Çocuk ve Sağlık
Çocukların sağlık durumları nasıl değerlendirilmeli? Çocuklarımızın sağlıklı olup olmadıkları, “hasta ya da sakat olmama durumu” şeklinde mi, yoksa – bunlara ek olarak “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam iyi olma durumu”nu da içeren Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO, 2006) “sağlık” tanımı üzerinden mi değerlendirilmeli? Resmi verilerde ve değerlendirmelerde, “hasta ya da sakat olmama durumu”nun sağlıklı birey ve toplum için gerekli temel değişken olarak kullanıldığı dikkati çekmektedir. TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk-2014 yayınında 30 sayfalık “Çocuk ve Sağlık” bölümü incelendiğinde bu anlayış daha da belirginleşmektedir (1). Bu yayındaki (ve diğer yayınlardaki) göstergeler bile toplumun (halkın) sağlık durumunu, genelde topluma özelde ise çocuklara yönelik sağlık hizmetlerinin hedeflerinin ne olması gerektiğine yönelik önemli bilgiler sunmaktadır.
Ülkemizde bebek ve çocuk ölüm hızı, birçok ölçüte göre düşme eğilimindedir. Ancak AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında ise yüksektir. 2013 verilerine göre her bin canlı doğan bebekten 7,8’i ölmektedir. Bu oran Güneydoğu Anadolu (TRC) 11,9, Ortadoğu Anadolu (TRB) ve Kuzeydoğu Anadolu (TRA) bölgelerinde 11’dir. Bu bölgelerdeki perinatal, neonatal ve postneonatal ölüm hızları da Türkiye ortalamasının üzerindedir (Sağlık Bakanlığı, 2014:18-20). Kilis (‰25,1), Batman (‰17,2), Gaziantep (‰17,2), Van ((‰17,1) ve Ağrı ((‰16,8) bebek ölümlerinin en yoğun olduğu illerdir (TÜİK, 2015a:60).
Beş yaş altındaki çocuklar açısından durum daha da acıklıdır. Bu yaş grubunda, her bin canlı doğumdaki ölüm hızı 10,3’tür. Güneydoğu Anadolu (‰16,0), Ortadoğu Anadolu (‰15.4) ve Kuzeydoğu Anadolu (‰14,8) ilk üç bölge içerisindedir (2) (Sağlık Bakanlığı, 2014:21). Bu yaş grubunda ölenlerin toplam çocuk ölümleri içindeki oranı %76,5’tir. Bu oran 0 yaş grubu için %61,9 iken 1-4 yaş grubu için ise %14,6’dır (TÜİK, 2015a:64).
Toplam ölümler içerisinde çocuk ölüm oranlarının en yüksek olduğu bölgeler Güneydoğu Anadolu (%20) ve Doğu Anadolu (%13,2) bölgeleridir. Türkiye genelinde bu oran %6’dır. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Bu bölgelerdeki çocuk ölüm hızlarının bu kadar yüksek olmasının nedeni sağlık hizmetlerinin herkese sunulmasına karşın herkes tarafından alın(a)madığının bir göstergesi midir?
Çocukların beslenme durumları önemli bir sağlık göstergesidir. Bu durumu 3 yaş altı çocukların emzirilme durumlarında net olarak görebilmekteyiz. 2013 verilerine göre, bebeklerin “sadece anne sütü” ile beslenme süresi üç aydan daha azdır (HÜNEE, 2014:160). Beslenme durumu küçük çocukların hastalık ve ölüm durumunu etkilemektedir (HÜNEE, 2014:157). Yetersiz ve dengesiz beslenme, çocuklarda büyüme ve gelişme gerilikleri ile ölümlere neden olabilmektedir.
DSÖ’nün ölçütleri temel alınarak yapılan araştırma sonuçları, beş yaşın altındaki her 10 çocuktan birinin bodur (yaşına göre kısa), bu çocukların da üçte birinden fazlasının ise ciddi şekilde bodur olduğunu göstermektedir (HÜNEE, 2014:168). Aynı araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de yetersiz beslenme daha düşük sosyo-ekonomik statüdeki nüfusun bir sorunu iken, fazla kiloluluk/şişmanlık daha yüksek sosyo-ekonomik statüdeki nüfusun bir problemi olarak öne çıkmaktadır.
