Kendini Geliştirme ve İfade Etme Ortamı (Mustafa Taşyürek ile Söyleşi)

                                                         

SORU : “Sn.Mustafa Taşyürek, Fişek Enstitüsü Kurucuları ile dostluğunuz çok eskilere dayanıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi olarak canla başla çalışılan ve çalışma yaşamında çok şeylerin değiştirilebileceğine inanılan bir dönemdi o. Aynı heyecan sizde daha sonra da sürdü: Özel kesimde büyük fabrikalarda iş güvenliği uzmanlığı ile birikimlerinizi hem değerlendirme ve hem de geliştirme olanağı buldunuz. Daha sonra yolunuz Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamı ile buluştu. Bize bu buluşma ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

YANIT : Çalışma yaşamıma Çalışma Bakanlığında memur olarak başlamıştım. Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi Kimya Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra da, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü (İSGÜM)’ün “İş Hijyeni” laboratuvarlarında “Kimya Mühendisi” kadrosunda çalışmaya başladım. Bu laboratuvarları, burada bulunan cihazları, işyerinden İş Güvenliği Müfettişlerinin denetim sırasında aldığı boya, tiner, ve çözücü numunelerinin analizlerini, çalışma ortam havası numunelerinin analizlerini, bu ortamlarda çalışan işçilerden alınan biyolojik sıvıların analizlerini ve bunlar arasındaki karşılıklı ilişkiler, etkileşimler, gürültü, aydınlatma, termal konfor (bağıl nem, sıcaklık, hava akım hızları, radyant enerji vb.) ölçümlerini, bunların değerlendirilmesini, fotoğraflanması, hatta çekilen fotoğrafların filmlerinin banyo edilmesini, kartlara basılmasını, bülten çıkartılmasını, işçilere, işverenlere, resmi kurumlara işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili seminerler verilmesini vb. çok ama çok sevmiştim. Bu çalışma ortamını sevmeme katkıda bulunanlar ise; bilgi ve deneyiminden çok çok yararlandığım şefimiz Dr.Kim. Turgut Artun, Kim.Yük. Müh. Alev Çakın, Kim.Yük. Müh. Müzeyyen (Kılınç) Asma, Fizik Yük. Müh. Mahmut Çandır ve İşçi Sağlığı bölümünün şefi Dr.Şule Ilıcak gibi büyüklerim (bu arkadaşlar aynı zamanda İş Güvenliği Müfettişi idiler) , üstadlarım ve müdürümüz Prof.Dr.İsmail Topuzoğlu idi.

İSGÜM’e mühendis olarak başladıktan kısa süre sonra yapılan İş (Güvenliği) Müfettiş Yardımcılığı sınavını kazanınca, aynı yerde görevime devam ettim. Daha sonra (iki defa) yapılan yeterlilik sınavlarını kazanarak İş (Güvenliği) Müfettişi unvan ve kadrosu ile İSGÜM iş hijyeni bölümündeki severek yaptığım çalışmalara devam ettim.

Çalışma konumuz ülkemizde işçi, işveren hatta akademik düzeyde çok az bilinen, doğru dürüst araştırmalar yapılmamış, bilimsel veriler oluşturulmamış konular idi. Bu durumda 70’li yılların gençliği olarak bir misyonumuz, topluma , çalışma hayatına bir borcumuzun olduğunu düşünüyordum. Görevimi de iyi yapmalıydım. Bu nedenle Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde (akşam bölümünde) İşletme Yönetimi, daha sonra Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde İş Sağlığı (Bilim) Uzmanlığı çalışmalarını tamamladım.

“Gaz kromatografileri, spektrofotometreler, atomik absorbsiyon spektrofotometresi, alev fotometreleri, poloğraf cihazı, gaz dedektörleri, gürültü, aydınlatma, termal konfor vb. ölçüm cihazları, işçi sendikaları, işveren kuruluşları, işyerleri, adli kuruluşlar, sosyal sigortalar, eğitim kurumları vb. hazır olun. Artık raklamlarla, ölçüm sonuçlarıyla, bilimsel verilerle hazırlanacak “İş (Güvenliği) Müfettişleri, çalışma ortamı değerlendirme raporları geliyor” diye düşünüyordum.

