Öyle konular vardır ki, ayrıcalıklı olduğu sanılır. Hukuk bunlardan biridir. Sağlık da öyle… “Hakime ve hekime muhtaç olmama, ama onlarsız da kalmama” dileği, bunun bir kanıtı. Onun için de bu konuların, ayrıcalıklı insanlarca konuşulması gerektiği düşünülür.
İşte, sağlık konularının, tüm toplumu çok yakından İlgilendirdiği halde, yalnızca sağlıkçılarca, hatta daha çok, hekimlerce konuşulması bu yaklaşımın bir ürünüdür. Ama bu yanlıştır.
Hasta haklarını da hekimler savunur. Sağlıkçıların, topluma gitmesi ve toplum içinde çalışması gerektiğini de yine onlar savunur. Ucuz ve kaliteli ilaç üzerine sağlıkçılar kafa yorar. Sanki bunlar birer insan hakkı değilmiş; sanki, bunlar birer sömürü alanı değilmiş gibi, toplum suskundur, tartışmaların dışındadır. Bu da yanlıştır. Bütün bunlara karşın, toplum bireylerince, sağlık uygulamalarına karşı, dost söyleşilerinde yakınma düzeyinde, bazen de sağlıkçılara karşı fiziksel tepki biçiminde olumsuzluklar dile getirilir. Ama bunlar bir saman alevi gibi söner gider. Belli bir potaya dökülmez, eyleme dönüşmez. Birey çözümü kendi başına çözmeyi yeğler. Bunu yaparken, çağın en güçlü sandığı silahını kullanır: PARA.
Bu, bireyin yepyeni bir sömürü zincirinin içine girmesini ve sağlık sisteminin bu yönde şekillenmesini getirir. Bu gidiş, sağlığı toplumdan daha da uzaklaştırır. Denetimini daha da olanaksızlaştırır, Birey için artık tek silah kalmıştır: Hizmeti almaktan vazgeçmek.
Olabilir mi bu?! Nasıl insan ağrısına, yakınmasına ve ilerleyen hastalığına karşın sağlık hizmetlerinden uzak durabilir?! Biran için kendi sağlığını hiçe saydığını varsaysak bile, çocukları için, eşi için bu düşünülebilir mi? Olanaksız.
İşte “sağlık”ı diğer bir çok konudan farklı kılan bu. Bireysel kurtuluşun çıkmazı da buradadır. Bugün, ülkemizde, sağlığın gündemindeki konu, eldeki aracın yetersizliğidir. Toplum, bugüne değin, sağlığını elde etmek için “para’yı bir silah olarak kullanabileceğini sanmıştır. Ama bu silah geri tepmiştir. Başarısız olmuştur. Tersine toplum bu konuda iyice çukura batmıştır.
Şimdi yeni bir silahı denemek gerek. Bu silah DAYANIŞMA’dır. Öncelikle örgütlü toplum kesimleri, sağlıklarına nasıl sahip çıkacaklarını düşünmek ve bunun için girişimlerde bulunmak zorundadırlar. Ülkemizde, siyasal ve ekonomik düzeylerde yürütülen yıpratma kampanyalarının sonucu olarak, örgütler giderek zayıflamaya, bireylerin örgütlere katılımı düşmeye başlamıştır. Bunu 12 Eylül sonrası dönemin getirdiği “depolitizasyon” dalgası olarak da niteleyebiliriz. Bu dalga, bireyi, daha da yalnız ve korumasız kılmıştır. Yapılan araştırmalar, üyelerin, örgütlerine ve örgüt yönetimlerine çok düşük düzeylerde güven duyduğunu ortaya koymaktadır. Bu bir “alarm” değil midir? O halde, DAYANIŞMAYA GEREKSİNMESİ OI.AN yalnızca bireyler değil; bunun yanı sıra bir zamanlar onların kurduğu, ama bugün uzak durdukları örgütleridir. Toplum örgütlerinin sağlık konusuna sahip çıkmaları, bugün bir taşla iki kuş vurmayı sağlayacaktır. Birincisi, üyelerinin tümünü etkileyen ve bezdiren sağlık sorununa çözüm bularak, onların sorunlarını hafifletecektir. Böylece, onları boğuldukları günü birlik sorunlardan hiç olmazsa bir ölçüde kurtarıp, örgütsel etkinliklere çekebilecektir, İkincisi, örgütle üyesinin daha yakın bir temas içine girmesini ve örgütün, bireylerin gücünden (beyinsel, bedensel) yararlanmasını sağlayacaktır.
