Meslek Hastalıkları

 

Meslek hastalıkları, salt işyerindeki çalışma koşullarından kaynaklanan hastalıklardır. Yüzyıllarca önce tanınmış ve işçileri bu hastalıklardan korumak için önlemler düşünülmüştür.

Meslek Hastalıklarının Tarihçesi:

Herodotos (M.Ö.484-420), ilk kez işçilere yeterli besin verilmesinin üzerinde durmuştur. Hippokrates (M.Ö.460- 377), ilk kez kurşunun zararlı etkileri üzerinde durmuş; kurşunun yolaçtığı saplanıcı biçimdeki karın ağrısından söz etmiştir. Aynı zamanda, kabızlık, felç ve görme bozuklukları ile kurşuna sunuk (maruz) kalma arasında ilişki bulunduğunu gözlemiştir. Aristoteles (M.Ö.384-322), koşucuların hastalıklarından sözetmiş; gladyatörler için diyet tanımlamıştır. Nicander (M.Ö.200), kurşun zehirlenmesi ile karın ağrısı, kabızlık ve yüz solukluğu arasındaki ilişkiyi kesinleştirmiştir. Plautus (M.Ö.254-184), bazı zanaatkarların çalışma pozisyonlarından ileri gelen malformasyonlara dikkat çekmiştir. Büyük Pilinius (M.S.23- 79), tehlikeli tozlara sunuk kalanların, kendilerini korumaları için maske kullanmalarını önermiş; maskenin hangi maddeden yapılması gerektiğini de belirtmiştir. Ancak Vezüv yanardağının püskürmesi üzerine Pompei halkının yardımına, amirali bulunduğu donanmasıyla koşmuş; yaşamını yanardağdan çıkan kükürtlü gazlarla boğularak yitirmiştir. Bergamalı Galenos (M.S.131- 201), kurşun zehirlenmesinin patolojisini tanımlamış; ayrıca kimyagerlerin, kürk sanayiinde çalışanların, madencilerin hastalıkları hakkında bilgi vermiştir.

  1. ve 16.yüzyılda Agricola, Paracelsus ve Ramazzini, yaptıkları ayrıntılı çalışmalar ve yayınlarla, konuyu bir bilim dalı haline dönüştürmüşlerdir.

Agricola (1494-1555), madenciler ve onların hastalıklarına ilişkin olarak gözlemlerini ilk yayınlayandır. Tozun zararlı etkilerini kendi deneyimleri ile saptayarak, korunma çarelerini aramış; yeraltında havalandırma yapmayı, işçilere maske kullandırılmasını önermiştir. Paracelsus (1493-1541), sanayiin gelişmesinin zorunlu sonucu olarak meslek hastalıkları riskinde de artmanın olacağı düşüncesindeydi. Önce hekim, sonra bir metalürjist olarak edindiği izlenimleri bir monografta topladı. Ramazzini (1633-1714), işçi sağlığının babası olarak anılır. Kendisinden önceliklerle birlikte, kendisinin meslek hastalıkları ile ilgili gözlemlerini sergiledi. Ayrıca işçi sağlığı konusunda bazı temel ilkeler getirdi. Meslek hastalıkları ile işçinin yaptığı iş arasındaki bağlantıyı tam olarak ortaya koyarak, bazı hastalıkların nedenlerini ortaya çıkardı. 1557 yılında, Fransız Jean Fernel, civa zehirlenmesi belirtilerini ilk tanımlayan bilim adamı oldu. 1665 yılında, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde bulunan Yugoslavya’nın Idrija kentindeki civa madenlerinde, günlük çalışma süresi, en çok 6 saat olarak belirlendi. Buna karşın, başka işlerde çalışan işçilerin günlük çalışma süreleri 14 saati buluyordu.Bu bilinen ilk sosyal politika önlemidir.

