İş gücü Piyasasında Esneklik ve Kriz

 

Giriş

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) son yıllarda yaşanan kriz ile birlikte işsizlikte büyük bir artış yaşanmaktadır. 1980’li yıllardan sonra düşük işsizlik oranı ile bilinen bu ülkede, işsizlik Ekim 2009 verilerine göre çift haneli (yüzde 10,2) bir orana ulaşmıştır. Bu, ülkenin 1983 yılından bu yana gördüğü en yüksek işsizlik oranıdır. Aralık 2007-Ekim 2009 arasında işsiz sayısı 8 milyon 200 bin kişi artarak, yaklaşık olarak 17 milyon olmuştur1 .

Bu yazıda, ilk olarak, esneklik tartışmaları çerçevesinde, ABD işsizlik oranının çalışma ekonomisi yazınında taşıdığı “simgesel” anlam açıklanacaktır. Devamında, işgücü piyasasındaki esnekliğin günümüzdeki finansal krizin ortaya çıkış ve krizden kurtulma sürecini nasıl olumsuz etkilediği belirlenecektir.

ABD İşsizlik Oranı

Geçen 30 yılda sendikalar, toplu pazarlık ve sözleşme düzenleri, sosyal güvenlik, işsizlik programları ve çalışma ilişkisinde çalışanları korumayı amaçlayan hukuksal düzenlemeler, işgücü piyasasında katılık yaratmakla ve yüksek düzeyde işsizliğe yol açmakla suçlanmıştır. Bu süre içerisinde işsizliğin önlenmesi ve daha yüksek istihdam düzeyinin yakalanması için, işgücü piyasasındaki “katılıkların” azaltılması veya bütünüyle terk edilmesi, sürekli olarak önerilmiştir. Bu tespitin ve çözüm önerisinin gerçekliği, çoğunlukla ABD ile Avrupa ülkeleri arasındaki işsizlik oranının farklılığına dayanılarak kanıtlanmaya çalışılmıştır.

Buna göre, ABD işgücü piyasası Avrupa ülkelerindeki iş gücü piyasalarına göre daha az katılık içermektedir. Dolayısıyla, ABD’de işsizlik oranı düşükken, Avrupa ülkelerinde yüksektir. ABD iş gücü piyasasında taraflar, esneklik nedeniyle, değişen ekonomik koşullara kolaylıkla uyum gösterebilmektedir. Esneklikle birlikte, iş gücü piyasasında etkinlik artmakta, istihdam başarısı ortaya çıkmaktadır. Avrupa ülkelerinde yaygın olan katılıklar ise, işletmelerin ve çalışanların uyumunu olumsuz etkilemekte, bir yandan işverenleri istihdam yaratmaktan caydırırken, diğer yandan işsizliği özendirmektedir. Burada kısaca özetlenen yaklaşım, oldukça popülerlik kazanmış ve politika oluşturma sürecinde ABD işsizlik oranı, esneklik lehinde etkili ve yalın bir kanıt olarak kullanılmıştır. OECD ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar, ABD iş gücü piyasası modelini, sıklıkla, içerdiği esneklik ve düşük işsizlik oranı nedeniyle övmüş, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere bu modeli örnek almaları yönünde şiddetle önerilerde bulunmuştur2.

ABD iş gücü piyasasının “katılık” içermemesi nedeniyle, ABD’de işsizliğin daha düşük olduğu savına, çeşitli yönlerden ciddi eleştiriler de yapılmıştır3 . Her şeyden önce, ülkeler arasındaki işsizlik oranı farklılıklarının “katılık” ile açıklanamayacağı, çok sayıda farklı değişkene ve yapısal koşula bağlı olduğu belirtilmiştir. Yöneltilen eleştirilerden bir diğeri, ABD modelinin Avrupa geneline göre daha az sosyal adalet ve eşitlik sağlaması yüzünden, ekonomik gelişmeyi sosyal gelişmeye dönüştürmede başarısız olmasıdır. Bir başka eleştiri ise, sadece işsizlik oranları gözetilse bile ABD’deki modelin başarısının abartıldığıdır. Çünkü 1990’lı yıllarda ABD’nin İtalya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelere göre daha düşük işsizlik oranına sahip olduğu doğrudur. Ancak Avrupa’da güçlü ve yaygın refah devleti düzenlemelerine sahip çok sayıdaki diğer ülke grubunda işsizlik, gerçekte ABD’deki orandan daha düşük olagelmiştir4 .