Birçok yurtsever gibi biz de 12 Eylül’ün sonuçlarından nasibimizi aldık. İşyerlerinde kulağımızın duyduğu ses, burnumuzun aldığı koku, gözümüzün gördüğü Burton çizgisi ya da işçilerin iki dudağı arasından görülen kazma dişler gibi kanıtlarla yetinerek bilimsel raporlar yazmamız beklenmeye başladı. 1984 sonu – 85 başında ise, İSGÜM Müdürü, “Siz müfettişsiniz. Sizin yeriniz İş Müfettişleri Grup Başkanlıkları.” diyerek İSGÜM’de çalışan tüm İş (Güvenliği) Müfettişlerini laboratuvarlardan çıkardı. Koltuğumuzun altında birer dosya, işyerlerinde 5 duyu ile çalışma ortam kontrollerini yapıp raporlar yazan duruma düşmüştüm.

İdeallerimi gerçekleştiremeyeceğim, kendime biçtiğim misyonu yerine getiremeyeceğim duygusuna kapıldım. İzmit’te büyük bir özel sektör fabrikasına; daha önce müfettişlikten ayrılarak giden bir arkadaşımın ısrarlı isteği üzerine “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uzmanı” olarak çalışmaya başladım. Artık bu fabrikada misyonumu sürdürüyordum. Endüstriyel tekstil ürünleri üreten bu fabrikadaki iş sağlığı ve güvenliği birimimizi Türkiye’de örnek olabilecek bir konum ve kadroya getirdik.

Acaba topluma olan borcumuzu ödeyebildik mi?

Yanılmıyorsam 1987 sonu ya da 88’in başları idi. Sn. Gürhan Fişek; Türk Tabipleri Birliği’nce İşyeri Hekimliği Kurslarını başlatılacağını, bu kurslarda da “İş Hijyeni ve Kimyasal Etmenler” konusunu, saha ve laboratuvar deneyimi olan bir kişi olarak benim anlatmamı uygun bulduğunuzu, katkımı beklediğini söylemişti. Özellikle hafta sonları hiç aksatmadan bugüne kadar yapılan ve sanırım 30 bin’den fazla hekimin katıldığı tüm işyeri hekimliği kurslarına bir eğitici olarak katıldım ve bana verilen konuyu büyük bir hoşnutluk ve beğeni ile anlatmaya çalıştım.

Fişek Enstitüsü’nde 90’lı yılların başında hemen hemen her ay, Ankara’da , ana gündem maddesi “iş sağlığı ve güvenliği”nin konularından biri olan toplantılar, söyleşiler, beyin fırtınaları düzenliyordu. Bunlara da aksatmadan katılıyordum.

Buralarda gerek devlette edindiğim bilgiler, gerekse işyeri uygulamalarından edindiğim deneyimleri arkadaşlarımızla paylaşma olanağı buluyordum. Bundan da büyük birhaz alıyor, ayrıca oluşan aidiyet duygum bana mutluluk veriyordu.

Sadece işyerinde yaptıklarım, işyerinde başardıklarım sanki yeterli gelmiyordu. Birikimlerimi paylaşmalıydım. Buna Fişek Enstitüsü’nün çabalarına, uğraşlarına, misyonuna, vizyonuna karşı bende oluşan takdir ve hayranlık duyguları da ekleniyordu.

“Fişek Enstitüsü’nün çabalarına (asıl işini aksatmadan –işinden arta kalan sürelerde) katkın olabilir mi? Bilgi ve deneyimlerini daha geniş, belki işçi sayısı açısında daha küçük, gerçekten ihtiyacı olan kesimlere duyurmada birliktelik ,dayanışma olabilir mi?” önerinize verdiğim yanıt 1990’ların başında “neden olmasın” idi ve kesintisiz bu güne geldik.

SORU : Fişek Enstitüsü’ndeki ilk çalışmanız 1994 yılında “Çocuk Çalıştıran Küçük İşyerlerinde İş Güvenliği Sergievi” çalışmasıydı. Çalışma Ortamı dergisindeki ilk yazınızın da “Formaldehit Bir Kanserojen mi?” başlığıyla Eylül Ekim 1994’te (Sayı: 16) yayınlandığını görüyoruz. Bunları birer kilometre taşı olarak görürsek, aradan 14 yıl geçtikten sonra alınan yol konusunda neler söyleyeceksiniz?