7-8 yaş çocukların vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve beden kitle indeksi Z-skorlarına göre 2013 yılında inceleyen bir başka çalışmada, çocukların belirtilen ölçütlere göre sırasıyla %90,2; %95,3 ve %75,5’i normal ölçülerde olduğu değerlendirilmiştir (Sağlık Bakanlığı, 2014:45).
2011 yılı verilerine göre, Türkiye’de üç yaş ve üzeri nüfusunun %6,9’unun en az bir engeli bulunmaktadır (3). En az bir engeli olanların %8,7’si ise üç yaş ve üzeri çocuklardan oluşmaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 3 yaş ve üzeri engelli nüfus içerisinde çocukların oranı %13,7’dir. Bu oran Kuzeydoğu Anadolu’da %10,9 ve Ortadoğu Anadolu’da %9,6’dır; İstanbul ilinde ise %10’dur (TÜİK, 2013:90). Bu illerde engelli çocuk oranının yüksek olmasının nedeni, yakın akraba evliliği ve “çocuk anneliğin daha sık olarak görülmesinden mi yoksa sağlık hizmetlerinin herkes tarafından alın(a)madığından mı kaynaklanmaktadır?
Çocuğunu sevmeyen, onu koruyup kollamayan çok az aile vardır. Ancak koruyup kollama, çocukları güvenlik içinde tutma gereksinimi genellikle olması gerektiği gibi karşılan(a)mamaktadır. Çocukların binek arabalarında seyahat ederken alınması gereken güvenlik önlemleri bu noktada en iyi örnekleri oluşturur. 2013 yılı verilerine göre 0-5 yaş arası çocukların %48,5’i arka koltukta anne ya da bir büyüğün kucağında seyahat ederken, %17,3’ü olması gerektiği gibi arka koltukta kendisine ait özel oto koltuğunda, emniyet kemeri takılı olarak yolculuk yaptırılmaktadır. 6-10 yaş grubundaki çocuklarda bu oranlar sırasıyla %35,3 ve %7,3’tür. Bu grupta, arka koltukta yalnız ve emniyet kemeri takılı olarak yolculuk yaptırılanların oranı ise %20,7’dir (Sağlık Bakanlığı, 2014:51). Bu verilerin anlamı, trafik kazalarında ölen ve yaralanan çocuk verileri ile karşılaştırdığımızda ortaya çıkmaktadır.
1995-2012 yılları arasında trafik kazalarında ölenlerin sayısında yaklaşık %58’lik bir azalma göze çarparken yaralı sayısında ise yaklaşık iki katı bir artış gerçekleşmiştir (5). 1995 yılında trafik kazalarında ölenlerin %24,6’sı, yaralananların ise %23,4’ü çocuktur. Bu yılda kazalarda ölen çocukların %70,6’sı, yaralananların ise %57,7’si 0-9 yaş grubundaki çocuklardır. 2013 yılında trafik kazalarında ölenlerin %11,2’si, yaralananların ise %17,6’sı çocuktur (TÜİK, 2015a:66). Trafik kazalarında ölen ve yaralanan 15-17 yaş grubu çocuklarda oransal olarak sürekli bir artış gözlenmektedir. Bunun temel nedenlerinden birisi, özellikle erkek çocukların trafik kazalarına sürücü olarak karışmalarıdır. 2013 yılında trafik kazalarında ölen 15-17 yaş grubu erkek çocukların %47,5’i araç sürücüsüdür (TÜİK, 2015a:67). 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre sürücü belgesi olmayanların motorlu araç kullanmaması gerekmektedir. Yine aynı kanuna göre 19 yaşından gün almayanlar, bir diğer ifade ile çocuklar sürücü belgesi alamazlar ve motorlu araç kullanamazlar. Bu yasal düzenlemenin varlığına karşın, kaza yapsın ya da yapmasın çocukların sürücü koltuğuna otur(tul) ması mutlaka sorgulanmalıdır.