Bir Sınıf Sorunu Olarak Meslek Hastalıkları:

Büyük Sanayi Devrimi’ni izleyen 18. ve 19.yüzyıl İngiltere’sine geldiğimizde, yine bilimcilerin yoğun çabalarıyla karşılaşıyoruz. Percival Pott (1714-1788), baca temizleyicileri arasında, topluma oranla daha büyük sıklıkla görülen skrotum kanserlerinin başlıca nedenlerinden birinin “is” olduğunu ortaya koydu. Charles Turner Thackrah (1795-1833), döneminin en tanınmış iç hastalıkları uzmanlarından biri olup; çalışmalarının büyük bölümünü işçi sağlığına ayırmıştı. İngiltere’de, meslek hstalıklarını konu alan ilk kitabın yazarıdır.

Edward Headlam Greenhow (1814- 1888), bazı bölgelerde, akciğer hastalıklarında görülen yüksek ölüm hızının, iş sırasında yükselen toz ve dumanın akciğerlere çekilmesine bağlı olduğu yargısına ulaştı. Çanak çömlekçilikle uğraşanların ortalama yaşam sürelerinin çok kısa olduğunu ortaya koydu.

Sunduğu raporların etkisiyle, fabrika müfettişlerine, 1864 ve 1867 Fabrika Yasalarıyla, toz ve dumanın kontrol edilmesini sağlayacak, aspiratör ya da başka mekanik araçların kullanılmasını emretme yetkisi verilmiştir.John Thomas Arlidge (1822-1899), yöresinin önde gelen hekimlerinden olup, çanak çömlekçilikle uğraşanların sağlık sorunlarına eğildi. Hazırladığı raporlarla, ortam koşullarının geliştirilmesine büyük katkıları oldu.

Sir Thomas Ledge (1863-1932), İngiltere’nin ilk fabrika müfettişidir. Kendi araştırmaları ve meslek hastalıklarını önleme çabalarıyla önemli deneyimler kazanmıştır. 30 yıl fabrika müfettişliğinin ardından, uzun yıllar da İngiliz Sendikalar Kongresi’nin (TUC) danışmanlığını yapmıştır.

Meslek hastalıklarının, bir sınıfın sorunu olarak algılanması, işte bu koşullarda ve işçilerle onların örgütlerinin kendi sorunlarına duyarlı olmalarıyla gerçekleşmiştir. Almanya’da işçi sınıfı hareketlerinin en yoğun olduğu dönemde, Bismarck tarafından önerilen ve yaşama geçirilen sosyal sigorta kavramı işte böyle bir zorlamanın ürünüdür. Ama Bismarck’ın tuzağı, işçi sınıfının ve bilimcileri çok uğraştırmış ve hala da uğraştırmaktadır.

Meslek hastalıklarının, uluslararası platformlarda konuşulmaya başlanması da yüzyılı aşan bir süre öncesine dayanır. 1890 yılında Almanya’nın Berlin kentinde toplanan ve Rusya dışındaki 14 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen uluslararası konferansta alınan kararlar, dört konuyla ilgilidir:

  1. Çocukların işe alınma yaşları,
  2. Çalışma sürelerinin sınırlanması,
  3. İşçi sağlığı iş güvenliği
  4. Sosyal güvenlik.

Bunu izleyen her uluslararası konferansta, meslek hastalıklarının önlenmesine yönelik öneriler ya da sözleşmeler yer almıştır. Nitekim, 1906 yılında Bern’de toplanan konferansta hazırlanan ve hükümetlere kabul ettirilebilen iki sözleşmeden ilki, işçi kadınların geceleri fabrikalarda çalıştırılmalarını, öteki de kibrit yapımında beyaz fosfor kullanılmasını yasaklıyordu. İlk elde, bu sözleşmelerden ilkini 13, ikincisini de 7 devlet onaylamıştır.

Türkiye’de Meslek Hastalıklarının Durumu:

1993 yılında 1075 meslek hastalığının saptanmıştır.(2)  Meslek hastalıklarının 1946-1993 yılları arasındaki dağılımı ise Tablo 1’de görülmektedir.

Tablo 1: 1946-1993 Yılları Arasındaki Meslek Hastalıklarının ve Ölüm Olgularının Dağılımı

Tablodan anlaşıldığı gibi, özellikle son yıllarda meslek hastalıkları sayısında belirgin bir yükseliş olduğu gibi, meslek hastalığına bağlı ölümlerde de sürekli yükselen bir grafik görülmektedir.

