Giriş
Hastalıkla yapılan iş arasında bir ilişkinin olduğu ilk çağlardan bu yana bilinmektedir. 17. yüzyıla gelindiğinde İtalyan hekim Bernardino Ramazzini ilk meslek hastalıkları kitabını yazmış, hastalıklar ile iş arasında açık bir bağlantı kurarak nedensel etmenleri belirlemiştir. Türkiye’ye bu farkındalık yaklaşık iki yüzyıl sonra, hafif hastalıkların madende bulundurulacak bir doktor tarafından tedavi edilmesi, ağır hastaların ise köylerine gönderilmesini düzenleyen Dilaverpaşa Nizamnamesi ile (1865) ile ulaşmıştır (Fişek vd., 1997:10).
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1950 yılında iş sağlığını; hangi işi yaparlarsa yapsınlar bütün çalışanların bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hallerinin mümkün olan en yüksek düzeye çıkarılması, bu düzeyde sürdürülmesi ve geliştirilmesi çalışmaları olarak tanımlamışlardır (Coppee, 2011). Meslek hastalıkları, tüm boyutları ile tanımlanan bu iyilik halinin sağlanamadığının bir göstergesidir. Gelişen teknoloji ile birlikte her geçen gün kullanıma giren yeni kimyasallar, mesleki risk faktörlerinin sayısını hızla artırmaktadır. Günümüzde 100.000’in üzerinde kimyasal bulunmakta olup, birkaç bini alerjen, 700’den fazlası ise kanserojendir. 200’ün üzerinde mesleki biyolojik risk faktörü, 50’nin üzerinde fiziksel risk faktörü ve 20’nin üzerinde ergonomik sorun çalışanların sağlığını tehdit etmektedir (ÇSGB, Tarihsiz-a: 9).
Çalışma kapsamında önce meslek hastalıklarının yeri, meslek hastalıklarının önemi ve meslek hastalıklarının tanılanamaması ile ilgili konulara değinilecek, sonrasında ise meslek hastalıkları hastanelerinin izlediği tarihsel seyir irdelenecektir.
Meslek Hastalıkları
Çalışanlarda görülen hastalıklar genel olarak üç başlıkta toplanmaktadır: Toplumun tümünde görülebilen genel hastalıklar, işle ilgili hastalıklar ve meslek hastalıkları (Şekil 1). Çalışanlarda görülen hastalıkların büyük bir çoğunluğunu, toplumda da en sık görülen genel hastalıklar oluşturmaktadır.
Çalışan nüfusta görülen hastalıklar içerisinde ikinci sırayı işle ilgili hastalıklar almaktadır. İşle ilgili hastalıklar; işyerinde var olan birçok nedensel faktörden etkilenir (Şekil 2). Nedenlerin bir araya gelip hastalık oluşturması karmaşık bir süreçtir. Ayrıca hastalık etkeninin işyerinde olması zorunlu değildir, işyerindeki faktörlerden etkilenip seyirlerinin değişmesi de mümkündür. İşle ilgili hastalıklar, meslek hastalıklarına göre daha sık olarak ve toplumun genelinde görülebilen hastalıklardır.
Çalışanlarda görülen hastalıklar içinde üçüncü sırayı ise meslek hastalıkları almaktadır. Meslek hastalıkları; “mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık” (6331 sayılı Yasa); “sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleri” (5510 sayılı Yasa) olarak tanımlanmaktadır. İş sağlığı ve meslek hastalıkları ile ilgili bu tanımların işin yarattığı bir hastalık olarak, bir çeşit “kaçınılmazlık” söylemi üzerinden, sınıf mücadelesi etkisi ve iradi faktörlerden soyutlanmış olarak kurgulanması dikkat çekicidir (Topak, 2014:2).
Meslek hastalıkları literatürde etkeni belli, meslekle güçlü bir ilişki gösteren, çoğu kez tek bir nedene dayalı, kendilerine özgü klinik tabloları olan, mesleki kümelenme gösteren ve etkene sunuk kalmanın (maruziyetin) başlangıcı ile hastalık belirtilerinin ortaya çıkması arasında sessiz bir dönem izleyen, özetle işyerindeki çalışma koşullarından kaynaklanan hastalıklar olarak tanımlanmaktadır (Fişek, 1998; ÇSGB, Tarihsiz-a: 9-10).