İntihar olaylarının toplumun sağlık göstergeleri arasında önemli bir yeri vardır. İntihar, “kişinin amacının bilincinde ve değişik derecelerde ölümcül amaçlı olarak kendine zarar verme” (WHO, 2000) eylemi olarak tanımlanmaktadır. Yaşamı kendi isteği ile sonlandırmayı amaç edinen her türlü eylem intihar olarak değerlendirilmektedir. Durkheim, intiharı toplumsal bir olgu olarak ele almıştır. Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerin intihar eğilimine etki etmektedir. Başta sosyo-demografik risk etmenleri olmak üzere, sosyo-ekonomik düzey, işsizlik ve göç gibi birçok toplumsal etmen (Ekici vd., 2001) intihar eğilimine etki etmektedir. İntihar olaylarındaki artışlar “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden” sağlıklı bir toplum yapısının olmadığının bir göstergesidir. İntihar olaylarında, 2002-2013 yılları arasında, %38,6’lık bir artış gerçekleşmiştir. Ekonomik kriz dönemlerinde, işsizliğin arttığı dönemlerde intihar olaylarında artmaktadır. Bu dönemde intihar eden erkeklerin oranı %66,6 artmıştır. Buna karşılık kadın intiharları yaklaşık %5’lik bir oranda düşmüştür. İntihar eden çocukların toplam içindeki oranı aynı dönemde %9,0 – %12,5 aralığındadır. Erkek intiharları içerisinde çocukların oranı aynı dönemde %6,1 -%7,5 arasında seyretmiştir. İntihar eden kadınların ise %14,1 – %23’lik bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır(6) (TÜİK, 2015a:68). 2013 yılında çocuk intiharlarının toplam içindeki oranı Doğu Anadolu (%20,1), Güneydoğu Anadolu (%18,5), Akdeniz (%10,1) bölgelerinde Türkiye ortalamasının (%9,5) üzerindedir. Bu bölgelerde kız çocuklarının kadın intiharları içindeki oranları sırasıyla %30,1; %25,9; %21,3 ve %18,2’dir. Kız çocuklarının intihar etme nedenleri arasında “çocuk gelin sorunu”nun ve ataerkil şiddet ve baskıların ön sıralarda yer alıp almadığı sorgulanmalıdır.
Çocuk ve Eğitim
Günümüz eğitim anlayışında nitelik ağırlık kazanmıştır. Ülkelerin olabildiğince yüksek nitelikli ve yaratıcı insan gücünü yetiştirmeleri günümüz ve gelecek için önemlidir. Ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı çocuklar yetiştirmek, onların gelişim özelliklerini ve bu özellikler doğrultusunda gereksinimlerinin neler olduğunu bilmeye bağlıdır (Yücel ve Demiral, 1989:6970). Türkiye’de eğitim politikalarının bu gereksinimler doğrultusunda şekillendirildiğini söylemek olanaklı değildir. Bu sorun ve bu sorunun varlığı nedeniyle eğitim alanında ortaya çıkan diğer sorunlar, doğrudan siyasi inanç ve tercihlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de çözümü siyasal ve (istenirse) kısmen de kolay olan sorunlardır.
Bütün çocuklar nitelikli/kaliteli eğitime erişebilmelidir. Çocukların eğitim hakkına temel erişim göstergelerinden ilki okullaşma oranlarıdır. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretim seviyelerindeki “brüt” ve “net” okullaşma oranları ve eğitim seviyesine göre cinsiyet oranı eğitimin niceliksel boyutunu, bir diğer ifadeyle “okula gidiyor olma” durumunu gösterir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, derslik başına düşen öğrenci sayısı gibi göstergeler de eğitimin niceliksel boyutlarını göstermektedir. Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı istatistiki verilerin tümünde (MEB, 2015), bölgelerarası eşitsizliklerin sürdüğü, yeterli olmasa da (kağıt üstünde) olumlu gelişmelerin olduğu görülmektedir.
2013-14 eğitim ve öğretim yılı için ilkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretimde brüt okullaşma oranları sırasıyla %111,94, %108,80, %103,26, %81,70, net okullaşma oranları ise ilkokulda %99,57, ortaokulda %94,52, ortaöğretimde %76,65 ve yükseköğretimde %39.89 olarak gerçekleşmiştir. İlkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretimde cinsiyet oranları 2013-14 eğitim ve öğretim yılı için sırasıyla %100,82, %103,69, %94,59, %89,24’tür (TÜİK, 2014a:10; MEB, 2015:1). Verilerden anlaşılacağı üzere kız çocuklarının eğitim hakkına erişimi noktasında var olan eşitsizlikler süregitmektedir. Kimi illerde ve bölgelerde bu eşitsizlik, özellikle ortaöğretim seviyesinde çok daha şiddetlidir.
