Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası’nın yürürlüğe girdiği 7 Nisan (1948) her yıl “Dünya Sağlık Günü (DSG)” olarak kutlanır. Küresel düzeyde sağlığı tehdit eden önemli sağlık sorunlarının bir yıl boyunca kampanyalarla tüm dünyada tartışıldığı DSG’nün bu yılki teması “Depresyon”.
Depresyon DSÖ tarafından; inatçı bir mutsuzluk ve normalde hoşlandığınız aktivitelere karşı ilgi kaybı ve en az iki hafta boyunca süren günlük yaşam aktivitelerini yerine getirememe durumu olarak tanımlanmaktadır. Depresyonda olan bireylerde ayrıca; enerji kaybı, iştahta değişim, daha fazla veya daha az uyuma, anksiyete (kaygı), konsantrasyon düşüklüğü, kararsızlık, huzursuzluk, kendini değersiz hissetme, suçluluk, ümitsizlik, kendine zarar verme ve intihar düşüncesi belirtileri görülebilmektedir.
DSÖ tarafından 2015 yılında dünyada 322 milyon depresyon hastasının (dünya nüfusunun %4,4’ü) bulunduğu tahmin edilmektedir. Yaklaşık aynı sayıda insan ise kaygı bozukluğu yaşamaktadır. DSÖ verilerine göre Türkiye’de 3.260.677 depresyon hastası (nüfusun %4,4’ü), 2.998.925 kaygı bozukluğu yaşayan hasta (nüfusun %4’ü) bulunmaktadır (WHO, 2017). Dönemin Sağlık Bakanı’nın bir soru önergesine verdiği yanıta göre Türkiye’de 2014 yılında 8 milyon 197 bin kişi antidepresan kullanmaktadır. Bu rakam bir yandan her 9 kişiden birinin depresyonda olduğunu gösterirken, diğer yandan teşhis konulmamış 2 milyon kişinin ilaç kullandığını ortaya koymaktadır. Ulusal düzeyde hastalık yükü nedenlerinin dağılımı yapıldığında, kardiyovasküler hastalıklardan sonra %19 ile ikinci sırada psikiyatrik hastalık grubunun yer aldığı görülmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2011).
DSÖ’ye göre depresyon, 1990 yılından bu yana %50, 2000 yılından bu yana ise %18 artış göstermiştir. Depresyon aynı zamanda dünyada yılda 800.000’e ulaşan intiharla sonuçlanan ölümlerin de en önemli nedenidir (WHO, 2017). TÜİK verilerine göre 2015 yılında Türkiye’de 3 bin 211 kişi intihar ederek ölmüştür. İntihar edenlerin %73’ünü erkekler, %27’sini kadınlar (%18’ini 15-19 yaş grubu) oluşturmuştur (TÜİK, 2016).
DSÖ depresyonun özellikle gelişmekte olan ülkelerde arttığına dikkat çekerek, bu artışı büyük oranda nüfus artışı ve artan yaşam beklentisi, diğer bir anlatımla depresyonun en sık görüldüğü 55-74 yaşlarına ulaşma olasılığının artması ile açıklamaktadır. Sadece bir cümlede yoksulluk, işsizlik, ölüm, ayrılık, alkol ve madde bağımlılığının neden olduğu fiziksel hastalıkları da risk faktörleri olarak sıralamaktadır. Oysa daha 1948 yılında sağlığı sadece hastalığın olmayışı değil, fiziksel ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlayan DSÖ’nün, artan yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik ve adaletsizliğe büyük vurgular yapması, depresyonun sistemsel/toplumsal karakterine de dikkat çekmesi beklenirdi. Depresyonun hem nedenleri hem de sonuçları çok büyük oranda toplumsaldır. Bu nedenle küresel neoliberal politikalar ve ekonomik kriz ile ilişkilendiren analizler de yapmak, hatta nedenleri/risk faktörlerini sıralamak yerine “nedenlerin nedenlerine” dikkat çekmek çok önemli ve gereklidir.
Buna karşılık DSÖ’nün bu kampanyadaki hedefleri;
Genel olarak depresyonun nedenleri ve intihar dahil olmak üzere sonuçları konusunda halkın daha iyi bilgilendirilmesini sağlamak, önleme veya tedavi etme olanaklarını gündeme taşımak,
Depresyonda olan bireylerin yardım talep etmesini sağlamak,
Aile bireyleri, arkadaşlar ve meslektaşların depresyonda olan yakınlarına nasıl destek olacaklarını göstermeyi amaçlamakla sınırlı kalmıştır.