Yapılan bu itirazlara ve eleştirilere rağmen, serbest piyasaya inanan tutucu egemen yaklaşım, ABD’nin işsizlik oranını bir efsane haline getirmiş, “katılık” olarak nitelediği sosyal haklar karşısında iş gücü piyasasında “esneklik” olarak adlandırdığı güvencesizliğin ve eğretileşmenin yaygınlaştırılmasını talep etmiştir.

Ancak gelinen noktada, değişen koşullara uyum sağlamada iş gücü piyasasındaki esnekliğin kuramda öngörüldüğü gibi istihdamı arttırmada ve işsizliği azaltmada bir üstünlük sağlamadığı sınanarak anlaşılmıştır. Avrupa ülkelerindeki iş gücü piyasalarıyla kıyaslandığında, esnekliğin daha yaygın ve yapısal olduğu ABD’de işsizlik hızla artarak, sınırlı sayıdaki istisna ülke dışında, Avrupa ve OECD ülkelerini geride bırakmıştır. (Ülkelerin uyumlaştırılmış işsizlik oranları için bkz.: Tablo ve Grafik)

 

 

Esneklik ve Kriz

Yaşanan krizin, temelde finansal piyasalardaki kuralsızlaştırma olarak adlandırılan devlet düzenleme ve denetimlerinin sınırlılığından kaynaklandığı bilinmektedir. Ancak krizin bir başka beslendiği kaynak, işgücü piyasasındaki esnekliktir. Örneğin, ABD’de 2000–2006 yılları arasında ortama yıllık reel ücret artış oranı, sadece yüzde 0,3’tür. Aynı dönemde, iş gücü üretkenliğindeki yıllık ortalama artış ise, yüzde 2,5 düzeyindedir. Kısacası, çalışanlar üretim ve zenginlikteki büyümeden ücret artışları üzerindeki baskı ve esneklik nedeniyle pay alamamıştır. Aynı süreçte, genel olarak tüm dünyada üst gelir grupları üzerindeki doğrudan vergi yükü azaltılmış, düşük ve orta gelirlileri olumsuz etkileyen dolaylı vergi yüklerinde artışlar meydana gelmiştir. Aynı zamanda, sosyal koruma uygulamalarının sosyal adaleti ve eşitliği sağlayıcı niteliği izlenen politikalara bağlı olarak zayıflamıştır5 .

Ücret artışlarını ve kamu sosyal transferlerini kontrol altın almayı amaçlayan politikalar ve iş gücü piyasasındaki esneklik, ekonomik gelişmeye rağmen, çok sayıda hane halkının tüketim, borçlanma ve borç ödeme davranışını ve kapasitesini sınırlamış veya geriletmiştir. Gerçekten de, birçok ülkede nüfusun büyük bir kısmını oluşturan çalışanların ücretlerinin artmaması, hane halkının finansal kurumlara olan borçlarının artmasıyla sonuçlanmıştır. Dikkat çekici bir biçimde, gelir eşitsizliğinin arttığı tüm ülkelerde hane halklarının üzerinde artan aşırı borç yükü gözlenmektedir6

Gelinen noktada, dünyadaki ülkelerin çok büyük bir çoğunluğunda, geçen 20–30 yıl süresince fonksiyonel gelir dağılımına bakıldığında, ulusal gelir içinde ücretlerin payının düzenli bir biçimde azaldığı bilinmektedir7 . Birçok ülkede olduğu gibi, ABD’de son 30 yılda izlenen politikalar ile düşük gelirlilerden yüksek gelirli toplumsal gruplara gelir aktarılmıştır. Bu aynı zamanda, gelirinin tamamını veya büyük bir kısmını harcayarak tüketimi arttıran ücretli ve geliri sınırlı çok sayıdaki haneden, gelirinin çok küçük bir kısmını tüketime ayıran “zengin” az sayıdaki haneye gelir aktarmak anlamına gelmektedir. Tüm bu süreç gelir eşitsizliğini arttırmakla kalmamış, bir yandan da toplam talebin zayıflamasına yol açmıştır8 .

