Hedefimiz Kendimizi ve Çevremizi Geliştirip En İyiye Ulaşmaktı (Yasemin Günay Balcı” ile Söyleşi)

                           

SORU: Sn. Yasemin Günay Balcı, Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamı dergisi ile buluşmanız nasıl oldu?

YANIT: Önce, Prof. Dr. Nusret Fişek’i tanıdım. 1. Pratisyen Hekimlik Kongresinin düzenlenmesi aşamasında bize yol göstericilik yapmıştı (1990). Ben de kongre düzenleme komitesindeydim. Hoca ile aynı masayı paylaşmış olmak bile benim için heyecan verici idi. Bu kongrenin oturumlarında söz alıp konuştuğu sırada, Doç. Dr. Gürhan Fişek’i tanıdım. Pratisyen hekimlerin adli hekimlik sorumluluğu üzerine sunduğum sözlü bildiri hakkında söz alıp, hem beni destekleyen hem de bazı açılımlar ortaya atan konuşması beni çok etkilemişti. Bazı beceriler göstererek kendinden büyük çocukların oyununa dâhil olmaya çalışan yaramaz çocuklar gibiydim. Sonunda kendilerine yakın olmak istediğim kişilere yaklaşıyordum. Derken, 1991 yılında, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” Yüksek Lisans Programına kaydoldum. Bu programdaki “Meslek Hastalıkları” ve “İşyeri Denetimi” derslerini Doç. Dr. Gürhan Fişek’in vereceğini öğrendiğimde de bir o kadar sevinmiştim. Keyifle ve ilgiyle dersleri takip ettim. Bu arada aramızda iyi bir öğretmen-öğrenci ilişkisi oluştu. Bu birbirine değer veren meslektaş ilişkisiyle karışık bir öğretmen-öğrenci ilişkisi idi. Öyle ya, programa dâhil olan arkadaşların hemen hepsi değişik mesleklerden ve çalışan kişilerdi. Gürhan Bey, çalışma hayatımızla birlikte bizlere önem verdi. Tüm çalışma birimlerinin, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile olan ilişkisini ve rolünü bize gösterdi. Bu konu herkesin ve her birimin katkısına açıktı. Dönem sonunda bir gün, sınıftaki arkadaşlarla hep birlikte çay içerken Gürhan hoca bize Çalışma Ortamı Dergisini gösterdi. O da heyecanlı idi. Çünkü daha 1. sayı idi. Beni heyecanlandıran ise Fişek Enstitüsü yayını olması idi. Böyle bir Enstitünün var olduğunu bilmek, gelecek açısından güven vericiydi. Bir anda, bu Enstitüsünün bir okul olacağı, araştırma merkezi olacağı, alternatif meslek hastalıkları hastanesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği destek merkezi olacağı gibi pek çok şeyi bir anda aklımdan geçirdim. İşte Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamı Dergisi ile tanışmam böyle oldu.

SORU: Eylül Ekim 1992’de yayınlanan Çalışma Ortamı dergisinde (Sayı: 4) ilk yazınız çıkmış. “Meslek Hastalıklarının Adli Tıp Yönünden Değerlendirilmesi” başlıklı bu yazınızdan sonra, sizin “mesleki gelişmeniz” ile “çalışma ortamının gelişmesi” arasında ne tür benzerlikler buluyorsunuz? Bu çalışmalardan siz nasıl etkilendiniz?

YANIT: O tarihlerde Adli Tıp Kurumunda çalışmaktaydım. Bir yandan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yüksek Lisansının tez hazırlıklarını yapmaktaydım. Meslek hastalıklar ile ilgili, yargı süresinde aydınlatılması önemli olan bilirkişilik konularının son aşamada Adli Tıp Kurumuna yansıdığını keşfeder keşfetmez, ilk izlenim ve elde ettiğim bulguları Çalışma Ortamına yazmıştım. Adli tıp asistanlığına yeni başlamıştım. Değişik bilim alanları ve bu alanlarda sunulan hizmetlerin birbiriyle ilişkisini kurabilmek, konuları farklı boyutlarıyla ele alabilmek, benim meslek yaşamıma çok katkıda bulundu. Gerek yüksek lisans, gerek Çalışma Ortamının birbirinden güzel okur seminerlerinde edindiğim donanım, meslek yaşamımda hep kendini gösterdi. Ben Fişek Enstitüsü, Çalışma Ortamı Dergisi ve Fişek Dostlarının katkıları ile akademik olarak ilerlerken, Derginin içeriği, yazı kalitesi ve çeşitliği de aynı şekilde ilerledi. İşin ilginç yanı bu durum, geçmiş sayıların güzelliğini ortadan kaldırmadı. Hala geri dönüp okuduğumda, neler okumuş, neler yazmışız diye gıptayla bakıyorum.