YANIT : 1990’lı yıllarda özellikle çocuk çalıştıran ya da çalıştırabilecek küçük işyerlerinde Fişek Enstitüsü adına Çalışma Ortam Koşullarını araştırırken, işyerlerindeki en büyük eksikliklerden biri de gerekli Kişisel Koruyucu Donanımların (KKD) çalışanlara verilmemesi ve gereksinim duyulan ortamlarda bunların kullanılmamasıydı. Kişisel koruyucu donanımların kullanılmamasının nedeni olarak da “sadece işverenlerin maddi yükten kaçınmak için vermiyor” olmaları değildi. Örneğin toza karşı tülbent bağlama, gürültüye karşı pamuk tıkama’nın dışında uygun, onaylı koruyucuların olduğunu, hatta el – parmak kesilmelerine karşı kesilmeye dirençli eldivenlerin vb. varlığı, çeşitliliğinin gerek işveren, gerekse işçiler tarafından bilinmediğini, bilinmediği için de ek bir önlem olarak uygun kişisel koruyucu donanımların talep edilmediğini saptamıştık.

Görülen bu eksikliği gidermek için, Fişek Enstitüsü içerisinde ILO/IPEC tarafından desteklenen bir projenin yürütücülüğünü üstlendim. Hiçbir ticari bir kaygı gütmeden, piyasada bulunabilen baretten, iş güvenliği ayakkabısına kadar, her türlü kişisel koruyucu donanımları seçenekleri ile birlikte işçi-işverenlerin görüşüne sunmayı hedeflemiştik. Fişek Enstitüsü’nün gerek İstanbul Yenibosna Doğu Sanayi Sitesinde gerekse Ankara Ostim’deki “ortak iş sağlığı güvenliği birimlerinde”, bir de “iş güvenliği sergi evi” kurduk. Buralara gelen gerek işverenler, işyeri yöneticileri gerekse işe giriş, periyodik muayene veya günlük işleri için uğrayan işçilerin uygun KKD’leri görmesini sağladık. Sergi evinde düzenlediğimiz iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinde KKD’lerin seçimi, uygulamalı olarak kullanılmasının gösterilmesi vb. konularını da anlattık. Hatta belli oranda taleplerini de karşıladık. Buradan elde edilen gelirle sergievinin geliştirilmesini amaçlıyorduk.

Ülkedeki ticaretin ve sanayinin gelişmesi, AB uyum sürecinde mevzuatın yenilenmesi ve AB ile gümrük birliğine girilmesi, KKD temin eden, bunları satış reyonlarında sergileyen büyük ticarethanelerin çoğalmasıyla sergievinin kendini geliştirme olanakları kısıtlandı. Artık KKD’ler sağlıkgüvenliğe ulaşmak için bir araç olmaktan çok, birileri için gelir kapısı olmaya başlamıştı. Bu rekabet ortamında Öte yandan, istenen sayı ve kalitede KKD’lerin temin edilmesi kolaylaştı. Sergievi de, işlevlerini gereksinmelerle sınırladı. Ankara’da Sincan ve İvedik Organize Sanayi Bölgelerindeki (OSB) Fişek Enstitüsü İş Sağlığı ve Güvenliği Birimlerinde, KKD sergileri ve eğitimler devam etmektedir.

Bu gün 1990’lardan farklı olan, çoğu kez , işyerlerinde çalıştıran ve çalışanlarca KKD’ler tanınıyor, biliniyor hatta sağlanıyor. Ancak bunlara gerek duyulduğu zamanda uygun biçimde kullanılmasındaki eksiklik (eğitim eksikliği!) veya başarısızlık devam ediyor. “Bana bir şey olmaz ! “anlayışı yıkılabilmiş değil diye düşünüyorum.

Çalışma Ortamı’ndaki yazılarıma gelince. Sözünü ettiğiniz sayıda iki yazım birden yayınlanmıştı. İlk yazım bu sayının 14 ve 15. sayfalarında yer bulan” Çocuk Çalıştıran Küçük İşyerlerinde Çalışma Ortamı” başlıklı olanı idi. Bugüne kadar da özellikle iyi işyeri uygulamalarından yararlanarak , buralardaki birikim ve deneyimi, yenilikleri, gereksinim duyabileceğine inandığımız daha çok küçük ve orta ölçekli işyeri çalışanlarına aktarmayı hedefledik. Yazılarım, seçtiğim iş sağlığı ve güvenliği konuları, özellikle internet ortamında ilkleri oluşturmaktadır. 14. yılın sonunda geriye dönüp baktığımda ödevlerimi iyi yapmaya çalıştığımı söyleyebilirim.