Toplum örgütleri incelendiğinde, bunların farklı kategorilerde kümelen-dirilebileceği görülmektedir:
bileceği görülmektedir: 1. Zorunlu üyeliğe dayanan meslek birlikleri (odalar)
- Sendikalar
- Kooperatifler
- Gönüllü üyeliğe dayanan dernekle
Vakıflar, özel olan ya da olmayan Araştırma Enstitüleri (toplumsal misyonu-ülküsü olan örgütler). Bunlardan ilk ikisi, yani meslek birlikleri ve sendikalar, üyelerinin ekonomik, sosyal hak ve çıkarlarını koruma işlevini de üstlenmişlerdir. Hiç kuşkusuz bu hak ve çıkarların en temel olanı “sağlıklı yaşama hakkı’dır. O halde, bu toplum örgütlerinin “sağlık” ile ilgilenmeleri, varlık nedenleriyle, kuruluş amaçlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Bunun da ötesinde meslek birlikleri, kamusal bazı işlevler üstlenmişlerdir. Bu kamusal işlevlerden meslek ahlâkını korumak, bir yönüyle tüketiciyi yani toplumu korumayı kapsar. Öte yandan sendikaların ve odaların, sağlık alanındaki çalışmaları, bir işyerindeki üyelerinin yanı sıra üyesi olmayanları: üyelerinin yaşama alanlarında, sendikaya üye olmasa da onların komşularım etkileyecektir. Bu da anılan toplum örgütlerinin, giderek, yalnızca bir toplum kesiminin değil tüm toplumun örgütüne dönüşmesine olanak verecektir. Bu doğru bir şeydir.
Öte yandan kooperatifler, gönüllü üyeliğe dayanan dernekler, vakıflar, araştırma enstitüleri vs., sağlık-dışı amaçlarla kurulmuş bile olsalar, bireylerin örgütlendikleri, dayanışma içine girdikleri sınırlı bir alanı temsil ederler. Bu bilince erişen üyelerinin dayanışmasını, bu dar alanla sınırlamak, örgütlerin etkinliğini azaltır. Tersine, üyesinin dünyayı ve kendisini daha iyi tanımasına yönelik etkinlikler, hele bireylerin yaşamını kolaylaştırıcı bir öz taşıyorsa, örgüt-üye ilişkisini daha da güçlendirir. Bu bir fırsattır; iyi değerlendirilmelidir.
Bu kümede toplanan toplum örgütlerinin, sağlık alanında baskı grubu işlevini göstermelerine; üyelerini aydınlatmalarına; sağlık savaşımını birlikte verecekleri kümelerle onları tanıştırmalarına hiç bir engel yoktur. Tersine, bu çaba, üyelerinin dayanışmasını ve örgüte bağlılığını arttıracaktır.
Bu noktada, sağlıkçılarla toplum örgütlerini buluşturmak gerekmektedir. Yoksa toplum örgütlerinin, sağlıkçılara söz hakkı bile vermeden hedef belirlemeleri ya da çözüm üretmeleri beklenemez. Bunun tersi de doğrudur, Sağlıkçıların da, toplum örgütlerinin katılımını sağlamadan, onların mücadele deneyimlerinden yararlanmadan, üyelerinin niteliklerini ve özlemlerini göz ardı ederek, çözümler önermeleri onaylanamaz. Sağlık alanındaki hak ve çıkarlarına sahip çıkması gereken bireydir. Toplum örgütleri ise, böyle bir çaba İçindeki bireyi, korumak, yönlendirmek ve güçlendirmek zorundadır. Bu uğraşın en önemli gereksinimlerinden biri, bireyin ve örgütünün, çağdaş sağlık düşünceleri ile tanışmasını sağlamaktır. Kendilerine dayatılmak istenen, belirli dar bir grubun çıkarına olan çağ-dışı yaklaşımları sergilemek gerekir. Bunun için ülke ölçüsünde, bir tartışma platformu yaratmak gerekmektedir.
