İstatistiklerle Çocuk-2014: Mızrak Çuvala Sığmamış – 3 Geleceğimizin Tehlikelerinin Farkında Olmak

Giriş Yerine…
Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi (ÇHS), çocukların yaşama, insana yakışır bir yaşam ölçününe erişim, eksiksiz biçimde gelişme, cinsel sömürüden korunma, zararlı etkilerden, sömürüden korunma gibi temel hakları olduğuna vurgu yaparak çocukların bu temel haklarının korunması ve sağlanmasında devleti temel sorumlu olarak belirlemiştir (Web-1). TÜİK’in “İstatistiklerle Çocuk-2014” adlı istatistiki derleme çalışmasındaki çocuk yaşta yap(tır)ılan evlilikler, çocuk annelik olgusu, çocukların çalış(tırıl)ması, çocuk yoksulluğu ve suça karış(tırıl)an/itilen çocuklarla ilgili verileri bu bağlamda değerlendirilmelidir. Verilere baktığımızda, çocuklarımızın önemli bir bölümünün temel haklarının korunması ve sağlanmasında devletin sorumluluğunu yerine getirdiğini söylemek pek olanaklı görünmemektedir. Basına ve medyaya yansıyan olaylara bakıldığında, çocuklarımız yerine, belirtilen konularda onlara zarar verenlerin devlet/hükümet tarafından korunduğu bile söylenebilir. Bu çalışma, TÜİK’in “İstatistiklerle Çocuk-2014” derlemesini ilgili olgular çerçevesinde incelemektedir.
Çocuk: Evli ve Anne
Ülkemizde, çocuk yaşta yap(tır)ılan evlilikler önemli bir sorundur, kanayan bir yaradır. Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı içerisinde çocuk yaşta yap(tır)ılan evlilikler, özellikle kız çocuklarının toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirerek yaşamsal olanaklarını ve seçeneklerini azaltmaktadır (Aydemir, 2011). Çocukluklarını yaşayamadan, genellikle kendilerinden yaşça büyük erkeklerle evlendirilen bu çocukların evlilikleri, sosyal bir sorun olduğu kadar, birçok sorunun ortaya çıkmasına yol açan süreçleri de içinde barındırmaktadır.
TÜİK verilerine göre, toplam (resmi) evlenme sayısı içerisinde 16-17 yaş grubundaki evli çocuk nüfus oranı son yıllarda düşme eğilimi göstermektedir (Tablo-1). Ancak çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısı ve oranı bu düşüşe karşın yüksektir.

Ülkemizde 2014 yılında resmi yolla yapılan evliliklerdeki her yüz gelinden yaklaşık altısı “çocuk gelin”dir. 2002-2014 yılları arasında “çocuk damat” sayısında sayısal ve oransal olarak düşüş eğilimi göze çarpmaktadır. Çocuk gelin sayısı 2007 yılına kadar sürekli artmış; bu yıldan sonra az da olsa düşme eğilimine girmiş görünmektedir(1). 2014 yılındaki resmi evliliklerde 1.670 “çocuk damat” ve bunun 21 kat daha fazlası “çocuk gelin” bulunmaktadır. Kız çocuklarının bir eşya olarak görülüp (Web-3) erken yaşta (zorla) evlendirilmesi süregitmektedir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan her bin resmi evliliğin yaklaşık 92’si, İç Anadolu Bölgesinde her yüz resmi evliliğin yedisinde “çocuk gelin” sorunu göze çarpmaktadır (TÜİK, 2015: 24). Resmi kayıtlara yansımayan, “imam nikahı(2)” kıydırılarak yap(tır)ılan çocuk yaştaki evlilikler de düşünüldüğünde durum resmi istatistiklere yansıyandan daha kötüdür. Önümüzdeki yıllarda eğitim sisteminde 4+4+4 şeklinde gerçekleştirilen dönüşüm sonucunda okuldan uzaklaş(tırıl)an ve uzaklaş(tırıl)acak kız çocuklarının “annelerinin dizinin dibinde” oturtulacağını beklemek iyimserlik olacaktır.