SORU : Çalışma Ortamı dergisinin Eylül Ekim 1995’te (Sayı: 22) yayınlanan bir alan araştırmanız var: “Çocuk Çalıştıran Küçük İşyerlerinde Çalışma Koşulları Üzerine Bir Araştırma”. Bu araştırma sırasında Ankara’da 126 küçük işyerini gezmiş, bulgularınızı büyük işyerlerindeki bulgularla da karşılaştırmıştınız.

O günden bugüne ayni bölgede değişik çalışmalar yaptınız. Sizce küçük işyerlerindeki çalışma koşullarında bu süre içinde ne gibi değişiklikler oldu?

YANIT : Ankara’da araştırma yaptığımız işyerlerinin çoğunluğu OSTİM Sanayi Sitesi ve Ata Sanayi Sitesi gibi yerlerde bulunuyordu. Bunlardan bir kısmı daha da büyüdü, hatta Sincan OSB’gibi yerle taşındı; bir kısmı kurumsallaştı; ISO 9001 ve ISO 14001 Kalite ve Çevre Yönetim Sistemleri Belgesi”, hatta bir kısmı da OHSAS 18001 “İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi Belgesi” aldı. Çalışma ortamı ve koşullarında, çok büyük değişimler oldu. Bu süre içerisinde tülbent bağlayarak zehirli toz ve dumanlardan korunulduğu sanılan uygulamalardan uzaklaşıldı. Yetkili kuruluşlarca onaylanmış CE, FFP2 gibi işaretleri taşıyan maskelerin kullanıldığı, teknik önlemlerin alınmaya çalışıldığı çalışma ortamlarına geçildi. Sanırım ilköğretimin 8 yıla çıkartılmasının da etkisiyle çocuk iş gücü çalıştırılmasında önemli oranda azalma oldu. Ancak özellikle az kişinin çalıştığı küçük işyerlerinde Kişisel Koruyucu Donanımın verilmesi ve kullanılmasında artış olmasına karşın ; koruyucusu olmayan taşlama tezgahı, ayaklı matkap tezgahı, el kesme ve taşlama aletleri, koruyucusuz tornalar, testereler kullanılmaya devam edilmekte, yeni alınan makine ve tezgahların da koruyucuları (beklide eski alışkanlıkla) iptal edilmektedir. Burada Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerinin denetimleri çok önemli olmaktadır. Ancak ne yazık ki, iş teftişi, tüm işyerlerine düzenli olarak ulaşamamaktadır. Eğer uzun süre denetim yapılmıyorsa, bu küçük işyerlerinde, iş sağlığı ve güvenliği açısından her türlü müsibetin bizi beklediğini söyleyebiliriz.

SORU : Çalışma Ortamı’nda yazısı en çok yayınlanan iki yazardan birisiniz. Yazılarınızın gelişimine baktığınız zaman nasıl bir çizgi izlediğini düşünüyorsunuz? Ya da soruyu şöyle de sorabiliriz: İlk yazınız ile son yazınızı yanyana koyduğunuzda, ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

YANIT : Önce “Çalışma Ortamı”nın boyutları değişti (~14 x 20 cm ‘den , yanılmıyorsam ~ 21 x 28 cm’ ye çıktı), kalitesi arttı, resimleri kullanabilir olduk. Dolaysıyla görsel öğelerden çok daha fazla yararlanmaya başladık.

İlk yazılarımız seçilen konu ile ilgili makale diyebileceğimiz türde yazılır iken, daha sonraları işyerinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kılavuz olarak görev yapacak yazılar üretmeye başladık. Bu kılavuzlar, gerek yasal (Ör.acil durum planlarının hazırlanması, risk değerlendirmesinin yapılması, patlamadan korunma dokümanının hazırlanması vb.), gerekse OHSAS 18001 iş sağlığı ve güvenliği yönetim sisteminin işyerinde uygulanması aşamasında gerekli olabilecek olan (Ör. Kapalı ortamda çalışma , yüksekte çalışma, kaynak ve ateşli işler, iş ekipmanları ile çalışma vb.) dokümanların hazırlanmasına katkıda bulunabilecek, işyeri çalışanlarına yol gösterebilecek başvuru kaynakları şeklinde ve kapsamlıydı.