Toplum örgütleri, baskı gruplarıdır. Tek tek bireylerin oluşturamayacağı bir etkiyi, birlik olmanın gücü ile gösterebilirler. Elde edilen başarılar, hem insanların sağlıklı bir yaşam sürmelerine olanak tanıyacaktır; hem de ezilmişliklerini ve yılgınlıklarını aşmalarına vesile olacaktır.
Öte yandan örgütler, bireyin eylemine kanat gerebilirler. Böylece olumsuzluklar karşısında duyarlı davranışların daha çabuk ve doğrudan etkilenen kişi tarafından gösterilmesini sağlamış olur. Bunun ilk adımı, örgütlerin, üyelerine yönelik “Duyurma”, “Duyarlılaştırma” ve “Destek” kampanyasıyla (3D) işe girişmeleridir. Sonunda seçim bireyin ve örgütünündür.
İşte böyle bir seçimi, olabildiğince, en nesnel koşullarda gerçekleştirebilmek; toplum örgütlerinin, üyeleri ile sağlık alanında da iletişime girmesini sağlamak amacıyla Fişek Enstitüsü, bir proje geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur (BAKINIZ KUTU No.1). İlk uygulamasını T.Harb-İş Sendikası Ankara Şubesi ile birlikte gerçekleştirdiğimiz çalışma sürmektedir. Böylesi bir buluşmanın, yalnızca Fişek Enstitüsü’nün çabası ile değil, bütün sağlıkla doğrudan ilgili olan ve olmayan toplum örgütleri tarafından yürütülmesi beklenir. Hiçbir örgütün bir başkasına ön koşul getirecek hali yoktur. Tek beklenen, farklı odaklarda yürütülen çalışmalar arasında iletişim kurulmasıdır.
Öte yandan, örgütler birçok tüketiciyi birarada kavrayan yapılardır. Yıllardır tüketicinin haklarından ve denetiminden söz edilir. Tek tek tüketici güçlü değildir. Örgütlü tüketicilerin gücü ise, çok büyüktür. Sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşama alanları, temiz su vs. İşte böyle birçok tüketiciyi kavrayan yapılarla sağlanabilir (BAKINIZ KUTU No.2).
Her şeyden önce, “sağlıklı toplum ülkümüzü örgütlere taşıyalım. Örgütleri de sağlık savaşımına.
KUTU No. 1 TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE SAĞLIK (3D) EYLEM ÖNERİSİ
AMAÇ
Sağlık alanındaki hak ve çıkarlarına sahip çıkması için, bireyi hareket geçirmek ve toplum örgütlerinin, bu bireysel tepkileri yönlendirici-güçlendirici işlev görmesini sağlamak.
GEREKÇE
Sağlık, bireylerinin kendi başlarının çaresine bakmalarını gerektiren, özel bir sorun değildir. Sağlık bir toplum sorunudur ve ‘sağlıklı bir ortam oluşturmak”, “nitelikli sağlık hizmeti sunmak’ toplumun bireye borcudur.
Ülkemizde sağlık hizmetlerinin giderek yetersiz düzeyde sunulur hale gelmesi, bireyin bu borçlarını istemelerini ve ardına düşmelerini de zorunlu hale getirmektedir.
Toplum örgütleri, demokrasinin varlık nedeni, toplumun sesini duyurabilmesinin yoludur. Her toplum örgütü, amacı ve toplumdaki işlevi ne olursa olsun, örgütlediği insan topluluğunun sorunlarına kayıtsız kalamaz. Onların istemlerini şekillendirmede, çözümleri üretmelerinde ve aynı uğraş içindeki kümelerle bu.
Bireylerin, sağlık haklarını, örgütleri aracılığı ile savunmaları ve yaşama geçirmeleri; çağdaş ve evrensel bir ilke olan sağlıkta toplum katılımını gerçekleştirmeleri için örgüt kamuoylarını aydınlatmak ve gündemi oluşturmalarını sağlamak gerekmektedir.
