Günümüzde cep telefonu, televizyon, bilgisayar, ipone, tablet, internet gibi teknolojik unsurların artan bir hızda, gündelik yaşamın her alanında kullanılmasıyla yaşanılan çağ “teknoloji çağı”, bu çağda doğanlar da “teknoloji kuşağı” olarak adlandırılmaktadır. Bu çağın çocuk ve gençleri, bilgi ve iletişim teknolojilerinin olduğu ortamlara doğmakta ve bu teknoloji ürünleri ile büyümektedirler. Ürünler, bireylerin yaşamlarını kolaylaştırdığı, pek çok işi ekonomik ve hızlı yapmayı sağladığı gibi, gençlerin ve çoğu yetişkinlerin akranları, arkadaşları, aile bireyleri ve sosyal çevreleri ile iletişim kurmalarını da sağlamaktadır. Çağın vazgeçilmezi bu ürünler, bireylerin birbiri ile iletişim kurmak için kullandıkları bir yol olmasının yanı sıra, alışveriş yapmak, oyun oynamak, film izlemek, müzik dinlemek gibi eğlenme, arkadaşlar ile iletişim kurma, gruplara katılma, yeni insanlar tanıma, sohbet etme gibi sosyalleşme fırsatları da sunmaktadırlar (Uçanok ve ark., 2011). Bilişim teknolojileri ürünlerinden uzak durmak neredeyse imkânsızdır. Bu ürünlerden, cep telefonu, bilgisayar, internet günümüz bireylerinin temel ihtiyaçları arasındaki yerini çoktan almıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın yaşam koşullarında teknolojiden uzak olmak, teknoloji ürünlerini kullanım bilgi ve becerisine sahip olmamak, okur-yazar olmamakla eş anlamlı görülmekte ve okur-yazar olmayan bireylerin maruz kaldığı güçlüklere maruz kalmalarına neden olmaktadır. Teknoloji okur-yazarı olmamak, gündelik yaşamda pek çok işin yapılmasının güçleşeceği, gecikeceği, hatta yapılamayacağı anlamına gelmektedir. Artık üniversiteler, okullar tüm başvuru, kayıt, kabul ve yazışmalarını, bankalar hizmetlerini, basın bilgilerini, firmalar ürünlerini, devlet, askeri ve güvenlik birimleri neredeyse tüm hizmet ve işlemlerini teknolojiyi kullanarak gerçekleştirmekte ve hizmeti sundukları kitlenin de bu ürünleri kullanım bilgi ve becerisine sahip olduklarını varsaymakta, beklemektedir.
Bilişim teknolojisi ürünleri bireylerin yalnızca gündelik yaşamlarında yapacaklarının şekil ve biçimini değiştirmekle kalmıyor, onların sosyal, duygusal, kişilerarası ve grup ilişkilerini de etkileyebiliyor. Öyle ki bilişim teknoloji ürünleri ve internet, kişilerarası yüz yüze ilişki zorunluluğunu ortadan kaldırdığı, iletişimi kolaylaştırdığı için yüz yüze ilişkilerde zorluk yaşayan sosyal kaygılı, utangaç ve çekingen bireylere diğer insanlarla daha iyi ve daha yakın iletişim kurabilecekleri bir ortam sunmaktadır (Bargh ve McKenna, 2004; Kraut ve ark., 2002).
Sosyal yetersizlikleri nedeniyle evinden çıkmakta güçlük yaşayan, sosyal kaygısı yüksek, utangaç, çekingen olan ya da fiziksel durumları yüzünden toplumdan soyutlanmış kişilerin, sanal dünya olarak adlandırılan internet yoluyla, bazen faal bir sosyal yaşama sahip olabilmektedirler. Aslında bu tip özelliklere sahip bireyler için bu süreç yararlı da görünmektedir. Eğer, internet ortamında edindikleri sosyalleşme tecrübeleriyle, normal hayatlarındaki sorunlarını hafifletir ya da iyileştirebilirlerse, çekingen kişiler/kişilikler için, teknoloji (cep telefonu, internet) yolu ile iletişim iyileştirici sürece dönüşebilmektedir (Twenge ve Campbell, 2010). Benzer şekilde başkaları ile geçinmekte sorun yaşayan ve rekabeti seven narsist kişilik özelliğine sahip bireylerin, gerçek yaşamda arkadaş edinme güçlükleri de internet ortamında giderilmektedir. Bu durum narsist kişiliklerin internetteki sosyal paylaşım sitelerinde daha başarılı olmalarına, daha sosyal görünmelerine neden olmaktadır. İnternetteki sosyal paylaşım sitelerinin yapısı, narsist kişilik özelliklerine sahip bireyin kendini tanıtma, istediği özellikleri ile sunma, gururunu okşayan fotoğraf ve bilgileri seçme (Twenge ve Campbell, 2010) ve çok fazla kişiyi arkadaş listesine ekleme gibi becerilerini ödüllendirir, sosyal ilişkilerdeki yetersizliklerini gizleyebilmektedir.