Finansal kurumlar büyümelerini ve karlılıklarını sürdürebilmek için finansal piyasalardaki kural ve denetim eksikliklerinden de yararlanarak, eğreti işlerde ve güvencesiz çalışanları müşteriler olarak görmüş ve çeşitli ürünler oluşturup satmıştır. Bu durum, finansal kurumların önemli düzeyde risk üstlenmesine ve paylaşmasına neden olmuştur. Uzun yıllar içerisinde ekonomik büyümeden ve üretkenlik artışlarından sınırlı pay alan ücretli hane halkı, bekledikleri gelir artışlarını da elde edemeyince, tüketimlerini azaltmak zorunda kalmışlar ve/veya borçlarını ödemede büyük güçlük içine girmişlerdir. Sonuçta, finansal kurumların üstlendikleri ve paylaştıkları risk birden bire gerçek olmuştur. Bir başka deyişle, finansal krizin ortaya çıkmasındaki başlıca nedenlerden biri, iş gücü piyasasında uzunca bir süredir yaşanmakta olan, ancak çoğu kesim tarafından varlığı kabul edilmeyen eğretileşme ve güvencesizlik krizidir.

Daha Fazla Sosyal Koruma ve Ücret Artışı

Krizden çıkış için ülkeler çeşitli önlemler almaktadır. Krizin sonuna yaklaşıldığına ve çok kısa bir sürede iyileşmenin sağlanacağı yönünde tahminler yapılmaktadır. Bu iyimser tahminler doğrulansa bile, işgücü piyasaları ve sosyal gelişme bakımından gelecek oldukça endişe vericidir.

Gerçekten de, geçmiş kriz deneyimleri iş gücü piyasalarında tam bir iyileşmenin, ancak ekonominin krizden çıkıldıktan sonraki 4–5 yılda gerçekleştiğini göstermektedir9 . Kısa dönemde makro ekonomik ve finansal göstergeler anlamında kriz bitse dahi, iş gücü piyasasında sürecektir. İşini kaybetmiş ve iş gücü piyasasına yeni katılanlar için işsizliğin önemli ve artan bir sorun olarak varlığını koruma olasılığı vurgulanmaktadır. Yeni istihdam yaratılmaksızın, yüksek veya artan işsizliğin önü alınmaksızın sağlanacak krizden çıkış ekonomik, sosyal ve siyasi olarak sürdürülemezdir10.

Dengeli ve sürdürebilir bir küresel ekonomik büyümenin ancak ulusal gelir içinde ücretlerin payının artmasıyla olanaklı olduğu anlaşılmaktadır. Mevcut ücret payındaki gerilemenin sürmesi durumunda, başta ticari korumacılık olmak üzere, uluslararası bütünleşmeyi zayıflatıcı birçok talebin ve uygulamanın gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. İstihdamı arttırmak amacıyla esneklik arayışına devam etmek ve ücret artışlarının sınırlanmasına dayalı bir politikayı sürdürmek, sorunların çözümüne katkı sağlamayacaktır. Bu politikanın öngördüğünün aksine, işletme ve çalışanların uyumunu ve güvenliğini destekleyen, zamanın sınamasından geçmiş kurum ve kurallar tarafından kuşatılmış ve düzenlenmiş daha içermeci iş gücü piyasalarına gereksinim vardır11. Bu anlamda sendikalar, toplu pazarlık ve sözleşme düzenleri ve sosyal güvenlik kurumları, özellikle işsizlik programları ile birlikte, çalışma ilişkilerinde çalışanları korumalıdır. Bunlarla birlikte, çalışanların pazarlık gücünü arttırmayı amaçlayan iş hukuku düzenlemelerine ağırlık verilmesi zorunlu hale gelmiştir.