1993 yıllığı, görülen meslek hastalıklarının çeşitleri konusunda bilgi vermemektedir; çünkü ilgili tablo yayından kaldırılmıştır. Buna karşın 1990 SSK Yıllığı’na bakıldığında, 4 hastalığın, tüm meslek hastalıklarının % 79’unu oluşturduğu görülmektedir. Bu hastalıklar sırasıyla,

  1. Akciğer toz hastalıkları ve verem
  2. Kurşun ve kurşun tuzlarının neden olduğu hastalıklar
  3. Civa ve bileşiklerinin neden olduğu hastalıklar
  4. Krom ve bileşiklerinin neden olduğu hastalıklar’dır

Görüldüğü gibi, bu hastalıkların hemen hepsi, yüzyıllardır bilinen hastalıklardır.

  • Her yıl üretim alanına giren yaklaşık 6000 kimyasal bulunduğu ve bunların bir süre sonra, sağlık üzerinde zararlı etkilerinin saptandığı;
  • 1940 yılında yayınlanan Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü ’nde belirtilen çeşitli tehlikeli işlere,
  • 1946 yılında onaylanan “Mesleki Hastalıkların Tazmini Hakkındaki 42 Numaralı Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi”nde sıralanan çeşitli meslek hastalıklarına;
  • 1952 yılında yayınlanan Parlayıcı Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzük’te sıralanan çeşitli zararlı maddelere vs karşın, ülkemizde saptanabilen meslek hastalıkları çeşitten yoksundur.

Tanısı konulan meslek hastalıklarındaki çeşitten yoksunluk, bir çok meslek hastalığının gözden kaçtığının en açık kanıtıdır. Yapılan çeşitli alan araştırmaları da bu yargıyı doğrulamaktadır. Muzaffer Aksoy’un saptadığı benzene bağlı lösemi olguları; İsmail Topuzoğlu’nun pamuk tozuna sunuk kalanlarda saptadığı bissinoz olguları, Gökçe’nin kızıl-ötesi ışınlara sunuk kalan işçilerde saptadığı gözde lens zedelenmesi olguları, Fişek’in trikloretilenle çalışanlarda, sunuk kalma süresine bağlı olarak artan üst beyin işlevlerinde azalma bunun kanıtlarıdır.

Ülkemizde ne yazıkki, dün de bugün de, işçilerin başvurularında oların yakınmalarının meslekleri ile ilgisinin bulunup bulunmadığını ayırdedecek bir bilgi, ölçüm ve örgütlenme ağı kurulamamıştır. Meslek hastalığı tanısının konulmasında en önemli araç olan, “işyerlerine kadar uzanan ve yinelenene arama-tarama çalışmalarının” bulunmaması da bizi eksiksiz bir değerlendirme yapmaktan alıkoymaktadır. Araştırma yoksunluğu ile varolan meslek hastalıklarının gözden kaçması, bu alanın, birincil sorunudur.

Bir başka sorun, bu sınırlı sayıdaki meslek hastalığı çeşidinin de yetkinlikle soruşturulmamasıdır. Türkiye’de ve F.Almanya’da meslek hastalıklarının görülme sıklığı üzerine yapılan bir araştırmada, Türkiye’deki bütün etkenler ve koşullar, özellikle işyeri sağlık koşullarının Almanya’dakine eş olduğu varsayıldığında -herhalde daha iyi olduğunu kimse savunamaz- Türkiye’de madenlerde çalışanların arasında, her yıl, yeni 514 akciğer toz hastalığı (pnömokonyoz) olgusunun görülmesi beklenir. Oysa ki, aynı yıl, ülkemizde saptanan toplam meslek hastalığı olgusu 305’tir.

“O halde bu işkolunda da meslek hastalığı vakalarının hepsi saptanamıyor demektir. Nitekim Türkiye’de 1971-75 döneminde madencilik işkolunda binde 1,7-3,7 oranında meslek hastalığı görüldüğü halde, bu sayı Almanya’da binde 8,6-8,9’dur. Ülkemizde madenlerde sağlık koşulları Almanya’dakinden üç kat daha mı iyidir?”

