“Güzel Öldüler”, Güzel Ölüyorlar ve Kuşku Yok ki, Güzel Ölmeye Devam Edecekler…

 

Tuzla tersanelerindeki işçi ölümleri, 2008 yılında, yoğun bir şekilde medyanın gündeminde yer almaktaydı. Bazı kesimler ve bu arada üniversitelerin Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri kürsüleri yayınladıkları basın açıklamalarıyla işçi ölümlerinden duydukları üzüntüyü dile getirerek, bu konuda gerekli önlemlerin alınması çağrısında bulunmuştu.

Sonra, bu konu meydanın gündeminden düştü ve buna bağlı olarak toplumun diğer kesimlerinin gündeminden de düştü. Bir zaman sonra, Zonguldak’ta Karadon Maden Ocağı’ndaki patlamada ölen madenciler işçi ölümlerini yeniden gündemin baş sıralarına taşıdı. Patlamanın olduğu maden ocağını ziyaret eden dönemin başbakanı, şu değerlendirmeyi yaparak, yanan yüreklere su serpmişti (!); “20 yıl gerisine kadar incelediğimde, ta 90’lı yıllardan bugüne kadar Zonguldak bölgesinde bu tür kazaları, grizu facialarını yaşadık. Ben de geldim, bu tür ocaklar nasıl ocaktır diye indim. 2 bin metre derinlikteki kömür madeni ocaklarında çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştıklarını gördüm. Onlarla orada iftar yaptım. Bu mesleğin, kaderinde maalesef var. Bu mesleğe giren kardeşlerim de, bu mesleğe girerken içerisinde bu tür şeylerin olacağını bilerek giriyorlar. Birçoğunun da biliyorsunuz, babası, abisi bu meslekten emekli olmuş. Ama kendisi de yine bu meslekte çalışıyor. Kemalpaşa’da, Dursunbeyli’de, bu tür olayları yakın zamanlarda yine gördük…”1.

Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ise, çıktığı bir televizyon kanalında, “…güzel öldüler, yani o konuda, ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim” 2 diyerek yüreklerdeki yangını tamamen kontrol altına almıştı (!)

İşçi ölümlerine karşı sesini yükseltenler, politik iktidara, gerekli önlemleri alması için, çağrıda bulunurken, çağrının muhatapları, ölümlerin, işin fıtratından kaynaklandığı, işe girenlerin daha baştan, zaten bunun bilincinde oldukları ve ne mutlu ki, kaçınılmaz olan ölümün acısız bir şekilde olduğu konusunda toplumu aydınlatmıştı ve konu kapanmıştı.

Neden sonra, 2014 yılında, Soma’daki kömür madeninde meydana gelen ve resmi verilere göre, 301 maden işçisinin ölümüne yol açan işçi katliamı yeniden bu konuyu medyanın gündeminde baş sıraya taşıdı. Toplumun birçok kesimi, politik iktidara karşı yeniden sesini yükseltmeye başlayınca, başbakan sözü aldı ve bir kez daha, “işin fıtratında var” diyerek ölümleri meşrulaştırdı.

Bunun ardından, İstanbul’da, bir inşaatta asansörün yere çakıldığı ve asansörde bulunan on işçinin öldüğü haberi duyuldu duyulmasına ama artık, herkes bilinçliydi, olur olmaz tepkiler vermiyordu. Önlem alınması falan, bunlar boş laf, sorun işin fıtratından kaynaklıydı (!)