İnsan yaşamını kolaylaştırması açısından sayısız avantajlarının yanı sıra internetin doğru olmayan bilgilere ulaşma, güven ve gizliliğin kaybı, sanal bağımlılık (cyber addiction), çevrimiçi (online) ilişkiler, sanal zorbalık (cyberbullying), antisosyal davranışları cesaretlendirme ve sosyal olarak kendilerini izole ederek yalnızlık hissini arttırma gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceği de öne sürülmektedir (Donchi ve Moore, 2004; Lee ve Leets, 2002). Araştırmalar, özellikle kişiliğin gelişmeye başladığı çocukluk ve ergenlik döneminde yoğun bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanıldığını (%86 ile %91), bu yoğun kullanımın olumsuz etkilerine ilişkin önemli bulgular sunmaktadırlar (Gross, 2004; Madell ve Muncer, 2004). Özellikle ergenlik döneminde kimlik kazanma sürecinde olan ergen bir gruba ait olma, grup onayını yitirmeme gibi içinde bulunduğu gelişimsel dönemde kazanılması beklenen gelişim görevlerine uygun şekilde davranarak bu tür araçları kullanma ve kendini bu araçları kullanım konusunda geliştirme ihtiyacındadır. Cep telefonuna, bilgisayara sahip olup olmama, sahip olduğu cep telefonu ve bilgisayarın markası, sahip olunan bu araçların teknik özellikleri, interneti kullanıp kullanmama ve bu teknolojik araçları kullanım açısından sahip oldukları beceri düzeyleri, ergenlerin yer aldıkları sosyal grup içindeki yerlerini tayin edebilmektedir (Uçanok, ve ark., 2011). Ayrıca bahsedilen teknolojik unsurların kullanım sıklığı, ergenlerin grup içindeki iletişimi, olayları yakından takip edebilmeleri, grup içi dinamikten uzak kalmamaları ve dolayısıyla dışlanmamaları açısından büyük önem taşımaktadır. Artık cep telefonu ve internet ergenler için akran kültürünün önemli, vazgeçilemez bir parçası haline gelmiş durumdadır.
Bilişim teknoloji ürünlerinin kullanımını konu alan çalışmalar, bireylerin fiziksel temasta bulunmazlarsa da olumsuz davranışlara maruz kaldıklarını ve zarar gördüklerini belirtmektedirler. Sanal zorbalık (Smith ve ark., 2008; Slonje and Smith, 2008) olarak tanımlanan bu zorbaca davranışlar bilişim teknolojileri yolu ile gerçekleşmektedir. Bireylerin gördüğü zarar bazen büyük psikolojik etkiler de yaratabilmektedir. Çalışmalar internette tacize hem hedef olan hem de bu türden taciz davranışları uygulayan ergenlerin, daha fazla stres yaşadıkları ve kendilerini daha üzgün hissettiklerini göstermektedir (Ybarra ve Mitchell, 2004a). İnternette olumsuz davranışlara maruz kalan bireyler kendilerine ait bilgiler başkalarına gönderildiği için kendini tehdit altında ve utanmış (Ybarra ve Mitchell, 2004b), öfkeli, kaygılı ve korku (Beran ve Li, 2005) hissettiklerini belirtmişlerdir. Buna ek olarak umutsuz olma, sıkıntı yaşama, okul korkusu, hem duygusal sorunlar yaşama, hem de duygusal sorunlar açısından riskli grupta yer alma (Raskauskas ve Stoltz, 2007), suçluluk, depresyon belirtileri gösterme, sapkın davranışlarda (delinquent behaviour) bulunma, eşyaya zarar verme, suça yönelik davranışlar gösterme, alkol, sigara ve madde kullanma oranının kullanmayanlardan belirgin şekilde farklı olduğunu (Ybarra ve Mitchell, 2004b) ortaya koymaktadır. Özetlenen bulgular, internetin zarar verici şekilde kullanımının suça karışma, depresyon, kaygı bozukluğu, duygusal ve sosyal gibi psikolojik sorunlara neden olduğunu göstermektedir.