Meslek hastalıklarının önemi
Meslek hastalıkları, tüm dünyada önemli oranda maluliyet veya ölüme neden olan hastalıklardandır. ILO’ya göre dünyada her yıl 374 milyon iş kazası ve meslek hastalığı meydana gelmekte, 2,78 milyon kişi iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu hayatını kaybetmek tedir. Sosyal maliyeti bir kenara bırakılacak olursa, bu hastalık ve kayıpların ekonomik maliyetinin dünya gayrı safi yurt içi hasılasının (GSYH) %3,9’una denk düştüğü tespit edilmektedir (ILO, 2018).
Türkiye’de durum daha vahimdir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre 2016 yılında 286 bin 68 iş kazasında 1.405 ölüm gerçekleşmiş, 597 işçi meslek hastalığına yakalanmıştır (SGK, 2016). İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 2016 yılında ölümle sonuçlanan iş kazası sayısı 1.970’tir. Bu rakamlarla Türkiye ölümlü iş kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada yer almaktadır. İş kazalarının işçi, işletme ve ülke ekonomisine maliyeti yüksektir. İş kazası sonucu kaybedilen işgünü sayısı 2015 yılı itibariyle 2.992.070’tir. ILO’nun dünya GSYH’sının yaklaşık %4’üne denk düştüğünü hesapladığı bu oran Türkiye’ye uyarlandığında, 2015 yılı için 94 milyar TL kayıp anlamına gelmektedir (Makine Mühendisleri Odası – MMO, 2017: 3, 113 – 116).
Şekil 3 Türkiye’de meslek hastalıklarının durumunu 1997-2015 dönemi itibariyle ortaya koymaktadır. Buna göre 1998 yılında bildirilen yeni meslek hastalığı olgu sayısı 1400 iken, bu rakam 2007 yılındaki 1208 yeni olgu dışında, 300-700 arasında dalgalı bir seyir izlemiştir.
Dünyada meslek hastalıklarından ölüm oranı iş kazalarından fazladır. Dünyada iş kazalarından ölüm oranı yüzde 44 iken meslek hastalıklarından ölüm oranı yüzde 56’dır (MMO, 2017:102- 103). SGK verilerine göre 2016 yılında meslek hastalığı sonucu hayatını kaybeden işçi sayısı sıfır “0”dır (SGK, 2016). Şekil 4, 1997-1999 yılları arasında yılda yaklaşık 150-200 arası meslek hastalığı sonucu ölümün yaşandığını, buna karşılık bu rakamın 2000 yılı sonrasında birkaç ölüme, 2013 sonrasında ise sıfır “0” ölüme gerilediğini göstermektedir. Dünyada her yıl 2 milyon kişi meslek hastalıklarından dolayı yaşamını kaybederken Türkiye’de ölüm sayısının sıfır “0” olması, SGK verilerinin sınırlılıkları, doğruluğu ve güvenirliği sorunlarının yanı sıra (Dertli, 2018; 4), birçok başka nedenin meslek hastalığı tanısı koymayı engellediğini göstermektedir.
Meslek hastalıklarının tanılanamaması
Bilimsel çalışmalar tespit edilen meslek hastalığının her 1.000 çalışan için en az 4-12 arasında olması gerektiğini belirtmektedir (MMO, 2017: 101). Türkiye’de 2016 yılında tespit edilebilen meslek hastalığı sayısı yalnızca 597’dir. 2016 yılı SGK verilerine göre 21 milyon 131 bin 683 sigortalı bulunmaktadır (SGK, 2016). Bu veriye göre 2016 yılında 84.727 – 253.580 arasında meslek hastalığı tespit edilmesi gerekmektedir. Sigortalı istatistikleri yerine TÜİK’in istihdam verileri dikkate alındığında, 2016 yılında yaklaşık 27 milyonu bulan sigortalı ve sigortasız istihdam için 108 – 324 bin arasında meslek hastalığının tespit edilmesi beklenmelidir.
Türkiye’de meslek hastalıklarının yeterince tespit edilememesini Prof. Dr.Gürhan Fişek;
- “Bu konuda yeterince bilgi sahibi olunmaması,
- Genel hastalıklarla karışabilmeleri,
- Etmenine sunuk (maruz) kalmanın ardından uzunca bir süre geçtikten sonra çıkabilmeleri,
- Tanı konulması için özel bilgi-çabaörgütlenme gerektirmesi,
- Varlık nedeninin tartışılmasından çok “tazmin”i yollarının tartışılmasının el üstünde tutulması” sorunlarına bağlamaktadır (Fişek, 1998).