İşçi ölümleri medyanın gündeminde yer alan olaylarla sınırlı olmadığı gibi, bu olaylarda ölenlerle de sınırlı değildir. Bununla birlikte, sayının daha az ya da daha fazla olması, konuya atfedilecek önemin derecesini belirlememelidir. Özellikle, Soma’daki katliamda ölen işçi sayısı konusunda, resmi verilerin gerçeği yansıtmadığı, aslında daha fazla işçinin öldüğü iddia edilerek, bunu kanıtlamak gibi anlamsız bir çaba içerisine girildi. Eğer daha fazla sayıya ulaşılmak isteniyorsa medyatik gündemden uzak durmak yeterlidir. Gerçek sayı zaten medyada yoğun gündem oluşturan katliamlardakinden çok fazladır. 2014 yılının ilk dokuz ayında, toplamda 1 575 işçi ölmüş durumdadır.3 Kayda geçmeyen ölümlerin olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla, gerçek toplam bundan da fazladır.

Sayısal veriler şu bakımdan incelemeye değerdir. Kayda geçen 1 575 ölüm bir gerçeği açıkça ortaya koymaktadır: Türkiye’deki işçi ölümleri ne belirli dönemlerle ya da belirli tekil olaylarla ne de belirli sektörlerle sınırlıdır. Bu, sistematik olarak var olan bir olgudur.

Peki, bu seri cinayetleri işleyen katil kimdir ya da nedir?

ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) her yıl Küresel İstihdam Eğilimleri (Global Employment Trends) başlıklı bir rapor yayınlamakta ve bu raporda dünya ülkelerinin işgücü piyasalarındaki durumu ortaya koymaktadır. 2014 yılı raporunda, Türkiye bir konuda şampiyon olmuş gözüküyor. Rapora göre, Türkiye’deki 15-29 yaş grubundaki nüfusun % 34,6’sı eğitim, istihdam, mesleki eğitim ya da askerde olmayıp boşta gezmektedir. Bu oranlar Türkiye diğer ülkeler arasında birinci sırada yer almaktadır.4

Bu atıl nüfusun nedeni, başka bir ifadeyle, bu nüfusa iş olanağı sağlayacak bir ekonomik büyümenin olmaması, iktidar cephesinden ekonominin yakalandığı “orta gelir tuzağı” ile açıklanmaktadır. Buna göre, mevcut iktidar, iktidarı devraldığı dönemde, Türkiye’de kişi başına ortalama 3 492 dolar olan milli gelir düzeyini, bugün gelinen noktada 10 807 dolar düzeyine çıkarmıştır. Türkiye, bu oranla, orta gelir grubundaki ülkeler arasına yükselmekle birlikte, bu düzeye saplanıp kalmıştır. Yani, orta gelir tuzağına yakalanmıştır.5 Boratav, orta gelir olarak gösterilen kişi başı gelir hesabının yanlış yapıldığını ortaya koymaktadır.6

Ortada bir büyüme varsa bile, bu büyümenin istihdama yansımadığı, yani işsizlik düzeyini düşürecek yeni istihdam olanakları yaratmadığı somut verilerle ortaya konmaktadır.7 Bu büyümenin esneklik uygulamalarıyla mevcut çalışan işçiler üzerinden sağlandığı ortadadır. Örneğin sanayi sektöründe büyüme oranının zirve yaptığı dönemde, bu sektörde çalışan kişi başına katma değerin % 4 oranına kadar artmış olduğu görülmektedir.8 Bu artış, açıktır ki, iş kanunu pratikte uygulanmayarak gerçekleştirilmiştir.

Buna karşın, iktidar cephesi, bir başarı öyküsü olarak sunduğu büyüme hızının tıkanmasına gerekçe gösterdiği, orta gelir tuzağından kurtulmanın çözümsüz olmadığını, tam tersine, birtakım yapısal reformlarla bundan kurtularak daha üst bir gelir grubunda yer almanın olanaklı olduğunu ileri sürmektedir. Sözü edilen yapısal reformlar arasında, işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, birincil öncelikle yapılacak reformlar arasındadır.9

İşgücü piyasasının esnekleştirilmesi yeni bir politik hedef değildir. Bu, serbest piyasa düzeninde rekabet avantajı sağlamak hedefiyle, işgücü maliyetlerini aşağı çekmek için, yıllardır devam eden bir süreçtir ve bu süreçte işgücü piyasasını esnekleştirmeye dönük birçok yasal ve kurumsal düzenleme yapılmıştır. Esneklik uygulamalarının pratiğe aktarılmasıyla doğru orantılı olarak, işçi sınıfının tarihsel süreçte uzun mücadeleler sonucu elde ettiği haklar büyük bir erozyona uğramıştır. Dahası, sorun hak kayıpları boyutunu da aşarak, kapitalizmin erken dönemlerine benzer bir biçimde, sistematik olarak işçilerin canlarını almaya başlamıştır.