Çocuk gelinlerin birçoğu için “çocuk anne”lik durumu da söz konusudur. 2001- 2013 yılları arasında 15 yaşından küçük doğum yapan “çocuk anne” sayısı yaklaşık %90 oranında azalsa da önemli bir sorundur. Kız çocukları, “oyuncak bebek” ile oynamaları gereken bir yaşta kucaklarındaki bebeklerin bakım ve sorumluluklarını üstlenmektedirler. 15-17 yaş grubundaki çocuk annelerde 2001-2013 yılları arasında yaklaşık %60’lık bir azalma söz konusudur. Tablo-2’deki 2013 yılındaki verilere 18-19 yaş aralığında doğum yapanları eklediğimizde –bu yaş grubundakilerin toplam doğum yapanlar içerisinde %5,25’lik bir ağırlıkları bulunmaktadır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2014: 64)- çocuk gelin ve çocuk anne sorununun aslında gösterilenden daha ciddi olduğu görülecektir. 18-19 yaş aralığında anne olanların önemli bir kısmının çocuk gelin olduğu bilinmelidir.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre sağlık kuruluşlarında gerçekleşen doğumların tüm doğumlar içindeki oranı, Türkiye genelinde, 2002 yılında %75 iken 2013 yılında %98 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran, 2013 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Türkiye ortalamasına eşittir. Ancak Doğu Anadolu Bölgesinde yaklaşık %90 ile Türkiye ortalamasının altındadır (T.C Sağlık Bakanlığı, 2014: 61). Çocuk gelin sorunun en ciddi biçimde yaşandığı bu bölgelerde, “çocuk anne” sorunu resmi kaynaklara yansıyandan daha büyüktür.
Çalış(tırıl)an Çocuklar
Çocuk işçiliği ya da farklı bir deyişle “çocukların çalış(tırıl)ması”, insani gelişim açısından ciddi bir sorundur. Çocukların çalış(tırıl)ması, başta eğitim hakkı olmak üzere çocukların birçok temel hak ve özgürlüklerinin, istekleri dışında ellerinden alınmasına, fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal gelişimlerinin kesintiye uğramasına ve birçok açıdan zarar görmelerine yol açmaktadır. Tüm bunlar, çocukların çalıştırılmasının sınırlandırılmasına ve yasaklanmasına yönelik çok sayıda ulusal ve uluslararası düzenleme bulunmasına karşın ortaya çıkmaktadır.
Birçok temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı bir durum olmasına karşın, çocuklar ev işlerinde ve ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır. Çalış(tırıl)an çocuklar ülkemizde de önemli bir sorundur. TÜİK’in 1994 yılında 6-14 yaş grubunu kapsayan çalışan çocuklar anketi ile ortaya konan durumun ciddiyeti ve yol açtığı sorunlar bilinmesine karşın, çocukların çalış(tırıl)masının önüne geçecek gerçekçi politikalar üretil(e)mediği için sorun tüm acımasızlığıyla süregitmektedir.
Tablo-3’de 2006-2012 yılları arasında çalış(tırıl)an çocukların yaş grubu ve cinsiyete göre çeşitli değişkenlere göre dağılımları verilmektedir. 2012 yılı verilerine göre, Türkiye genelinde 6-17 yaştaki çocukların yaklaşık %5,9’u, kentsel bölgelerdekilerin yaklaşık %4’ü, kırsal bölgelerdekilerin ise yaklaşık %10’u gelir getirici bir işte çalış(tırıl)maktadır. Bu oranlar erkek çocukları için sırasıyla %7,9; %5,9 ve %11,9 iken kız çocuklarında sırasıyla %3,7; %2 ve %7,3’tür (TÜİK, 2013:1-2). 2006 verileri ile karşılaştırıldığında çalış(tırıl)an çocuk sayısındaki artış süregitmektedir.

2006-2012 yılları arasında, özellikle 6-14 yaş grubunda ekonomik işlerde çalışan kız çocuklarının sayısında %13,7’lik artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013:1). 4+4+4 sistemi ile birlikte örgün eğitim sisteminden ayrılmalar nedeniyle 13-14 yaş grubunda çalış(tırıl)acak çocuk sayısında artışın ortaya çıkma olasılığı da yüksektir. Gelir getirici bir işte çalış(tırıl) an çocukların %55,2’sini kırsal bölgedeki çocuklar oluşturmaktadır. Bu durumun temel nedeni kırsalda yoksulluğun daha yoğun yaşanmasıdır.