Yirmi yıl önce yapılan bu tespitler ne yazık ki bugün de varlığını sürdürmektedir. Özellikle tazminci yaklaşımın ön planda tutulması, hem işverenlerin hem de SGK’nın maliyetten kaçınma yolları aramasına, bu durumun da meslek hastalıklarının tespitinin zorlaşmasına neden olduğu sıklıkla tartışılmaktadır (Özveri, 2018).
Meslek hastalıklarının en önemli özelliği, koruyucu önlemler ve erken tanı sistemiyle meslek hastalıklarını tümüyle önlemenin mümkün olmasıdır (Fişek, 1998; ÇSGB, Tarihsiz, b:3). Ancak bu önlemleri almanın veya erken tanı uygulamalarını gerçekleştirmenin işveren için ciddi bir maliyeti bulunmaktadır. Ne yazık ki işverenlerin bu maliyetten kaçınmaları, meslek hastalıklarının önlenememesindeki en önemli nedeni oluşturmaktadır.
Fişek, meslek hastalıklarının genel hastalıklar ile karışabilme ve etmenine sunuk (maruz) kalmanın ardından uzunca bir süre geçtikten sonra ortaya çıkabilme özelliklerine değinerek, meslek hastalığı tanısı konulması için özel bilgi-çaba-örgütlenme gereksiniminden söz etmiş, Türkiye’de bu konuda yeterince bilgi sahibi olunmadığına dikkat çekmiştir. Örgütlenme gereksinimi ile ilgili adımlar 1978 yılında meslek hastalıkları hastanelerinin kurulması ile atılırken, hekimlerin bu alan için gerekli bilgi ve becerilerle donatılması için 1988 yılında TTB tarafından İşyeri Hekimliği Eğitimlerine başlanmıştır. 1987 yılına kadar Türkiye’de yalnızca 6 iş sağlığı uzmanı hekimin bulunması, buna karşın o dönemde 8.000’i aşkın işyerinde en azından bir kurstan geçmiş olması gereken (ama geçmemiş olan) hekimlerce yürütülen işyeri hekimliği hizmetleri veriliyor olması, o dönemde konunun aciliyeti ve önemini ortaya koymaktadır (Fişek, 1998). Yeşilleten de, meslek hastalığı tanısı konabilmesi için; iyi bir hastalık anamnezi, iyi bir mesleki anamnez, iyi bir fizik muayene, rutin laboratuvar tetkikleri ve özel laboratuvar tetkiklerinin gerekliliğinden söz ederek (Yeşilleten, 2015), hem hekimlerin yeterliği hem de özel laboratuvar tetkikleri gereksinimi gibi örgütlenme ihtiyacına dikkat çekmiş, bu çerçevede meslek hastalıkları hastanelerinin önemini dile getirmiştir.
Meslek hastalığı tanısı konulabilmesi için özel bilgi-çaba-örgütlenme gereksiniminin farkında olunarak yetiştirilen işyeri hekimleri ve açılan meslek hastalıkları hastaneleri önemli işlevler yerine getirmişlerdir. Ancak 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı ile gündeme gelen neoliberal politikalar meslek hastalıkları hastanelerinde önemli tahribatlar yaratmıştır. Öte yandan bu politikaların uzantısı niteliğinde olan politikalar doğrultusunda TTB’nin işyeri hekimliği eğitimleri de piyasaya açılmıştır.
Meslek hastalıkları hastaneleri
Emek sermaye çatışmasının merkezinde yer alan işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı, emeğin güçlü olduğu dönemlerde doğal olarak daha önemsenir olmuştur. Türkiye’de meslek hastalıkları hastanelerinin öyküsü bu iddiayı doğrular niteliktedir.