Bir diğer sorun, iyi soruşturulamamış olmanın, işçilerin yaşam boyu, hatta ölümünden sonra da peşlerini bırakmamış olmasıdır. Örneğin, Adli Tıp Kurumu’na yansıyan 186 ölümlü vakanın 181’inde, “ölümün meslek hastalığından olup olmadığı” sorulmuştur. Bunların % 28,2’sinde, ölümün meslek hastalığından olduğuna karar verilebilmiştir. Burada önemli olan iki nokta vardır. Bunlardan biri, meslek hastalığına karar verilemeyenler arasında delil yetersizliği vb nedenlerle sonuca ulaştırılamayanların olmasıdır. Sözgelimi, işe giriş muayenesi yapılması gereken olguların % 73,6 ‘sında, periyodik sağlık kontrolu yapılması gereken olguların % 85,1 ‘inde, bunun yapıldığı gösterilememiştir. İkincisi, meslek hastalığı olduğuna karar verilenlerin ise, uzun süren bir yargılama süreci boyunca, meslek hastalığı yokmuş gibi kabul edilmeleri ve mağduriyetlerinin sürmüş olmasıdır.(4)

SSK’da meslek hastalıklarına yönelik yürütülen çalışmalar 1976 yılında Meslek Hastalıkları Hastahaneleri’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. İlk yıllarında, özellikle Ankara ve İstanbul-Kartal’daki hastahanelerin nitelik yönünden gelişmelerinin yanında Türkiye’nin işçi yoğun bölgelerinde (Zonguldak vb) de nicelik yönünden gelişmeler gösterilmiştir. İşyerlerine gönderilen ekiplerle yapılan taramalar, o güne değin gözden kaçırılmış meslek hastalıklarının ortaya çıkarılmasını; hastalananların tedavisini ve çalışma ortamının iyileştirilmesini sağlamıştır. Bu çalışmalara koşut olarak, meslek hastalıklarının tanıtılmasını amaçlayan yayınlar da yapılmıştır. Ancak 12 Eylül 1980 sonrası, meslek hastalıkları hastahanelerinin işlevleri sınırlandırılmış; bugün zorlukla soluk alan birimlere dönüştürülmüşlerdir.

İşçi Sınıfı Mücadelesinin Öncelikli Eylem Alanı Olarak Meslek Hastalıkları:

Meslek hastalıkları, çalışma yaşamının neden olduğu hastalıklar olduğundan, işyeri koşullarından kaynaklanırlar ve -ilke olarak- o işte çalışan işçiler dışında kimsede görülmezler. Şanssızlıkları:

  • Bu konuda yeterince bilgi sahibi olunmaması,
  • Genel hastalıklarla karışabilmeleri,
  • Etmenine sunuk (maruz) kalmanın ardından uzunca bir süre geçtikten sonra çıkabilmeleri,
  • Tanı konulması için özel bilgi-çaba-örgütlenme gerektirmesi,
  • Varlık nedeninin tartışılmasından çok “tazmin”i yollarının tartışılmasının el üstünde tutulması.

Bu hem meslek hastalıklarına yakalanan işçiler için, hem de meslek hastalıkları konusu için şanssızlık kaynaklarını oluşturmuştur. Konu ve hastalar, gözden saklanmayı sürdürmüştür.

Meslek hastalıklarının en önemli özelliği önlenebilir oluşudur. Zaten her görülen meslek hastalığı olgusunu, bir insanlık suçuna dönüştüren nokta da budur. Uygun önlemler altında yürütülen çalışmalarda meslek hastalığı olgusunun çıkmasına olanak yoktur; tersine elverişsiz koşullarda meslek hastalığından kaçınmaya da olanak yoktur. Örneğin, işyerinde insan sağlığını bozan bir üretim artığı gazın işyeri havasına karıştığını düşünelim. Kim bunu soluyan işçinin dalgın ya da dikkatsiz olduğunu iddia edebilir? Kim şanssızlıkla işçinin bunu soluduğunu iddia edebilir? Kim bunu işçinin kadersizliği ile açıklayabilir?

Meslek hastalıklarını, işçi sağlığı iş güvenliği eyleminin odak noktasına oturtan işte bu yönüdür: Yakalanılması şans etmenine bağlı değildir. Buna karşın iş kazalarında, bir şanssızlıktan sözedilebilmektedir; çünkü her kaza gibi, zararsız ya da az zararla atlatılması olasılığı da vardır.