2012 yılı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık her iki çocuktan biri (%49,2) ev işlerinde çalış(tırıl)maktadır. Bu oran kentsel bölgelerde %54 iken kırsal bölgelerde yaklaşık %40’tır. Bu oranın kırsal bölgelerde görece düşük olmasının nedeni gelir getirici bir işte çalış(tırıl)an çocukların kırsalda daha yüksek olmasıdır. 2006-2012 yılları arasında her yaş grubunda ev işlerinde faaliyette bulunan çocuk sayısında artış gerçekleşmiştir. Türkiye genelinde 6-17 yaş grubu her yüz çocuktan 55’i bir şekilde çalıştırılmaktadır (TÜİK, 2013:4).
15-17 yaş grubundaki çocukların ise %57,3’ü ev işlerinde çalıştırılmaktadır. Bu yaş grubunda, ev işlerinde çalıştırılan kız çocuklarının oranı, Türkiye genelinde %72,9 iken kentsel bölgelerde %76,2’dir (TÜİK, 2013:3). Kentsel bölgelerde çocuklar ev işlerinde daha yoğun olarak çalıştırılmaktadır.
Tablo-4 çalış(tırıl)an çocukların eğitimdeki durumlarını göstermektedir. Türkiye’de 6-17 yaş grubundaki her bin çocuktan 85’i okula devam etmemektedir. Bu oran 15-17 yaş grubunda %25,3’tür. 15-17 yaş grubundaki kız çocuklarının %25,7’si okula devam etmez iken erkeklerde bu oran %25’tir. 6-17 yaş arasında okula gitmeyen erkek çocuklarının %65,1’i; kız çocuklarının ise %80,8’i çalışmaktadır.

Okula gitmeyen çalışan çocukların (6-17 yaş grubu) %47,1’i, 6-14 yaş grubunun %14,5’i, 15-17 yaş grubunun ise %50,3’ü ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır.
Türkiye genelinde okula giden 6-17 yaş arasındaki çocukların %3,2’si, kentsel bölgelerde %2’si, kırsal bölgelerde ise %5,6’si ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır. 6-14 yaş grubu için bu oranlar sırasıyla %2,2; ‰8,3 ve %4,8 iken 15-17 yaş grubunda sırasıyla %7,1; %6,4 ve %9’dur.
Okula giden 6-17 yaş grubu çocukların %50,2’si, 6-14 yaş grubu çocukların %46,8’i, 15-17 yaş grubu çocukların ise %63,2’si (çocuk ve yaşlı bakımı, temizlik, yemek gibi) ev işlerinde çalış(tırıl)maktadır. Kentsel bölgelerde okula giden ve ev işlerinde çalış(tırıl)an çocukların oranı her yaş grubunda kırsal bölgeye göre daha yüksektir. Aynı şekilde okula giden kız çocukları, her yaş grubunda okula giden erkek çocuklarına göre ev işlerinde daha yoğun bir şekilde çalıştırılmaktadır. Kentsel bölgelerde yaşayan ve okula giden kız çocukları kırsal bölgelerdeki yaşıtlarına göre daha fazla ev işlerinde çalıştırılmaktadır. Kentte okula giden çocuklar arasında ev işlerinde faaliyette bulunanların sayısı artmaktadır.
Tablo-5 çalışan çocukların ekonomik faaliyet kollarını ve işteki durumlarını göstermektedir. Çalışan çocukların çoğu güvencesiz çalışmanın en yaygın olduğu tarım sektöründe (%44,6) çalış(tırıl)maktadır.

2006-2012 döneminde tarım sektöründe çalış(tırıl)an çocuk sayısında %22,4’lük bir artış gerçekleşirken bu sektörde çalışan erkek çocuk sayısı %37,2 artmıştır. Tarım sektöründe çalış(tırıl)an çocukların %59,1’ini erkekler oluşturmaktadır. Bu sektörde çalış(tırıl)anların çocukların önemli bir kısmı ücretsiz aile işçisidir. Türkiye genelinde ekonomik faaliyette bulunan çocuklar içerisinde ücretsiz aile işçiliğinin oranı %46.4’tür. Bu oran, erkeklerde %40,8 iken kız çocuklarında %57,9’dur. Ücretli olarak çalış(tırıl)an erkek çocuklarının oranı %57,4 iken kız çocuklarında bu oran %41,7’dir.
