Ferhunde Özbay: Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus, İletişim Yayınları, İstanbul, 352 sayfa, 2015.
Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in kurduğu, kurumsallaştırdığı, Batılı anlamda bir okul haline getirdiği Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü (HNEE)’den kabaca elli yıla yaklaşan zaman diliminde yetişenler içinde en üretken olanımız kanımca F.Özbay’dı. Ulus-devlet ideolojisine hizmet eden nüfusbilim (demografi) anlayışına karşı çıkışını, gerek HNEE’de çalıştığı dönemde gerekse akademik yaşamını sürdürdüğü öteki kurumlarda ödün vermeden devam ettirdi. Bu nedenle çalışmalarını, nüfusbilimin temel konuları olan doğum, ölüm, göç yanında, “nüfus sosyolojisi” adını verdiği “iktidarnüfus” ilişkileri üzerine yoğunlaştırdı. Çalışmalarında ülkemiz nüfusuna özgü yeni sorun alanlarına yöneldi, sorunları anlama, açıklama konusunu derinleştirdi. Kabaca örnek vermek gerekirse; aile, İstanbul nüfusunun dinamikleri, nüfus politikaları, kadın emeği, evlatlıklar v.b konularda her biri alan çalışmasına dayalı, ufkumuzu açan çalışmalar ortaya koydu. Çalışmalarından bir demetin sunulduğu bu kitabında, okuyucunun ilgisini çekeceğini umduğum üç konuda yazdıkları yer alıyor.
Kitabın ilk kısmında aile konusunu tartışıyor. Özbay’ın vurguladığı gibi bu kesim “iktidarların tek bir aile modeli çerçevesinde konuya yaklaşmalarına” tepkiyi gösteriyor. Kırsal kesimde toplumsal ve ekonomik yapı değişmelerinin aile işlevlerine yansımasını tartışan çalışma tarihsel niteliği yanında, bu konuda ülkemizde ilk kez yapılan, daha sonra tekrarlanmaması açısından özgünlüğünü koruyor.
Araştırmanın alan çalışmasının yapıldığı tarihten (1975) sonra özellikle küreselleşmenin etkisinin başladığı yıllardan günümüze sosyal değişme ülkemizde en çok aile kurumunu, kurumun üyelerini etkiledi. Toplumda çocuk sayısı azalan çekirdek aile ile annenin aile başkanı olduğu ailelerin oranı hızla arttı. Gençlerin ilk evlenme, anne baba olma yaşı bu dönem boyunca yükseldi. 1960’lı yıllarda çoğunluğu köyde yaşayan ebeveynlerin çoğu çocuğa ekonomik değer veriyordu. Ebeveynlerin kentte tutamak noktası bulmaları, geçimlerini tarım dışı bir uğraşı ile sağlamaları ile birlikte kentsel nüfus arttı. Ebeveynler kentte çocuklarının yetişme döneminde onlara daha fazla kaynak aktarmaya, giderek psikolojik değer atfetmeye başladılar.
Bu süreçte toplumun iyi oluş halini gösteren doğuştaki yaşam umudu arttı, salgın hastalıkların görülme sıklığı, neden olduğu bebek çocuk ölümleri azaldı. Ne var ki köyde üretici konumda olan aile, iç göçle geldiği kentte büyük ölçekte piyasaya bağlı tüketici, tükettiklerinden ötürü borçlu konuma geliyordu. Siyasi ideolojileri ne olursa olsun bu dönem boyunca hükümetler kutsallık atfettikleri aileye büyük önem verdiler. “ Toplumsal düzene yeni bir biçim vermek istediklerinde, nüfusa müdahale ettiler ve vaat edilen parlak geleceği taçlandıracak bir aile tasavvuru önerdiler”. Bu oluşumlar yazarın da değindiği gibi Alvin Toffler’in (1980) “Üçünü Dalga” yapıtında ileri sürdüğü sanayi sonrası toplumlarında ailenin yok olacağına karşı bir tepki miydi?
