İŞ YERLERİNDE İNSAN ODAKLI ERKEN UYARI SİSTEMİ

 

Hastalıkların önlenmesi, iş yeri sağlık örgütlerinin birincil ödevidir. Bu 1930 yılında, iş yeri hekimliği kavramının yasalarımıza girdiğinden beri böyledir. Ama birkaç neden, uygulamada, koruyucu hekimliğin yerine tedavi hekimliğinin birincil rol almasını sağlamıştır. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Hekim etmeni: Hekimler iş hekimliği konusunda yeterince bilgili değillerdir. 1987 yılından sonra Türk Tabipleri Birliği’nin bu konuda büyük çabaları olmuştur. Ama birçok etmenin etkisi altında olan bu olgu tersine çevrilememiştir. Hekimler, bilgisizliklerini itiraf etmek ve gidermek yerine, hizmeti kendi çok iyi bildikleri alanlara çekmeyi yeğlemişlerdir. Bu da reçete yazmaktır. Reçete hekimden başka kimsenin yapamayacağı, onu vazgeçilmez kılan bir araçtır. Hekimin farklı bir konuma oturmasını sağlayarak, ekip çalışmasını da ortadan kaldırır.
  2. İşveren etmeni: İşverenler için hastalanan işçilerin en kısa zamanda işe döndürülmesi en önemli konudur. Çünkü onlar için üretim ön plandadır. Çok basit bir nedenle hastaneye giden işçisinin yitirdiği zamanın, bedeli ağırdır. Onun yerine iş yerine gelen bir hekimin işçilerden ACİL ve AĞIR olanları hastaneye göndermesi; bunun dışındakilerin ayakta tedavisini yaparak üretime yönlendirmesi daha karlıdır. Öte yandan hastalıkların önlenmesi amacıyla yapılacak çalışmaların (havalandırma, tuvalet hijyeni vb) onun bütçe planları üzerinde denge bozucu etkileri olabilir; bu nedenle hekimleri koruyucu işlevlerinden uzak tutmak, kısa erimde karlıdır. Öte yandan, hekimlerin muayenelerinde kullandıkları destek hizmetleri, meslek hastalıklarının ortaya çıkarılmasına da yardımcı olur. İşveren bundan da rahatsız olur. Yasal olarak bildirilmesi gereken bu hastalıkların, maddi ve cezai yaptırımları vardır. Önlemlerle bunları azaltmak söz konusu iken, üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
  3. İşçi etmeni: Çoğu işçi, işverenin hoşnut kalmayacağı eylemleri bilir ve çok gerekli değilse ondan uzak durur. Kendisinde istenen rolü çok iyi kavramıştır; üretim daha fazla üretim. Onun için ön planda olan rolünü yerine getirmektir. Ekmeği, pamuk ipliği ile buna bağlıdır. Ama hasta olduğu zaman işler değişir. Canı yanmaktadır ve rolünü istediği gibi yerine getirememektedir. Onun için en yakınındaki iş yeri hekimine, “derdine çare” bulması için baskı yapar. Tıp Fakültelerinde hekimlere öğretilen önemli ilkelerden biri, her hastanın kendi hastalığını diğerlerinden daha önemli-acil görmesidir. Bu ihtiyaç giderilmelidir. İş yeri hekimi tedavi hizmeti ağırlıklı çalışmasıyla bu ihtiyacı bir ölçüde giderir.
  4. Kamu etmeni: Devletin iş yerlerinde hastalıkların önlenmesi konusundaki çabaları çok yetersizdir. Bunun en belirgin göstergesi, ülkemizde yıllık 80.000 yöresinde beklenen meslek hastalıklarının, SGK istatistiklerinde (2013) ancak 371’e ulaşabilmesidir. Meslek hastalıkları hastaneleri eliyle yapılacak taramalar bu konuda yaşamsal önem taşımaktadır. Ne yazık ki, 1976-1980 yılları arasında yürütülen bu proaktif çaba, 1980 sonrası yalnızca hastaneye ulaşabilen meslek hastalıklarının tedavisi ile sınırlı kalmıştır. Bunun yanı sıra, iş yeri hekimlerini mesleki yönden değerlendirilebilecek tek otorite olan Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı hekim iş müfettişlerinin, teker teker ayrılmasıyla bu nimet de tepilmiştir (1979’da 8 olan hekim iş müfettişi sayısı, son yıllara 1’e düşmüş; son olarak onun da emekli olması ile sıfırlanmıştır).