2012 yılının 2006 yılı ile karşılaştırmasında, kırsalda, her yaş grubunda (15-17 yaş grubu kız çocukları dışında) ücretsiz aile işçiliğinde sayısal ve oransal artış söz konusudur. Bu dönemde, ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılan çocuklarda %26,2’lik bir artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013:8). 2006-2012 döneminde sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışan çocuk sayısında rakamsal ve oransal düşüş söz konusudur. Ancak 15-17 yaş grubunda hizmet sektöründe çalışanlarda %9,2’lik bir artış ortaya çıkmıştır. Bu yaş grubunda hizmet sektöründe çalış(tırıl)an kız çocuğu sayısında ise %40,5’lik bir artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013:7).
Hangi sektörde çalıştırılırlarsa çalıştırılsınlar, çocukların çoğunluğu (%82,9) aileye ekonomik katkı amacıyla çalıştırılmaktadır. TÜİK (2015: 101) verilerinde, aile gelirine katkı (%41,4), ailenin ekonomik faaliyetine yardımcı olmak (%28,7), kendi gereksinimlerini karşılamak (%6,8) ve aile isteği (%6) gibi ayrı sınıflandırılan çalışma nedenlerinin hepsinin özünde ekonomik kökler bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle gelir dağılımı, yoksulluk sorunudur. Yoksulluk, kırda kente göre daha yoğun yaşanmaktadır. Kırda aileye ekonomik katkı amaçlarıyla çalış(tırıl)anların oranları yaklaşık %92,1’dir. TÜİK, verileri farklı gruplandırma ile “Mızrağı çuvala sığdırmak” için çabalamış görünmektedir.
Çocuk ve Yoksulluk
Yoksulluk, çocukların yaşama, büyüme ve gelişme için gereksinim duydukları özdeksel, zihinsel ve duygusal kaynaklardan yoksun biçimde yaşamasına, haklarından yeterince yararlanamamasına, gelişmesi olanaklı yetilerini ve yeteneklerini geliştirememesine ve toplumsal yaşama tam ve eşit üyeler olarak katılamamasına (UNICEF, 2005: 18) yol açmaktadır. Çocuklukta yaşanan yoksulluğun etkileri çocukluktan başlayarak yaşam boyu sürmekte ve kendi çocuklarını da etkilemektedir. Doğumda yaşam beklentisinin düşüklüğü, sağlıksız çevre, yetersiz beslenme, alkol ve sigara kullanımı, sosyal güvence eksikliği, sağlık hizmetlerini tam kullanamama, sınırlı eğitim, çocuk yaşta çalış(tırıl)ma, dışlanmışlık, güçsüzlük, suça itilme gibi olumsuzluklar (Dedeoğlu, 2004: 52; Hamzaoğlu, 2004: 54-7; Ceylan, 2006) çocuk yaşlarda deneyimlenen yoksulluğun yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde istatistiki verilere yansıyan ve yansımayan boyutları ile yoksulluk önemli bir sorundur. 2013 yılı verilerine göre, geçimine etki edecek düzeyde yardım alan hanelerin oranı %20,7’dir. Geçimine etki edecek düzeyde yardım alan ve hanesinde 0-17 yaşta en az bir üyesi bulunan hane oranı ise %12,6 olarak verilmiştir. Türkiye’de çocuk nüfusun yaklaşık %32,5’i yoksuldur. Kız çocuklarının yoksulluk oranı %33,1 ile erkek çocuklarınkinden (%32) daha yüksektir. Kız çocukların eğitimlerini sürdür(e)meme ve erken evlen(diril)me sorunlarının önemli temel nedenlerinin başında yoksulluk gelmektedir.
Yoksul çocukların yoksul fertler içindeki oranı ise %44,3’tür. Bu oran, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde %55,8 iken Doğu Anadolu Bölgesinde yaklaşık %51,4; kentsel bölgelerde %44,8 iken kırsalda %47,5’tir (TÜİK, 2015:102-103). Yoksul çocukların nitelikli bakım hizmetlerine erişimleri ve okul öncesi eğitime katılma şansları düşük düzeydedir.
