Hapsolmadan Hapsedilmiş Çocuklar

                                                  

 

Çocuk mutlu olmalı. İlk adımlarını atarken gülen yüzle bakmalı ki, yaşama güzellikler katabilsin; öteki yaşamlara bunu yansıtabilsin. Birey, yaşamının başlangıcını kendisi belirleyemiyor. Kimi masallardaki bir evde, kimi iki gözlü gecekondu evinde, kimi tarlada, kimi de hapishanenin soğuk taş duvarları arasında dünyaya “merhaba” diyor. Konuşabilse, “Suçum ne?!” diyecek. Konuşabilse hesap soracak tüm topluma.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komisyonu, 30 Eylül 2011’deki toplantısında “Ana ya da babaları hapsedilmiş çocuklar” konusunu incelemeye aldı. İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan tartışmaya, 200’den fazla kişi katıldı. Komite başkanı Jean Zermatten tarafından başlatılan bu tartışmaya olan katılım, tarihindeki en büyüğüydü. Toplantıda ana ya da babaları hapsedilmiş çocukların haklarının korunması ve var olan haklarının daha da geliştirilmesine yönelik çalışmaların arttırılması gerektiğine dikkat çekildi. Konu, yaşanılan sorunlardan yola çıkılarak incelemeye alındı. Hükümetlere de, bu konuda üzerlerine düşen sorumlulukları, yükümlülükleri hatırlatıldı. Hükümetler, bu yükümlülükleri amaç edinmeleri gereği konusunda uyarıldı.

Yedinci Çerçeve Programı tarafından finanse edilen, toplumsal farklılık yaşayan bazı çocuklara yönelik, çocuk odaklı bir proje olan “BAŞ ETME projesi (COPING Project)”ni yürüten uzmanlar, yaşanmış örnek olarak, iki gence yaşadıklarını paylaşmaları konusunda çağrıda bulundu. Ana ya da babaları hapishanede yaşamış 13 yaşındaki Sien ve 17 yaşındaki Raheel yaşadıklarını röportaj olarak paylaştılar. Raheel, paylaşımının amacını kendisi gibi aynı durumu yaşayan ya da yaşayacak çocukların koşullarının değiştirilmesi olduğunu söyledi. Böyle bir çalışmanın baş destekçisinin de kendisi olacağın belirtti. Sian ve Raheel yaşantılarından da edindikleri deneyimler sonucunda karşılaştıkları sorunları sorularla açıklamaya çalıştılar. Hapishane personelinin onları neden hor gördükleri; neden aile gizliliği olmadığı; benzer durumdaki çocuklar için neden destek gruplarının oluşturulmadığı; hapishane personelinin çocukların ailelerini tanımaları için neden iletişimlerini engellediği vb sorularla, içinde oldukları durumun eksik yönlerini ortaya koydular. Komisyon daha sonra iki çalışma grubuna ayrıldı. Birinci grup Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komisyon üyesi Prof. Yanghee Lee başkanlığında toplandı. Bu grup, ana babasını hapishanede ziyarete gelen ve hapishanede ana ya da babası ile birlikte yaşayan bebek ve çocukların ailevi ilişkilerine eğildi. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komisyon üyesi Sanphasit Koompraphant başkanlığı ve kolaylaştırıcı olarak Quakers Birleşmiş Milletler Ofisi’den Oliver Robertson eşliğindeki öteki grup, bu çocukların etki alanı içinde kaldığı durumu, hapishane dışındaki yaşamını da dikkate alarak, bütün yönleriyle ele aldı.

Birinci grubun tartışma konuları şu başlıklardan oluştu:

– Bu durumdaki çocukların saptanması için gerekli veri eksikliği

– Çocuk dostu bir ortam için hapishane koşulları

– Göz altısız mahkûmiyet olasılığı

– Hapsedilen ana ya da babası ile yaşamak için uygun yaş sınırı

– Hapsedilen ana ya da baba ile çocuğu arasındaki aile bağının korunması

– Çocukların ana-babalarının hapsedilmesi konusunda bilgi edinme hakkı

– Hapishane personelinin hapis ve yargı sistemi konusunda eğitilmesi

– Annenin sağlık korunması ve çocuğunun yararı.