HEDEF
Herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli, basamaklı, katılımcı, kamu kaynaklarından beslenen sağlık hizmeti ve sağlıklı yaşama-çalışma ortamları sunmak.
ARAÇ
Toplum örgütlerinin, üyelerini 3D (Duyurma, Duyarlılaştırma, Destek) kampanyası aracılığıyla, eylemli kılması. Üyelerinin bu yöndeki eylemlerini, koruması, yönlendirmesi, güçlendirmesi.
KUTU No.2 TOPLU GIDA TÜKETİMİ YAPILAN KURULUŞLARDA SAĞLIKLI BESLENME İÇİN TÜKETİCİ KONTROLÜ (3S) EYLEM ÖNERİSİ
AMAÇ
Bireylerin, günlük tüketimleri için yaptıkları satın almalarda, tek tek gerçekleştiremeyecekleri müdahaleleri yapmak ve kendilerine sağlıklı besin sunulmasını sağlamak.
GEREKÇE
Bugün ne yazık ki, 1930’larda konulan hedeflerin çok gerisindeyiz. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıktığında, 126. maddesiyle besin işlerinde çalışanların her üç ayda bir bulaşıcı hastalıkları bulunmadığına ilişkin sağlık raporu almaları zorunluluğunu getirmiştir. Bugün, bunun yaygınca uygulanmadığını ve uygulamanın ise bir yasak savma biçiminde yürütüldüğünü bilmeyen yok.
Aynı yıl çıkarılan Belediyeler Kanunu, Belediyelere, besin işleriyle uğraşan kuruluşların titizlikle denetlenmesini, öncelikli ödev olarak vermiştir. Belediye Zabıta Talimatnamelerine bakılacak olursa, çok titiz bir çalışmanın ürünü olan önlemleri görmek olası. Ama besin işleriyle uğraşan kuruluşların imalathanelerini gezdiğimizde, bu önlemleri görmek ender yakalanan bir şans.
Örneğin, bir fırını ele alalım. Ankara Belediyesi Zabıta Talimatnamesi, fırınlarda bulunması gereken tam 17 önlem saymış. Bu önlemlerden biri bile eksikse, işyerine 10 gün süre verilecek; gerçekleşmezse kapatılacak. Neden? Çünkü, sağlıksız ürün, halkın sağlığını bozar. Bir kılavuz gibi, bu talimatnameyi alır da fırınları gezerseniz; hemen büyük çoğunluğunun kapatılması gerektiğini görürsünüz.
Ama siz günde bir ekmek alıyorsunuz. Buna karşın çalıştığınız işyeri, öğle yemeklerinde çalışanlarına sunmak için yüzlerce ekmek alıyor. Kim daha etkili bir tüketici?
Fırınlarda ekmek üretenlerin bulaşıcı hastalıklar yönünden titiz bir sağlık taraması yapıldığında, içlerinde, kronik bulaşıcı hastalığı bulunanların yanında, tedavi edilebilir bulaşıcı hastalığı olanlara da rastlayacaksınız. Bunun sıklığı, toplumdaki sıklıktan daha aşağı olmayacaktır. Çünkü etkin bir müdahale yok. Dolayısıyla tükettiğimiz besinlerden ötürü büyük bir tehlike altındayız. Olan bireye oluyor. Tek başına üstesinden gelemeyeceği bir sorun ile karşı karşıya olduğu için, iş vurdumduymazlığa dönüşüyor. “Acı patlıcan kırağı çalmaz” atasözü ya da “O kadar çarpıklık var ki; buna gelene kadar…” bahanesi beyinlere yer ediyor. Kişiyi etkisizleştiriyor.
HEDEF
Topluma sağlıklı besinleri, sağlıklı ellerden sunmak.
ARAÇ
Toplu gıda tüketimi yapan kurumlan aktive ederek, 3S (sağlıkçı, sendikacı, satın almacı) aracılığıyla, tükettikleri gıda maddelerinin üretim süreçlerini değerlendirmelerini ve etkilemelerini sağlamak.