DİSK Genel Başkanı Arzu ÇERKEZOĞLU ile Söyleşi: Sermaye Saldırısının Odağında Kadınlar Var, Sendikal Örgütlenmenin Odağında Da Kadınlar Olmalı

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu sendikal kriz, sınıf mücadelesi, Ekonomik kriz ve mücadele olanaklarına ilişkin sorularımızı cevapladı.
Sermaye Saldırısının Odağında Kadınlar Var, Sendikal Örgütlenmenin Odağında Da Kadınlar Olmalı!
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu:
“Sermaye güvencesiz-esnek çalıştırma biçimlerini ve bütün sömürü politikalarını aslında kadın işçilerden başlayarak işçi sınıfının bütününe yaygınlaştırıyor.”
Çalışma Ortamı: Ülke ekonomik-siyasal bir kriz içerisinde. Ancak genel olarak emek hareketi, özel olarak da sendikacılık hareketi uzun süredir bir kriz yaşıyor. Bu krizin nedenleri neler?
Arzu Çerkezoğlu: Kuşkusuz işçi sınıfı hareketinin, sendikal hareketin krizinin çok ciddi nedenleri var. Bu konuyu çok boyutlu değerlendirmek gerekir. Ama öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor: Tüm dünyada ve Türkiye’de 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sermaye ile emek arasındaki ilişkiler düzlemi yeni baştan kuruldu. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında başlayan süreç (nispi demokratik hakların var olduğu kapitalizmin nispi refah dönemindeki düzlem) sermaye tarafından 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren değiştirildi. Aslında bu dengeye, bu var olan masaya sermaye bir tekme vurdu ve o masayı yeniden tek taraflı olarak kurmaya çalıştı. Neoliberal politikalar diye bilinen bu süreç, tüm dünyada işçileşme ve mülksüzleştirme temelinde yaşandı. Dünya tarihinin en büyük, en geniş kapsamlı ve en hızlı işçileştirme sürecini yaşadık.
Bu sürecin bir başka özelliği de işçi sınıfının bir önceki döneme ait mücadele araç ve yöntemlerini ile mücadele stratejilerini bir bütün olarak etkisiz hale getirerek işlemesiydi. Dolayısıyla masanın büyük ölçüde sermayenin inisiyatifi ile yeniden kurulması, işçi sınıfının tümüyle örgütsüzleştirilmesi ve sendikasızlaştırılması üzerine kuruldu. Dolayısıyla tüm dünyada ve Türkiye’de çok ciddi bir biçimde sendikalar güç kaybetti, sendikaların üye sayıları azaldı. Yani bir taraftan dünya çapında işçi sınıfı nicel ve nitel olarak olağanüstü bir büyüme gösterirken diğer taraftan da işçi sınıfının hem siyasal hem sendikal örgütleri tarihinin en zayıf dönemini yaşamaya başladı. Ortada böyle bir paradoks var. Bu süreçte biliyorsunuz elveda proletarya diye kitaplar yazıldı. İşçi sınıfının artık dünyayı değiştirme olanaklarının ortadan kalktığı iddia edildi. Ama aslında yaşanan işçi sınıfının, sendikal mücadelenin bir tarihsel döneminin bittiği ama yepyeni dinamiklerle yeni bir tarihsel döneminin başladığıydı.
Türkiye açısından da bu süreç özellikle 12 Eylül askeri faşist darbesi koşullarında hayata geçirilen politikalar çerçevesinde yaşandı. Bu açıdan bakıldığında bugünkü sendikal kriz tartışmalarının temelinde böylesi bir sermaye stratejisi yatıyor. Hiç kuşkusuz bu sürecin sendikalar açısından da özeleştirel bir değerlendirilmesine ihtiyaç var. İşçi sınıfının bu değişen yapısını gören, üretim süreçlerindeki parçalanmayı kavrayan, buna uygun sendikal örgütlenme ve mücadele perspektifi ve örgütlenme araçlarını yaratma noktasında yetersiz kalan bir sendikal hareketten söz etmek mümkün.
Çalışma Ortamı: Sendikacılık hareketinin krizinin Türkiye sendikacılık hareketine özgü boyutları var mı? Sendikaları çok uzun yıllardır neredeyse aynı kişiler yönetiyor daha sonra da çoğunlukla milletvekili oluyor, işçi sorunlarını da unutuyorlar. Bir yönetici kastından bahsedebilir miyiz? Sendika konfederasyonu başkanı olan ilk kadınsınız. Sizce neden daha önce kadın konfederasyon başkanları olmadı?