Birinci grubun tartışmaya ilişkin görüşleri ve önerileri şöyleydi:

Katılımcıların çoğu, çocukların gelişimi için, ailelerinin yanından asla ayrılmaması, ancak hapishane ortamından uzak tutulması gereği konusunda, görüş birliğine vardı. Bununla birlikte, çocukların sosyal gelişimleri açısından, yaşıtlarıyla birlikte paylaşabileceği bir ortamda bulunma hakkı olduğu da vurgulandı. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden katılan yetkili, konuya kendi ülkesindeki annelerin mahkûmiyetlerini evde sürdürdüğü bir uygulamayı örnek vererek, katkıda bulundu. Ancak Uluslararası Çocukları Savunma Örgütü Belçika temsilcisi Benoît van Keirsbilck da konuyu ülkesinde yaşanmış bir örneği vererek anlattı. Çocuğun anasıyla birlikte hapishanede yaşamasının, diğer kadın tutukluları rahatsız ettiğini; bunu kabul etmediklerini, bu durumun anneyle diğer tutuklu kadınlar arasında gerginliğe yol açtığını ve zamanla da anne ile çocuğu arasındaki ilişkinin bundan etkilendiğini belirtti. COPING Projesi içinde bulunan Huddersfield Üniversitesi üst düzey bir öğretim görevlisi bu konu ile ilgili başka örnek sunarak, çalışma hakkında bilgi verdi. Bir kadın açık hapishanedeki bu uygulama, ana-babanın ile çocuğun hapishane içinde doğal yaşamını geçirebilecekleri özel bir oda ayırılarak, aile ortamından oluşması üzerineydi. Bu örnekte çocuk ile ana-baba arasında aile bağının kuvvetleneceğini belirtildi.

Bazı katılımcılar, çocuğun yaşını göz önüne alarak, ailesini ziyaret etme süresine sınırlar konması konusundaki görüşlerini belirtirken, Dünya Sağlık Örgütü çocukların en az altı ay anne sütü ile beslenme gereğini hatırlattı. Yeni doğmuş çocuğun ailesinden uzak kalmamasının önemini vurguladı. Uluslararası Çocuk Hakları Bürosu tarafından, çocukların hapishane yaş sınırının on yaşına düşürülmesi söylendi. Bu düzenlemeye yönelik yapılacak çalışmada çocuğun içinde bulunduğu durumunun (ülkesinin hukuki yapısı, kişiliği, bakımı yapacak olan kişi, sosyal ortamı) da dikkate alınmasının altı çizildi.

Çocuklara hapishanenin ne olduğu konusunda, ayrıntılı bilgi verilmesi gerekliliği üstünde duruldu. Ayrıca bu çocukların, ailelerinin niçin orada olduğu konusunda da bilgi sahibi olma hakları olduğu açıklandı. Böylece çocuğun, yanlış davranışlardan sakınacağı vurgulandı. Çocuk ve ana-baba arasındaki ilişkinin aile bağlarını olumsuz etkilememesi için onların sık sık görüştürülmesi gereği belirtilirken; bunun için hapishanede uygun ortamların yaratılmasının zorunlu olduğuna dikkat çekildi. Bir başka konu da, çocuğun evinin hapishaneye uzaklığı sorunuydu. Okul yaşamı ve koşulları düşünülerek, gerekli ortamın yaratılması konusu da önemle vurgulandı. Çocuğun, ailesiyle sık sık görüştürülmesi gereğinin birbirlerini tanımaları açısından önemli olduğunun altı çizildi. Quaker Birleşmiş Milletler Ofisi’den Rachel Brett kendi ülkesinde, tutukluluğunu farklı bir ülkede süren ebeveynlerin çocuklarıyla olan iletişimlerini e-posta, telefon gibi teknolojik imkânlarla sağladıkları konusunda da bilgi verdi. Ayrıca farklı bir ülkede tutukluluğu süren ana babaları ile kendi ülkesinde yaşayan çocuğu arasındaki iletişim konusunda ülkeler arasında bürokratik sorunların ortaya çıkabildiği konusunda da uyarıda bulunuldu.