Çocuk yoksulluğunda 2007-2013 yılları arasında sayısal bir artış gerçekleştiği ve oransal olarak da yüzde otuzlar seviyesinde seyrettiği görülmektedir (TÜİK, 2015:102-103). TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2014 yılı sonuçlarına göre Gini katsayısı bir önceki yıla göre 0,009 puan düşüş ile 0,391 olarak tahmin edilmiştir. Bu durum, gelir dağılımında bir önceki yıla göre iyileşme anlamı taşımaktadır (Web-2). Madalyonun öteki tarafına bakıldığında ise farklı bir manzara ile karşılaşılmaktadır. OECD raporunda yer alan verilere göre Türkiye, Gini katsayısı bakımından OECD içinde yer alan toplam 34 ülke arasında 32. sırada yer almaktadır (OECD, 2014). TÜİK, kentsel ve kırsal bölgeler için ayrı ayrı yoksulluk sınırları belirleyerek yoksul çocuk sayısını vermektedir. Bu durum, bölgesel düzeydeki toplam yoksul sayısının Türkiye genelindeki yoksul sayısında daha az çıkmasına yol açmaktadır. İBBS 1. Düzey’de yoksul çocuk toplamı 5.675.000 olarak bulunurken Türkiye’deki yoksul çocuk sayısı 7.393.000 olarak verilmiştir (TÜİK, 2015:103).
Çocuk, Şiddet ve Suç
Toplumun en incinebilir kesimi olan çocukları suç ile birlikte anmak, sorunun hem büyüklüğünü hem de çok boyutluluğunu göstermektedir. Çocuk suçluluğu, çocuğa etki eden, onu biçimlendirip kendine göre bir şekil veren toplumsal yapının (Fişek vd., 2008:XXII) bir yansıması olarak “suç”un ne ölçüde tabana yayıldığının, kuşaktan kuşağa geçtiğinin önemli bir göstergesidir. Suçun tabana yayılması, “Bizi nasıl bir gelecek beklemektedir?” sorusunun da yanıtıdır aynı zamanda… Suçlu çocuk yoktur, bir şekilde “suça sürüklenen çocuk” vardır. Suça sürüklenen çocuk ise çocuğun yoldan çıkarıldığını ve toplumun bu durumu önleyecek ekonomik ve sosyal politikaları oluştur(a)madığını bize anlatmaktadır.
Tablo-6 ve Tablo-7 ülkemizde, çocuk ve suç arasındaki ilişkinin farklı yönlerini göstermektedir. Türkiye’de “suça sürüklenme” nedeniyle 2009-2013 yılları arasında “suça sürüklenen(3)” çocuk sayısı %68,9 artmıştır. Suça sürüklenen kız çocuklarındaki artış %81,9 ile suça sürüklenen erkeklere (%67,4) göre daha fazladır. Mağdur çocuklardaki artış daha dramatiktir. Aynı dönemde mağdur çocuk(4) sayısı %197,4 oranında artarken mağdur kız çocuklarındaki artış %206 olarak gerçekleşmiştir. Özpolat ve Solak (2011:51) mağdur çocuk sayısını 2009 yılı için 288.457, 2010 yılı için ise 328.385 olarak bulgulamışlardır. Bu rakamlar, TÜİK’in aynı yıllar için verdiği rakamların sırasıyla yaklaşık 4.7 ve 4.3 katıdır. Yazarlar, 2008-2010 yılları arasında çocuk mağduriyet oranında %34,6’lık bir artış hesaplamışlardır. Çocuklarımız giderek suçun daha çok öznesi ve suçtan daha çok zarar göreni olmaktadır.

2013 yılında suça karış(tırıl)an çocukların %70’ini 15-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturmaktadır. Bu yaş grubunda suça karış(tırıl)an çocukların %89,6’sı erkektir. Aynı yıl suça karış(tırıl)an çocukların yaklaşık %36,9’u yaralama, %28,6’sı hırsızlık, %9’u uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak ve satın almak suçlarına karış(tırıl)mışlardır (TÜİK, 2014: 11). Bu suçlara karış(tırıl)anların çoğunluğu erkek ve 15-17 yaş grubundadır. Suça karış(tırıl)an çocukların %85,2’si adli birimlere sevk edilmiştir. Suça karış(tırıl)an çocukların yaklaşık %13,6’sı ailesine teslim edilmiştir. Mağdur çocukların ise %87,8’i ailesine teslim edilirken %4,8’i sağlık, eğitim ya da sosyal kurumlardan birine teslim edilmiştir (TÜİK, 2014: 10). Anayasamızın 41. maddesi, “devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır” demesine karşın, evde, okullarda, bakım yerlerinde, çocuk evlerinde, yetiştirme yurtlarında ve cemaat evlerinde çocuklara karşı cinsel istismar ve şiddet uygulayanlar, çocuklardan çok daha fazla devlet/hükümet tarafından koruma altına alınmaktadır. Suça sürüklenerek ceza alan ve ceza infaz kurumuna giren çocuk hükümlü sayısı da artmıştır. Bu artışı daha acıklı yapan ise çocuk hükümlü oranının toplam hükümlü içindeki oranının sürekli artmasıdır. 2009 yılında çocuk hükümlülerin toplam hükümlüler içindeki oranı %1,5 iken, bu oran, sürekli artarak 2013 yılında %3,8’e ulaşmıştır. 2009-2013 yılları arasında çocuk hükümlü sayısı ise yaklaşık 5.7 kat artmıştır (Tablo-7). Tüm bu olumsuzluklara sorunlu çocuk adalet sistemini de eklemek gerekmektedir.