SORU : Çalışma Ortamı dergisinin arka iç kapağında ilgiyle izlenen bir dizi bulmacanız var: “İki dakika düşün – Tehlikeyi tanıyalım”. Bu bulmacaları hazırlarken aklınızdan neler geçiyor ? Neden insanları duyarlılaştırmak için böyle bir yöntem seçiyorsunuz?

YANIT : İş Sağlığı ve Güvenliği eğitimlerinde, eğitimin bir aşamasında sözel olarak sorduğumuz sorulardan biri de : “Sizi iş yerinde en iyi kim korur ? “ sorusudur; “İşveren mi? İş güvenliği uzman mı ? İşyeri hekimi mi? Usta/ ustabaşı mı? Sizi en iyi koruyacak olan yoksa bizzat siz misiniz ?…..” Kısa bir düşünme sürecinden sonra da eğitime katılanların verdiği yanıt “evet beni en iyi yine kendim korurum” olmaktadır. Bize 30 yıllık deneyim tüm iş kazalarının önlenebileceğine yürekten inandırmıştır. Bunun kolay bir şey olmadığını bile bile. Ancak tüm çalışanların, her düzeyde yöneticilerin aktif katılımı ile bu hedef (sıfır iş kazası) gerçekleştirilebilmektedir. En niteliksizinden, en deneyimlisine çalışanların katılımını sağlayabilmek için de, kişilerin yaptığı veya yapacağı işin olası risklerini önceden hesaplaması ve bu riskleri en aza, diğer bir ifade ile katlanabilir düzeye düşürmesi gerekir ki kazaları önleyebilelim. Yani bir işe başlamadan önce “ ……… olursa ne olur ?” sorusunu çalışanın kendi kendine sorması, en kötü olasılıklara göre de bunu yanıtlaması gerekmektedir.

Diğer taraftan, bilindiği gibi 2003 yılında yenilenen yeni iş kanunu ve buna göre çıkartılan yönetmeliklerde , iş sağlığı ve güvenliği açısından alınacak önlemler için gerek işverene gerekse çalışanlara şu söylenmekte ya da istenmekte; “İşyerinde (tüm çalışanların aktif katılımı ile) riskler belirlenecek ve bunların önlemleri alınacaktır” denmektedir. Bu bağlamda baktığımızda, -yukarıda anlatılanları gerçekleştirmek için-, hazırlanan “iki dakika düşün” serisi, okurlarla birlikte, uzman desteğiyle bir beyin fırtınası yapmayı, bir örnek üzerinde risk değerlendirmesini – iş güvenliği analizi yapılmasını amaçlamıştır.

Burada bu yöntemin buluşunun, ya da yararlandığımız kaynakların, bizden daha önce sanayileşen, geçtiğimiz yolları bizden çok daha önce geçen Japonlar’a ait olduğunu söylemezsek, haksızlık olur. Betimlediğimiz şekillerimizi kendi üslubuna göre çizerek ve renklendirerek çok önemli katkıları olan meslektaşım iş güvenliği ressamı Sn.Feridun Yüksel ile uzun yıllar aynı grup şirketlerinde dayanışma içerisinde çalıştığım İş Güvenliği Uzmanı Dilşen Lostar’a tekrar teşekkür ederim.

SORU : Fişek Enstitüsü’nün ve Çalışma Ortamı dergisinin, Türkiye’deki is sağlığı güvenliği çalışmalarında nasıl bir etkisi olduğunu ve kurum-kuruluşlar arasında nasıl bir yere oturtulması gerektiğini düşünüyorsunuz?

YANIT : Her çalışanın Prof.Dr.Üstün Dökmen’in belirttiği gibi iki temel amacının olduğuna, ya da olması gerektiğinde inanıyorum. Birincisi yarına kalmak, ikincisi daha iyi yaşamak. Çalışanlar iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölmesin, sakat kalmasın veya acı çekmesin. Kısacası işyeri koşullarından dolayı yaşam kalitesi bozulmasın.

Çalışma Ortamı dergileri incelendiğinde, iş sağlığı ve güvenliğinin tıbbi, teknik ve yasal boyutuna sosyal boyutun da eklemlendiğini görüyoruz. Sadece çalışanların sekiz saatini geçirdiği işyeri koşullarının değil, bu koşulları dolaylı olarak etkileyen 16 saatlerini geçirdikleri sosyal çevredeki koşullarında gündeme alındığı, irdelendiğini görüyoruz. Kanımca burada, iş sağlığı ve iş güvenliğine hep çok boyutlu ele alınmıştır.