Arzu Çerkezoğlu: Türkiye açısından bu süreç 12 Eylül öncesinde 24 Ocak kararları ile başlayan ama esas olarak 12 Eylül askeri faşist darbesinin koşullarında hayata geçirilen bir süreç oldu. Örneğin DİSK o dönem 12 yıl kapalı kaldı, faaliyetleri durduruldu. Yeniden açıldıktan sonra da DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalar, örgütlendiğimiz her yerde çok ciddi baskılarla karşılaştı, karşılaşmaya da devam ediyor.
HAMALLA PROFESÖRÜN KADERİ ORTAKLAŞIYOR
Türkiye’de de sendikacılık hareketi açısından baktığımızda çok ciddi bir gerileme var. İşçi sınıfının toplam nüfus içerisindeki payının artmasına ve Türkiye’nin bir ücretliler toplumu haline gelmesine rağmen, sendikaların hem toplumsal hem politik etkileri zayıfladı. Kuşkusuz burada yine bir öznel değerlendirmeye ve bir öz eleştirel değerlendirilmeye ihtiyaç var. Türkiye’deki sendikalar hem örgütsel yapısı ve işleyişi hem de mücadele perspektifi ve politikaları, bu yeni sürece uygun bir şekilde yeniden üretilmesi noktasında çok ciddi bir yetersizlik yaşadı. Dolayısıyla bugün bu işçi sınıfının değişen yapısını gören, üretim sürecindeki parçalanmayı gören istihdamın biçimlerindeki parçalanmayı gören ve aynı zamanda güvencesizlik temelinde çok farklı toplumsal kesimlerin işçi sınıfının parçası haline geldiğini gören bir örgütlenme bilincine ihtiyaç var. Hep söylediğimiz gibi sebze – meyve halinde hamallık yapan bir işçinin kaderi ile bir üniversite profesörünün kaderi hiç bu kadar ortak olmamıştı. Yani güvencesizlik aslında bir üniversite hocası açısından olduğu kadar, en güvencesiz çalışan, en vasıfsız emek diyebileceğimiz kesimler açısından da aynı derecede bir tehdit haline geldi. Dolayısıyla sendikaların bugün hem kendi yapılarını hem de politikalarını ve programlarını bu yeni sürece uygun bir biçimde yenilemeye ihtiyacı var. Tepeden tırnağa yenilenmeye ihtiyaç var. Aslında tepeden tırnağa bir devrimci yenilenmeye ihtiyaç var. Bu anlamda Türkiye sendikal hareketinin çok önemli deneyimleri ve birikimleri de var son 10-15 yılda. Taşerona karşı verdiğimiz mücadelelerden, farklı kesimlerin örgütlenmesine ilişkin yarattığımız deneyimlere kadar Türkiye’de sendikal hareket her türlü baskıya ve zorluğa rağmen kendisini yenileyen ve işçi sınıfının mücadelesinin örgütleri olmak noktasında önemli birikimler ve deneyimler biriktiriyor.
İŞÇİ SINIFI İÇİNDE KADIN AĞIRLIĞI ARTIYOR
Kadınların bu süreçte sendikal örgütlenmeler içerisinde daha etkin biçimde olması bu sürecin aslında bu sendikal stratejinin bir olmazsa olmaz parçasıdır. Çünkü işçi sınıfında çok ciddi bir biçimde kadın ağırlığının arttığı yani deyim yerindeyse işçi sınıfının kadınlaştığı bir süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla sendikalarda kadınların daha fazla örgütlenmesi ve sendikalar içindeki kadınların da söz ve karar sahibi olabilmesi bu yenilenmenin söz ve karar dinamiklerinden bir tanesi olacak. Bugün sermaye güvencesiz-esnek çalıştırma biçimlerini ve bütün sömürü politikalarını aslında kadın işçilerden başlayarak işçi sınıfının bütününe yaygınlaştırıyor. Dolayısıyla sermayenin saldırısının odağında kadınlar varsa sendikal örgütlenmenin, mücadelenin, direnişin odağında da kadınlar olmalı. Yani merdiven altı atölyelerden, tekstil atölyelerinden, plazalarda çalışan, alış veriş merkezlerinde çalışan kadınlara kadar tüm kadınların ve işçilerin sendikalarda daha fazla örgütlü olması ve sendikalar içerisinde de daha fazla söz ve karar sahibi olması gerekir. Benim ilk kadın konfederasyon başkanı olmam bu tarihsel sürecin bir sonucudur. Kuşkusuz bundan önce de olmalıydı. Ama bundan sonraki süreç açısından biz DİSK olarak benim bir kadın olarak konfederasyon başkanı olmamın gerçek anlamının ancak kadın işçilerin sendikalarımızda DİSK çatısı altında daha fazla örgütlenmesi ve sendikalarımızda daha etkili olması ile anlamını bulacaktır diye düşünüyoruz.