Meslek hastalıklarının bir başka çok önemli özelliği erken uyarı verebilmesidir. Bu üç biçimde kendisini gösterir:

  1. Çevresel ölçüm araçlarının yardımıyla (havada zararlı toz, gaz,duman vs konsantrasyonu, gürültü düzeyi ölçümü vs) yapılan incelemelerde,
  2. İşçinin periyodik sağlık muayenelerinde ve gerektiğinde yapılan biyolojik ölçümlerde (kan kurşun düzeyi, idrarda hippurik asit, TCA, TCE ölçümü vs),
  3. Hastalık tanısı alan işçinin, yakın çalışma arkadaşlarının taranması… Bu yollarla, meslek hastalığının ortaya çıkması ya tamamen önlenir ya da çok erken aşamada yakalanır.

Bütün bu saydıklarımız sendikaların işçi sağlığı iş güvenliğindeki rolünün önemini tartışabilmek içindi. Bugün, SSK İstatistik Yıllıkları’na bakıldığında, meslek hastalıklarının çok düşük sayılarla anlatıldığı görülmektedir. Gerçek bu mudur? Gerçeğin bu olmadığını, yalnızca gözlemler değil, bu alanda yürütülen çeşitli alan araştırmaları ve yargı kararları göstermektedir.

İşçi Sendikalarının Eylemleri İçerisinde Meslek Hastalıklarının Yeri:

İşçi sendikalarının, meslek hastalıklarına karşı yürütmüş olabilecekleri eylemlerin yansıyacağı çeşitli belgeler vardır. Bu belgelerin incelenmesi, sendikaların, bu konudaki tavırlarını ve tasarılarını ortaya koyabilir.

Bu belgelerin başında Toplu İş Sözleşmeleri gelmektedir. Toplu iş sözleşmelerinde, meslek hastalıklarının tanınması ve önlenmesine ilişkin olarak T.Harb İş Sendikası ile MSB arasında bağıtlanan sözleşmelerde görülen biyolojik ve çevresel ölçüm yapılması gereği dışında bir hükme rastlanamamıştır. Ancak bu hükmün de referans merkezlerdeki (laboratuvar) yetersizlikler dolayısıyla uygulanamadığı bilinmektedir.

Bir diğer belge, belirli büyüklükteki işletmelerde ayda bir toplanan İşyeri İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulları’nın Karar Defterleri’dir. Yapılan araştırmalar ve gözlemler, bu defterlerde de sendika veya işçi temsilcilerinin “aykırı oy” yazılarının bulunmadığını ortaya koymaktadır.

İşçi ve işverenlerin primleri ile oluşan Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Genel Kurul çalışmaları ve komisyon raporları incelendiğinde, Genel Kurul’a katılan sendika temsilcilerinin etkinlikleri de değerlendirilebilir. Aynı biçimde, SSK Yönetim Kurulu’nda da temsil edilen işçi sendikaları, SSK’nın meslek hastalıkları ile ilgili tavır ve tasarılarını bu kanalla yansıtıp, kurul işleyişini etkileyebilirlerdi. Öte yandan, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun öz savunma mekanizmalarının arasında meslek hastalıkları ve koruyucu sağlık-güvenlik ile ilgili olanları geniş bir yer tutmaktadır. Kendi katkılarıyla kurulan bir kurumu koruma çabası içinde olan sendikaların, konunun bu yönleriyle hemen hiç ilgilenmemiş olması da dikkate değer bir saptamadır.

İşçilerin ceza paralarının kullandırılması hk. tüzük hükümlerine göre sendikaların alabilecekleri paralardan yararlanılarak “meslek hastalıkları ile ilgili araştırmalar” yapılmadığı da bilinmektedir. Böylesi araştırmalar sorunların ortaya çıkarılmasına ve sendikalara bu konuda yeni açılımlar kazandırabilirdi. Bu da bir baskı grubu olarak işlevlerini geliştirmelerini getirebilirdi. Ancak ne yazıkki, bu konuda herhangi bir proje teklifi ve doğallıkla desteği de olmamıştır.