“Hapsedilen Ana-babaların Çocukları için Avrupa Ağı (EUROCHIPS)” kuruluşu uzmanları ise, bir başka öneriyle toplantıya katıldı. Hapishane personelinin eğitimin hapishanenin fiziki ortamından daha önemli olduğunu belirtti. Eğitim almış personel ile hapishanedeki ana babayla arasındaki iyi ilişkinin, çocuğun ailesini tanıma aşamasında çok önemli olacağı vurgulandı. Ayrıca Ceza Reformu ve Adalet Derneği Direktörü, Rani Shankardass, sadece hapishane personeli değil, polis memuru ve yargı mensuplarının da eğitim almaları gereğine değindi.

Tartışmaya açılan önemli konulardan biri de hapishanede doğan çocuklardı. Hapishanede doğan bu çocukların, annelerinin yabancı olması durumunda ise, durumun daha da karışık hale geldiği belirtildi. Quaker Birleşmiş Milletler Ofisi’den Rachel Brett tarafından, çocukların kimliksiz kalacaklarının ve aileleriyle görüştürülmeleri konusunda da, ülkelerce karşılaşılabilecek zorlukların altı çizildi.

İkinci grubun tartışma konuları daha çok hapishane dışında oluşabilecek durumları kapsadı. Konu başlıkları ise; hapis, ceza ve mahkûmiyet, yargılama öncesi, hapishanedeki ana-baba ile iletişim, dışarıdaki yaşam, serbest bırakılma, yeniden dışarıya uyum sürecinden oluşmakta.

Birleşik Krallık’ta Hapishane Danışma Bakım Vakfı temsilcisi desteğe gereksinimi olan çocuğun saptanması konusundaki zorluktan söz etti. Plymouth Üniversitesi’nden Julia Morgan çocukların onurlarının kırılmamasına özen gösterilmesi konusunun altını çizdi. Ayrıca okullarda sunulacak desteğin önemini belirtti. Katılımcılar, araştırma sonuçlarının ailesinin tutuklanmasına tanık olan çocukta travmatik etkiler gösterdiğini, ayrıca ana-babasının da çocuğunu kaybetme korkusu taşıdığını açıkladı. Bu nedenle çocukta oluşabilecek olumsuz etkiye karşı tutuklamanın çocuğun önünde yapılmaması gerektiği, ayrı bir odaya alınması ya da ortamdan uzaklaştırılması gereği vurgulandı.

EUROCHIP, Birleşik Krallık ve Norveç’ten örnekler verdi. Bu ülkelerde, tutuklanan ana ya da baba isterse, çocuğunun onun tutukluluğunu bilmektedir. Çocuğun medya tarafından rahatsız edilmemesi için önlemler alınmaktadır. Bu ülkelerin, birçok bölgesinde ise, çocuk sadece iletişim kurma hakkına sahiptir. Norveç’te çocuk, polis gözetimi altına alınır. Bir başka öneride, her hapishanede, çocuk elçiliklerinin kurulması yönünde girişim yapılması vurgulanmıştır. İşveç’te de uygulanan bu girişim ile cezaevlerinin çocuklar için daha dostane olacağı belirtilmiştir.

Toplantı sonunda katılımcılar, ana ya da babanın hapishaneye düşmesinin kaçınılmazlığı durumunda, çocukların ana ya da babalarına ulaşımı, onlarla iletişiminin zorunluluğu konusunda görüş birliğine vardılar. Bu durumu ortadan kaldıramamış olmanın, çözüm olmayacağı anlamına gelmediği, farklı sistemler ve öneriler üretilerek konunun aydınlatılabileceği belirtildi. Bireyin ailesini tanımaması, ebeveyniyle iletişim halinde olamaması onun gerek fiziksel ve sosyal gerekse psikolojik ve biyolojik gelişim sürecinde oldukça önemli etkilere sebep olabileceğinden durumun öneminin dünya medyasında da konuşulması gereği vurgulandı. Katılımcılar konuyu sadece yukarıda söz edilen başlıklarla incelemeye almamış; bununla birlikte hapishane-dışındaki yaşamları, ev-dışındakı ölüm cezası gibi mahkûmiyet türlerinin çocuklar üzerindeki etkisi, okul, arkadaşlık, boş zamanları, çocuklar üzerindeki utanç etkisi gibi konuları da tartışmıştır.