Türkiye’de SSK hastanelerinin kurulması, II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, emeğin konumunun göreli olarak iyileştiği kapitalizmin refah devleti döneminin başlangıcına denk düşmektedir. Bu dönem aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerde sosyal güvenliğin benimsenmeye ve kurumsallaşmaya başladığı bir dönemdir. 1945 yılında işçilere yönelik ilk sosyal güvenlik yasası olan “İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası Yasası” kabul edilmiştir. Bu yasayı hastalık, yaşlılık, maluliyet, ölüm gibi diğer sosyal sigorta düzenlemeleri izlemiştir. 1949 yılında ilk SSK Hastanesi, İş Kazası ve Meslek Hastalıkları Hastanesi adıyla İstanbul Nişantaşı’nda kurulmuştur. Sigorta kollarının yaygınlaşması ile SSK kendi hastanelerini kurmayı sürdürmüş, ne yazık ki bu süreçte bu hastane de genel hastane statüsüne dönüştürülmüştür.
Bu girişimden sonra Türkiye’de meslek hastalıkları hastanelerinin kuruluşu, 1978 yılında Dr. Engin Tonguç’un Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) Genel Müdür Yardımcılığı döneminde mümkün olabilmiştir. Dr. Engin Tonguç ve Dr. Haldun Sirer 1975 yılında İtalya, Finlandiya, Almanya, İngiltere ve Fransa’ya giderek işçi sağlığı araştırmalarında bulunmuşlar, bu araştırmalar sonunda SSK Meslek Hastalıkları Hastaneleri Projesi’ni hazırlamışlardır. 1976 yılında İstanbul Meslek Hastalıkları Kliniği’nin kuruluşu (SSK Eyüp Hastanesi içinde) ile başlayan süreç, 1978 yılında Meslek Hastalıkları Hastaneleri’nin kuruluşu ile taçlanmıştır. ILO standartlarına uygun ve İtalyan üniversiteleri işçi sağlığı enstitülerinin bir örneği olarak Ankara’da 100 yataklı ve İstanbul’da 300 yataklı Meslek Hastalıkları Hastanesi ve Mesleki Rehabilitasyon Merkezi kurulmuştur (Yeşilleten, 2015). Ayrıca Zonguldak’ta 1939 yılında T.T.K’ya bağlı olarak ‘Amele Birliği Hastanesi’ adı altında kurulup 1977 yılında SSK’ya devredilmiş olan göğüs ve dahiliye branşlarında hizmet veren hastane, 1990 yılından itibaren Zonguldak-Bartın ve Karabük bölgesinde mesleki akciğer hastalıkları için hizmet vermekle yetkilendirilmiş, 1995 yılında meslek hastalıkları hastanesi unvanını almıştır.
Meslek hastalıkları alanında eksik olan bilgi birikiminin sağlanması ve ulusal kaynakların korunması amacıyla kurulmuş, Batı ülkelerindeki Yataklı İşçi Sağlığı Enstitüleri örnek alınarak açılan meslek hastalıkları hastanelerine;
– Meslek hastalıklarını erken teşhis etmek,
– Erken tedavi etmek,
– Meslek hastalığı maluliyet oranlarını hesaplamak,
– Meslek hastalığına yakalananların ölümü halinde, ölümün meslek hastalığından kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemek,
– Periyodik muayeneleri yapmak,
– İşyerlerinde inceleme, araştırma, ölçüm yapmak ve tarama muayenelerini gerçekleştirmek,
-İşyerlerinde koruyucu hekimlik hizmetlerinin alınmasına yardımcı olmak görevleri verilmiştir (Yeşilleten, 2000). Bu görevleri yerine getirebilmeleri için meslek hastalıkları hastanelerine;
-Fizik ve kimya mühendisi, iş psikoloğu, sosyal hizmet uzmanı gibi özel kadrolar verilmiştir.
-Toksikoloji Laboratuvarı, İş Psikolojisi Laboratuvarı, Odyoloji Laboratuvarı gibi eğitim araştırma hastanelerinde hatta üniversite hastanelerinde bile bulunmayan özel laboratuvarlar açılmıştır. Bunlara sonradan EMG, EEG ve Solunum Fonksiyon Testi Laboratuvarları da eklenmiştir.
– İş yerlerinde inceleme, araştırma ve tarama muayeneleri yapabilmeleri görevi verilmiş, bunu gerçekleştirecek kadrolar oluşturulmuş, ulaşım imkânları ve iş yerinde yapılacak ölçümler için gerekli tıbbi cihazlar sağlanmıştır (Yeşilleten, 2000).
