Türkiye’deki eğitim sistemi, tarihsel olarak, üç farklı kesimin ilgi odağındadır. Eğitimi ilgi odağına alan her kesim, eğitime kendi bakış açısıyla biçim vermeye çalışmakta ve böyle olduğu için de diğerleriyle çatışmaya girmektedir. Ancak ittifakların görüldüğü de olmaktadır. Biraz sonra sözünü edeceğimiz ilk iki kesim arasında böylesi bir ittifak olduğu gözlenmektedir. Bu çatışmanın, ikiye-bir olarak gittikçe şiddetlendiği bir dönemi yaşamaktayız. Eğitim sistemini ilgi odağına alan kesimlerden biri, iktidar cephesidir. İktidarın eğitim sistemine ilgisi, kendilerinin de açıkça belirttiği gibi, muhafazakar bir toplum yaratmak amacı, hevesi ve de hırsı ile, eğitim sistemine yönelik planlı ve sistematik müdahalelerini içermektedir. Bu müdahalelerin neler olduğu, kamuoyunun çok iyi bildiği bir konu olduğundan burada yeniden tekrarlamak gereksizdir.
Eğitime ilgi gösteren ikinci bir kesim ise, uluslararası kuruluşlar kanalıyla etki eden dış kesimlerdir. Bu ilginin içeriği ise biraz başkadır. Örneğin, OECD, yayınladığı raporlarla, Türkiye’deki öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma konusundaki performanslarının birçok başka ülkedeki öğrencilere göre son derece düşük olduğunu ortaya koymaktadır (OECD, 2014). OECD’ye göre, Türkiye’de farklı toplumsal kesimler arasındaki gelir düzeyi uçurumu, eğitim düzeyinin düşüklüğünden kaynaklı bir sorundur (OECD, 2015: 299). Yapısal faktörleri hiçe sayan bu yaklaşım, eğitimin iyileştirilmesiyle gelir eşitsizliğinin de iyileştirileceği inancına yaslanmaktadır. Türkiye’deki gelir uçurumundan yakınan OECD, bu konuda eğitim reformları yanında, emek maliyetlerinin düşürülerek, rekabetin önünün açılmasını da salık vermektedir (OECD, 2015: 299). Gelir uçurumunun emek maliyetlerinin düşürülmesi ile giderilebileceğini ileri sürerek aklımızla alay edilmektedir.
Eğitimi ilgi odağından düşürmeyen bir diğer kesim de, eğitim sisteminin elden gitmesine gönlü elvermeyenlerdir. Bu ilginin içeriğinde ise, biri eğitim sistemini muhafazakar toplum tahayyüllerinin (düşlerinin) ve diğeri de piyasacı anlayışın aracı konumuna indirgeyen diğer iki kesimden gelen bağnaz tehditlere karşı gösterilen direniş bulunmaktadır. Saldırıların ve direnişin gittikçe şiddetlendiği bir durumda, OECD gibi kuruluşların konuya ilgisinin, içerideki toplumsal direnişe “dışsal destek güç” (Yüzak, 2015) olduğu türünden yorumlara bir uyarıda bulunmak durumundayız. Çünkü, OECD, Türkiye’de yürürlüğe giren Ulusal İstihdam Stratejisi’nin, eğitim ve diğer konularda kapsayıcı bir girişim olmasına karşın, siyasal birtakım engellerle karşı karşıya kaldığını ve bu nedenle başarısının engellendiğini iddia etmektedir(!). OECD, bu iddiasıyla, dışarıdan destek olmak şöyle dursun, içerideki toplumsal muhalefete açıkça cephe almaktadır.
Eğitime karşı yükselen toplumsal muhalefet, gücünü ve direncini dışarıdan değil, tarihsel köklerinden almaktadır. Türkiye’de, Milli Eğitim Şuraları erken cumhuriyet döneminden beri süregelen bir gelenektir. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in çabasıyla, 1933 yılında çıkarılan bir kanunla, üç yılda bir Milli Eğitim Şurası toplanması yasal olarak zorunlu tutulmuştur.(1) Bu yasal zorunluluğa tam olarak uyulmamış olsa da, Milli Eğitim Şurası ağır aksak yoluna devam etmiş, ancak, eğitim sistemi istenilen niteliksel düzeye getirilememiştir. Zaten, bu gelenek tarihsel köklerinden kopmuş ve başka doğrultularda yoluna devam etmektedir.
Eğitim sisteminin niteliği, daha doğrusu niteliksizliği, 1960’ların ortalarında toplumsal muhalefeti harekete geçirmiştir. Eğitim sisteminin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olan kesimler ilk iş olarak, 1965 yılında, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’nı kurarak örgütlenmişlerdir. TÖS çatısı altında bir araya gelenler, bu örgütü kendi mesleki çıkarlarını sağlama almanın aracı değil, toplumsal muhalefeti örgütlemenin bir adresi yapma çabasına girişmişlerdir. 1968 yılında düzenledikleri Devrimci Eğitim Şurası bu çabanın ürünüdür.