İktidarın, önümüzdeki dönemler için benimsediği makro-ekonomik politikaların işgücü piyasasına yansımalarının doğrudan bir sonucu olarak, işçi ölümlerinin sistematik bir şekilde devam edeceği konusunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. İyi ama bu iktidar kendi çıkardığı 4857 sayılı İş Kanunu’nda, yer alan “İş Sağlığı ve Güvenliği” başlığı ile bundan önceki yasalarda yer almayan düzenlemeler getirmiştir. Bununla da yetinmeyip, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu adında ayrı bir kanun çıkarmıştır.

İktidarın bu çabası karşısında, işçi ölümlerinin devam edeceğini söylemek, insafsızlık olmaz mı? Ya da “esnekleşme yanlısı olan bu iktidar iş sağlığı güvenliği alanındaki adımlarında içtenlikli değil mi?” Fişek’in bu konudaki derinlikli incelemesi, bu yasanın ölümlerin önüne geçmesinin çok olanaklı olmadığını göstermektedir. Yasanın ne ölçüde uygulanabileceği zaman içinde görülecek olmasına karşın, sorunsuz uygulandığı varsayılsa bile, bu gerçekçi bir çözüm değildir. Diğer eksikliklerini bir tarafa bıraksak bile, işyeri hekimliği uygulamasında, tıbbi bakımdan kabul edilemez eksikliklerle doludur. Fişek şu saptamaları yapmaktadır: a) Tıp kökenli olmayan iş müfettişlerine işyeri hekimleri denetlettirilmektedir. b) İşçilerin periyodik sağlık kontrolleri, 1948-1974 arası dönemde 6 ayda bir yapılırken, 1974-2013 arası dönemde yılda bir yapılmış ve yeni düzenleme ile de bu süre 3-5 yıla çıkartılmıştır. c) Yeni yasa öncesi dönemde, işyeri hekiminin, işyerinde, her işçi için, bir ayda 15 dakika bulunması gerekirken, bu süre yeni dönemde 4-8 dakikaya düşürülmüştür. d) Yeni yasa, işyeri hemşirelerinden yardımcı sıfatıyla bahsederek, işyeri hemşirelerinin konumunu belirsizleştirmiştir. e) Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri de, meslek hastalıklarının saptanamamasıdır. Meslek hastalıklarında olgu sayısının 40 000-80 000 olması beklenirken, 2010 yılında yalnızca 533 ve 2012 yılında da 395 olgu saptanabilmiştir.10

Yasal düzenlemelerin, bu eksiklikleriyle bile olsa, sınırlı bir uygulama alanından öteye geçmesinin olanaklı olamayacağını tahmin etmek zor değildir. Bunun en başta gelen nedeni, yüksek kayıtdışı çalışma oranıdır. Ocak 2014 dönemine ait resmi verilere göre, 24 milyon 433 bin olan toplam istihdamın % 33,6’sı kayıtdışıdır.11 Bir başka neden, yaygın taşeronlaşma ilişkileridir. Asıl işverenlerin, taşeronlara devrettiği işler, bu taşeronlar tarafından da, yeniden, alt taşeronlara devredilmekte ve bu şekilde denetlenmesi neredeyse olanaksız hale gelmektedir. Örneğin, işçi ölümlerinin en çok olduğu sektörlerden biri olan inşaat sektöründe, taşeronlaşma çok yaygın bir uygulamadır ve iş bazen 4-5’inci kez alt taşeronlara devredilmektedir.12 İşsizlik oranının yüksek olmasının, iş bulma noktasında yarattığı rekabet baskısı emekçileri, kendilerine sunulan minimum koşullarda çalışmaya razı etmektedir. Temmuz 2014 dönemine ait resmi verilere göre, işsizlik oranı % 9,8’dir. Bu, 2 milyon 867 bin kişi demektir.13 Diğer taraftan, sendikal örgütlenme çabalarının üzerinde kurulan yoğun baskılarla da, bu duruma karşı yükselmesi olası sesler kısılmaktadır.