Özbay’ın akademik yaşamında birden çok konuya ilgisinin olduğunu birlikte katıldığımız değişik toplantılarda gerek sunduğu tebliğlerde gerekse toplantı sonrasında konakladığımız otelde yaptığımız uzun yürüyüşlerde heyecanla anlattığı konuşmalarında hep dinledim. İstanbul üzerine sınıf arkadaşım değerli Sema Erder (Köksal) ile birlikte yaptıkları çalışmalardan bazıları kitabın ikinci bölümünü oluşturuyor. Nüfusumuzun beşte birini barındıran, kayıt dışı nüfusun ne olduğu bilinmeyen, ÖzbayErder ikilisinin ortak ya da bireysel olarak İstanbul üzerine yaptıkları çalışmalarını okumaktan büyük haz aldım. Bu çalışmalardan üretilen üç makalede Özbay, İstanbul’a olan göçleri, göç edenlerin niteliklerini, göç örüntülerini, varış noktasındaki yer seçimlerini tartışıyor. Benim ilgimi en çok 1950 sonrası İstanbul nüfusunun dinamiklerini anlattığı kavramlaştırmaya göre anlatımı oldu. Özbay “İstanbul üzerine yazılan edebiyat, anı, sosyal bilim araştırmalarından hareketle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra birbiriyle kimi zaman iç içe geçmiş üç dönem” ayrımlaştırması yapıyor. İlk dönemi İstanbul’un altın çağı ya da Osmanlı dokusunun yıkılışı olarak ele alıyor(1950/1960-1965). Bu tarihler içindeki sosyo-ekonomik değişkenler ile birlikte iç-dış dinamik etkinliği bütününde nüfus dinamiklerini tartışıyor. 1960/1965- 1980/1985 dönemini sanayileşme, apartmanlaşma, sendikalaşma, radikalleşme içeriğinde ele alıyor. 1980/1985 sonrasını ise İstanbul’u satmak, küresel iklimde yerellik, yerlilik bağlamında tartışıyor. Erder’in yerinde tanımlamasıyla “Yerlisi yok, sahibi çok” olan kentin 1950’den günümüze yaşamını edebiyatımızda önemli yeri olan romanlarla (Latife Tekin: Berci Kristin Çöp Masalları, Oya Baydar: Erguvan Kapısı), grevlerle, gençlik hareketleriyle anlatıyor.
Kitabın üçüncü bölümünü “Nüfus ve İktidar” üzerine yazılmış dört makale oluşturuyor. Nüfus hareketleri konusunda devlet politikalarını eleştiren Özbay, 1860-1950 döneminde olan zorunlu göçleri, nüfus mübadelesini, ülkemizin çok kültürlülük bağlamında kaybettiği Ermeni, Rum, Yahudi ve öteki etnik grupların vatan belledikleri bu topraklardan ayrılışlarını, sürülüşlerini dile getiriyor. Bu dönemde Balkanlar’dan “Türk soyundan gelen Müslüman” göçünü teşvik etmek; Müslüman olmayanları, Hıristiyan Türkler de dâhil olmak üzere bütünüyle dışlamak; Sünni ve Hanefi Müslüman Rumeli muhacirlerini tercih eden göç politikası hem II. Abdülhamit’in İslamcı hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün laik Türk kimliğinin oluşturulmasında önemli rol oynadığına vurgu yapıyor.
Erken Cumhuriyet dönemine ilişkin bu yargı üzerinde ülkemizde bir uzlaşı olduğu görülüyor. Ne var ki Cumhuriyet’i kuran kadronun Romanya Krallığı ile 1930’lu yıllarda yaptığı anlaşma gereği Hıristiyan Gagavuz Türklerinin gençlerinin ülkemizde yüksek eğitim görmek, ailelerin çalışmak üzere binlerin gönüllü göçle gelişini, bu ülkeye emek-üretim temelinde koydukları katkıyı kimse nedense görmek istemiyor.
Ülkemizin 1990’lı yıllarda yaşamaya başladığı nüfussal değişime bağlı olguyu “Gençlik şişkinliği: Fırsat penceresi mi, tehdit mi?” sorusu bağlamında irdeleyen Özbay, konunun farklı boyutlarını ülkemiz açısından tartışıyor. Ona göre ülkemizin de içinde olduğu çevre ülkelerde doğurganlık düzeyinin düşük düzeye gelmesi sonucu gerçekleşen gençlik şişkinliği, küresel sermayenin gelişmesi için bulunmaz bir fırsat penceresi olmuştur. Özbay, Türkiye deneyiminin iktidarla gençler arasında diyaloğu sağlayacak demokratik bir ortamı yaratmanın yollarının ortak akılla bulunması gerektiğine vurgu yapıyor.
Nüfusbilimci olarak beni en çok heyecanlandıran ise kitaptaki son iki makale oldu. “Ulus-Devlet ve Nüfus Bilgisi” konusu bu yazı içinde Osmanlı’dan günümüze tartışılıyor. Kayıt dışı göç ve gözetimin küreselleşme ile arttığı, güvenlik sorununun ülkemizin gündemine oturduğu şu günlerde ne yapacağımızı bilmiyoruz. Artan kayıt dışı göçle birlikte gözetimin arttığı yerli nüfusun etnik temelde can, mal güvenliği, toprak bütünlüğü gibi konularda kamu dışında yeni gözetim biçimleri yaşamımız da yer alacak mı?
Son makalede tartışılan ülkemizin nüfussal değişimine bağlı olarak özellikle kırsal kesimde bir-iki kişiden oluşan “yaşlı, yalnız, üremeyen, üretmeyen” aile oranı HNEE’nün 2013 çalışmasında yüzde 37’e ulaştı. Özbay’ın belirttiği büyük kentlere yığılan kitlelerin oluşturduğu “kentsel yoksulluk” sorunu yarınlarda tartışacağımız konulardan ilki olacak. Tüm sosyal sınıflar için hak temelinde hizmet üreten sosyal devlet anlayışını gündeme almayı öneren Özbay’ın çalışmasının okunmasında yarar görüyorum.
* Dr., Sosyolog
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)