“Kaza geliyorum demez”. Onun için de nerede, ne zaman karşınıza çıkacağını bilemezsiniz. Bu “sokak”ta da olabilir; “mutfak”ta, “okul”da, “iş yerinde” de olabilir. Ama tümüne de “kazalar önlenebilir” yaklaşımı ile bakmak gerekir.
Çağdaş bir kavram olan “sağlık güvenlik çevre (SEÇ)”, iş yerinin sınırlarını çoktan aşmış ve yaşamı tüm zenginliği ile kavramıştır.
Yine SEÇ’ten konuşulacağı zaman sorulacak öncelikli sorulardan biri: “Bu bir yazgı (kader) mı?”. Şiddetle Hayır. Hiçbir kaza, mesleksel ya da çevresel hastalık ya da çevre felaketi bir yazgı (kader) değildir.
Bu zor soruyu doğru yanıtlarsak, karşımıza daha zor bir soru çıkar: “O zaman niye bu olgular var?”. Bilen bilmeyen bu konuda çok şey söyleyebilir. Hatta bu konuda saatlerce konuşanlar bile çıkabilir. Ama doğruyu konuşacaksak, yanıtları sıraya koyup, en önemlisini en önce söylemek gerek: Öngörü eksikliği.
Öngörüsüzlük, riskleri yeterince değerlendirememekten, olup biteni kavrayamamaktan başlar. Eğer insan, karşı karşıya olduğu tehlikenin boyutlarını ve yapabileceği zararı, kafasında ölçemiyorsa, kendi yolunu da doğru çizemez. Her adım ölçüye dayanır; kimisi bir adım ötesini göremez; ancak kafasını duvara vurduğunda, ne kadar yaklaşmış olduğunu kavrar; kimisi ancak bir kaç adım ötesini görebilir.
Uzağı görebilmek için çok çalışmak, kendini çok geliştirmek gerekir. Bu “bir Allah vergisi yetenek” değildir; bir çırpıda kazanılamaz. Denemek, yanılmak, hatalarını görüp düzeltmek ve yine denemek gerekir.
Şimdi önümüze çıkan soru şu:
“Bunu hepimiz tek tek, birbirimizden habersiz mi yapacağız?”
Yanıt: “Hiç olur mu? Belki sen benden daha iyi fikirler bulacaksın. Ya da ben sana katkıda bulunacağım. Paylaşmak zenginlik demektir.”
Doğru. En büyük zenginlik, bilgi ve deneyimi paylaşmaktır. Üniversiteler de zaten bu yüzden kurulmuştur. Onun için akademik çalışmalar yapılır ve yayınlanır. Böylece toplumsal iş bölümüne uyarak, içimizden bazıları, “riskleri erken algılayıp, alınması gereken önlemleri düşünmek ve bize anlatmak” ile görevlendirilmiştir. Böylece “öngörü” yü paylaşacağız.
Ancak ülkemizde, “öngörünün paylaşılması” yani “öngörünün toplumsallaşması” noktasında bir tıkanıklık var. Ülkemizde trafik kazalarını değerlendirenlere bakıyoruz: Bilirkişiler… İş kazalarını değerlendirenlere bakıyoruz: Bilirkişiler… Görüldüğü gibi hep “kişi” ler ve “kişisel değerlendirmeler” var; kurumsallaşma ve ortak değerler yok. Üstelik de bir “suçlu arama telaşı” var.
Trafik kazalarının önlenmesi için, Ulaştırma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı / Emniyet ve Jandarma Trafik Şubeleri içerisinde yer alan ilgili birimler, düşünce ve eylem üretiyor. İş kazalarının önlenmesi için de Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı içerisinde yer alan ilgili birimler… Demek ki, bu konudaki etkinliklerin ağırlık noktası bürokraside… “Ne yapılacaksa devlet yapar” yaklaşımıyla ve biraz da “tepeden inmeci / buyurgan” eda ile çalışmalar yürütülüyor. Üniversitelerde tık yok.
Artık birlikte düşünme zamanı. Her adımı, devletin “egemen buyurucu” söyleminden beklemeyelim. Türkiye, uzun yıllar, “beyin gücü”nün büyük bölümünü yedekte bekletti. Yalnızca “devlet” bürokrasisinde görev almasına izin verilenlerin (memurların), fikirleri ile sınırlı (daha çok da ithal malı) çözümlerle tanıştı. Onlar kendi söylediklerinden şaşmıyorlardı; doğru olmasalar da “yapılan itiraz”lar, yine onlar tarafından reddediliyordu. Hakem yoktu.
Artık toplumun yedekte tuttuğu ve kamu dışında yer alan, geniş “beyin gücü” birikimini, karar oluşturma ve karar alma süreçlerine sokma zamanı geldi.