SORU: Mayıs-Haziran 1993’de yayınlanan Çalışma Ortamı dergisinde (Sayı: 8) “4.Okur Semineri sonuç Bildirgesi” başlıklı yazınız çıkmış. “Kentte 7–17 Yaş Çalışan ve çalışmayan Çocukların Sağlık Sosyal Sorunları ve Sosyalleştirilmiş Sağlık Hizmetlerindeki Yeri” konulu “okur seminer”inin bildirgesini siz yazdınız. Bu çalışma ile ilgili değerlendirmelerinizi bize aktarabilir misiniz?

YANIT: Öyle ki, çocuk istismarı ile ilgili dernek, vakıf, üniversitelerde çocuk koruma birimleri oluşturulması gibi çalışmalar henüz yoktu ya da organize değildi o zamanlar. Tüm diğer okur seminerlerinde olduğu gibi bu okur seminerinin en önemli özelliği, ilgi alanı çocukla buluşan pek çok meslekten kişinin konuyu tüm boyutlarıyla tartışması idi. Uluslar arası belge ve bildirgelere göre 18 yaşını tamamlamamış herkes çocuk olmasına rağmen biz niçin 7–17 yaş arasını seçmiştik. Bu yaş grubu, çocukların eğitim ortamında bulunmaları gereken dönem. Ancak, eğitim ortamı ile buluşamayan, sokakta yaşayan ve/veya çalışmak zorunda olan çocuklar vardı. Hem çalışıp hem okumaya çalışanlar vardı. Her bir grubun bulundukları ortama göre sorunları olduğu malumdu. Ancak, her bir kategorideki çocukların sorunlarını ayrı ele alıp çözmeye çalışma yaklaşımı, o gruptaki çocuklara bile faydası olmayacak bir yaklaşımdı. Tek alanda cennet yaratmanın mümkün olmadığı, olayın bütünsel olarak ele alınması gerektiğinden yola çıktık. Örneğin sokaktaki çocuğu sokaktan koparmaya yönelik çalışmalar olmadan eğitim ortamının mükemmelleştirilmesi mümkün değildi. Eğitim ortamında gereken özeni göstermeksizin, sokak çocuklarını kurtarabilmek de mümkün değildi. İki gün süren düşünce alışverişinden sonra bildirgemizi oluşturduk. O bildirgemizde ortaya attığımız çözüm önerileri, ekip hizmeti ve ekip üyelerinin dağılımı, olması gereken açısından bu gün aynen geçerliliğini korumaktadır.

SORU: Başlangıçta Çalışma Ortamı Okur Seminerleri’nde konu seçiminden katılıma, oradaki tartışma ortamlarından, katılımcılar arası sosyal ilişkilere kadar “yeni” olan birçok öğe vardı. Bize hem bu ortamı tanımlasanız ve hem de bunun gelişimi konusunda bilgi verseniz…

YANIT : Bizi bir araya getiren en önemli etmenlerden biri, Çalışma Ortamı Okur Seminerlerinin “Ortamı” idi. Düşünün, sadece birlikte tartışıp düşünmek ve paylaşmak için iller arası yolculuklar yaptık. Birbirimizle karşılaştığımızda çok mutlu olduk. Böyle deyince salt birbirini tanıyan kişilerle dar çerçevede okur seminerleri yapıldığı anlaşılmasın. Aramıza yeni katılanlarla da, tanışmaktan birlikte olmaktan memnunduk. Hep gülerek ayrıldığımız ortamdı. Bazı şeyler sözel olarak kural haline getirilmemesine rağmen kendiliğinden yürüdü. Öyle ki, sabah erken gelen hemen çayı koyardı. Kahvaltı yapamamış olma olasılığımıza karşı simit vb. yiyecek koymayı ihmal etmezdi. Geldiğimizde sıcak bir aile ortamıyla karşılaşmak bütün yorgunluğumuzu alırdı. O günkü seminer konusunun yanı sıra, çay aralarında ya da yemek molalarında çalışma ortamlarımızda karşılaştığımız olumlu ya da olumsuz konuları da paylaştık birbirimizle. Seminer sürecine gelince, her şeyden önce önümüzden seminerin konusu, tarihi ve yerini hep birlikte belirliyorduk. O tarih geldiğinde de ilk yaptığımız şey, o günün düşünce paylaşımını kimin yönlendireceğini seçmekti. Kararları kendimiz verdik, kendimiz uyguladık. Kimse birilerine bir şey “öğretmek” için seminer düzenlemedi. Hep birlikte öğrendik, geliştik. Bazen beyin fırtınası yaptık, bazen söz alıp sırayla konuştuk, bazen konuya göre davetli konuşmacılarımız oldu. Her ne şekilde olursa olsun seminerler, hep demokratik bir katılımla gerçekleştirildi. Düşündüklerimizi, özgürce paylaştık. Birbirimize saygı duyduk. Farklı düşündüğümüzde yargılanmayacağımızı, düşüncemize saygı duyulacağını bilmenin huzuru vardı. Farklı düşündük ama hiçbir zaman tartışmalar kırıcı üslupla olmadı. Kimse diğerine ille de kendi dediğini kabul ettirmeye çalışmadı. İlle ben de bir şey söyleyeyim diye söylenenleri tekrar etmedik. Ortak bir amacımız vardı. O da, kendimizi ve çevremizi geliştirip daha iyiye ulaşmaktı. Hep birlikte ortak akılla daha iyisini yapmaya çalıştık. Başardık da.