Ülkemizde 1930’lu yıllardan günümüze, 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde işyeri hekimi ve hemşire/sağlık memuru çalıştırma zorunluluğu vardı. Büyük işyerleri, çok uluslu şirketler de genellikle bu kurallara uyuyorlardı. Ancak “iş sağlığı ve güvenliği”nin “iş güvenliği” ayağı eksik – aksak kalabiliyordu. Çok büyük diyebileceğimiz fabrikalarda bile örneğin “iş güvenliği uzmanı” yoktu. 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde ise ne işyeri hekimi, ne işyeri sağlık birimi (reviri) , ne de iş güvenliği uzmanı vardı. Buralardaki işçilerin iş sağlığı ve güvenliği gereksinimleri nasıl karşılanabilir ? Buralardaki iş kazaları ve meslek hastalıkları nasıl önlenebilir?

İşte bu soruların yanıtlarının arandığı ve somut çözüm önerilerinin sunulduğu (belki Türkiye’de ilk) ortam “Çalışma Ortamı Dergisi” ; bu fikirlerin uygulamaya konulduğu ve uygulamanın başarılarının ispat edildiği yer de, Fişek Enstitüsü “Ortak İş Sağlığı ve Güvenliği Birimleri” olmuştur.

Bu öneri ve uygulamaların da katkısı ile günümüzde, İş Kanunu’nda artık “işyeri sağlık ve güvenlik birimi”nden, iş güvenliği uzmanından, işyeri ortak sağlık biriminden söz edilmektedir. Hemen hemen her ilde veya organize sanayi bölgesinde Fişek Enstitüsü Ortak İş Sağlığı ve Güvenliği Birimi’nin bir kopyasını ya da benzerinin yapılmaya çalışıldığını görüyoruz.

Devletin mevzuat hazırlama ve değişikliklerinde de Fişek Enstitüsü’nün görüş ve deneyimlerinden yararlandığını anlıyoruz.

SORU : Fişek Enstitüsü’nün ve Çalışma Ortamı dergisinin bundan sonraki dönemlerinde çalışmalarını ne yönden geliştirmesi ve derinleştirmesi gerektiğini düşünuyorsunuz?

YANIT :

-Pendik’de Fişek Enstitüsü’nün kurulmasına yardımcı olduğu birim, Gebze, Çayırova hata İzmit’i de kapsayacak, İstanbul’un Anadolu yakasına, Ankara’dakiler gibi hizmet verebilecek duruma getirebilir.

-Organize Sanayi Bölgelerinde yeni Ortak İş Sağlığı ve Güvenliği Birimleri oluşturulabilir.

-Büyük İşyerlerine doğrudan iş sağlığı ve güvenliği hizmeti verilebilir: Gün içerisinde, alt işveren hizmeti olarak, işverence sağlanan uygun ortamda, belli sürelerle (Ör. üç saat) işyeri hekimi, işyeri hemşiresi, iş güvenliği görevlileri işyeri gidebilir. Bu ekip bir günde 2, 3 veya 4 iş yerine yerinde hizmet götürebilir.

-Ortam ölçümü (gürültü, vibrasyon, aydınlatma, termal konfor, gaz, toz ) olanakları genişletilip, yetkili kuruluşlarca onaylı laboratuar haline getirilebilir.

-Çalışma Ortamı dergisi (mevzuat uygunsa) reklam alan, profesyonel bir ekip tarafından hazırlanıp dağıtımı yapılabilir.

-Yazar kadrosuna, yayın ilkelerine ayak uydurabilecek yeni üyeler bulunabilir.

Sn.Mustafa Taşyürek, hem böyle bir söyleşide görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız ve hem de Fişek Enstitüsü/Çalışma Ortamı çalışmalarına bunca yıl büyük bir özveri ve emekle katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederiz.

Mustafa Taşyürek : Sürekli gelişme, kendimi yenileme ve ifade etme fırsatı ve ortamı yarattığı için be de Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamına, yöneticilerine ve çalışma arkadaşlarımıza teşekkür ederim.

* Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985) İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü

Tags: , , , ,

Arşivler