Kısacası bu hastaneler poliklinikleri, özel araştırma laboratuvarları, yataklı bölümleri, işyeri inceleme araştırma tarama muayenelerini yapabilecek ambulatuvar bölümleri ve sağlık kurulları ile faaliyette bulunan, işe giriş ve periyodik muayeneleri yapan, dolayısıyla tedavi edici hekimlik hizmetleri ile birlikte koruyucu hekimlik hizmetlerini de yürüten, yani çağdaş anlamda işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmeti veren İşçi Sağlığı ve Güvenliği Enstitüleri olarak kurulmuşlardır (Yeşilleten, 2015). Fişek de işyerlerine gönderilen ekiplerle yapılan taramaların o güne değin gözden kaçırılmış meslek hastalıklarının ortaya çıkarılmasını; hastalananların tedavisini ve çalışma ortamının iyileştirilmesini sağladığına vurgu yapmış, meslek hastalıklarının tanıtılmasını amaçlayan yayınların da ihmal edilmediğini belirtmiştir (Fişek, 1998). Dahası hizmet içi eğitim önceliği, yurtdışı-yurtiçi eğitim önceliği, 400 yataklı hastaneye eşdeğer kütüphane gibi diğer özel olanaklarla; Türkiye’deki tüm işyerlerine başhekim oluruyla girmek, ilgili tüm kurumlarla yazışma yapabilmek, işyerlerinden tüm işçilerin sağlık muayenelerinin gerçekleştirilmesini isteyebilmek gibi özel yetkilerle desteklenmişlerdir. Geniş tabanlı bilimsel çalışmaları bizzat yapan meslek hastalıkları hastaneleri, 1980’li yılların ortalarına kadar yapılan SSK Tıp Kongrelerinde bu alandaki bilimsel bilgi birikimini de düzenli olarak paylaşmışlardır (http://www.marbleport. com/meslek-hastaliklari/69/meslek-hastaliklarinin-tarihcesi)
1976 yılında Beş Yıllık Kalkınma Planı, Sağlık Sektörü Özel İhtisas Komisyonu, İşçi Sağlığı Alt Komisyonunda Dr. İsmail Topuzoğlu, Dr. Cahit Erkan, Dr. Turhan Akbulut ve Dr. Engin Tonguç gibi iş sağlığı alanının önemine inanmış ve bu alanda yeterli bilgi ve tecrübesi olan uzmanların bulunması bu konuda atılacak adımların belirlenmesi bakımından büyük bir olanak sağlamıştır. Komisyon bölgesel esasa göre sanayinin yoğun olduğu illerde Meslek Hastalıkları Hastaneleri kurulması kararını almıştır. Komisyon ayrıca İstanbul, Ankara, Zonguldak’la beraber, İzmir, Adana, Gaziantep, Adapazarı ve Kocaeli’nde Meslek Hastalıkları Hastaneleri kurulmasını planlamış, ancak ne yazık ki bu girişimler karşılık bulamamıştır (Yeşilleten, 2015).
Bu dönemde görev yapan işçi sağlığı hekimlerinin ortak görüşü, meslek hastalıkları hastanelerinin yeteri kadar desteklenmeyip bu hastanelere sahip çıkılmadığı yönündedir (Yeşilleten, 2015; Akbulut, 2015). Oysa meslek hastalıkları hastanelerinin kuruluşu sonrasında tespit edilen meslek hastalıkları sayı ve çeşidinde hızlı bir artış görülmüştür. Yeşilleten ile yapılan bir röportajda meslek hastalıkları hastaneleri açılmadan önce meslek hastalığı olarak sadece akciğer toz hastalığı olarak da bilinen pnömokonyoz hastalıklarının bilindiği ve SSK istatistiklerinde yalnızca bu hastalıkların yer aldığı bilgisi verilmektedir. Hastanelerin açılması ile birlikte ilk yıllarda çoğunlukla kurşun ve bileşiklerinin kullanıldığı akü, boya, seramik, darphane gibi işyerlerindeki kurşun zehirlenmelerinin dikkati çektiği vurgulanmaktadır. Sonraki yıllarda ise tarım ilaçları, solventler ve yapıştırıcılarla ilişkili zehirlenmeler, gürültüye bağlı işitme kayıpları teşhis edilmeye başlanmıştır (Yeşilleten, 2015). Bugün de teşhis edilebilen meslek hastalıkları arasında ilk sırayı pnömokonyozlar ve kurşun zehirlenmeleri almaktadır.