Bütün bunlar giderilse (giderilmesi için çabalar olmuştur) ve koruyucu hekimlik baş tacı edilse bile, bir büyük eksiklik varlığını korumaktadır. Bu da erken uyarı sistemlerindeki yetersizliklerdir. İş yerlerindeki erken uyarı sistemleri, ikiye ayrılır:

  • İnsan odaklı olanlar: İşçilerin sağlık muayeneleri sonucunda elde edilen verilerin analizine dayanır. İş yerinin sağlık gözetimi başlığı altında yer alır.
  • İnsansız erken uyarı araçları: İnsansız olanlar, kimyasal ve fiziksel etmenlerin, su, hava ve toprak ölçümlerini kapsar. Mühendislik bilimlerinin iş sağlığı güvenliği alanına katkısıdır. İş yerinin çalışma ortamının gözetimi başlığı altında yer alır.

İş sağlığı güvenliği alanındaki erken uyarı sistemlerini daha iyi anlayabilmek için, bunun çeşitli evrelerini bir doğru üzerinde inceleyelim:

Meslek hastalıklarının ortaya çıkışında 5 önemli köşe başı vardır:

  1. Sağlık zararına yol açan etmenin belirlenmesi.
  2. Kişinin iş yeri ortamındaki bu etmenle karşılaşması.
  3. Hastalık belirtilerinin görülmeye başlanması.
  4. Hastanın, bu belirtilerle hekime başvurması.
  5. Tedavi sonucu iş yeri ortamına geri dönmesi.

Bu köşe taşlarının arasında yer alan zaman dilimleri üzerinde kısaltma yönünde uğraş verilmesi gerekmektedir, Meslek hastalıklarına karşı ya da çalışma ortamının olumlu hale getirilmesine yönelik uğraş, söz edilen her zaman diliminde birbirinden farklıdır ve farklı meslek gruplarını ilgilendirmektedir.

1 ➞ 2. Sağlık zararına yol açan etmenin belirmesi eğer bir kaza sonucu değilse, işletmeye geçmeden önce ve üretimi planlayanlarca bilinmelidir. Tasarım aşamasında alınacak önlemlerle sağlık zararına yol açabilecek bir etmenin, çalışan kişiyle karşılaşmasının önüne geçilebilir. Öte yandan bu sonuç, beklenmeyen ve kaza sonucu beliren bir sonuçsa, çalışanlar işbaşı yapmadan veya yaptıktan hemen sonra gerçekleştirilecek ölçümlerle saptanıp, temas kesilebilir.

2 ➞ 3. Kişinin iş yeri ortamında bulunan ve sağlığını bozan etmenle karşılaşmasından sonra, vücudunda bir süreç başlar. Bu süreç, meslek hastalığı belirtilerinin yüze çıkmasıyla sonuçlanacaktır. Ancak yüze çıkmadan önce, yapılan sağlık muayeneleri ve biyolojik ve çevresel ölçümlerle, erken tanı konulabilir. Dolayısıyla, çalışanın sağlık zararı kendisinin bile fark edemeyeceği bir noktada önlenir ve olanağı varsa tedavi edilir.

3 ➞ 4. Hastalık belirtileri görülmeye başladıktan sonra, olması gereken, hastanın en kısa süre içinde hekime başvurması aşamasıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için, hastanın bu belirtilerinin anlamı ve önemi konusunda bilgilendirilmiş olması gerekir. Yoksa, kişi bilgisiz ve kendi haline bırakılırsa, belki de hekime başvurduğunda geç kalmış olabilecektir.

4 ➞ 5. Hastanın hekime başvurmasından ve konulan tanının gereği olan tedavi verilmesinden sonra, ne olacaktır?

  1. Çalışan kişi, hastalanmadan önceki işi ile olan uyumunu yitirmiş olabilir. Bu durumda, kendisinin işbaşı yapmasına izin verilmez.
  2. Ya da iş-işçi uyumu yitirilmemişse, işbaşı yapmasına olanak verilir.
  3. Her iki durumda da, İş yeri çalışma koşullarının sağlığı bozucu niteliğinin giderilmesi gerekmektedir. Bu aynı kişinin yeniden, ya da yerine gelenin ve yakın çalışma arkadaşlarının aynı hastalığa yakalanmaması için zorunludur. Giderilme sonrası, önlemlerin etkinliği mutlaka izlenmelidir.
  4. Çalışan kişi ile aynı çalışma koşullarından etkilenen tüm çalışma arkadaşları, aynı hastalığa yakalanmış olma olasılığı ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla incelenmeleri gerekir.