SORU: Bugüne değin 37 kez okur semineri yapıldı. 16 yıl içerisinde ad değişikliğine de gitti: Basta okur semineri, daha sonra düşünce atölyesi ve son olarak da düşünce ortamı. Bu gelişme çizgisi ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Bence hepsi güzeldi. Okur seminerleriyle başladığımızda, okur semineri isminden çok memnunduk. Her şeyden önce “okur” olarak bir araya gelmenin çekiciliği vardı. Başlangıçta “Çalışma Ortamı”, okur seminerlerini ve katılımcıları, okur seminerleri de Çalışma Ortamı ve katılımcıları besledi. Katılımcılar hep beslenen tarafta oldu. Daha sonraları yaptığımız işin aslında bir seminerden daha kapsamlı olduğunu düşündük. Derken düşünce atölyeleri ortaya çıktı. Ancak, bazı kısıtlılıklar nedeniyle atölye çalışmalarına katılamayanlar da kendini uzak hissetmemişti Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamı’ndan. Keza süreç içinde web ortamımız oluştu. Gerçekleştirilen projelerin bir ucundan tutma şansımız oldu. Günün 24 saati istediğimiz zaman düşünce ortamına katılmak ve katkı sunmak mümkün oldu. Bu, aslında okur seminerlerinden edindiğimiz kazanımların içselleştirildiği ve yaşama aktarılabildiğinin de bir göstergesidir. Bir araya gelmeden paylaşabildiğimiz düşüncelerimizi olgunlaştırmak, pekiştirmek ve zenginleştirmek için imdadımıza yetişen “düşünce ortamı, dergiyi, kitapları, hayat geçen projeleri, web ortamını, dostluklarımızı vb. hepsini kapsıyor.

SORU: Fişek Enstitüsü/ Çalışma Ortamı dergisi ve Düşünce Ortamlarının geleceği konusundaki önerileriniz.

YANIT : Fişek Enstitüsü ve Çalışma Ortamını farklı kılan, niteliğini arttırarak sürekliliğini korumasıdır. Bunda kararlı bir çalışma ve katılımın katkısı büyüktür. Demek ki, bu katılımcı yaklaşımın aynen sürdürülmesi gerekir. Başlangıçta, var olan oluşumun katılımcılar açısından bir okul olduğunu söylemiştim. Artık, okul mezunlarını vermiştir. Şimdi mezunların okula vefa borçlarını ödeme zamanıdır. Düşüncelerden projelere giden yolların sayısı arttırılabilir. Çalışma Ortamı alanında 15 yıldan uzun süre kesintisiz çıkarılabilen bir dergi olarak çok önemli. Bu açıdan isim değişikliği olmaksızın, ulusal ve uluslar arası alandaki indekslerde yer alacak şekilde geliştirilmesinden yanayım. Ama diğer yandan da, herkesin anlayabileceği ve kendini içinde bulacağı, ilk sayılardaki gibi cepte taşınacak sıcaklık ve boyutta bir dergi de hayatta kalmalı diye düşünüyorum. Bir yandan sıcak buluşmalar varlığını korurken, diğer yandan düşünce ortamları bilgi şölenlerine dönüşebilir. Esiri olmadan teknolojiden de olabildiğince yararlanılmalı, internet ortamından katılım seçenekleri ve olanakları arttırılmalı. Aklımda dünden bu güne, çalışan çocuklar ve çalışma ortamının sergilendiği bir müze fikri var ama henüz şekillenmiş değil.

Sevgi ve dostlukla..

* Prof.Dr.,Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı

** Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı eski Yönetim Kurulu Üyesi

 

Tags: , , , , ,

Arşivler