4+4+4 sistemine geçişin gerçekleştiği 2013-2014 eğitim-öğretim yılı ile birlikte 9. sınıftan itibaren özellikle kız öğrencilerin açık lisede eğitimlerini sürdürmelerinin önü açılmıştır. Bu durum, net okullaşma oranlarında kendini göstermektedir. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında, ortaokul düzeyinde kızlarda net okullaşma oranı %92,98 iken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim (lise) düzeyinde kızlarda net okullaşma oranı %79,26 olmuştur. Eğitimi piyasanın işleyişine bırakmak 4+4+4 sisteminin en önemli hedeflerindendir. Bu yolla eğitim piyasanın işleyişi içerisinde para ile alınan ve satılan bir meta durumuna getiriliyor. Ayrıca kız çocuklarının eve kapatılması da siyasi iktidarın temel hedefi olarak gerçekleşiyor. Kız çocuklarının eve kapatılması, onların yalnızca dört duvar içerisinde tutulması olanağını tanımıyor, aynı zamanda “çocuk gelin” olmalarının da önünü açıyor.
Son yıllarda, tüm eğitim düzeylerinde, öğretmen başına düşen öğrenci sayısında ve derslik başına düşen öğrenci sayısında olumlu sayılabilecek gelişmeler olmuştur. Tüm olumlu niceliksel gelişmelere karşın eğitimin niteliği açısından olumlu gelişmelerin olduğunu söylemek pek olanaklı görünmemektedir. TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması-2014’e göre, ilkokul mezunları bireylerin %54,7’si, ilköğretim ya da ortaokul mezunlarının %57,1’i, lise ya da dengi okul mezunlarının ise %62,8’i aldıkları eğitimden, bir diğer ifade ile aldıkları eğitimin niteliğinden memnundur (TÜİK, 2015b:32). Aynı araştırma sonuçları, 2014 yılı için devlet okullarında eğitim araçlarının niteliği/ sayısını (%32,4), sınıflardaki öğrenci sayısını (28,7), okuldaki eğitimin kalitesini (%28,6) başlıca eğitim sorunları olarak düşünüldüğünü göstermektedir (TÜİK, 2015b:33).
Milli Eğitim istatistiklerinden, anne babaların, ilköğretim 4. sınıftan başlayarak çocuklarına tüm örgün eğitim boyunca ya ders programlarını tamamlayan kurslara gönderdiği ya da YGSLYS, TEOG vb. giriş sınavlarına hazırlık amacıyla ders aldırdığı anlaşılmaktadır (TÜİK, 2015a:77-8). Bu bağlamdaki en son nokta, her eğitim düzeyindeki KPSS kurslarıdır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 1.220.435 çocuk özel dershanelere, 371.706 kişi de çeşitli özel kurslara kayıt yaptırmıştır (TÜİK; 2014b:4). Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, okula gitmek, tek başına bütün çocukların hakkı olan kaliteli/nitelikli eğitime erişimi güvence altına al(a)mamaktadır.
Engelli (sakat) çocukların özel gereksinimleri bulunmaktadır. Bunların bireysel gelişimlerini ve toplumla bütünleşmelerini sağlamak, (engellilik) durumlarına uygun özel eğitimle mümkündür. 2014 yılı verilerine göre, yaklaşık 23 milyon olan çocuk nüfusun 20 milyonunu üç yaş ve üzeri olduğunu, bununda yaklaşık 1,7 milyonunun en az bir engeli bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer ifadeyle, 1,7 milyon çocuğa engellilik durumlarına uygun özel eğitim verilmesi gerekmektedir
Eğitim sistemimizdeki sıkıntılı alanlardan biri de, özel eğitime gereksinimi olan engelli çocukların eğitil(e)memesinde görülmektedir. Özel eğitim kurumları ile ilgili okul, öğrenci, öğretmen ve derslik sayısı gibi nicel veriler durumu net olarak gösteremez. Ulusal Özürlüler Veri Tabanına kayıtlı özürlülerin eğitim durumlarını gözler önüne sermek bizi daha doğru sonuçlara götürür.
