Son otuz yıllık süreçte, gıda odağındaki toplumsal ilişkilerde köklü değişimler meydana geldi. Bunların başında, insanlık tarihinin uzunca bir dönemi için esas olarak yerel ve geçimlik bir olgu olan gıda ürünlerinin neoliberal küreselleşme süreci ile metalaşması gelmektedir. 1990’lardan günümüze uzanan süreçte gıdanın küreselleşmesi, üreticiyle tüketici arasındaki mesafe bakımından giderek artan bir uzaklaşma anlamına gelmiştir. Artık, yakınınızdaki bir süpermarketten – ki süpermarket olgusunun kendisi oldukça yenidir – Güney Amerika veya Uzak Asya kökenli “avokado”, “kinoa”, “maş fasulyesi”, “chia tohumu” gibi ürünleri, hatta paketlenmiş hazır yemekleri bulabilmenizde şaşırtıcı bir yan yoktur. Gıda ürünlerinin katettiği fiziksel mesafeye ilişkin yapılan hesaplamalar da oldukça çarpıcıdır. Örneğin, Kuzey Amerika ve Avrupa’da tüketilen ortalama bir tabak yemeğin hazırlığı için gerekli malzemelerin yaklaşık 2500 (!) kilometrelik bir mesafe katettiği belirtilmektedir (Carolan, 2012: 2). Gıdanın mekânda gerçekleşen bu uzun yolculuğuna, zamanda yolculuğunu da eklemek gerekir, çünkü artık hangi mevsimde olduğumuzun da bir önemi yoktur.
Gıdanın küreselleşmesi ile artan fiziksel uzaklaşma, zihinsel uzaklaşma ile eş zamanlı olarak yaşanmaktadır. Artık tükettiğimiz gıdaların, kim tarafından, hangi koşullar altında, ne ile üretildiğinin bilgisine erişmek ciddi bir enerji ve zaman gerektirmektedir. Başka türlü söyleyecek olursak, eğer politik tercihleriniz doğrultusunda tükettiğiniz gıdalara dair özel bir ilginiz yoksa, gıdanın üretim ve dolaşım koşulları ve bu koşulların ekonomik, toplumsal, politik ve ekolojik sonuçları konusunda bir fikriniz olması da oldukça zordur. Kısacası, günümüzde önemli gelişmelerden birisi, kendisini esas olarak kalori hesaplarında ya da gıda üretiminin ve tüketiminin toplumsal koşullarını sorgulamaksızın, gıdayı salt besin değerine indirgeyen tartışmalarda gösteren, gıdanın toplumsal ve politik içeriğine yabancılaşmadır.
Genel olarak ifade edecek olursak, gıdanın toplumsal ve politik olarak gizemlileşmesinin arkasında ise, sermayenin tarım-gıda ilişkilerine artan nüfuzu yatmaktadır. Sermaye nüfuzunu ise metalaşma, tarım ve gıda üretiminin teknolojik altyapısında meydana gelen değişiklikler, tarım-gıda sisteminde çok-uluslu şirketlerin artan egemenliği gibi süreçlerde görmek mümkündür.
Gıdanın Metalaşması ve Gizemlileşmesi
Marx (2000: 81-93), temel eserlerinden Kapital’in birinci cildinin çokça ilgi uyandırmış “Metaların Fetişizmi ve Bunun Sırrı” alt bölümünde, metaların “metafizik inceliklerle ve teolojik süslerle dolu pek garip bir şey” olduklarını yazar. Her gün her anımızda yanı başımızda bulunan ve bir ihtiyacımızı gidermek üzere satın aldığımız metalar için oldukça şaşırtıcı ifadelerdir bunlar. Üzerinde çokça tartışılmış meta fetişizmi kavramına yönelik bir değerlendirme bu yazının sınırlarını aşar. Ancak, yabancılaşma olarak tarif ettiğim durumun anlaşılması bakımından bu nokta önemlidir.