Bütün bu adımların atılabilmesi için,

  • Belirli düzeyde bilgi, deneyim ve teknik donanımla birlikte özel örgütlenmeler bulunması,
  • Hekimin hastasına yeterli süreyi ayırması,
  • İşyeri hekimi-hastane hekimi iletişim ve iş birliğinin kurulmuş olması,
  • Kayıt ve dosyalama işlemlerinin büyük bir titizlik içerisinde yapılması gerekmektedir.

(Fişek A.G. (1992): Meslek Hastalıkları, Çalışma Ortamı Dergisi, Eylül-Ekim sayısı, No.4)

Nesnel bir bakış açısı ile bu adımlardan en önemlisi ilk ikisidir. Birinci adım, bir “öngörü” çalışmasıdır. İşyeri üretime geçince/ çalışmaya başladıktan sonra sona erer. Yeter ki, yeni makineler eklenmesin, üretim süreci değişikliğe uğratılmasın.

Buna karşın, ikinci adım, “üretim/ çalışma” yapıldığı sürece devam eder. Dikkatimizi bu adıma yoğunlaştırmamız gerekir, Kişinin iş yeri ortamında bulunan ve sağlığını bozan etmenle karşılaşmasından sonra, vücudunda bir süreç başlar. Asıl olan, daha kişi bunu fark etmeden, iş yeri hekiminin yakalaması, ilgilileri (işçi, işveren, iş güvenliği uzmanı) haberdar etmesidir.

Bu nasıl olacak? 1974 öncesi iş sağlığı güvenliği (İSİG) mevzuatımızda gösterildiği gibi, çalışanların altı ayda bir doktor muayenelerinin yapılmalıdır. Yine 2012 öncesi iş sağlığı güvenliği (İSİG) mevzuatımızda olduğu gibi, toz duman içinde çalışan işçilerimizin 6 ayda bir akciğer filmleri çekilmelidir. 2011 öncesi sağlık mevzuatımızda olduğu gibi, ahçı-çaycı-garson vb besinlerle uğraşan herkesin “bulaşıcı hastalıkları bulunmadığını gösterir” muayeneleri üç ayda bir yapılmalıdır. Altı ayda bir yapılan bu periyodik sağlık kontrollerinde, bir de, daha önce, “mesleki etkilenme sınırı”nda olduğu saptanan işçilerin biyolojik ölçümleri (odyometri, spirometri, kan ve idrar incelemeleri vb) yinelenmelidir. Bu incelemeler yılda bir tüm çalışanlar için yapılmalıdır.

İşverence ödenmesi gereken bu incelemelerin bedelleri, ilk bakışta yüksek sanılabilir. Ancak, çok sayıda işçinin tarama yöntemiyle inceleneceği ve periyodik olarak yineleneceği düşünülürse, uygun sistemler kurulduğunda maliyet çok düşük olacaktır.

Burada kilit soru, muayene ve tetkiklerin (incelemelerin) nasıl ve nerede yapılacağıdır?

İşvereni asıl düşündürecek olan, bu tarama ve incelemelerde, işçilerin yitirecekleri zamanın maliyetidir. Hele çalışanların, iş yerini terk ederek hastaneye toplu olarak gönderilmeleri, bugüne kadar başarılamamıştır. Onun için bugüne değin, özellikle Fişek Enstitüsü’nün 33 yıllık deneyiminde ortaya konulduğu gibi, mobil (yürüyen) sağlık araçları son derece başarılı ve verimli olmuştur. Yürüyen klinik, yürüyen röntgen, yürüyen odyometri gibi. Hem işverenleri ve hem de işçileri mutlu eden bu çözüm, küçük ölçekli işyerleri için de tek çözümdür.

Bu gezici sistem, kolaylaştırıcı etkisi yanında, uzmanlaşmayı ve düzenli izlemi getireceği için, teknik açıdan da son derece verimli ve özendiricidir.

Ama ne yazık ki, bugüne değin, bunu kolaylaştırıcı yasal alt yapı hükümetlerce kurulmamıştır. Mevzuatta tersini söyleyen bir hüküm bulunmamasına karşın, bazı kamu görevlerinin “tedirgin edici” sözleri, hem işverenleri ve hem de uygulayıcıları huzursuz etmektedir.

“Herkese sağlık”, “İnsan sağlığı her şeyin üstündedir”, “Önlemek ödemekten kolaydır” vb. sözler edilirken, bunun nasıl sağlanacağı öncelikle düşünülmeli; ondan sonra konuşulmalıdır.

*  Prof. Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü- İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

 

Tags: , , , ,

Arşivler