İlgili veri tabanına kayıtlı özürlülerin %41,6’sı okur-yazar değildir. %18,2’sini okur-yazar olup bir okul bitirmeyen, %22,3’ünü ilkokul mezunu, %10,3’ünü ortaokul ve dengi okul mezunu ve %7,7’sini lise ve daha üstü okul bitirenler oluşturmaktadır. Kayıtlı olan özürlü bireylerin en son bitirilen okula göre eğitim durumu yüzdeleri erkeklerde kadınlara göre daha yüksektir. Okuryazar olmayanların oranı, erkeklerde % 32,1, kadınlarda % 54,9’dur. Okur-yazar olup bir okul bitirmeyenlerin oranı, erkeklerde % 19,2, kadınlarda % 16,8’dir. İlkokulu bitirenlerin oranı, erkeklerde % 26,3, kadınlarda % 16,5’dir. İlköğretim veya ortaokul ve dengi mezunların oranı, erkeklerde % 12,5, kadınlarda % 7,1’dir. Lise ve daha üstü mezunların oranı, erkeklerde % 9,8, kadınlarda % 4,7’dir (TÜİK, 2011:3-5). Bu verilerde göstermektedir ki, birçok alanda olduğu gibi engellilere yönelik uygulama ve politikalarda da “toplumsal bir olgunluk düzeyi”ne ulaşılamamıştır.
Son yıllarda, siyasi iktidar verdiği tabletlerle, bir diğer ifade ile örgün eğitimde öğrencilerin teknoloji kullanımını artırarak Türkiye’nin “bilgi toplumu”na ulaşacağını düşünmektedir. Bilgi toplumunda temel amaç, ekonomik değeri olan her türlü bilginin üretilmesidir. Bu amaçla üretilmiş bilginin kullanımını değil. Bilgi toplumunun bir diğer göstergesi internet kullanımı olarak düşünülmektedir. Ülkemizde teknoloji/internet kullanımı çocukları asosyal yapmaktadır. 6-15 yaş grubunda teknoloji/internet kullanan çocukların daha az ders çalıştığı, daha az kitap okuduğu, ailesi ile daha az zaman geçirdiği, arkadaşları ile daha az görüştüğü, sosyal aktivitelere daha az katıldıkları ve daha az spor yaptıkları belirlenmiştir (TÜİK, 2015a:89).
Sonuç Yerine
Kısa Bir Değerlendirme
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve ekonomik bakımlardan, sağlıklı ve normal biçimlerde nitelikli birer insan olarak yetişebilmeleri için gerekli önlemleri almalarını, başta hükümetlerden olmak üzere çocukların içinde yaşadığı toplumlardan ve ailelerinden istemektedir. Konuya bu bağlamda yaklaştığımızda, özellikle son yıllarda, sağlık ve eğitim alanlarında çocuklarla ilgili göstergelerin sayısal olarak iyileştiği resmi kurumların yayınlarında ve iktidardaki politikacılar tarafından sıklıkla belirtilmektedir. Bu noktadan baktığımızda, iktidarda bulunan siyasi partinin son yıllardaki uygulama ve politikalarının çocukların sağlık ve eğitim hakkına yönelik sayısal anlamda iyileştirmeler ortaya çıkardığı düşünülebilir. Ancak nicel veriler aracılığıyla sergilenen bu iyileşmelerin niteliksel boyutu ise gündeme hiç getirilmemektedir. Gerek toplum gerekse çocuk sağlığı değerlendirilirken “hasta ya da sakat olmama durumu” sağlıklı birey ve toplum için gerekli temel değişken olarak kullanılmakta, “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam iyi olma durumu” göz ardı edilmektedir. Sağlık hizmetlerine erişebilen çocuk ve erişkin sayısındaki artış sağlık hizmetlerinin herkes tarafından alındığının bir göstergesi olarak okunmamalıdır.
Sağlık alanında olduğu gibi eğitim alanında da gerçekleştiği belirtilen niceliksel iyileşmelerin niteliksel boyutlarına bakılması gerekir. Niteliksel anlamda olumlu gelişmelerin olduğunu söylemek ise iyimser olmayı gerektirmektedir. Bizler iyimser olsak da çocuklarımızın ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı bir ortamda yetişmediklerini bilmek ve görmek tüm iyimserliğimizi yok etmektedir. Peki, çocuklarımızın ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı bir ortamda yetişmediklerini hangi verilere göre söylüyoruz? Çalış(tırıl)ma, yoksulluk, şiddet ve suç olguları ile çocuklar arasında resmi kaynaklarda yansımasını bulan rakamlar bize tüm bu olumsuzlukları söyletmektedir. Bu veriler bir sonraki sayıda ortaya konulacaktır.
