Çırak, 18 yaşından önce işe başlayan ve bunun yanısıra eğitim alan kişidir. Yasalarımıza göre, dört gün işe, bir gün okula gider. Okuldaki eğitimine “teorik eğitim”, işyerindekine ise “pratik eğitim” denir.
Adına “meslek eğitimi” dense de, çalışma yaşamı çocuklara göre bir yer değil. Çünkü, bir sürü tehlike ve kötülüğü içinde barındırıyor. Çünkü, çocuğun doğası ile iş disiplini bağdaşmıyor. Yaşı oyun oynamasını gerektiriyor; ama iş bir oyun değil ki. Belki de en önemlisi, çocukların birlikte çalıştıkları yetişkinlerce, yaşıtlarıymış gibi algılanmaları ve iş beklenmesi …
Çıraklar, ucuz ve uysal işçiler olarak görülmektedir. Yaşamlarının henüz başında, oynayacakları oyunların onların kişisel gelişimleri üzerinde ne kadar etkili olduğu düşünülmemektedir. “4+4+4” yasasından sonra çocukların işe başlama yaşının 10 yaşa düşme olasılığı karşısında, “Gözünüz aydın (!)” dediğimiz ustalar isyan etmişlerdir; “Olur mu?!” diye. Biz 15 yaşında çocuk, işyerine girince isyan ediyoruz. Ayrıca merak ediyoruz; kaç usta, onlar gibi, on yaşında çırakları karşısında görünce isyan edecek?
Ne yazık ki, çocukların erken yaşta çalışma yaşamına girmesi toplumumuzun bir yarası. Televizyon reklamlarında da bunu meşrulaştırma çabası, bizi daha da ürkütüyor. Yoksulluk karşısında çocuk için hak olarak görülen “bireysel kurtuluş”, ne yazık ki, devlet için bir utanç olarak gösterilmiyor. Öyle olsa, çocuk emeğinin sona erdirilmesi için, Cumhuriyet Tarihi’nin en güçlü müdahalesi olan “sekiz yıllık eğitim” bir çırpıda gözden çıkarılmazdı.
Çırakların çalışma yaşamı ile tanışmaları çok önemli bir andır. Bu ilk karşılaşmada edindikleri izlenimler, seçtikleri rolmodeller onların yaşamı için belirleyici olmaktadır. Bu bakımdan özellikle çok sayıda çırak çalıştıran işyerlerinin ayrıca bir çırak politikası olması gerekir.
Varılan bu noktada, kişisel sorumluluklar ortadan kalkmıyor. Çırak çalıştıranlar, tüm bu vurdumduymazlık ortamında, kendi duyarlılıklarını ortaya koymalılar. Çırakları esirgemeliler. Bu esirgeme çabası, bir yandan onların topluma karşı görevlerini yerine getirmeleri anlamına gelecektir; bir yandan da, bu yolda yürüyenler için “en iyi uygulama örneği” oluşturacaktır.
İyi uygulama örneklerinden yol çıkarak, tüm çırak yetiştiren kurumlara olumlu davranış biçimleri aktarılabilir. Bu olumlu örneklerden biri de Ankara Etimesgut’ta Elsan Elektrik Motorları Fabrikası’dır. 144 işçinin çalıştığı fabrikada 10 da çırak çalışmaktadır. Bu çırakların yaşları, Mesleki Eğitim Yasası uyarınca 15-18 arasındadır.
Çırakların işyerinde bulunuş gerekçesi, bir mesleği öğrenmeleridir. Dolayısıyla “mesleki yeterliliklerinin arttırılması” üzerinde titizlikle durulmalıdır. Hemen bunun yanında iş sağlığı güvenliği konusu var. Çünkü çırak, işi öğrenirken hemen yanı başında sağlık güvenlik önlemlerini öğrenirse ne ala. Yoksa ileri yaşlarda bir “güvenlik kültürü” edinmek, iş sağlığı güvenliği konusunda duyarlılık kazanmak çok zor. Demek ki, yönetim sorumlusu, onların “iş”i de tüm kuralları öğrenip yaşama hazırlanmaları için kararlı davranmalıdır.
“Bir işyerinde çırak varsa, yönetim sorumlusu ne yapmalıdır?” şeklindeki sorumuzu, ELSAN İdari İşler Müdürü Selçuk Savaş şöyle yanıtlıyor :
“Hem yasal ve hem de manevi bir çok sorumluluğum var. Onları en uygun şekilde yetiştirmeli ve yaşama hazırlamalıyım. Bunu yaparken, önce ‘onların mesleki yeterliliklerini’ arttırmamız, seçtikleri meslek dalında ustalaşmalarını sağlamamız gerek. Ustalarımız bu yolda kaliteli ve yeterli bir eğitim verme çabası içindeler. Meslek eğitimi yanında, bir de ‘kişisel gelişimlerinin’ sağlanmasına katkıda bulunmalıyız. Ben kendimi bu konuda daha sorumlu ve aktif buluyorum. Bir de bunların ötesinde iş sağlığı güvenliğini benimsemeleri ve kurallara titizlikle uymayı önemsemeleri var. Zaten işletmenin üzerinde titizlikle durduğu bir konu bu.”
Çocukların niteliklerini geliştirebilmeleri için, her şeyde önce, çocukluktan yetişkinliğe geçişin yumuşak olması gerekir. ELSAN, bu geçişi yumuşatmak, çırakların sosyal ve kültürel gelişmesine katkıda bulunmak için çeşitli adımlar atmaktadır. Bunların ilki haftalık toplantılar, kitap okumaları ve film izlemeleridir. Gelişmekte olan çocukların her şeyden önce konuşmaya ve çevrelerinde dönen dünyayı anlamaya gereksinmeleri var. Öğütlere ve monologlara alışıklar. Ama kendilerine değer verilen bir ortamda, görüşlerini açıklamaları ve gerekirse savunmaları, onların kişilik gelişmelerini yakından etkilemektedir. Birlikte kitap okumalar, film izlemeler, bunlarla ilgili tartışmalar da, etkilenmede önemli bir yer tutmaktadır
Çıraklardan Serkan, bu sürecin kendine katkısını şöyle anlatıyor: “İlk etkinliğe katıldığım zaman, sıkılmıştım ve zaman geçmemişti. Sinema, piknik, tarihi yerler gibi gittiğimiz gezilerde, eğlendik ve öğrendik. Böylece
- Okumamı daha düzgün bir hale getirdim
- Hiç bilmediğim ve kitabını okumadığım yazarları tanıdım
- Düşünmeyi ve hayal etmeyi öğrendim.
- Uygun ve yerinde konuşmayı öğrendim.
- Ses egzersizleri yapıyoruz, daha düzgün konuşuyorum. İyi ki gelmişim diyorum.”
Çıraklardan Adem ise, kazanımlarını şöyle sıralıyor :
- “Kendimi daha iyi ifade etmeyi öğrendim.
- Okuduğumu şimdi daha iyi anlıyorum
- Ses egzersizleri yapıyorum.
- Kitap okuma alışkanlığı kazandım
- Merak etmeyi öğrendim
- Yazar ve şairin kim olduğunu öğrendim.”
Yine çırakların izlenimleri. Bu kez Emrah’a kulak verelim :
“Sosyal etkinlikler sayşesinde, bilmediğimiz veya merak ettiğimiz konular hakkında bilgi edinmiş olduk. Gittiğimiz filmde tarihimizle ilgili biraz da olsa, merak etmeyi öğrendik. Konuşma yapmadan önce yapılması gereken, egzersizleri öğrenip, sesimizin tonunun ayarlamayı öğrendik. Haftada bir gün yaptığımız bu etkinlik sayesinde, soru sormayı, araştırma yapmayı ve merak etmeyi öğrendik. İlk günlerde fazla bir bilgiye sahip olmadığımız için ve kitap okuma alışkanlığımız olmadığı için biraz sıkılıyorduk. Fakat şimdi, bu etkinliğin, bizim için ne kadar yararlı olduğunu bildiğimiz için, ilk günlerdeki kadar sıkılmıyoruz.”
Hepsi çocuk… Hepsinin kendilerini geliştirme ve dünyayı daha iyi kavrama adına öğrenecek çok adımları var. Ama toplum onlara bunun için fırsatlar tanımak yerine, üretim yapmalarını, iş yapıp ekonomiye katkıda bulunmalarını istiyor. Selçuk Savaş’a soruyoruz : “Üretimin beklediği disiplin ile çocukluğunu yaşatmanın getirdiği rahatlık arasındaki ayırımı çıraklar yapabiliyor mu?”
Yanıt : “Yaşları itibariyle çalışma ortamındaki yaklaşımları bazen istenen disiplin kurallarına aykırı olabiliyor…Bence bu durum son derece doğaldır… Bizlere düşen bu tür disiplin bozucu ve iş sağlığı güvenliği kurallarına aykırı olabilecek davranışları olabildiğince önceden tahmin edip gerekli tedbirleri almaktır…Daha dikkatli ve denetim altında çırakların yetiştirilmesi gerekmektedir.”
Yine çıraklara bu örnek uygulamayı yaşatan ELSAN’ın yönetim sorumlusu Selçuk Savaş’a soruyoruz : “Büyüdüklerinde her biri iş sahibi olduğunda, vahşi koşullar altında ve korumasız yetişmiş çıraklar ile aralarında nasıl bir fark oluşturacaklarını düşünüyorsunuz?”
“Mesleki olarak yeterlilikleri konusunda fazla bir şey söyleyemem. Belki de aralarında çok ciddi bir fark olmayabilir… Ama psikolojik olarak açık ara bir fark olacağına inanıyorum. Daha ilgili, anlayışlı, hoşgörülü, kısaca sevgi ve yaşı ne olursa olsun saygı ile yetiştirilen çırakların ileri yaşlarda yaşam kaliteleri ve konumları baskı altında, sevgi ve saygısız ortamda yetiştirilenlere nazaran tartışmasız daha üst bir konumda olacaktır…”
Ne yazık ki, toplumda yaşatılan bu sosyal sorumluluk adacıkları çok az. Daha çok olmalı. Tüm toplumu sarmalı. Ama kanımızca, toplum, önce çocuklarını eğitmeli, yetiştirmeli ve hem kendine hem de topluma yararlı olabilecek olgunluğa getirmeli; ardından onlardan ekonomiye katkı beklemeli.
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)