Gıda ürünleri, üzerlerine bir fiyat etiketi yapıştırıldığı andan itibaren kim tarafından hangi koşullar altında üretildiklerinden bağımsız bir varlık kazanırlar. Diğer bir anlatımla, gıdanın üretim ve tüketim ilişkileri tarihsizleşir ve içinde gerçekleştiği toplumsal koşullardan bağımsız bir görünüm kazanır. Örneğin, gerçekte endüstriyel bir şekilde ve gerek insan ve çevre gerekse hayvan sağlığı bakımından hiç de uygun olmayan koşullarda üretilmiş yumurtalar, artık, aslında yerinde yeller esen romantize edilmiş bir köy ortamında üretilmiş gibi sunulabilir. Ya da Marx’ın (2000: 81) bahsi geçen bölümde başvurduğu masa örneğine atıfla şöyle de diyebiliriz: Gıdaların insan emeği aracılığıyla biçim değiştirmiş doğa ürünleri olduğu gün gibi açıktır; ne var ki, meta olarak ortaya çıktıkları anda, tamamen başka bir şey olurlar. Artık tüm öteki gıdalarla ve insan bedeniyle kendi başına ilişkiye geçebilen ve dahası biyolojik varlığımızdan, toplumsal ve bireysel kimliğimize kadar her şeyi belirlemeye gücü yeten, metafizik varlıklara dönüşürler. Neyse ki, bu metafizik varlıkları anlamak, yorumlamak ve açıklamak için azımsanmayacak bir sayıda ‘uzman’ hazır beklemektedir!
Kapitalist Tarım-Gıda Sistemi ve Neoliberalleşme
Gıdanın besin değerine ya da tarımsal üretimin girdi-çıktı hesabına indirgenerek teknik bir sorunmuş gibi sunulmasına itiraz eden eleştirel sosyal bilimciler, tarım ve gıda ilişkilerinin toplumsal, politik, ekonomik, kültürel ve ekolojik içeriğini deşifre etmek ve bütünlüklü bir analiz çerçevesi kurabilmek üzere tarım-gıda sistemi kavramını ön plana çıkarttılar. Tarım-gıda sistemi kavramı, tarım ve gıda odağındaki toplumsal ilişkilerin, tarımsal üretimin, makine ve diğer girdilerin tedarik aşamalarını kapsayan geri bağlantılarından, işleme, paketleme, dolaşım, pazarlama ve tüketim ilişkilerini kapsayan ileri bağlantılarına uzanan sürecin bütünlüğüne işaret etmektedir. Bütün bu süreçler kapitalizme geçişle birlikte kapitalist bir karakter kazanmıştır ve bu anlamıyla tarım ve gıda ilişkilerinde gözlemlediğimiz metalaşma süreçleri, şüphesiz neoliberal dönemle de başlamamıştır. Ancak metalaşma,bu dönemde hız ve derinlik kazanmıştır.
Toplumsal ilişkilerin,“piyasanın yaşamın tüm alanları için en uygun ve etkin çözümleri bulacağı inancı” temelinde yeniden düzenlenmesi olarak da ifade edilebilecek olan neoliberalizm, tarım ve gıda ilişkileri bakımından da önemli bir kırılma anıdır (Ecevit, 2016: 7). Bu süreçte her biri bir başka yazının konusu olan gelişmeler şu şekilde sıralanabilir (Büke, 2017):
Neoliberalizm temelinde tarım-gıda ilişkilerinin küreselleşme süreçleri; esas olarak da uluslararası para ve meta dolaşımına ilişkin düzenlemelerin, çok-uluslu tarım-gıda şirketlerinin Güney ülkelerinin pazarlarına girişini kolaylaştıracak şekilde yeniden düzenlenmesi.
Ulus-devlet ve küçük üreticiler arasındaki ilişki kalıplarının neoliberalizm temelinde yeniden yapılanması; esas olarak da özelleştirmeler, üretici örgütlerinin ve tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesi, tarım-gıda politikalarının ve tarımsal destek mekanizmalarının sermaye nüfuzunun önünün açılması temelinde yeniden yapılandırılması.