Meslek hastalıkları hastaneleri doğru olarak kurgulanmalarına ve başarılı çalışmalar yürütmelerine karşın yeterince desteklenmemişler, gerek kliniklerin gerek hastanelerin kurulma ve işlevleri esnasında büyük baskı ve zorluklar yaşamışlardır. 1980 sonrası dönemde İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi ve Mesleki Rehabilitasyon Merkezinin, “Enstitü” şeklinin bozularak SSK hizmet hastanesi şekline döndürülmesi fikrine karşı gelen Başhekim Dr. Sirer 1985 yılında görevinden istifa etmiştir. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi 2002 yılından itibaren meslek hastalıklarının yanı sıra genel hastane hizmeti de vermeye başlamıştır. Üç meslek hastalıkları hastanesi de SSK hastaneleri ile birlikte 2005 yılında 5283 sayılı yasa ile Sağlık Bakanlığı (SB)’na devredilmiştir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile SB’na devredilen ve hastane işletmeciliği mantığı ile yönetilmeye başlanan meslek hastalıkları hastaneleri ne yazık ki günümüzde diğer hastanelerden farklı olarak yalnızca birer meslek hastalıkları polikliniğine sahip hastaneler haline dönüşmüşlerdir.
Bugün Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin görev alanı web sitesinde şöyle tanımlanmaktadır. “Hastane ülke genelinde kamu, özel ve üniversite hastaneleri olmak üzere patoloji ve ameliyathanelerde (ksilen ve formaldehit) ortam ölçümleri, işe giriş muayeneleri, periyodik taramalar, iş ve meslek hastalıkları alanında sağlık kurulu raporu düzenleyerek bilirkişilik yapma ve genel sağlık hizmeti sunma görevi yapmaktadır” (http://www.ankarameslekdh.saglik.gov. tr/TR,34715/hastanemiz.html). Ne yazık ki genel sağlık hizmeti sunma görevi hastanelerin asli işlevi haline gelmiş, meslek hastalıkları alanında yapılan çalışmalar yukarıda sıralanan bir iki başlık ile sınırlı kalmıştır.
Meslek hastalıkları hastanelerinin işlevleri kısıtlanıp, genel sağlık hizmeti sunma görevleri ön plana çıkınca 2008 yılında çıkarılan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği (11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazete) ile sadece meslek hastalıkları hastaneleri yetkisinde olan meslek hastalıkları teşhisi koyma yetkisi, kamu üniversite hastanelerine de tanınmıştır. O tarihe kadar Zonguldak Meslek Hastalıkları Hastanesi sadece Zonguldak ve Bartın illeri, İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi Marmara Bölgesi ve İzmir ili (12 il), Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi ise ülkenin geri kalanı için (67 il) meslek hastalığı teşhisi koyma yetkisine sahipti. Meslek hastalığı teşhisi koyma yetkisi kamu üniversiteleri ile sınırlı tutulmayıp 2011 yılında SB’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerine de yaygınlaştırılmıştır. 2018 yılı Mayıs ayı itibariyle özel dal hastaneleri dahil olmak üzere SB’na bağlı 91 eğitim araştırma hastanesi ile YÖK’e bağlı 66 kamu üniversitesi tıp fakültesi hastanesinin (2017 yılı) koyabildiği meslek hastalığı teşhisi sayısı ne yazık ki sadece 597’dir. (SGK, 2016; SB, 2018; ATO, 2017).
Sonuç ve öneriler
Türkiye’de hem meslek hastalıkları hem de meslek hastalıkları hastaneleri hak ettikleri ilgi ve desteği görememektedir. Bu konuda en büyük sorumluluk, bu alanı işçi sınıfı mücadelesinin öncelikli eylem alanına dönüştürmesi gereken sendikalara düşmektedir.
Meslek hastalıkları konusunda yeterince bilgi sahibi olunmaması tespitinden hareketle, meslek hastalıkları ile ilgili farkındalığın artırılmasına yönelik çalışmaların yürütülmesi hayati önem taşımaktadır. Bu çalışmalar toplum sağlığı ile ilişkili olduğu için kamu otoritelerinin asli görevlerindendir. Ancak konu kamu otoritelerine bırakılmayacak kadar önemlidir.