> DEVAMI GELECEK SAYIDA
DİPNOTLAR
(1) İlgili bölümde, doğurganlık hızı, cinsiyete göre doğum sayısı ve oranı, sağlık kuruluşunda gerçekleşen doğum oranı, hastane ve hastane yatağı sayıları, çeşitli ölçütlere göre belirli yaş gruplarında görülen sağlık sorunlarının dağılımı, çeşitli ölçütlere göre engelli çocuk dağılımı, çeşitli göstergelere göre bebek ölüm hızları gibi “hastalık ya da sakatlık”la ilintili veriler düzenlenmiştir.
(2) TÜİK’in Ölüm İstatistikleri 2013 verilerinde bebek ölüm hızları sıralaması Güneydoğu Anadolu (‰15,5), Ortadoğu Anadolu (‰15,4), Kuzeydoğu Anadolu (‰14,9), Akdeniz (‰11,6) ve Türkiye (‰10,8) olarak verilmektedir (TÜİK, 2015a:59).
(3) DİE’nin “Türkiye Özürlüler Araştırması -2002” sonuçlarına göre Türkiye’de özürlü nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %12,3 olarak verilmiştir.
(4) TÜİK; 2015a:66’dan yazarın kendi hesaplamasıdır
(5) Trafik Karayolu Kaza İstatistikleri 2012 yılına kadar sadece trafik polisi sorumluluk alanındaki sayıları kapsamakta iken 2013 yılı ile birlikte Jandarma sorumluluk bölgesindeki veriler de dahil edilmiştir. Bu nedenle karşılaştırma 1995- 2012 yılları aralığında yapılmıştır. 1995-2012 yılları verilerine Jandarma bölgesindeki trafik kazaları da eklendiğinde, trafik kazalarında ölen ve yaralananların sayısı artacaktır.
(5) Aktepe ve diğerlerinin (2005) Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi bölümüne intihar girişimi nedeniyle başvuranlara yönelik yaptıkları çalışmada kız çocuklarının (yaklaşık %90) daha yoğun olarak intihar eylemi gerçekleştirdiği ve yine kız çocukları arasında, 15-16 yaş grubunun ise (yaklaşık %47) en riskli grup olduğu bulgulanmıştır.
KAYNAKÇA
Aktepe, Evrim, S. Kandil, Z. Göker, K. Sarp, M. Topbaş, E. Özkorumak, (2005), “İntihar Girişiminde Bulunan Çocuk ve Ergenlerde Sosyodemografik ve Psikiyatrik Özelliklerin Değerlendirilmesi”, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 2006: 5 (6), (444-451)
Ekici, Gıyasettin, Hç A. Savaş, S. Çıtak (2001) “İntihar Riskini Artıran Psikososyal Etmenler: Sosyal Güvence Yokluğu, Göç ve Diğer Stresörler” Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2(4): (204-212)
HÜNEE, (2014), 2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, T.C. Kalkınma Bakanlığı ve TÜBİTAK: Ankara
MEB (2015) Millî Eğitim İstatistikleri: Örgün Eğitim 2014/’15, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı: Ankara
T.C Sağlık Bakanlığı, (2014) Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2013, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü: Ankara
TÜİK, (2013) Nüfus ve Konut Araştırması 2011, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2014a) Rakamlar Ne Diyor? 2013, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2014b) Yaygın Eğitim İstatistikleri – 2012/’13, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK: Ankara
TÜİK, (2015b) Yaşam Memnuniyeti Araştırması – 2014, TÜİK: Ankara
Yücel, Asuman ve Demiral, Özgür (1989) “Çocuk ve Eğitim”, Türkiye’de Çocuğun Durumu
WHO (2000), Preventing Suicide a Resource for Media Professionals, Mental and Behavioural Disorders Department of Mental Health World Health Organization Geneva, http://www.who.int/ mental_health/media/en/426.pdf
WHO, (2006) Basic Documents. Pub No: 57.8, Geneva: WHO
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)
* Yrd. Doç. Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü