Prof.Dr.Ayşe Baysal (3 Kasım 2004)
Prof.Dr.Nusret Fişek’i, bizden ayrılışının 14.yılında anmak için toplandık. İçinizde en deneyimli olmam nedeniyle kısa bir konuşma yapmam istendi. Prof. Dr.Nusret Fişek hocamızın bence en belirgin niteliği halkçı, devrimci ve akılcı olmasıydı. Hocamızın bu nitelikleriyle halkımızın sağlığının korunması , geliştirilmesi ve dolayısıyla refah düzeyinin yükselmesi için çalıştı.
Hocayı ilk kez 1965 yılı sonlarında Ankara Hıfzıssıhha Okulu’nda yapmış olduğu bir konuşma sırasında tanıdım. ABD’de doktora öğrenimimi tamamlayıp yurda dönmüş; Hıfzıssıhha Okulu’nda beslenme uzmanı olarak göreve başlamıştım. Hıfzıssıhha Okulu, hocamızın gayretleriyle toplumumuz sağlık sorunlarını araştıran, sorunlara çözüm arayan ve sağlık çalışanlarının sürekli eğitimini sağlayan bir Kurum haline getirilmişti. Sağlık sorunlarının tek başına hekim tarafından çözülemeyeceğini bildiğinden bu Kuruma sosyal bilimlerden arkadaşlarla birlikte beslenme bilimcisi olarak benimde görev almama olanak sağlamıştı. Hocamızın Sağlık Bakanlığı’ndaki görevinden ayrılışı nedeniyle yaptığı o konuşmada söyledikleri “Dere mecrasında akıyor, bazıları bunun önüne bentler yaparak geri çevirmeye çalışsalar da, er veya geç, dere doğru yönde akmaya devam edecektir” sözlerini hiç unutmadım. Hocamız bu sözleriyle, sağlıkta yaptığı devrimin tüm engellemelere karşı sürmesi gerektiğini ve bizleri o yönde çalışmamızın önemini belirtmişti. Evet hocamızın sağlık hizmetini insanın hasta olduktan sonra yüklü harcamalarla iyileşmesini öngören bir sistemden, hastalık yapan etmenleri ortadan kaldırarak sağlığın korunması geliştirilmesine dönüşümünü sağlayan devrimi gerçekleştirmeye çalışmıştı. Bu dönüşüm en başta halktan,kendi sorunlarını,nedenleriyle bilmesi ve bilimin ışığında kendi olanaklarını harekete geçirmesiyle gerçekleşirdi. Başka bir deyişle, taassubun karanlığında yaşayan halkın ayağına götürülen sağlık hizmetiyle aydınlanması demekti bu dönüşüm.
Prof.Fişek’in sağlıkta yaptığı bu devrim, daha önce Atatürk’ün fikirlerini yaşama geçiren Hasan Ali Yücel ve Hakkı Tonguç’un, eğitimde yaptıklarının bir benzeriydi. Ben bu iki eğitim devrimcisini kişisel olarak tanıma fırsatı bulamama karşın, Prof.Fişek’i yakından tanıma olanağı bulmam, bana çok şey kazandırdı. Hacettepe Üniversitesi 1960’ların sonunda bilimi ve insanı her şeyin üstünde tutan, demokratik ve yenilikçi bir üniversite örneğiydi. Üniversitenin yönetiminde yöneticiler kadar öğretim elemanları ve öğrencilerin de katkısını sağlamak için “Üniversite Konseyleri” kurulmuştu ve bunun başında Prof.Fişek bulunuyordu. Üniversiteyi ilgilendiren tüm sorunlar öğretim elemanları ve öğrenci temsilcilerinin oluşturduğu bu konseyde görüşülür; alınan kararlar, uygulanması için yönetime sunulurdu. Konsey toplantılarının birinde, yetenekli, fakat olanakları sınırlı öğrencilere burs verme konusu görüşülüyordu. Burs için seçim yapılırken, şeffaflığı sağlamak için, burs verilmek üzere seçilen öğrencilerin listesinin hazırlanarak belirli yerlere asılmasını, itirazların bildirilmesini, ona göre listenin tekrar gözden geçirilmesini teklif etmiştim. Konseydeki öğrencilerden biri, “öğrencilerin, yoksulluklarının ilan edilmesinin onların onurlarını zedeleyeceği” sözlerine, Hocanın verdiği , “Öğrenci arkadaşımla aynı görüşte değilim. Onları emeğiyle kıt kanaat geçindiren ailesinin yoksulluğunda öğrenci niye utansın?! Asıl utanması gereken biri varsa, o da, acaba ailem hangi yöntemle zangin oldu diye kendini sorgulaması gerekenlerdir” yanıtını hiç unutamam. Bunu ancak emeğin kutsallığına inanan, zengini değil yoksulu seven bir kişi söyleyebilirdi.
Tıp ağırlıklı Hacettepe’de henüz hekim dışındaki hiç kimse doçentliğe yükseltilmemişti. Hocamıza doçentliğe başvurmak istediğimi söyleyince bana, “Doçentlik süreci, öyle bir şey ki mükemmel bir tez hazırlarsın, jürinin canı istemezse geri çevrilirsin; isterse, gelişigüzel bir şey yazsan bile doçent olursun” sözleri, akademik yükseltmelerdeki çarpıklığı çok güzel açıklamıştı. Doçentliğim onaylandıktan sonra, bir konuşma sırasında Hoca, “12 tez okudum, en iyisi Ayşe’ninki idi” dediğinde, ben “Hocam beni onurlandırmak için böyle söylüyorsunuz, daha iyisi olabilirdi” diye yanıtlamıştım sözlerini. Bu sözlerimin üzerine Hoca,”Dikkat et, senin tezin mükemmeldi demedim, okuduklarımın içinde en iyisiydi dedim” sözleri bilim etiğine inancın en iyi örneğiydi. Doçentlik sınavına girmeden, özgeçmişimi hazırlarken Hocaya “Hocam, özgeçmişime acaba Köy Enstitüsü mezunu olduğumu yazmam sakıncalı olur mu?” diye sorduğumda, “Seni o kurumlar yetiştirdi; köy enstitülü olma onurunu daima taşımalısın” sözleri onun halkçı kişiliğinin en güzel kanıtıydı. Ben de hep öyle yaptım.
Prof.Fişek, insan yaşamında, dogmatik görüşlerin değil, bilimin esas alınmasına öncelik vermişti. Bunu nüfus planlaması alanında yaptığı çalışmalarla göstermiştir. Halkımızın çocuk sağlığı konusunda, “Allah verdi, Allah aldı” kaderci görüşünün, yeterli sayıda çocuk sahibi olma, sağlık hizmetine kolay ulaşabilme ve sağlığı bozan etkenleri önleyecek şekilde bilinçlenme ile, hastalık ve ölümlerin büyük ölçüde önlenebileceği bir sisteme dönüşmesine önderlik etmiştir Prof.Fişek.
Hocamın öğretilerini çalışma yaşamım boyunca uygulamaya çalıştım. Bizden sonra gelenlerin de Hocamızın koyduğu ilkeler doğrultusunda yürüyeceklerine inanıyorum. Çünkü bizi Prof.Nusret Fişek, biz de onları yetiştirdik. Bu inançla hocamızı saygıyla anıyoruz.
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)