Bugün, meslek hastalıkları alanının en önemli gündemi hiç kuşkusuz meslek hastalığı tanısı koymaya yönelik etkin bir sistemin oluşturulması gerekliliğidir. Bu sistem bu alanda yetkin hekimlerin varlığını gerektirmektedir. Bu yetkinliği sağlamak ve artırmak için işyeri hekimliği özendirilmeli, desteklenmeli ve iş güvenceleri sağlanmalıdır. Ayrıca meslek hastalığı uzmanlığının teşvik edilmesi, işyeri hekimlerinin meslek hastalığı ön tanısı ile sevk ettiği her olgunun konunun uzmanları tarafından değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Bu bakımdan hiç vakit kaybetmeden meslek hastalıkları kliniklerinin tekrar açılması, meslek hastalıkları hastanelerinin desteklenmesi şarttır.
Son olarak meslek hastalıklarının “kesinlikle önlenebilir” olduğu hatırdan çıkarılmamalı, uygun önlemler altında yürütülen çalışmalar ve doğru tespit mekanizmaları kurulmasıyla meslek hastalıklarından korunma açısından ilk adımın atılmış olacağı unutulmamalıdır. Herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli, basamaklı, katılımcı, kamu kaynaklarından beslenen sağlık hizmeti ile sağlıklı yaşama ve çalışma ortamları talep etme sorumluluğu öncelikle sendikalarda olmak üzere tüm toplum düzeyinde gerçekleştirilmelidir.
Kaynakça:
Akbulut, T. (2015). “İş Sağlığına Adanmış Bir Ömür”, Önlem Dergisi, 16 Aralık.
Ankara Tabip Odası (2017). Hekim Postası, 20 Ağustos 2017. (http://www.hekimpostasi.org. tr/2017/08/20/tip-fakultesi-kontenjani-13-bin-683- oldu/).
Coppee, G. H. (2011). “Occupational Health Services and Practise”, (http://www.iloencyclopaedia.org/part-ii-44366/occupational-healthservices/10-occupational-health-services/ occupational-health-services-and-practice).
ÇSGB (Tarihsiz-a). Meslek Hastalıkları ve İş ile İlgili Hastalıklar Tanı Rehberi. (http://www. isgip.gov.tr/wp-content/uploads/2015/11/isgip_saglik_tani_rehberi1.pdf).
ÇSGB (Tarihsiz-b). Çalışma Yaşamında Sağlık Gözetimi Rehberi. (http://www3.csgb.gov.tr/ csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/ isggm/dosyalar/isgip_saglik_gozetim).
Dertli, N. (2018). SGK İş Kazası İstatistikleri, Alternatif Veri Kaynakları ve Veri Açığı, Çalışma Ortamı Dergisi, 155: 4-5.
Fişek, G., Özsuca, Ş.T, Şuğle, M.A. (1997). Sosyal Sigortalar Kurumu Tarihi 1946-1996. SSK ve Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Ankara.
Fişek, G. (1998). Meslek Hastalıkları – Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi – Kültür Bakanlığı ve T. Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Ortak Yayını, Cilt 2, s.378-380, İstanbul.
ILO (2018). Safety and Health at Work (http:// www.ilo.org/global/topics/safety-and-health-atwork/lang–en/index.htm).
Makine Mühendisleri Odası (2017). Oda Raporu: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Yayın No: MMO/670, Ankara.
Özveri, M. (2018). Meslek hastalığında suç ortaklığı, Evrensel, 21 Şubat, (https://www.evrensel. net/yazi/80919/meslek-hastaliginda-suc-ortakligi)
Sağlık Bakanlığı (2018). Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü. Özel Bilgi Notu.
Sosyal Güvenlik Kurumu (2016) İstatistik Yıllığı 2016. http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/ sgk/tr/kurumsal/istatistik/sgk_istatistik_yilliklari.
Topak, O. (2014). Meslek Hastalıkları Ekonomi Politiği Üzerine Notlar, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 51-52: 2-9.
Yeşilleten, N. (2000). “SSK Meslek Hastalıkları Hastaneleri”, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Sayı:2.
Yeşilleten, N. (2015). “Meslek Hastalıkları Konusunda Yılların Birikimi: Dr. Nazif Yeşilleten”, Önlem Dergisi, 16 Aralık.