Kömür Tutuşunca
Yazan : Erol Çatma
Evrensel Basın Yayın
Emek Araştırmaları (2.Basım) 2014
Zonguldak denilince akla yeşillikler, Karadeniz’in güzellikleri mi geliyor? Hepsi var Zonguldak’ta. Ama ne yazık ki, akla yalnızca kömür madeni geliyor. Çünkü biriken o kadar acı, o kadar anı ve o kadar söylenecek söz var ki.
Erol Çatma, iki yüzyıla yaklaşan kömür madenciliğini araştırmaya kendisini adayan bir yazar. Yıldırım Koç, onu şöyle tanımlıyor :
“Zonguldak Kömür Havzası Işleri konusunda çalışma yapmak isteyen bir kimse (yerli-yabancı), Erol Çatma’nın kapısını çalmak, onun belgelerine başvurmak zorundadır. Sevgili arkadaşım Erol Çatma’nın, bugün çok iyi bildiği eski yazıyı nasıl öğrendiğini de hep anlatırım. Erol Çatma’nın şu kitapları, bu konuları inceleyecekler için temel başvuru kaynağıdır: Asker İşçiler (Ceylan Yay., İstanbul, 1998, 184 s.); 1965 Madenci Direnişinin Öyküsü, Kömür Tutuşunca (Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 1997, 160 s.); Zonguldak Madenlerinde Hükümlü İşçiler (MadenSen Zonguldak Şubesi Yay.No.1, Ankara, 1996, 74 s.);
Zonguldak Taş Kömürü Havzası Tarihi, Birinci Kitap, 1840-1865 (Sistem Ofset Yayıncılık, Ankara, 2006, 355 s.). Erol Çatma uzmandır; çünkü yaptığı işe saygı duyan, yaptığı işi ciddiye alan, inat ve sebatla günlerini, aylarını eski belgeler arasında geçiren bir aydındır. Donald Quataert, 2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi yayını olarak yayımlanan
“Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet, Zonguldak Kömür Havzası, 1822-1920” isimli kitabının “Teşekkür” bölümünde, “kendi kendine Osmanlı Türkçesi öğrenmiş ve şu an Osmanlı Zonguldak madencilerinin tarihini kaleme alan emekli maden çavuşu Sayın Erol Çatma’ya saygılarımı ifade etmek isterim,” (s.6) demektedir. Uzmanlık işte budur.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “her bıyık bırakan kendini Stalin zannediyor,” derdi. Ağzı olan konuşur; eli kalem tutan veya bilgisayar kullanmayı bilen ise yazar; daha doğrusu yazdığını zanneder. Ama uzmanlık Erol Çatma gibi olmaktır.”
http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1330549368a.pdf
Erol Çatma, “Kömür Tutuşunca” kitabında, Zonguldak emek tarihindeki çok önemli halkalardan birine ışık tutuyor. “Liyakat zamlarının dağıtılmasındaki adaletsizlik”e tepki olarak, 1965 yılında, bir araya gelen maden işçileri eyleme geçtiler. “Madenci Direnişi” diye kendini belleklerle kazayan bir olaya, Erol Çatma, bu kitabıyla ışık tutuyor.
“Birdenbire patlayan 1965 Zonguldak direnişi, Türkiye işçi sınıfı tarihinde grevcilerin devletle karşı karşıya geldikleri ilk eylem değildir kuşkusuz. Ama daha önce hiçbir grevde işçiler, jandarma saldırısı sırasında iki kardeşlerini yitirmediler. Bu bakımdan ‘65 direnişi ilktir ve bir süre sonra tüm İstanbul’da sokağa dökülecek olan yüz bin işçinin 15-16 Haziran eylemine bir tür hazırlık gibidir. Bu tarihten sonra ok yaydan çıkmıştır artık; grevlerin, direnişlerin ardı arkası kesilmez. Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar, Zonguldak işçilerinin iki gözüpek savaşçısı, düştükleri yerden bir kıvılcım yaktılar. Uzun bir yürüyüş için ilk adımdı bu.” (s.51)
“Ocakların ve işçi pavyonlarının arasından geçen derenin üzerindeki köprüde bir hareket vardı. Yüze yakın kasket sayılıyordu … Grevciler köprüyü kesmişti şimdi de. Ocaklara ulaşabilecek başka bir köprü de yoktu. Herkes buradan geçmek zorundaydı. … Köprü, kütük ve sıralarla kapatılmıştı. … EKİ bekçilerine köprüyü açmaları için talimat verilmişti. Ama işçiler buna izin vermiyordu. Barikatları kaldırmak için yeltenen bekçileri tehditle püskürttüler: ‘Eğer barikata dokunursanız, sizi öldürürüz!’ … Kısa süre içinde köprüde bin işçi toplandı. …”
“(12 Mart gece yarısından sonra çağrılan deniz erleri de gelmişti) Askerler, işçilerin yaklaşmasını bekliyordu. Saat 01:45 civarıydı. Bahriyelilerin bulunduğu yere ilk varanlar, köprüden kaçan jandarmalar, maden mühendisleri, idari yetkililer ve bir grup seyirciydi. … Deniz askerlerine doğru yaklaşan işçiler görüldü. ‘Bizim arkadaşlarımız nerede’ diye bağırıyorlardı. Deniz askerleri işçilerin fabrika çizgisinden öteye geçmelerini istemedikleri için, yaklaşan grubun başının üzerine doğru ateş etmeye başladılar. İşçiler grubu ilerlemeye devam etti. … Deniz erlerinin havaya sıktığı silah sesi, dispansere kadar geliyordu. İşçiler ise bağıra çağıra ilerliyordu. Ön saflarda olanlar ise, henüz işçilere ateş etmeyen askerlerle göğüs göğüse çarpışmaktaydı. Bazı işçilerin, deniz erlerinin silahlarını almaya çalıştığı görülüyordu. Ve birden silah sesleri durdu, işçiler de bağırmıyordu artık. Hızı kesilen kitle, hantal bir gövde gibi ağır ağır toplandı. Askerlerin önünde iki işçinin bedeni yatıyordu. Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe’ydi bunlar.” (s.85)
Erol Çatma, kitabını, “Satılmış Tepe, Mehmet Çavdar ile 1965 direnişinin isimsiz kahramanlarına” adamıştır. Geçmiş deneyimleri bilmeden, kaçırılan trenleri görmeden, nasıl bir adım öteye gidebiliriz ki. Bu uzun yürüyüşte Erol Çatma gibi değerli araştırmacılar, yolumuzu aydınlatıyor. Onlara çok teşekkür ederiz.