunları “hayırseverlik” bağlamında siyasileştirilmeden, hak temelli sosyal politikalar ile çözümlenmeli. Ekonomik büyüme-nüfus ilişkisinin yarattığı ve kaynaklık ettiği bu sorunları çözmeden, sosyal sistemi ulaştığı yeni dengeden kopartacak ve ülkemizi yeni sorun yumağına itecek söylemlerin hiçbir yararı yoktur.
Kaynaklar:
Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü,(2005):Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003, Ankara
Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, (2006) : Türkiye Ulusal Anne Ölümleri Çalışması 2005 Ana Rapor, Ankara.
Nüfusbilim Derneği , (2007): 2007 Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması, Ankara.

Tags: , , ,

Arşivler