DSÖ’nün depresyonun özellikle gelişmekte olan ülkelerde arttığına dikkat çektiğini belirtmiştik. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise dünya ekonomik büyümesindeki yavaşlamanın yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerden kaynaklandığını vurgulamaktadır. ILO’ya göre 2015 yılında dünyadaki işsiz sayısı bir önceki yıla göre 1 milyon artarak 197,1 milyona ulaşmıştır. Bu rakam 2009 krizi öncesine göre 27 milyon fazladır ve rakamın 2016’da 2,3 milyon, 2017’de ise 1,1 milyon artması beklenmektedir. Rakamı artıran yine yükselen ve gelişmekte olan ülkelerde iş arayan sayısındaki artıştır (ILO, 2016). TÜİK tarafından Türkiye’de 2016 yılı için %10,9 olarak açıklanan işsizlik oranı 2001 krizinden bu yana, yüksek büyüme oranlarının yaşandığı yıllarda dahi önemli oranda geriletilememiş ve %10 bandına oturmuştur. DİSK Şubat 2017 Raporu ile gerçek işsizlik oranını %20 (gerçek tanımlı işsiz sayısını 6 milyon 611 bin), genç işsizliğini (15-24 yaş arası) %22,6, genç kadın işsizliği oranını ise %28,6 olarak açıklamıştır (DİSK, 2017). Öte yandan yine ILO’ya göre 1,5 milyar insan (toplam istihdamın %46’sı) güvencesiz işlerde çalışmaktadır. Bu oran Güney Asya ve Sahra Altı Afrika ülkelerinde %70’lere ulaşmaktadır (ILO, 2016). Gelişmekte olan ülkelerde yaygın toplumsal kesimlerin/emekçilerin çalışma ve dolayısıyla yaşama koşullarındaki bu gerilemeler, üstelik işsizliğin bireysel bir sorun olarak algılatılması depresyonun da artışını açıklamaktadır. Öyle ya kurslara gitmek, KPSS türü sınavlardan yüksek notlar almak, torpil aramak, bütün bunlara rağmen herhangi bir işe girememek hep işsizin suçudur.
DSÖ depresyonun kadınlarda %5,1 ile erkeklerden (%3,6) daha fazla görüldüğünü, Afrika bölgesindeki kadınlar için ise %5,9’a çıktığını belirtmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ne yazık ki tüm dünyada farklı boyutlarda da olsa gözlenmektedir. Eğitimden sağlığa, istihdama katılımdan servet sahibi olmaya, ücretsiz ev içi emeğinden siyasal yaşamda etkili olmaya kadar her alanda kadınlar aleyhine işleyen bir sistem bulunmaktadır. Buna ilave olarak Türkiye’de her beş evin birinde tecavüz vakası yaşanması, kadın cinayetlerinin %1400 artması, her yıl 200 kadının töre cinayetine kurban gitmesi toplumsal cinsiyet sorununun boyutlarını ortaya sermek için yeterlidir. Öte yandan yoksulluğun artması, kadına ucuz işgücü olarak güvencesiz işlerin kapısını aralamakta, böylece ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı gibi ücretsiz işlerin yanına düşük ücretli ve güvencesiz bir çalışma yaşamı da eklenmektedir. ILO verilerine göre kadınların güvencesiz işlerde çalışma riski erkeklere göre %25-35 oranında daha fazladır (ILO, 2016). Ancak bu durumda bile kadınların hallerinden asla şikâyet etmemesi, her şeye sebat etmesi, evin direği rolünü oynaması beklenmektedir.
DSÖ çatışma yaşanan veya insani yardımların yapıldığı bölgelerde yaşayan her beş kişiden birinin depresyon hastası olduğunu belirtmektedir. Kapitalizmin derin yapısal krizlerinin kendi geleceği için ve kendine özgü yöntemlerle yarattığı çatışma ve savaşlar günümüzde de binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına, milyonlarca kişinin ise yerlerinden yurtlarından edilmesine neden olmaktadır. Bu tür derin duygusal şoklar ve belirsizlikler depresyon için yeterli bir nedeni oluşturmaktadır.
Depresyonun gençlerde ve ileri yaşlarda görülme olasılığının da daha yüksek olduğu belirtilmektedir. Şimdilerde depresyon 15-29 yaş arasındaki gençlerin ölüm nedenleri arasında ikinci sırada gelmektedir. Bu durumun yüksek genç işsizliği ile yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. İleri yaşlarda görülen depresyonun en temel nedeni ise giderek yalnızlaşma, güçsüzleşme ve bakıma muhtaç duruma gelme ile açıklanabilir. Kamusal bakım sistemlerinin yetersizliği bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen, birçok ülkede ruh sağlığı bozukluğu yaşayan insanlara yeterli destek sağlanamamaktadır. Gelişmiş ülkelerde bile depresyon hastalarının %50’si tedavi alamamaktadır. DSÖ’ne göre tedavi edilmeyen depresyon ve kaygı bozukluğunun dünya ekonomisine yıllık maliyeti bir trilyon dolardır. Oysa bu hastalıklar göreli olarak düşük maliyetlerle tedavi edilebilmektedirler (WHO, 2017:5-8).
DSÖ çözüm yolunu yine bireyselliği vurgulayan bir slogan ile göstermektedir. “Depresyon: Hadi Konuşalım”. Biz toplumsal sorunların bireysel çözümleri olamayacağından yola çıkarak bu sloganı, “hadi konuşalım, dertleşelim, fark edelim ve örgütlenelim” olarak okumayı tercih ediyoruz.
- Kaynağı belirtilmemiş olan bilgi ve veriler DSÖ’nün “World Health Day 2017” web sayfalarından elde edilmiştir.
(*) Doç.Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü.
Kaynaklar
– DİSK (2017). İşsizlik ve İstihdam Raporu. Şubat 2017.
– ILO (2016). World Employment Social Outlook Trends 2016.
– Sağlık Bakanlığı (2011). Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı (2011-2023),
– TÜİK (2016). İntihar İstatistikleri, 2015. Haber Bülteni. Sayı: 21516.
– WHO (2017). Depression and Other Common Mental Disorders: Global Health Estimates.