TÖS, henüz üç yıllık bir kuruluş iken, mesleğin ve ülkenin temel sorunları üzerinde düşünme ve birtakım çözüm yolları arayıp bulma görevi ile karşı karşıya kalmıştır. Henüz emekleme döneminde olan bir kuruluşun bu dönemdeki çalışmalarından tam başarı beklemek erken olur. Hatta gereği kadar gelişmemiş olan TÖS’ün Şura toplama gibi işlere dalması eleştirilebilir de. Ama karşı karşıya bulunduğumuz sorunlar çok zorlayıcı olduğundan, işe girişmek gereği ağır basıyor. (…) Bakanlık, Şura toplama işini temelli ihmal etmiştir. (…) Yaşadığımız yıllar, eğitim sorunlarının iyice arttığı, ilkokuldan en yüksek okula kadar öğrencilerin, öğretmen ve yöneticilerin, çocuk ana babalarının iyice bunaldığı yıllardır (TÖS, 1969: 5).
Devrimci Eğitim Şurası’nı düzenleyenler, toplumsal muhalefetin bu Şura ile birlikte değil, daha önceden ve kendiliğinden harekete geçtiğine dikkat çekmektedir. Haziran 1968’den beri yükseköğretimde hatta bundan da önce ortaöğretimde boykotlar düzenlenmiştir. Toplumsal muhalefetin bu kendiliğinden harekete geçişini tetikleyen etmen, yalnızca eğitim sistemindeki sorunlar değil, bir bütün olarak siyasal ve ekonomik huzursuzluklardır (TÖS, 1969: 5).
Eğitim sisteminin özgül sorunları ise, eğitimin, dünya egemenlerinin baskısı (emperyal tahakküm) altında olması, toplumun gereksinimlerine yanıt verecek planlamadan uzak olması, fırsat eşitliği olmaması vb olarak ortaya konmuştur (TÖS, 1969: 6).
Yükselen toplumsal tepkiyi Devrimci Eğitim Şurası zemininde bir araya getirme çabası, “devrim için eğitim” ilkesinden hareketle, özlenen toplumsal düzenin inşasında dönüştürücü gücün eğitim ve aydınlar olabileceği inancına dayanmaktadır. Fakir Baykurt’un, TÖS Genel Başkanı sıfatıyla, Devrimci Eğitim Şurası’nın kapanış konuşmasında söylediklerine kulak verelim:
Devrimi ve her şeyi halk yapar diye beklemek doğru bir tutum olamaz bugün. Elbet halk yapar, halkın gücü yapar. Fakat ne zaman, nasıl? % 50’den çoğu henüz okuma ve yazma bile bilmeyen ve devrimci yönde bilinçlenmemiş bir halk, hakkını hukukunu nasıl bilir de devrimi yapar? Vaktiyle o halkın göğüslerinden beslenmiş olan aydınların, öğretmenlerin bugün ona öncülük etmesi, onu uyandırması ve bilinçlendirmesi gerekir. Halkımız buna muhtaçtır, aydınlar da mecburdur (TÖS, 1969: 504).
Devrimci Eğitim Şurası beş gün sürmüş ve kültürden, beden eğitimine, din eğitiminden teknolojiye kadar, eğitime dair neredeyse ele alınmayan konu kalmamıştır. Bunlar arasında, din eğitimi konusunda sunulan bildiri (Yavuz, 1969) üzerine uzun tartışmalar olmuş ve son sözü Fakir Baykurt alarak, Devrimci Eğitim Şurası’nın dine bakışını son derece berrak bir şekilde ortaya koymuştur.
Devrimci, herkesten çok gerçekçi olmak zorundadır. (…) Biz din ile dinin politika ve ticarette istismar edilmesini birbirinden ayırıp gericinin tanımını doğru yapmak zorundayız. Dindar insan, çalışan insan, namaz kılan insan “gerici” değildir. Gerici bugünkü düzenin değişmesini istemeyendir. Bizim hasmımız dinin kendisi ve gerçek dindarlar değil, düzeni bugünkü sömürü niteliği ile sürdürmek isteyenlerdir, onun değişmesine engel olanlardır (TÖS, 1969: 242).
Devrimci Eğitim Şurası, eğitimi ait olduğu tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde ele alarak, öncelikle eğitimin verili haliyle bir hesaplaşmaya girmektedir. Çünkü eğitim, verili haliyle, yerleşik düzenin sömürü ilişkilerini yeniden üreten bir parçası olarak görülmektedir. Böyle olduğu için de işçi ve köylü gibi sınıfsal kimlikler yanında ırk, din, dil ve cinsiyet temelli eşitsizlikler ve bölgeler arası eşitsizliklere de duyarsız olmakla suçlanmaktadır. Dolayısıyla, dönüştürücü güç olabilmesi için, en başta, eğitimin kendisinin dönüştürülmesi Şura’nın öncelikli hedefi olarak ortaya konmuştur.
