KERKENEZ 

 

                                                                     Servet ŞENGÜL 

Her bahar birkaç civcivini kaptıkları için annem, kerkenezleri sevmezdi. 

Kanat çırpmadan havada asılı durur, avının en dalgın, en savunmasız anını bulunca dalıp kapardı. Vuramazdık. Sapanımızı tanır, görür görmez kaçardı. Öyle durmayı nasıl becerdiğini acayip merak ederdik. Çocukluk işte. Bir yakalasak anlayacağız. 

İzmir’in zengin aileleri bizim küçük kasabanın taze balıklarını yemeyi pek severdi. O Pazar yine gelmişlerdi. Hayranı olduğumuz Şevrole’lerdenFord’lardan, yayla gibi Osmobil’lerden yayılan bilmediğimiz dillerdeki şarkıları, müzikleri vardı. Bazen coşup, açık-saçık elbiseleriyle ortalık yerde dans ettikleri için “gâvur” derdik kestirmeden. Duyarlar mıydı bilmem; kısa pantolonlu, temiz yüzlü akranlarımızı kıskanır, biraz da acıtmak için üç-dört arkadaş bağırırdık uzaktan: “Pazar, Pazar, gâvurlar azar.” 

Bu kez gelenler farklıydı. Tek saçma atan tüfekleri vardı. Yüksek duvarlı saçak altlarında her bahar olduğu gibi serçeler, kumrular, kerkenezler yavrularına yem taşıma telaşındaydı. Kuşluk vaktiydi. Yem taşımaktan yorgun düşen kanatlarını dinlendirmek, birkaç nefes soluklanmak için saçaklarda tünüyorlardı. Önce babaları, sonra akranımız çocukları ateş etmeye başladı. İçine tek saçma alan bu tüfekleri ilk kez görüyorduk. Oyuncak gibi, fazla ses çıkarmıyor ama öldürüyordu. Pat, pat, pat… Kendi aralarında gülüşüp eğleniyorlardı. Biz de olanları şaşkın gözlerle izliyorduk. Ne olduğunu anlamamıştı kuşlar. Pat pat düşüyorlardı. 

Onlarcası yerdeydi. Annem sevinecek diye düşünmüştüm. Artık bizim civcivleri kapamayacaklardı. Saçmaları mı bitti yoksa sıkıldılar mı, toplanıp gittiler. Oyun bittiği için biz de kendi oyunlarımıza dönerken kediler pusudan çıkıp ölü kerkenezleri kapıştılar. Hem merakımdan hem de anneme göstermek için kalanlardan birini aldım. Hâlâ sıcaktı. Saçma kafasına girmiş, incecik kanamıştı. Elime değen kanı, kanadına sildim. Tüyleri çok güzeldi. Gözleri kapalıydı. 

Koşarak eve gittim. Bir solukta anlattım olanları. Sevinsin diye kuşu uzattım. Ben öldürmüşüm gibi elimden alıp su serpti kafasına belki canlanır diye. Canlanmadı. Ölü kuşu bir eliyle okşarken,” Bak,” dedi yüzüme doğru yaklaştırarak, “Anne bu, anne.” Gagasının kenarından sarkan küçük bir çekirgeyi göstererek, “…yavrusuna yediremeden ölmüş.” 

Ertesi gün, şafakta yavru kerkenezlerin çığlıkları sardı her yeri. Üç- dört gün sürdü. Belki daha çok… Annemle komşular her gün ilendi bunu yapanlara. Gizli gizli ağladı. 

Çığlıklar her gün birer birer azaldı. Son çığlık sessizdi, zaten duyan olmadı. 

Tags: , ,

Arşivler