Sendikalar, alan araştırmalarıyla durum değerlendirmesi yapmadıkları gibi, meslek hastalıkları konusunda izleme fonksiyonlarını da yerine getirmemişlerdir. Bu Çalışma Bakanlığı’nın üçlü danışma zinciriyle yapması gereken bir çok işi, tek başına ve keyfi biçimde yapmasını getirmiştir. Sözgelimi, 1940 yılında, işçilerin meslekleri ve sağlıkları yönünden kontrollarını öngören sağlık muayenelerinin 6 ayda bir yapılması öngörülmüşken; 1974 yılında hiçbir gerekçe ya da danışma gereği duyulmadan, bu muayenelerin periyodu 1 yıla çıkarılmıştır. Yine 3008 sayılı İş Yasası’nın 62.maddesinde (ve 1475 sayılı İş Yasası’nın 82.maddesinde) çıkarılacağı söylenen çeşitli tüzükler aradan 60 yıl geçmesine karşın çıkarılmamıştır. Bugün de bu konular güncelliklerini korunmaktadır; çıkarılmaları, uygulamada bir boşluğu doldurmaya yarayacaktır.

Öte yandan işçi sendikalarının meslek hastalıklarının önemi ve insan hakları savaşımındaki yerini, yalnızca işçilere değil, tüm topluma anlatmaları gerekmektedir. Giderek artan kamuoyu duyarlılığı, çalışma ortamlarının daha olumlu hale getirilmesini ve işçilerin meslek hastalıklarına yakalanmaktan kurtulmalarını sağlayacaktır. Ayrıca, çevre kirliliğine neden olan fabrika atıkları dolayısıyla, meslek hastalıklarına neden olan etmenler doğaya yayılmaktadır. Meslek hastalıkları yalnızca işçileri etkileyen hastalıklar olmaktan çıkmakta ve tüm toplumun başına dert olmaktadır; artık ad olarak “mesleksel” hastalıklardan değil “çevresel“ hastalıklardan sözetmek gerekmektedir.(5) Bu olumsuzluk, işçi sendikalarının savaşım verdiği bir konuda, toplumun da ona katılması anlamını taşımaktadır. Demekki meslek hastalıkları konusunda, sendika, bir yandan işyeri koşullarının düzeltilmesi için çaba gösterirken; öte yandan toplumu da bu mücadeleye katarak, daha geniş bir taban hareketine önderlik etmek sorumluluğuyla karşı karşıya kalmaktadır.

Ne yazık ki ülkemizde, çevre konularında topluma önderlik yapmak, sendikalar arasında yaygınlaşmış bir tutum değildir.

Bütün bu gerçeklerin ışığında, Türkiye sendikacılık tarihinde meslek hastalıkları konusunda gerekli duyarlılığın gösterildiğini öne sürmeye olanak bulunmamaktadır. Ama bu trenin son vagonu kaçırılmamıştır. Bugünden 50 yıl sonra yürütülen bir Sendikacılık Tarihi çalışmasında, çok farklı yargılar öne sürebilmek için umutsuz olmamak gerekir.

İlk Yayın : Meslek Hastalıkları – Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi – Kültür Bakanlığı ve T.Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Ortak Yayını, Cilt 2, s.378- 380, İstanbul 1998.

Kaynaklar

(1) A.L.Knight- Mercury and Its Compounds, Occupational Medicine; (Principles and Practical Applications Ed.Carl Zenz içinde), Year Book Medical Publishers Inc. 1975.

(2) SSK İstatistik Yıllığı, 1994.

(3) Engin Tonguç- Meslek Hastalıkları, Toplum ve Hekim, Ankara Tabip Odası Yayını, Sayı: 1 ve 2 Ocak Şubat 1973

(4) Yasemin Günay- Adli Tıp Uygulaması ve İşyeri Hekimliği, Çalışma Ortamı Dergisi, Fişek Sağlık Hizmetleri ve Araştırma Enstitüsü Yayını, Eylül Ekim 1994 Sayı:16.

(5) A.Gürhan Fişek-Hedef : Çevre ve Meslek Hastalıkları , Petrol-İş’93-94 Yıllığı, s.320,

Tags: , , ,

Arşivler