TÖS, sorunları saptayıp, çözüme ilişkin yöntemini ve araçlarını da belirledikten sonra eyleme geçmiştir. 1969 yılında, Balıkesir ve Ankara’da yürüyüşler düzenlemiş ve aynı yıl, İLKSEN (Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası) ile birlikte, Büyük Öğretmen Boykotu olarak bilinen eylemi gerçekleştirerek eğitim sistemi konusundaki taleplerini yüksek sesle dile getirmiştir. O dönemde Türkiye’de görev yapmakta olan toplam 156 bin öğretmenin 119 bin’i dört gün süren bu boykota katılmıştır. Boykottan sonra da yürüyüş eylemleri olmuş ama 1971 askeri darbesiyle memur sendikaları yasaklanmıştır. Sendikal çatı altında yürütülen mücadele dönemin yasakçı ortamında, 1971 yılında kurulan TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) çatısı altında sürdürülmüştür. 1980 askeri darbesinden sonra da TÖB-DER kapatılmıştır. Böylece, eğitim sisteminin sömürü ilişkilerinin bir parçası olarak kurgulanmasına karşı gösterilen direniş, büyük ölçüde zayıflatılmıştır.
Eğitim sisteminin egemen güç ve iktidar ilişkileri lehine yeniden düzenlenmesi 1980 sonrası dönemde artarak devam etmiştir. TÖB-DER’in kapatılmasıyla toplumsal muhalefet zayıflatılmış olsa da yok edilememiştir. 1980’lerin sonlarına doğru “abece dergisi” ve Eğitimciler Derneği (EĞİT-DER) ve 1990 yılında kurulan Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası (EĞİTİM-İŞ) ile Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİT-SEN) ile direniş yeniden canlanmaya başlamıştır. 1995 yılında, bu iki sendika, EĞİTİM-SEN adıyla tek çatı altında bir araya gelerek güç birliği etmişlerdir. Sonradan yollar ayrılmıştır. Bu ayrılık karşılıklı suçlama ve ithamlarla beslenmeye devam etmektedir.
2014 yılında yapılan 19.Milli Eğitim Şurası’nda ortaya atılan görüşler, bir yandan eğitim sistemine ilişkin iktidarın zihin gerisinde bu konuda daha nelerin bulunduğunu ortaya dökerken, diğer yandan da, toplumsal muhalefetin yeniden canlanmasına etki etmiştir. Eğitim sistemini, toplumsal ilerlemenin bilgisi yerine, egemenlerin çıkar ilişkilerinin bilgisini üreten bir kuruma dönüştürmeye yönelik baskılara karşı tarihsel direniş, bütün yok etme girişimlerine rağmen kendini yeniden üretebilmektedir. Bu umut vericidir. Ancak kamplara bölünmüşlük, toplumsal muhalefeti güçsüz kılmaktadır. Bu umut kırıcıdır.
Örgütlü ve sistematik baskı karşısında güç birliği etmek gerek. Bunu yaparken de, Fakir Baykurt’un Devrimci Eğitim Şurası’nın kapanış konuşmasında söylediği şu sözleri hep hatırda tutmak gerek.
Devrimcilerin birbiriyle takışmayı bırakıp, görüş ayrılıklarını büyütmeden, ortak noktalarda birleşmeleri ve bu sosyal mücadeleyi omuz omuza yürütmeleri gerekmektedir (TÖS, 1969: 504).
* Yrd.Doç.Dr. Akdeniz Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
(1) 2287 sayılı Maarif Vekaleti Merkez Teşkilatı ve Vazifeleri Hakkında Kanun (Kabul tarihi: 10.6.1933, Resmi Gazete Tarih ve Sayı: 22.6.1933 / 2434).
Kaynaklar
OECD (The Organization for Economic Cooperation and Development), (2014), PISA 2012 Results What Students Know and Can Do -Student Performance in Mathematics, Reading and Science, Volume I, Paris: OCED, http://www.oecd.org/pisa/ keyfindings/pisa-2012-results-volume-I.pdf
OECD (2015), Economic Policy Reforms, Going for Growth, Paris: OCED, http://www. keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/ economics/economic-policy-reforms-2015_growth2015-en#page4
TÖS (1969), Devrimci Eğitim Şurası (4-8 Eylül 1968), TÖS Yayını, Ankara. Yavuz Fehmi (1969), “Din Eğitimi”, Devrimci Eğitim Şurası (4-8 Eylül 1968), TÖS Yayını, Ankara, s. 219-237
Yüzak Özlem (2015), OECD’nin Eğitim Reformu Çağrısı Ne Anlatıyor?, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Şubat 2015, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/e211267/OECD_nin_Egitim_Reformu_Cagrisi_Ne_Anlatiyor_.html
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)