İşçi ölümleri, kaçınılmaz ve alternatifsiz bir gerçeklik olarak görülen piyasa düzeninde rekabet üstünlüğü elde etmeye dönük makro-ekonomik politikaların yapısal bir parçası haline gelmiştir. Rekabet üstünlüğü sağlamanın yolu, ücretleri düşürmekten, çalışma sürelerini uzatmaktan, işçi örgütlerini dağıtmaktan, taşeronlaşmayı yaygınlaştırmaktan, işsizliği tırmandırmaktan, deregülasyondan (kuralsızlaştırma) geçmektedir. Bu yolla rekabet üstünlüğü elde etmedeki amaç ise, Türkiye’yi dünyanın büyük ekonomileri arasına sokmaktır. Bu nedendir diye sormak ise, herhalde kelimenin tam anlamıyla, saflığın uç bir noktası olacaktır. Çünkü bunun nedeni çok açıktır, anlaşılmaz bir yanı yoktur. Ülke ekonomisinin büyümesi ulusal bir çıkardır, herkesin yararınadır(?!) Bu nedenle, aleyhte bir şey söylemek ya da bir tavır almak, neredeyse vatan hainliği ile eşdeğer görülmeye başlanmıştır.

O zaman geriye yapılacak bir tek şey kalıyor; işçilerin “güzel öldüklerini ve güzel ölmeye devam edeceklerini” sürekli hatırda tutarak, iç huzura kavuşmak… (!)

Dipnotlar

1) http://www.ntvmsnbc.com/id/25096880/

2) http://www.youtube.com/ watch?v=WDPLRvZ_UoYe

3) http://www.guvenlicalisma.org/index. php?option=com_content&view=article&id =11650:2014-eylul-ayinda-en-az-143-isciyasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleriraporlari&Itemid=236

4) ILO (2014), Global Employment Trends 2014 –Risk of a jobless recovery?, International Labour Office, Geneva, s. 21-22.

5)  http://www.mehmetsimsek.org/index.php/ en/medyadetay/307

6) Boratav Korkut (2014), “Orta Gelir Tuzağı” ve Türkiye, http://www.sendika.org/2014/10/ortagelir-tuzagi-ve-turkiye-korkut-boratav/

7) Yeldan Erinç (2009), İstihdamsız Büyüme, İstihdamsız Toparlanma, http://yeldane.bilkent. edu.tr/Yeldan225_19Agu09.pdf

8) Sönmez Mustafa (2011), Büyüme Yeterli İstihdam Yaratmadı, http://mustafasonmez. net/?p=505

9)  Ulusal İstihdam Stratejisi 2014-2023, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Yayınlandığı Resmi Gazete tarih ve sayısı: 30 Mayıs 2014 / 29015

10) Fişek A. Gürhan (2013), İş Sağlığı ve Güvenliği –Yeni Dönemde (6331 s.k. sonrası) Değerlendirmeler I, Çalışma Ortamı, Sayı: 130, s. 8-12, http://calismaortami.fisek.org.tr/wp-content/ uploads/2013/09/calisma_ortami130.pdf

11) http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=16006

12) http://sosyalpolitika.fisek.org.tr/wpcontent/Tez.pdf, s. 126.

13) http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=16012

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

* Yrd. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü

 

Tags: , , , ,

Arşivler