Peki, ne oluyor da insanlar bilişim teknolojileri, internet aracılığı ile başkalarına zarar vermekte ya da birilerinin tacizine maruz kalmaktadır? Bu sorunun cevabını vermek için öncelikle kişiliğin yapısına bakmak uygun olacaktır. İnsanın kişilik oluşumu ve gelişimini açıklayan farklı kuramlar, yaklaşımlar birbirini destekler ya da karşıt açıklamalar getirse de Freud’un psikanalik kuramı, çoğu yaklaşıma temel oluşturmaktadır. Psikanalitik kurama göre en basit haliyle kişilik üç sistemden oluşmaktadır. Bunlar id(alt benlik), ego(benlik) ve süperego (üst benlik) dur. Bunlar kişiliğin farklı sistemleri olarak değerlendirilmekten çok, birbirini tamamlayan ve bireyin biyolojik (id), psikolojik (ego) ve sosyal (süperego) bölümlerini oluşturan, kişiliğin temel sistemleri olarak değerlendirilmektedir. İlk olarak kişiliğin temel sistemi olan id oluşmaktadır. İd, ruhsal aygıtın en eski parçasıdır, kalıtsal olarak gelen içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik eğilimlerin tümünü oluşturmaktadır. Tümden bilinçdışıdır ve bilinçdışı süreçlerdeki kurallar, daha doğrusu kuralsızlıklar geçerlidir. Dış dünya ile bağlantısı yoktur, zaman ve yer kavramı tanımaz. Alt benlikte (id) cinsel ve saldırganlık dürtülerinin enerjileri yatar ve benliğin yardımı ile bu dürtülerin boşalımı sağlanabilir. İd ile dış dünya arasında arabulucu görevini yüklenen yapıya ego (benlik) denilmektedir ve görevi yaşamın sürdürülmesidir. Egonun temel işlevi uyumdur. Bu uyumu yaparken ego, bir yandan organizma içindeki ilkel dürtüsel güçlerle, bir yandan çevresel koşullar ve gerçeklerle; bir yandan da süperegonun istekleri arasında uzlaşma sağlamak zorundadır. Çocukluğun ilk dönemlerinde organizma daha çok acıdan kaçma ve haz ilkesinin etkisindedir ve gereksinimlerinin hemen doyurulmasını bekler. Oysa zamanla gelişen benlik (ego) zamanla neyin, ne zaman ve nerede doyurulacağına karar verir, dürtüleri ve gereksinimleri erteleme ve bekletme gücünü kazanır. Yani alt id’in haz ilkesine karşılık, egoda gerçeklik ilkesi hâkimdir. Çocukluk yıllarında ana-baba ve toplumsal değer yargılarını içeren benliğin ayrışan özel yapısı süperego adını almaktadır. Çocuk ikinci yaşından itibaren çevreden gelen iyi-kötü ve doğru-yanlış değer yargılarını anlamaya çalışır, anne-baba ya da diğer önemli büyüklerin neyi beğendikleri ya da beğenmediklerini ayırt edebilir. Korku ve utanç duyguları üst benlik (süperego) gelişiminin öncüleridir. Kişi yasak olarak benimsemiş olduğu herhangi bir düşünce ya da eylem gerçekleştirirse kendini suçlu hisseder ve bu duygunun derinliği üst benliğin gücünün göstergesidir. Cezalandırıcı ve suçlayıcı süperego ruhsal bozukluğun nedeni olabilecekken, gevşek bir süperego da bireyin toplumda uyumsuzlukla karşılanmasına neden olabilmektedir (Akvardar ve ark., 1997; Burger, 2006; Freud, 1994; Öztürk, 1989).