Diğer yandan yaşanan sorunlar, ekonomiye istikrar kazandırmak için kendiliğinden devreye giren sosyal koruma sisteminin ve özellikle işsizlik programlarının önemini ortaya çıkarmaktadır. Aralarında ABD ve Türkiye’nin de bulunduğu bir grup ülkede, sosyal korumanın, otomatik istikrar kazandırma işlevinden yararlanılamamaktadır. Kriz ortamında bu ülkelerdeki sosyal koruma sistemlerinin zayıflığı, doğrudan istikrarsızlığa katkı yapmaktadır. Sosyal koruma sistemlerinin kapsadıkları nüfusun arttırılması ve riskler bakımından yaygınlaştırılması ve sağladıkları koruma düzeyinin geliştirilmesi, daha dengeli ve istikrarlı sürdürülebilir bir ekonomik büyümeye geçişte olmazsa olmaz bir unsurdur12.

Sonuç

Olağanüstü durumlar, yarattıkları sorunların yanında, özel olanaklar da sağlarlar. Öncelikle, her koşul altında değişmez sanılan güçlü inançların sınandığı ve sorgulandığı ortamlar yaratırlar. Bu anlamda, iş gücü piyasasında esnekliğin savunusunda kullanılan ABD’nin “efsane” işsizlik oranı, yaşam karşısında özelliğini ve açıklayıcılığını yitirmiştir.

Öte yandan, esneklik anlamına gelen güvencesiz ve eğreti işler, çalışanlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sunamadıkları gibi, makro çerçevede işletmelerin, ulusal ve küresel ekonomik yapıların ekonomik, sosyal ve siyasal olarak sürdürülebilirliğini de tehdit etmektedir.

Son olarak, uluslararası bütünleşme ve bağımlılıklara rağmen, işletmeler ve ekonomik döngüler bakımından ulusal ekonomilerin ve yerel piyasalardaki talebin, önemini koruduğu, açığa çıkmıştır. Bu anlamda dikkatler, yeniden toplam talebi etkileyen ücretlilerin alım gücüne ve otomatik bir istikrar sağlayıcı olarak kabul edilen sosyal koruma önlemlerine yönelmektedir.

* Yrd.Doç.Dr., Muğla Üniversitesi

Dipnotlar

(1) U.S. Bureau of Labor Statistics, “Employment Situation Summary-October 2009”, Economic News Release. [http://www.bls.gov/news.release/empsit.nr0.htm]

(2) Bu konuda bkz.: David R. Howell (edt.), Fighting Unemployment:The Limits of Free Market Orthodoxy, Oxford University Press, 2005; Schmitt vd., “U.S. Unemployment Now As High as Europe”, Center for Economic and Policy Research, Issue Brief _ May 2009.

(3) Bu konuda bkz.: Dean Baker vd., “Unemployment and Labor Market Institutions: The Failure of the Empirical Case for Deregulation”, Bernard Schwartz Center for Economic Policy Analysis, Working Paper (2004). [http://www.newschool.edu/cepa/papers/archive/cepa200404.pdf].

(4) Schmitt vd., s. 1.

(5) ILO-IILS, “A global policy package to address the global crisis”, Policy Brief, International Labour Organization-International Institute for Labour Studies, Geneva, 2008, s. 4.

(6) ILO-IILS, s. 3.

(7) ILO, World of Work Report 2008, Income Inequalities in the Age of Financial Globalization, Geneva, 2008.

(8) Joseph Stiglitz, “The global crisis, social protection and jobs”, International Labour Review, Vol. 148 (2009), No. 1–2, s.7-8.

(9) Raymond Torres, “Executive Summary”, The Financial and Economic Crisis: A Decent Work Response?, International Labour Organization (International Institute for Labour Studies), Geneva, 2009, s. vi.

(10) Juan Somavia, “From crisis response to recovery, jobs and sustainable growth”, International Monetary and Finance Committee and Development Committee, (Istanbul, 4-5 October 2009).

(11) Somavia, s. 4. (12) Ayrıntı için bkz.: Stiglitz, s1-14; Somavia, s.1-6.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , ,

Arşivler