Ucuz emek temelinde Güney ülkelerinin ağırlıklı olarak yaş meyve-sebze üretimine doğru geçiş yaptığı yeni bir uluslararası işbölümünün oluşumu.
Özellikle biyoteknoloji ve ikamecilik alanında yaşanan gelişmelere ve bugünlerde tarımın dijitalleşmesi olarak da adlandırılan süreçlere bağlı olarak tarımsal üretim ve gıda üretimin teknolojik altyapısında gözlenen değişim, dönüşüm dinamikleri.
Tarımsal üretimin ileri ve geri bağlantılarında çok-uluslu tarım-gıda şirketlerinin giderek artan hâkimiyeti.
Gıda kültürünün sermaye birikim süreçlerine paralel olarak değişen yapısı.
Tarım-gıda sistemi içerisinde süper/hiper-marketler aracılığıyla ticaret sermayesinin artan önemi.
Tarımsal araştırma süreçlerinin özelleştirilerek tarım ve gıdanın organik karakterinin özel mülkiyetin konusu haline gelmesi.
Sözleşmeli çiftçilik süreçlerinin yaygınlaşması.
Tarımda kadın emeğinin artan önemi ve yoğunlaşması.
Finansallaşma süreçleri.
Tarım-gıda sisteminin yukarıda sıralanan süreçlerle birlikte neoliberalleşmesi, en görünür ifadesini tarımsal girdilerden, işleme, paketleme, pazarlama ve tüketimeuzanan bütün alanlarda çok-uluslu şirketlerin giderek artan egemenliğinde bulmuştur.Tarım ve gıda alanında çok-uluslu şirketlerin ortaya çıkışının kökleri, 19. yüzyılın son çeyreğine uzanır. Makineleşme, tarımsal kimyasalların ortaya çıkması, taşımacılık alanında meydana gelen gelişmeler (gemi, tren ve limanlar), muhafaza ve depolama alanındaki teknolojik gelişmeler, gelecek (futures) piyasalarının gelişimi ve uluslararası ticaret serbestîsi gibi gelişmeler bu süreçte temel rol oynamıştır. Kökleri bu gelişmelere uzanan çok-uluslu tarım-gıda şirketlerinin neoliberal dönemde eriştiği gücün boyutları ise çarpıcıdır. Örneğin, tarımsal makine alanında faaliyet gösteren üç şirket – Deere (ABD), CNH Industrial (Fiat Grubu, İtalya ve ABD) ve AGCO (ABD) – 2013 yılında 137 milyar dolara ulaşmış olan devasa bir piyasanın kontrolünü elinde bulundurmaktadır (Chemnitz vd., 2017: 16-17). Tarım kimyasalları alanında ise Syngenta, Bayer, Dupont, Monsanto gibi sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen şirketler benzer bir kontrole sahiptir. Bu kontrol ve gücün nerelere uzandığını gözler önüne sermesi bakımından tarımsal ürün ticaretinin başını çeken Cargill’in 2001 yılına ait bir tanıtım broşüründe yazanlar çarpıcıdır:
Biz ekmeğinizdeki un, makarnanızdaki buğday, patates kızartmanızdaki tuzuz. Tortillanızdaki mısır, tatlınızdaki çikolata, içeceklerinizdeki tatlandırıcıyız. Salata sosunuzdaki yağ, akşam yemeğinizdeki domuz, tavuk ve bifteğiz. Giysinizdeki kumaş, halınızdaki taban, tarlanızdaki gübreyiz. (akt. Chemnitz vd., 2017: 26)
Gıda sanayisi, pazarlama ve tüketim alanlarında da durum farksızdır. Örneğin gıda üretimi alanında faaliyet gösteren ve başını Nestle, JBS, Karft-Heinz, Danone ve Unilever gibi isimlerin çektiği 50 şirket,gıda sanayisi alanındaki küresel satışların yüzde 50’sinden fazlasını gerçekleştirmektedir (Chemnitz vd., 2017: 27). Tarım ve gıda ürünlerinin üretim ve ticaretindeki bu kontrol ve güce, süpermarketlerin (Wal-Mart, CostCo, Tesco, Carrefour, Metro, vb.) kontrolündeki pazarlama ve tüketim alanı da eklenince, çok-uluslu şirketlerin tarım-gıda sistemi üzerindeki egemenliğinin boyutları daha da belirgin hale gelmektedir.