İnsan davranışlarının çoğunu yaşam ve cinsellik içgüdüsüne bağlayan Freud’a göre sağlıklı bireylerde, bu sistemlerin her üçünün de sağlıklı gelişmesi gerekmektedir. Sağlıklı bir kişide güçlü benlik (ego), alt benlik (id) ya da üst benliğin (süperego) kişilik üzerinde aşırı kontrol sahibi olmasına izin vermez (Burger, 2006). Yani sağlıklı bireyde güçlü olan kişilik sistemi egodur (şekil 1).
Sosyal yaşamda, toplumda kabul görmek, başkalarının onayını almak, toplumla yüksek uyum içinde olmak amacını gerçekleştirebilmek adına süperego, ego’dan daha güçlü duruma geçebilmektedir. Çocukluk yıllarında ana-babanın onayını alan, yetişkin yıllarında da toplumsal değer yargıları açısından takdir toplayan bu yaklaşım doğuştan gelen içgüdüleri (cinsellik, saldırganlık gibi), bilinç dışını, yani id den gelen enerji ve mesajı yok saymayı ya da göz ardı etmeyi seçebilmektedir. Birey toplumun onaylamadığı ve yasakladığı düşünce ve eylemlerden uzak kalarak suçluluk duygusundan kendini koruma çabasında olabilmektedir. Toplumun onayını aldığı, suçluluğu azalttığı ve toplumsal değer yargılarını desteklediği için süperegonun baskın olması toplumsal kabul görse de, bu Freud’un sağlıklı kişilik yapısına uygun değildir.
Sağlıklı bireyde güçlü bir egonun varlığı beklenirken, ego gücü oluşmamış bireylerde bazen egonun görevini süperego ya da id üstlenebilmektedir. Gerçek yaşamda sağlıksız olan bu mekanizma, sanal ortamda tam tersine işleyerek, sağlıksız bir başka mekanizmaya dönüşebilmektedir. Yani gerçek yaşamda kişilik üzerinde aşırı kontrole sahip süperego yerini bu kez id’e bırakabilmektedir. Toplumdan kabul, onay ve takdir görmek için vazgeçilen saldırgan, cinsel içgüdüler, sanal ortamda id’in kişilik üzerinde aşırı bir kontrole sahip olmasıyla kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkabilmektedir ki, bu kez kişiliğin baskın olan sisteminin adı id olmaktadır (şekil 2).
Toplumun onaylamadığı, kabul görmediği, suçluluk ve utanç duygularına neden olan düşünce ve eylemler gerçek yaşamda ortaya çıkamadığında, bu eylemler toplumsal baskının etkisinin ortadan kalktığı sanal ortamda daha belirgin şekilde ortaya çıkabilmektedir. Yani internet ortamı özellikle ego gücü oluşmamış bireyler için bilinçdışı kuralların geçerli olduğu, toplumca onaylanmayan, sorunlu eylem ve duyguların ortaya çıktığı bir ortama dönüşebilmektedir.
Sosyal yaşamlarında bireyler toplum tarafından kabul görme beklentisi taşırlar, sanal ortamda da bu beklentiler, sosyal paylaşım sitelerinde karşılığını bulur. Bu nedenle bu tür sitelerde insanlar gerçek yaşamlarında olduklarından daha iyi kimlikler seçme ve gösterme eğiliminde olurlar. Sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile bireyler, oldukları kişilikleri değil, olmak istedikleri özellikteki bireylerin özelliklerini sunmakta, sergilemektedirler. Böylece internet ortamı bireylerin, olmadığı kişi olmasını kolaylaştırarak, hayal dünyası ilkesinin, gerçeklik ilkesinin yerini almasına neden olmaktadır (Twenge ve Campbell, 2010).