Bunun için öncelikle sorun odaklı düşünce-eylem kümeleri oluşturmak gerek. Bunları kurumsallaştırmalı ve toplum içinde ağırlıklı roller kazandırmalıyız.
“Kaza” örneğinde ele alırsak:
Trafik kazaları ile iş kazaları arasında birçok ortak özellikler vardır. Bunların başında, hepsinin önlenebilirliği gelmektedir.
Trafik kazalarında en çok görülen üç neden “sürücü hataları” başlığı altında toplanmaktadır. Bu hatalar, tüm kazaların %88’ini oluşturmaktadır. Bu üç neden şunlardır:
- Yasakları çiğnemek
- Şerite uymamak
- Kavşaklara kontrolsüz giriş.
İş kazalarında en sık görülen üç neden ise, tüm kazaların %70,2’sini oluşturmaktadır. Bu üç neden şunlardır:
- Bir veya birden fazla cismin sıkıştırması, ezmesi, batması, kesmesi
- Kişilerin düşmesi ve düşen cisimlerin kişilere çarpması
- Makinelerin neden olduğu kazalar.
Görüldüğü gibi tüm bu nedenler, “insan”ın tehlike algısı ve ihmali ile ilgilidir. Taşıtların, cisimlerin ya da makinelerin kendiliklerinden hareket etmedikleri düşünülürse, bu harekete yol açan “ivme” ya da “arıza” insan tarafından fark edilmelidir.
Ancak bunun fark edilmesini yıllardır bekliyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, devlet katında yürütülen çalışmalar destek oluyoruz. Bugüne kadar hep devlet yetkilileri, yasalarla, polisiye önlemlerle, cezayla ya da göz yumma ile sorunu çözmeye çalıştılar. Sonuç : Aşağıda.
Yorum : Bir adım ileri gidemediler.
Bu tablolardan çıkarılacak dersler konusunda o kadar çok söylenecek söz var ki, bunun bugüne değin “sosyal politika”nın odak noktasına oturmamış olmasının nedeni “başlı başına bir öngörü sorunu”dur. Bu tablolardan çıkarılacak bazı sorular :
Örnek soru : 1 – Kaza sayılarındaki artıştaki en önemli neden iş hacmindeki artıştır. Trafik kazaları için bu taşıt sayısındaki artıştır. İş kazalarında ise üretim hacmindeki artıştır. Bir ülke düşünün, taşıt sayısı katlarıyla artıyor; ama üretim hacmi düşüyor. Peki bu taşıtlar hangi kaynakla çoğalıyor? Bu çelişki için neden politika üretilmiyor?
Örnek soru : 2 – Hem trafik kazalarında ve hem iş kazalarında, önde gelen üç nedenin, bütün kazalar içerisinde çok ağırlıklı bir yeri olması, politika üretip başarılı bir mücadele verebilmek için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Bu fırsattan neden yıllarca yararlanılamamış ve binlerce kurban verilmiştir?
Bugüne kadar, kazalarla baş etmek adına yürütülen çalışmaların hemen tümü devlet katında yürütülmüştür. Devletin, bütün bu çalışmalarına ve “öngörü” çabalarına yönelik bir değerlendirme yapılmış olsaydı; yukarıdaki sonuçlara dayalı olarak verilecekti. Lütfen, siz, bir karne notu verir misiniz?
Artık birlikte düşünme zamanı.
Mutlaka “Kazaları Araştırma ve İnceleme Enstitüsü” olmalıdır. Gazi Üniversitesi’nde var olan çekirdek geliştirilmelidir. Akademik çalışmalar çok önemlidir. Ama toplumun ortak aklının geliştirecek ve her kesimin bir köşesinden eyleme geçeceği “idari, mali, bilimsel yönden özerk” kurumlar oluşturmak vazgeçilmez bir önem taşımaktadır. Bu tip düşünce odaklarının meslek odalarını, işçi-memur sendikalarını ve yurttaş örgütlerini içermesi gerek. Bu örgütlerin, çalışma yöntemlerini yeniden gözden geçirmeleri ve her alanda “toplumsal öngörü” nün geliştirilmesi, kurumsallaştırılması ve eylemleriyle yaşamı dönüştürmesini sağlaması gerekir.
Devletten beklenen bu çabalara destek olmak ve ülke çapına yayılmasına ön ayak olmaktır.
Kaynak :
- Fişek A.G. (2014) : Çalışma Yaşamında Sağlık Güvenlik, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı, 2.Baskı, Ankara.
- SGK istatistikleri (2013)
- TÜİK, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı Trafik Kazası İstatistikleri (2013)
* Prof. Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü- İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)