Çalışma Ortamı: Ekonomik Krizle birlikte işten çıkarmalar gibi emek haklarına yönelik saldırıların yoğunlaştığına ilişkin haberleri okuyoruz. Kriz sürecinde işçi haklarını korumaya ilişkin sendikaların bir planı ya da hazırlığı var mıydı?
Arzu Çerkezoğlu: Bugün Türkiye çok ciddi bir ekonomik krizin içerisine sürükleniyor ve ekonomik kriz gittikçe daha fazla derinleşiyor. Yaşanan bu kriz kendiliğinden ortaya çıkmış ya da tesadüfen ortaya çıkmış bir kriz değil. Bu kriz dünyada da Türkiye’de de işçi sınıfına, emekçilere, kadınlara, gençlere vaad edeceği hiçbir şey kalmayan mevcut sistemin, kapitalizmin neoliberal politikalarının krizidir. Bu kriz aynı zamanda 16 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarlarının, onların ekonomik politikalarının ve tercihlerinin sonucu olarak ortaya çıkmış bir ekonomik krizdir.
Özellikle son bir yıldır Türkiye ekonomisinin tüm parametreleri, işsizlikten dış borca, cari açıktan enflasyona kadar çok ciddi bir biçimde alarm vermekteydi. Bu krizin hiç kuşkusuz işçi sınıfının emekçilerin haklarına yönelik saldırıların arttığı ve krizin faturasını bir bütün olarak işçilere, emekçilere kesilmeye çalışıldığı bir süreçte yaşanıyor.
KRİZE KARŞI EMEĞİN SAVUNMASINI ÖRGÜTLEYECEĞİZ
Biz bu krizi yaratan toplumun yüzde birlik kesimi yani yıllardır bu ülkeyi yöneten siyasi iktidarın ve bu politikalardan nemalanan sermaye sınıfının yarattığı bu krizin faturasının, toplumun bütününü oluşturan işçilere ve emekçilere kesilmesine karşı bir mücadele süreci örgütlüyoruz. Bugün Türkiye’nin önünde duran soru son derece açık ve nettir. Türkiye bu krizden yüzde biri yani yıllardır bu politikalardan nemalanan ve kasalarını dolduranları mı koruyarak çıkacak yoksa emeği koruyarak, işçi sınıfını emekçileri koruyarak mı çıkacak? İktidarın bu konudaki tercihi belli. Bizler bu ülkenin tüm güzelliklerini ve değerlerini üretenler işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler olarak krizin bedelinin bize ödetilmesine karşı temel talepler çerçevesinde bir mücadele programını oluşturduk ve bunun mücadelesini örgütlüyoruz. Dolayısıyla sendikalar olarak bizim bu noktadaki temel yaklaşımımız krizin bedelini ödemeyeceğiz, krize karşı emeğin savunmasını örgütlemek için omuz omuza olacağız.
Biz DİSK olarak bu konuda önerilerimizi, politikalarımızı oluşturduk. Bütün kamuoyu ile paylaştık. İşyeri işyeri, sokak sokak, meydan meydan, kent kent bütün Türkiye’de sendikalı olsun olmasın, DİSK üyesi olsun olmasın bütün işçi sınıfına bu önerilerimizi, politikalarımızı ulaştırıyoruz ve ortak mücadeleye çağırıyoruz. Bu mücadele sadece DİSK ile sınırlı olmayacak. Emeğin haklarını savunmak için en geniş kesimlerle birlikte bu mücadele sürecini örgütlüyoruz.