Sonuç olarak, bilgi ve iletişim teknolojisi ürünleri ile büyüyor olmak ve bu ürünleri sosyalleşme amacıyla yoğun kullanmak zaman içinde gerçek kişiliğin yerine geçen sağlıksız kimlik ve yapılara dönüşebilmektedir. Sosyal paylaşım siteleri sosyalleşmenin şeklini değiştirse de gerçek sosyal yaşam ve diyaloglardan kopardığı için, sağlıksız bir sosyal yaşam standardı da oluşturabilmekte, ilişki ve iletişimi yapay ve gerçek dışı hale dönüştürebilmektedir. Ayrıca bu sanal ilişkiler gelişimin erken dönemlerinde kimlik ve kişilik gelişimini etkilediği gibi ego gelişimini ve egonun kişilik üzerindeki gücünü de zayıflatabilmektedir. Ego gücü gelişmemiş bireylerin sahte kimlikler yolu ile internet ortamında tehlikeli olması, kabul görmeyen sorunlu davranışları sergilemesi kaçınılmak hale gelmektedir. Sağlıksız gelişen ve oluşan kişilik özelliklerinin etkisi sanal ortamda, yalnızca gerçek ortamda olduğundan farklı biçimlerde kendini göstermekte, yok olmamakta hatta belki daha da artmaktadır.
* Yrd.Doç.Dr.İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı
KAYNAKLAR
Akvardar, Y. ve ark. (1997). Psikanalitik Kurama Giriş, Mepev yayınları, İstanbul:
Bargh, j. A. ve McKenna, K. Y. A. (2004).The Internet and Social Life, Annual Review Of Psychology, 55, 573–590.
Beran, T. ve Li, Q., (2005).Cyber-harassment: A Study of A New Method For An Old Behavior. Journal of Educational Computing Research, 32 (3), 265-277.
BurgeR, J.M (2006). Kişilik. kaknüs yayınları, İstanbul,
Donchı, L. ve Moore, S., (2004). It‘s a Boy Thing: The Role of the Internet in Young People‘s Psychological Wellbeing. Behaviour Change, 21 (2), 76–89
Freud, S.(1994) Psikanalize Giriş Dersleri, (Türkçesi: Selçuk Budak). Öteki Yayınevi: Ankara.
Gross, E. F. (2004), Adolescent Internet Use: What We Expect, What Teens Report, Applied Developmental Psychology, 25, 633–649.
Kraut, R. (2002). Kiesler, S., Boneva, B., Cummings, J., Helgeson, V. ve Crawford, A., Internet Paradox Revisited, Journal of Social Issues, 58 (1), 49-74.
Lee, E. ve Leets, L., (2002). Persuasive Storytelling by Hate Groups on Online. American Behavioral Science, 45, 927-957.
Madell, D. ve Muncer, S.,(2004). Back From The Beach But Hanging on The Telephone? English Adolescents‘ Attitudes and Experiences of Mobile Phones and The Internet, Cyberpsychology and Behavior, 7(3), 359-367
Öztürk, O.M, (1989). Psikanaliz ve Psikoterapi. Evrim Kitabevi, İstanbul
Raskauskas, J. ve Stoltz, A. D., (2007). Involvement in Traditional and Electronic Bullying Among Adolescents, Developmental Psychology, 43, 564-575.
Slonje, R. ve Smith, P. K.,(2008). Cyber-Bullying: Another Main Type of Bullying? Scandinavian Journal of Psychology, 49, 147-154.
Smith, P.K., Mahdavi, J., Carvalho, M., Fisher, S., Russell, S. ve Tippett, N. (2008).Cyberbullying, Its Nature and Impact in Secondary School Pupils. The Journal of Child Psychology and Psychiatry, 49, 376-385.
Twenge, J.M ve Campbell, W.K, (2010). Asrın Vebası Narsizm İlleti, Kaknüs psikoloji, İstanbul.
Uçanok,Z., Karasoy, D., Durmuş,E. (2011).Yeni Bir Akran Zorbalığı Türü Olarak Sanal Zorbalık: Ergenlerde Yaygınlığı Ve Önemi. TÜBİTAK 108K424, Araştırma Raporu, Ankara: (2011).
Ybarra, M. L. ve Mitchell, K. J., (2004a). Online Aggressor/Targets, Aggressors and Targets: A Comparison of Associated Youth Characteristics. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 45, 1308-1316.
Ybarra, M. L. ve Mitchell, K. J. (2004b). Youth Engaging in Online Harassment: Associations with Caregiver–Child Relationships, Internet Use, and Personal Characteristics. Journal of Adolescence, 27(3), 319-336.
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)