Çocuk, her zaman çocuk olarak kalmayacak. Çocuk, büyüyüp bir gün birey olacak. Çocuğa verilen önem bireye, kişiliğe verilen önemdir aslında. Bizler çocuğa ne kadar önem verirsek birey o kadar geliştirir kendini. Zincirleme etkisi ile de toplum kendi gelişimini gösterir. Böylece daha gelişmiş, mutlu, bilinçli, eğitimli bir sorumluluk sahibi geleceğin tohumları atılır. Uygar dünyanın, “hapsolmadan hapsedilmiş çocuklar” konusunda vardığı son düşün aşaması bu. Uygar dünyanın bir bireyi olmakla övünen Türkiye’de, bu sorun tüm derinliğiyle sürmekte ve vicdanları yaralamaktadır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz komisyon çalışmalarına da, uluslararası bildirgelere de, uluslararası sözleşmelere de bir çok devlet imza atıyor. Çocukların, atılan imzalara değil; bunların bir an önce yaşama geçirilmesine gereksinimi var.

Bu ailenin tamamı tutuklu

Küçük D.D. 1.5 yaşında. Annesiyle tahliyesine 18 ay var. Baba da cezaevinde.

Annesinin aldığı bir hüküm nedeniyle, annesiyle birlikte cezaevine giren bebek hapishanede büyüyor.

Serpil Aslan Düzgün ile Savaş Düzgün, haklarındaki hapis cezası kararı Yargıtay’ca onandığında Kastamonu’da yaşıyorlardı. Serpil Aslan Düzgün muayenehane açmıştı. 4 aylık kızları vardı. Karar Ekim 2010 tarihinde ellerine ulaştı ve Serpil Aslan Düzgün, 29 Ekim 2010 tarihinde İstanbul Başsavcılığı’na, eşi Savaş Düzgün de memleketi Samsun’da teslim oldu. Serpil Aslan Düzgün, Bakırköy Kadın Cezaevi’ne, eşi Savaş Düzgün de Terme Cezaevi’ne konuldu. 4 aylık bebek de annesiyle birlikte Bakırköy Kadın Cezaevi’ne girdi.

Serpil Aslan Düzgün ile birlikte aynı dosyadan ceza alan Nazire Ayata Civelek’in avukatı Selda Kaya, Adana’da, Erzurum’da, İstanbul’da, İzmir’de aynı delillere göre beraat kararı çıkmasına Ankara’da ise mahkûmiyet verilmesine karşı Adalet Bakanlığı’na başvurduklarını söyledi. Avukat Kaya, “Adalet Bakanlığı’nın, müvekkillerim hakkında, kamu yararına bozma kararı vermesini istiyoruz” dedi. Kaya, ilgili dava dosyasını AİHM’ye taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Serpil Aslan Düzgün’ün babası Ali Haydar Aslan, kızının basın açıklamasına katıldığı, dar gelirli çocuklara ders verdiği gibi gerekçelerle örgüt üyesi olarak kabul edildiğini ve 3 yıl 9 ay hapis cezası aldığını söyledi. Aslan, “Zaman zaman yanımıza alıyoruz. Ama çok küçük olduğu için 1-2 haftalık sürelerin dışında kalamıyor” diyor.

Ali Haydar Aslan “İlk girdiklerinde bebek çamaşırlarını seçerek aldılar. Ne götürsek kabul etmediler. Bunu fazla getirmişsiniz, şu kabul edilemez diyorlardı. Mama yemesi gereken 4 aylık bebeğin bu ihtiyacını bile çok gördüler. Dışarıdan mama kabul edilemeyeceğini bildirdiler. Savcının izniyle, yemek sandalyesi aldık, ancak cezaevi yönetimi bunu da kabul etmedi. Bir yaşını geçtikten sonra annesi, çocuğu için renkli kalemler istedi, onu da kabul etmediler. Renkli kâğıtlar götürdük. Onu da içeriye almadılar. Bebeğin yiyebileceği ürünler götürüyoruz kabul etmiyorlar” dedi.

Ali Haydar Aslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Beşiği olmadığı için torunum ranzada, annesi yerde yatıyor. Torunum cezaevine girdiğinde, cezaevinin kreşine de kabul edilmiyor. Çünkü oraya da 3 yaş altındakileri almıyorlar. Kızım daha 30 ay cezaevinde kalacak. Cezaevi yönetiminden küçük bir bebeğin ihtiyaçlarını anlayışla karşılamalarını istiyoruz.”

OZAN YAYMAN/Cumhuriyet, 28 Aralık 2011 Çarşamba

* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü

 

 

 

 

Tags: , ,

Arşivler