Sonuç Yerine
Bu yazının ana vurgusu 1990’lardan günümüze uzanan süreç içerisinde tarım ve gıda ilişkilerine kapsamlı ve yoğun bir sermaye nüfuzu olduğudur. Bu nüfuz yukarıda ana hatları ile değinildiği üzere kendisini belirgin olarak metalaşma süreçlerinde ve çok-uluslu şirketlerin tarım-gıda sistemi üzerindeki artan egemenliğinde göstermektedir. Ne var ki sermaye nüfuzuna yapılan bu vurgu, tarım-gıda alanında, hem güney hem de kuzey ülkelerinde giderek güçlenen toplumsal mücadeleleri gözlerden kaçırmamalı. Gıdanın küreselleşme ve metalaşma süreci içerisinde, Topraksız Köylüler Hareketi, La Via Campesina (“Köylü Yolu”), gıda egemenliği, ekolojik tarım gibi ağırlıklı olarak güney ülkelerinin kırsalından yükselen hareketlerin gelişimine de tanıklık ettik, ediyoruz. Bunların yanı sıra,“slow food” (yavaş gıda), gıda adaleti, yerel gıda inisiyatifleri ve kooperatifleri gibi ağırlıklı olarak kuzey ve güney ülkelerinin metropol kentlerinden yükselen hareketler de tarım-gıda sistemindeki her noktada sermayenin kâr hırsının karşısında doğayla barışık, sürdürülebilir ve paylaşımcı alternatif modeller üzerine önemli açılımlar getirmeye devam ediyorlar. Başka türlü söyleyecek olursak, son 30 yıllık süreç, kendi karşıtından asla kaçamayacak olan sermaye açısından dikensiz bir gül bahçesi olmadı. Bu bağlamda, tarım ve gıda ilişkilerinin geleceğinin de kapitalist tarım-gıda sistemi karşısında yaratabileceğimiz alternatiflere bağlı olduğu unutulmamalı.
Dipnot
(1) İkamecilik, nihai ürün olarak kullanılan tarımsal ürünlerin sanayi girdilerine dönüşmesini ve organik girdiler yerine sentetik girdilerin kullanımına geçiş sürecini ifade etmektedir (Ecevit, 2006:2).
Kaynakça
Büke, A. (2017).Kır Sosyolojisinden Tarım-Gıda Sosyolojisine: Her Şey Değişti ve Hiçbir Şey Değişmedi! Prof. Dr. Mehmet C. Ecevit’in Katkılarına Dair Kısa Bir Not. İçinde A. Özuğurlu vd. (ed.), Mehmet C. Ecevit’e Armağan: Akademide Yolculuk, Ankara: Notabene.
Chemnitz, C., Luig, B., Schimpf, M. (ed.) (2017). Agrifood Atlas: Facts and Figures about the Corporations that Control What We Eat. Heinrich Böll Vakfı, Rosa Luxemburg Vakfı, Friends of the Earth Avrupa: Creative Commons.
Ecevit, M. C. (2016). Radikalizm Sarmalında Direnen Bir Yaşam Coşkusu: ODTÜ. Basılmamış tebliğ. Hasan Ünal Nalbantoğlu Sempozyumu V: Üniversite ve Toplum. ODTÜ Sosyoloji Bölümü, 21-23 Mart, Ankara.
Ecevit, M. C. (2006). Ulusötesileşme ve Küçük Köylülüğün Yaşam ve Direnme Koşulları. içinde C. Gürkan, Ö. Taştan, O. Türel (Der.), Küreselleşmeye Güneyden Tepkiler. Ankara: TSBD ve Dipnot Yayınları, 341-349.
Marx, K. (2000). Kapital, Cilt: 1. Çev. A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.
* ODTÜ Sosyoloji Bölümü
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)