Sonuç Yerine…
TÜİK’in “İstatistiklerle Çocuk-2014” adlı istatistiki derlemesi, veri sunumunda çocuğu “bir birey olarak görmemek” başta olmak üzere, eksiklikler taşımakta; çocukların özel sorun alanlarını doğrudan kapsayacak veri seti sunmamaktadır. Buna karşın, ülkemizde “çocuk gelin”, “çocuk damat”, “çocuk anne”, “çocuk yaşta çalıştırılma”, “çocuk yoksulluğu” “çocuk yaşta suça sürüklenme” ve sosyal politika biliminin sorun edindiği birçok sorunun ciddi düzeylerde yaşandığını göstermektedir bizlere… Bu durum, çocuklarımızın esenlikler içinde yaşamadığını, çeşitli ölçütlere göre önemli eşitsizliklerin öznesi olduklarını da göstermektedir. Çocuklarımızın çocukluk döneminden başlayarak tüm yaşamları olumsuz bir biçimde etkilenmekte; gelecekleri ve geleceğimiz tehlikeye düşmektedir.
Türkiye, ÇHS’yi (bazı maddelerine çekince koyarak) 27 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe soktu. Ancak ülkemizde çocuk olgusunun ÇHS’nin istediği bütünsellikte ele alındığını söylemek olanaklı değildir. Uluslararası ve ulusal yükümlülükler, belirsiz bir çocuk politikası izlenerek yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Çocukları temel hak ve özgürlüklerini oluşturmayı ve geliştirmeyi hedefleyen sosyal politika uygulamaları yetersiz, eşgüdümsüz ve dağınıktır. Sosyal politika alanında egemen olan düşünce biçimi, devlet-yurttaş ilişkisinden daha çok hayır/sadaka işini temel almaktadır. Sosyal devletten daha çok dinsel içerikli, “sadaka (veren) devlet” düşüncesi egemen kılınmak istenmekte; uygulama ve politikalar buna göre şekillendirilmektedir. Çocuğun “birey” olarak görülmediği ve algılanmadığı bir toplumsal ve yönetsel yapıda çocuk hakları kültürünü toplumda yerleşik kılmak da zor olmaktadır. Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi (ÇHS) başta olmak üzere, insan ve çocuk haklarıyla ilgili birçok uluslararası sözleşmenin tarafı olarak çocukların temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi noktasında önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Sorumlulukların yerine getirilmesi noktasında, toplumsal ve yönetsel yapılarda çocuk hakları kültürünün oluşturulması ilk yapılması gerekenler arasındadır. Devlet ve hükümet görevliler başta olmak üzere, çocuğa birey olarak yaklaşılmasını sağlayacak duyarlılıkların geliştirilmesi için hükümetler, bağımsız sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kuruluşların girişimlerini desteklemeli ve bu alandaki girişimlerin artmasını sağlayacak güçlü, işlevsel ve sorunlara odaklanmış politikalar geliştirme noktasında esnekliğe kavuş(turul)malıdır. Bu yolla, hem kurumların sorumlulukları geliştirilebilir hem de çocuk hakları politikası geliştirilmesinde ve uygulanmasında süreklilik sağlanabilir. Çocukların içinde bulundukları ve gelecekte karşılaşabileceği tehlikeleri tespit ederek bu alandaki bilgi eksikliklerini giderecek, çocukların temel haklarının korunması ve geliştirilmesi noktasında yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde üretilecek politikalara çağdaş anlamda ve gerçekten katkı sunabilecek (STK’lar, üniversiteler gibi) paydaşların ilgili süreçlere etkin katılımını sağlayacak her türlü düzenleme en kısa sürede gerçekleştirilmelidir.