KRİZE KARŞI TALEPLER
Burada temel taleplerimizden birincisi kriz karşısında, yüksek enflasyon karşısında asgari ücret başta olmak üzere bütün ücretlerin güncellenmesi ve arttırılmasıdır. Biz asgari ücretin belirlenme sürecini devletin toplumla yaptığı en büyük toplu sözleşme süreci olarak görüyoruz. Asgari ücret mücadelesi bizim için herhangi bir mücadele değildir. Bir toplumsal bölüşüm mücadelesidir. Özellikle şuan içerisinde bulunduğumuz kriz koşullarında 2019 yılı asgari ücreti her zamankinden daha fazla bir önem taşımaktadır. Bu yüzden asgari ücret mücadelesi başta olmak üzere ücretlerin arttırılması birinci talebimiz. İkincisi toplu işten çıkartmaların yasaklanması, bu konuda mecliste bir düzenleme yapılması ve zaten çok yüksek olan işsizlik oranları karşısında işsizlik sigortasındaki paranın amacı dışında kullanılmasından, sermayeye kaynak olarak aktarılmasından vazgeçilmesi ve işsizlik sigortasından yararlanma koşullarının kolaylaştırılması, sürenin ve miktarın arttırılması gerektiğini söylüyoruz. Üçüncüsü, son derece adaletsiz bir vergi sistemimiz var. Az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınan, asgari ücretin tümüyle vergi dışı bırakıldığı adaletli bir vergi sistemi istiyoruz. Dördüncüsü de iğneden ipliğe her şeye zam geldi Türkiye’de. Zaten Türkiye tarım politikalarından özelleştirmelere kadar tümüyle dışa bağımlı bir ülke haline getirildi. Dolayısıyla bu anlamda başta elektrik, su, doğalgaz olmak üzere temel tüketim maddelerine, zam yapılmaması ve yapılan zamların geri alınmasını talep ediyoruz. Hatta DİSK olarak asgari kullanım miktarlarının ücretsiz olması gerektiğini söylüyoruz. Bunlar krize karşı taleplerimiz. Tabi bu arada kıdem tazminatımıza dokunulmaması, mevcut sistemin kuvvetlendirilmesi gibi taleplerle de bu çoğaltılabilir. Bunlar krize karşı emeğin savunmasını örgütlemek için bir asgari programdır ve tüm Türkiye’de başta kendi üyelerimiz olmak üzere tüm toplumsal kesimlerle birlikte krize karşı emeğin hakları için omuz omuza diyoruz ve bu mücadeleyi örgütlüyoruz.
HÜKÜMET SENDİKAL HAK İHLALLERİNE SESSİZ KALIYOR
Çalışma Ortamı: Türkiye’de hemen her sektörde irili ufaklı işyerlerinde işçilerin başarısız sendikalaşma deneyimleri ile karşılaşmak olası. Sendikalaşma çabaları neden başarısızlıkla sonuçlanıyor?
Arzu Çerkezoğlu: Aslında belki bu soruyu başarısız sendikalaşma deneyimleri yerine neden Türkiye’de işçiler en temel yasal ve anayasa hakkı olan sendikalı olma hakkını kullandığında işverenlerin işten çıkarma başta olmak üzere baskıları ile karşı karşıya kalıyorlar ve neden Türkiye’de siyasi iktidar, hükümet, çalışma bakanlığı en hafif deyimiyle bu sürece sessiz kalıyor diye sormak çok daha doğru bir soru olacak. Şöyle bir süreç yaşanıyor. Türkiye’de sendikalı olmak bütün işçilerin en temel yasal ve anayasal hakkı. İşçiler sendikalı olduklarında, hakkına hukukuna sahip çıktıklarında ve işverenler karşısında tek tek bireyler olmak yerine bir toplumsal güç olmayı tercih ettiklerinde işverenlerin buna tepkisi (hele hele bu DİSK’e bağlı bir sendika çatısı altında yaşanıyorsa), bu örgütlenmeyi bastırmak için işten çıkarmak, sendikal bir baskı uygulamak oluyor. Şu anda da Türkiye’nin birçok yerinde sendikalı olarak işten çıkartılan, mücadele sürdüren, direniş çadırlarında günlerdir-aylardır direnerek sendikal haklarına, emeğine sahip çıkan işçi arkadaşlarımız var. Özellikle son dönemlerde Türkiye’nin her tarafında direniş çadırlarının daha fazla arttığını görüyoruz. Dolayısıyla buradaki asıl mesele işçilerin en temel yasal ve anayasal hakkını kullandığı için sendikalı olduğu için işten çıkartan işveren tutumunu ve bu süreç karşısında işverenlere karşı en hafif deyimiyle sessiz kalan ve herhangi bir yaptırım uygulamayan siyasal iktidar tutumunun ortaya çıkartılması gerekir.
Çalışma Ortamı: Göçmen işçilerle ilgili (Suriyeli özellikle) siz kendi konfederasyonunuz başta olmak üzere diğer konfederasyonlarla ortak bir eylem planınız var mı?
Arzu Çerkezoğlu: Bugün göçmen işçiler ile ilgili Suriyeliler başta olmak üzere bir program politika oluşturması gerekliliği, gerçekten sınıf hareketinin artık çok temel gündemlerinden bir tanesi haline geldi. Göçmen işçilik meselesi ile ilgili genel olarak Türkiye’de sendikaların gündeminde dolaylı bir biçimde olmuştur. Biz DİSK olarak Suriyeliler başta olmak üzere göçmen işçilerin hak ve hukuku için Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak gören ve bu mücadelenin bir parçası olarak gören bir yaklaşımla politika belirlemek ve adım atmak zorunda olduğumuzu görüyoruz. Bu anlamda diğer konfederasyonlar içerisinde de böyle tartışmalar, politikalar, çalışmalar olduğunu görüyoruz.
(*) Dr., DİSK/Genel İş Araştırma Daire Müdürü ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü

Tags: , , , ,

Arşivler