Dipnotlar
(1) 2002 yılında evlenen erkek çocuk sayısı 2.592 iken evlenen kız çocuk sayısı 37.263’tür. Aynı yıl yapılan evlilikler içerisinde çocuk damat oranı %0,5 iken çocuk gelin oranı %7,3 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam ve oranlar 2007 yılı için sırasıyla 2.279, 50.723, %0,4 ve %7,9; 2013 yılı için sırasıyla 1.866, 37,481, %0,3 ve %6,2 olarak gerçekleşmiştir (TÜİK, 2015a:23).
(2) Geçmiş yıllarda “dini nikah” olarak da adlandırılan imam nikahının gerçekleştirilebilmesi için “resmi nikah”ın yapılması zorunluydu. Resmi görevli din adamlarının önemli bir bölümü “resmi evlenme belgesi”ni görmeden dini nikahı kıymaktan çekinmekteydi. Kıyanlar, şikayet durumunda ceza alabiliyorlardı. Günümüzde ise “imam nikahı” kıydırmak için resmi din görevlisine pek gereksinim duyulmamaktadır.
(3) Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu, ifade eder.
(4) “Mağdur”, bireysel veya toplu olarak, fiziksel veya zihinsel, duygusal zarar, ekonomik kayıp veya temel hakların önemli derecede çiğnenmesini içeren zarardan etkilenen kişiyi ifade eder; suçun sonuçlarını doğrudan doğruya üzerinde hisseden kişidir. Mağdur çocuk, “kanunun suç olarak nitelediği olaylarda fiziksel, sosyal, ekonomik, cinsel, psikolojik vd. yönlerden zarara uğrayan çocuk”tur. Çocuklar şiddet, yaralama, cinsel istismar, kötü muamele ve dilendirme başta olmak üzere birçok suç teşkil eden olayda mağduriyet yaşamaktadırlar. Türk Ceza Kanunu’nda, çocukların mağdur olarak yer alabileceği iki yüzden fazla suç türü tarif edilmiştir.

Kaynakça
Aydemir, Elvan ( 2011) “Evlilik mi Evcilik mi? Erken ve Zorla Evlilikler: Çocuk Gelinler”, USAK Sosyal Araştırmalar Merkezi, http://www.usak.org. tr/images_upload/files/11-08%20evlilik%20mi%20 evcilik%20mi.pdf
Ceylan, Cesur (2006) “Yoksulluğun Çocuk Suçluluğuna Etkisi”, http://www.rehabilitasyon.com/action/ makale/1/YOKSULLUGUN_COCUK_SUCLULUGUNA_ETKISI-1615
Dedeoğlu, Necati (2004) “Sağlık ve Yoksulluk”, Toplum ve Hekim, Cilt:19, Sayı:1 (51-3)
Fişek, A. Gürhan, Can U. Ciner ve Taner Akpınar (2008), “Çocuk Suçluluğu’nda Öncü Çalışmalar ve İki Doktora Tezi (Dr. Hicri Fişek ve Dr. Naci Şensoy)”, AÜHFD, Cilt:57, Sayı:2 (XVII-XXIX)
Hamzaoğlu, Onur (2004) “Yoksulların Sağlığı: Ne Durumda, Etken Ne, Sorun Nasıl Çözülür?”, Toplum ve Hekim, Cilt:19, Sayı:1 (54-7)
OECD, (2014) “Income Inequality Update Rising İnequality: Youth And Poor Fall Further Behind”, http://www.oecd.org/social/OECD2014-Income-Inequality-Update.pdf
Özpolat, Vahap ve Adem Solak (2011), Türkiye’nin Çocuk Mağduriyeti Haritası, Hegem Yayınları: Ankara
T.C Sağlık Bakanlığı, (2014) Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2013, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü: Ankara
TÜİK, (2013) Çalışan Çocuklar-2012, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2014) Güvenlik Birimine Gelen Veya Getirilen Çocuklar 2013, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2015) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK: Ankara
UNICEF (2005). The State of the World’s Children 2005: Childhood Under Threat, Unicef: New York
Web 1: http://www.unicef.org/turkey/crc/_ cr23a.html
Web 2: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=18633
Web 3: STK Raporu: Türkiye’de Çocuk Haklarının Durumu 2001-201, http://www.cocukhaklariizleme.org/ wp-content/uploads/NGO-Report-TR.pdf

* Yrd. Doç. Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , , , ,

Arşivler